Almanya Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sonra 19
Ağustos 1934’de yapılan plebisit oylamasında, Hitler, oyların %88,1’ini alarak
Cumhurbaşkanı seçildi.
29 Mart 1936’da yapılan seçimlerde Hitler’in Nasyonal Sosyalist
Alman İşçi Partisi oyların %98.80’ini alarak parlamentodaki 741 sandalyenin
sahibi oldu. Aslında bu seçim değil içine iki konu sıkıştırılmış tek sorulu bir
referandum idi. Daha önce “müttefiklerce
paylaşılmış Rhineland’ın Almanya tarafından işgal edilmesini ve sadece Nazilerden oluşan bir parlamentoyu kabul
ediyor musunuz?” sorusunun cevabı “evet” olmuştu.
Hitler’e destek sağlayanların içinde Yahudi Bankalar ve
silah ve malzeme üreten Yahudi şirketlerin olduğu da biliniyor.
Hitler kendisinin Tanrı tarafından görevlendirilmiş olduğunu
da hiçbir zaman saklamamış. Kendisini “vahşet
içinde bir çığlık” olarak nitelemiş ve Hz.İsa’nın yolunu açan Vaftizci
Yahya olarak görmüş. “Yaşamım ölümümle
bitmeyecek asıl o zaman başlayacak” demiş Hitler. Bugünün dünyasına
baktığınızda Hitler’in sağ olduğunu söylememek imkânsız sanki. Dünyada
Führer’in peşinde giden akımların olduğu ve bazı ülkelerde tehdit edici boyutlara yükseldiği biliniyor.
Faşizmin ilk akla gelen fotoğrafı Hitler. Metaforlar Hitler’in
kimliği üzerinden yapılıyor. Bence Hitler bir sonuç. O da söylüyor bunu: “”Ben dünyaya insanları güçlü yapmak için
gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim” Hitler bunu çok da
iyi becermiş. Altındaki imzayı bilmezseniz kulağa hoş gelen pek çok tespitine
katılırsınız. Hatta en demokrat olduğunu iddia eden liderler bile onun
sözlerini kullanıyor, bugün bile. İktidarı elde etmek, onu sıkı sıkıya tutmak,
toplumların yönlendirilmesi yolunda
yöntemlerin pek de farklı olmadığı anlaşılıyor. İbsen’in Bir Halk Düşmanı
piyesinde “ağabey Stockmann’ın yaptığı
yok etme tehditlerinin gerçekten de –hatta kısmen kelimesi kelimesine çakışır
biçimde- Hitler’in konuşmalarının öncülü olduğu belirtilmektedir.” Bir Halk
Düşmanı 1882’de yazılmış. Hitler’den yaklaşık 50 yıl önce. Faşizm, tarih
kadar eskidir. Hitler, bu sürecin bir istasyonudur. Faşizm bir siyasal yönetim
biçimi olmaktan daha da çok bireyin içinde yatan şeytandır, günlük hayatımıza
sık sık karışır, müdahale eder.
Hitler’in 30 Nisan 1945’te saklandığı sığınakta Eva Braun
ile birlikte intihar ettiği söyleniyor. Ancak bu bilgiyi kuşkulu hâle getirebilecek
ciddi sayılan iddialar var. Yazar ve oyuncu Pip Utton, Adolf’ta Hitler’in Berlin’deki
sığınakta geçirdiği son 12 saatine “bakmış” ve kendine göre bir kurgu yaratmış. Pip
Utton’a göre tiyatro, “seyircinin
koltuklarda dikilerek, görmek istemedikleri şeylerle yüzleşmesini”
sağlamalıdır. Pip Utton’un içinde yaşadığı toplumun algısı ve hassasiyetlerini
dikkate alarak Adolf’u yazmış olduğunu
söyleyebiliriz. Öte yandan Hitler öylesine uluslar arası ortak bir algının
karakteri ki herkes onun kişiliğinde buluşabiliyor. Ancak oyuna baktığımda Adolf’un “yüzleşme”
sağladığından kuşkuluyum. Adolf'da “yüzleşme”, seyircinin Hitler ile karşı
karşıya gelmesi gibi. Zira her şeyden önce o ruh hâlindeki Adolf’un kendisi ile
yüzleşmesi mümkün değil. Ayrıca
tiyatroda “yüzleşme" denilince bunun seyirciye yönelik bir eylem olduğunu
düşünürüm. Bu nedenle benim anladığım “yüzleşme”
bireyin kendisini ve de toplumunu algılamasıdır. Ben, Hitler ile değil onu yaratan
ve var eden toprakla daha çok ilgiliyim. Dr.Stockmann(İbsen)'ın söylediği gibi "Gerçeğin ve özgürlüğün en büyük düşmanı şu 'başat çoğunluk' denen nesnedir." Asıl değişmesi gereken onlardır. Oyun ise daha ziyade Hitler üzerine odaklanmıştır. Adolf’un sıradan seyirci
üzerinde doğrudan bir etki yapabileceğini sanmıyorum. Konunun bilincinde
olanlar içinse bilinenin tekrarı gibi oluyor diye düşünüyorum.
Pip Utton’un oyunları üzerine titiz olduğunu öğrendim. Öyle
ki Adolf oyununa mutlaka bir bölüm eklenmesini istiyor ve onu onaylamadan oyunun
sahnelenmesine izin vermiyormuş.(Ben eklenen bölümü sevmedim. Tiyatronun işine böyle karışılmaması gerektiğine inanıyorum.) Oyunun galası için Türkiye’ye geldiğini ve oyunu
çok beğendiğini de okumuştum. Bu nedenle Burak Sergen’in canlandırdığı Adolf
tam Pip Utton’un istediği gibi olmuş demek ki. Ama oyunun ismi olarak çok
bilinen “Hitler” yerine “Adolf”u seçtiğine göre bana hak vereceğini düşünüyorum.
Adolf, Hitler’e gönderme yaparak başlamalı, dünyanın tüm
Hitler’lerine dokunarak genelleme yapmalı ve seyircinin yanından ve içinden faşizme
bakmalıydı. Oysa Adolf, seyirciyi daha önce de pek çok kez aldatılmış halk
yerine koyuyor, onu baskı altına alarak tuhaf bir ruh haline getiriyor, aklını
kullanmasını engelliyor, paralize ediyor. Buradan yola çıkarak gördünüz mü “şiddet ve baskı insanı ne hâle getiriyor”
denebilir belki ama bu denemeyi kanıtlamanın kimseye yararı olmaz, bu amaç için
de oyun yapılmaz. Zira bu mazeret gibi de algılanabilir ki o zaman düzeltmek de
zorlaşır, gereksizleşebilir.
Burak Sergen Hitler olarak çok iyi ama benim zihnimdeki Adolf
olarak metnin ve yazarın kurbanı olmuş. Burak Sergen’in oyunculuğu her türlü
övgüyü hak ediyor. Onun oyunculuk gücüne ve samimiyetine ulaşabilecek pek az
oyuncu tanıyorum. Bana Hitler’i fazlaca “giyinmiş” olduğu izlenimi verdi. Oyuna eklenen birkaç trük, epik ögeler gibi
dursa da karakterin bir özelliği gibi de algılanabiliyor. Örneğin yüzün önünde elin
çevrilmesi ile yüzdeki ifade değişmesi Hitler’in “oyunculuğunun” bir parçası gibi algılanabilir. “Çatalları parlatmıyorsunuz” repliğini ise epik ama gereksiz buldum. Küçük
salonlardaki büyük oyunculuklar, içinde zorlukları da barındırıyor. Seyirci ile
iletişimi rahatsızlık verici hâle getiriyor, dikkat odağını dağıtıyor.
Öte yandan Burak Sergen’in “büyük” oyunculuğu yanında dekorun
ögeleri küçük kalıyor. Örneğin bir köşede ara sıra hatırlanan ayaklı ayna, sığınakta neden yere dik durduğunu çözemediğim kanal, arkada dönmesinin neye bağlı olduğu anlaşılmayan
pervanenin ve de gamalı haçlı bayrağın daha da büyütülerek farklı yerleşimler
ile oyunun işlevsel bir parçası hâline getirilmesi, Burak Sergen’in “büyük”
oyunculuğunu da dengelerdi; tek kişilik oyunlarda oyuncunun taşıdığı yükü de
paylaştırırdı diye düşünüyorum. Oyunu "gerçeklik" duygusundan çıkarır metnin kurgusallığına getirirdi. Oyuncu metni renklendirmek için farklı şeyler bulmaya çalışıyor ama yine de tekrarlardan
kurtulamıyor. Dekoru ve müziğin yardımı oyuncuyu da rahatlatırdı. Sanırım Burak Sergen ve yönetmen
Levent Özdilek birlikte yazara karşı çıkıp daha farklı bir Adolf yaratabilir ve o, yazarınkinden çok daha iyi olabilirdi.
Adolf, bu yıl ödül jürilerinin görmezden geldiği bir oyun.
Aslında "bakmış"lar, hayranlıktan yerlere yatan olmuş ama “görmemiş”ler demek
daha doğru. Hadi oyunu “görmedin” var edilen salonu da mı algılamıyorsun? Ona
buna dağıttığın “özel ödüllerden” birini vermek de mi aklına gelmedi? Ödül vermediğin o salona kendi oyununu götürürsen soracağımı da unutma. Dolu
salona bakarsanız seyircinin hiç de umurunda değil ödüller. Gerçek ödül de o
zaten.
Melih Anık
İlgi:
Kavgam –Adolf Hitler- (Manifesto)
Adolf’un Kavgası- Ata Nirun - (Wizard)
Bir Halk Düşmanı- İbsen (Mitos Boyut)
Oyunun Künyesi:
ADOLF
Yazan: Pip Utton
Rejisör: Levent Özdilek
Oynayan: Burak Sergen
Işık Tasarım: Akin Yilmaz
Dekor: Bizoyuncular
Kostüm; Hatice Kübra Erişir
Afis Tasarım: Berkcan Okar
Fotoğraflar: Mehmet Turgut
Ödül: 13. Direklerarası Seyirci Ödülleri En İyi Tek Kişilik
Prodüksiyon(2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder