Kral (Soytarım) Lear’i, Propeller’in Bir Yaz Gecesi
Rüyası’nı seyretmeden önce seyretmiş ve yazmaya başlamıştım. Yazıyı
Propeller’ın Yanlışlıklar Komedyası’nı seyrettikten sonra tamamladım. Bunun
Kral(Soytarım) Lear yazısı için kötü bir tesadüf olduğu düşünülebilir ama Kral (Soytarım) Lear’den çok daha önce ben Propeller’dan III.Richard’ı
seyretmiştim.
Bu “ruh” meselesini de açmam gerektiğini düşünüyorum. Ben
her oyunun mutlak, tartışılmaz tek bir ruhu vardır demiyorum. Özellikle
Shakespeare oyunlarında gezinen pek çok ruh var. Yönetmen içinde yaşadığı toplumun
koşullarına göre kendisine göz kırpan(heyecanlandıran) birini yakaladığı için o
oyunu seçiyor. Ne(yi)leri “büyüteceğini iyi biliyor ve seçiyor. Bundan dolayı
her sahneleniş, yönetmenin algısı, bilgisi, dünya görüşü vb nedenlerden dolayı
farklı oluyor. Shakespeare’in büyüklüğü de bunda zaten. Bu noktada şunu da
belirtmek isterim ki her ne kadar oyunların metnini kendine göre değiştiren
yönetmenlerle aram iyi değilse bile onların yaptıklarını da anlamaya
çalışıyorum. Son oyunu seyredene kadar
Yiğit Sertdemir’den umutluydum ama bence onun da zamanı henüz gelmemiş. Yiğit
Sertdemir’in uyarlayıp yönettiği Kral (Soytarım) Lear gerek metinde
gerekse sahnelemede oyunun ruhunu yakalamış değil. Sertdemir, hoşuna giden,
kendisini heyecanlandıran her şeyi bir araya getirerek iyi bir oyun yapmak istemiş ama maalesef önce
hayâllerinin sonra Shakespeare’in altında kalmış.
Sertdemir kendi zekâsını ifade yolu olarak seçtiği “grotesk”i,
birlikte çalıştığı bence Türkiye’nin en iyilerinden biri(belki de birincisi)
olan Candan Seda Balaban’ı (Kostüm, Maske, Kukla, Makyaj Tasarımı, sahne
tasarımı), Türkiye’nin iyi oyuncularından (Tomris İncer, Güven Kıraç, Berkay
Ateş, Demet Evgar, Okan Yalabık, Sezin Akbaşoğulları, Umut Kurt) kurulu bir
kadroyu, uzman ışık tasarımcısını(Yüksel Aymaz) ve müzisyeni (Tuluğ Tırpan)bir
araya getirdiğinde işi kotarabileceğini düşünmüş(herhalde) ama metni yeterince
didiklememiş ve kendi rotasını çizememiş. Bu önce metne seçtiği isimden görülüyor.
Ben oyunun ismini duyduğumda Yiğit Sertdemir’in zekâsını
ortaya koyacak sürprizler bekliyordum gene.
Sahne düzeni, kostümler vs girişte, bu umudu da verdi. İstedim ki alsın
başını gitsin ve bize bambaşka bir Kral Lear seyrettirsin. Ancak Sertdemir yer yer eklemeler yapmış
olmasına rağmen Kral Lear’in metnine çoğunlukla sâdık kalmış. O zaman ortaya çıkan Kral Lear’in animasyonu olmuş.
Sertdemir, son zamanlarda gönlünü çeldiğini düşündüğüm grotesk,
karnavalesk, globesk olmaktan yola çıkarak oyuncuların çıkardıkları anlamsız sesler ve
taklalarla bir şenlik havası yaratmayı zorlamış.
(Eski bir trük) Anlaşılan oyundaki “When we are born, we cry that we are come to
this great stage of fools- Maskaralar
sahnesine çıkarız” repliği onu çok etkilemiş. O da bir maskaralar sahnesi yaratmaya çalışmış. Buna da isimden başlamış.
Sertdemir’in sahnelemesi, isimden başlayarak bize değişik bir şeyler yapılacağı
müjdesini veriyor ama Yiğit Sertdemir metne hâkim olamadığı için görsel olarak oyunu renklendirmeye çalışıyor.
Ama yaptığı maalesef derinlikten uzak, toplama, ayrıca “bütün” değil.
Kral (Soytarım) Lear..
Neden? Kral’ın yanında parantez içi Kral’ın diğer yüzünü belirtiyor desem “Kral Lear, Soytarım Lear” diye okumam
gerek. Yâni “Lear, hem Kral hem Soytarı’dır” denilmek isteniyor. Ama o zaman Soytarım
değil, Soytarı olması gerekmez mi? “Kralım Lear” denmediği için “Soytarım Lear”
de olmaz. Oyunun İngilizce ismi belki bizi doğru yere götürür. “King (My Fool)
Lear”. Lear’in oyun boyunca kullandığı cümleler var: “Where’s my fool?” “call hither my fool”. Ben ‘Soytarı’nın Lear’in ikinci yüzü olduğunu
düşünüyorum, eskilerin tâbiri ile “mütemmim cüzü”(tamamlayıcısı). “Ben ve
Soytarım” gibi. Daha Soytarı sahneye gelmeden önce Lear devamlı olarak sorar: “Soytarım nerde? İki gündür ortalarda yok?”
Bu cümledeki “Soytarım” bence “taklidim,
benim gerçekleri farkeden parçam nerede?” demektir. Bu nedenle oyunun ilk perdesi sonunda ortadan
kaybolan Soytarı’yı ikinci perdede, Lear’in, dışarıda aramaktan vazgeçtiği ve kendi
içinde aradığı(ve bulduğu) gibi bir yorumu çok severim. Bu anlamda Kral ile Soytarı’yı
özdeşleştiriyorum. İkinci perde fırtına ile başlar. Aslında bu karakterlerin
değişimini haber verir. (“This cold night
will turn us all to fools and madmen”) Öte yandan oyunun sonunda Lear
Cordelia’yaya “My poor fool” diye
hitap eder. Bunda bir şefkat, acıma vardır. “My fool” da “poor” yoksa da aynı
algıya açık bir anlamı hissettiriyor bana.
Daha önce seyrettiğim Münchner Kammerspiele tarafından
sahnelenen yönetmen Johan Simons’un yorumunda birinci perdenin sonunda, Soytarı
üstündeki tüm giysileri sahnede bırakarak
çırılçıplak sahneden koşarak çıkar ve kaybolur. İkinci perdede Kral
Lear’in Soytarı’nın uzun kırmızı çoraplarını giymiş olduğunu görürüz. Yani
fırtına ile birlikte Kral Lear değişmeye başlamıştır, dışındaki Soytarı’yı
içinde yeniden yaratır. Bu gördüğüm en iyi yorumdur. Aynı zamanda da mükemmel
bir “okuma”dır. Demek istediğim de budur.
İsimden yola çıkıp zorlayarak bir yere varırsınız ama
Sertdemir başka şeyler de demek ister gibidir.
Aslına bakarsanız ben Yiğit Sertdemir’i metne göre
eleştirmek istemiyorum. Ama onun tercihi beni metne götürüyor. Zira Sertdemir
ikinci perdede Soytarı’yı Kral yapıyor. (Kral'ın içindeki soytarıyı çıkarmak yerine) İlk yarı sonunda sıkıştığı için helâya koşan
“esas”(?) Soytarı ikinci yarıda poposundan sarkan tuvalet kağıdı ve pantalonu
paçalarında ve çökmüş şekilde sahneye geri döner. Soytarı’ya Kral’ın ceketini giydirirler ve Soytarı arzusuz bir
şekilde “Lear” olur. Soytarı’nın zorla
Kral yapılması da Kral’ın kendi isteği ile değişmediğini gösterir ki benim
itirazlarımdan biri de bunadır. Öte
yandan Sertdemir, Kral Lear, Soytarı(Fool) ve Cordelia arasındaki üçlü ilişki
klâsik bir tartışmayı da hatırlatıyor bize. Orijinal metinde birinci perdenin
sonunda Soytarı sahneyi terk eder ve bir daha görünmez. Bu nedenle Soytarı’nın
Cordelia olduğu söylenir. Babasının yanında kalmak, ona göz kulak olmak için
kimlik değiştirerek Soytarı olmuştur. Yiğit Sertdemir, oyununda, diğer iki kız
kardeş maddi olarak sahnede iken Cordelia’nın kuklasını Soytarı’nın ellerinde
Soytarı’nın sesi ile konuşturarak bize bunu hatırlatır gibidir. Sertdemir’in
yorumundan anladığımız Lear, Cordelia’yaya “Beni
ne kadar seviyorsun?” sorusunu sorduğunda sonradan kendi yerine geçecek
olan Soytarı’nın ağzından Lear’i tatmin etmeyen bir cevap almaktadır. Bu
anlamda Lear kendisini cevaplamaktadır. Cordelia’dan hoşuna gidecek cevabı
bekleyen Lear’in kendisine olumsuz cevabı vermesini nasıl açıklarız bilmiyorum.
Aptallığından mı? Üç karakteri tek karakterin etrafında dolandırmak, oyunun
sonunda Lear’in kızına ağlamasına da bencil bir anlam verir. Lear kendine mi
ağlamaktadır? Bu baştan beri içinde dolaştığımız çıkışsız bir lâbirentin içinde
yolumuzu kaybetmemize sebep olur.
Yiğit Sertdemir her şeyi birbirine karıştırmış gibidir.
Commedia dell'arte”vari masklar, kostümler, dekor parçaları
da güzel “görüntüler” ama anlamsız.
Örneğin üzerine oyunun isminin ve rollerin isimlerinin yazıldığı kâğıt perde
oyunun bir ânında iki kötü kardeşin altında kaldığı miras topraklar oluyor ve
kardeşler altında kaldıkları bu mirası paylaşmak üzere kavga edip kağıt perdeyi
parçalayıp kostüm olarak giyiniyorlar. Bu dönüşüm görsel ama anlamlı değil.
Kral Lear’in ne olduğunu anlatmak çok kolay, girin internete
bakın. Daha kolayı Özdemir Nutku’nun Kral Lear çevirisinin (Remzi
Kitapevi) ön sözünü okumaktır. Yirmi sayfalık yazıda Özdemir Nutku dünyada
konuşulanları çok iyi özetlemiştir. Ben Yiğit Sertdemir’in de okuduğuna
inanıyorum. Biliyoruz ki başka kitaplar da okudu, meselâ Jan Kott’u.(Oyunun
tanıtımında onun bir ifadesinden çıkan cümle (“Lear’i rahiplerden alıp soytarılara teslim
ettik”) var ki anlamsızlığı üzerine
de ayrı bir yazı yazmak gerekir.)
Kral
Lear için söylenenler şunlardır:
“Kral Lear’ın teması,
dünyanın yozlaşıp çökmesidir”
“İnsan-insan
ilişkilerinin bulunduğu düzlem bir dizi cinayet dünyasıdır”
“Tragedya içinde
komedya, komedya içinde tragedya vardır.”
“Çağdaş bir kara mizah
içerir”
“Manyeristlerin
dünyası, huzursuz, dengesiz bir atmosfer içindeki kaçıklar dünyasıdır”
“Manyerizm suçlu bir
vicdanı yansıtır”
“Kral Lear’deki
fırtına sahnesi bir bilinçlenme evresini gösterir”
“Gloucester gözlerini,
Lear belleğini yitirir. Gözlerini yitiren gerçekleri görmeye başlar, belleğini
yitiren ise doğru olanı, insanı ve dünyayı öğrenir”
“Grotesk tragedyanın
temalarını alır ve aynı temel sorunları tartışır.”
Yiğit Sertdemir’in sahnelemesinde yukarıdaki ifadelerin
karşılığını bulamayacaksınız maalesef. Bence bu, “ruh”u bulamamanın, çok şey söyleme
gayretinin, derinleşememenin sonucu. Oyun görsele çok yaslanmakta ve içerik
kaybolmakta. Oyunu seyreden birinin oyundan bunları anlayacağını bir kenara
bıraktım ufacık da olsa his alabileceğini ruhu yakalayabileceğini sanmıyorum.
(Arkadaşlar ve dostlar hariç!) Kaldı ki oyunun ikinci yarısı öyle bir curcuna
ki olayları anlamak bile olanaksız hâle geliyor. O akşam salonda gördüğüm erbap
eleştirmenlerin de içlerinin sızladığını düşünüyordum ki bir akşam bir oyunda onlardan
birinin yanına düştüğümde, o erbap eleştirmen, arkasında oturan oyuncuya oyunu
çok beğendiğini belirtti ve “masklar,
kadro falan çok güzeldi” dedi. Sanırım oyunun görsel zenginliğinden
etkilenmişti.
Sertdemir, sahneyi bana maymunu hatırlatan giysileri içinde soytarılarla
doldurmuş,(eski bir trük) diğerlerinden farklı bir Soytarı karakteri yaratmış
ve onu da oyun boyunca sahnede tutmuş. Esas olanın dışındaki soytarıların hepsi
aynı makyajlı. Kıyafetleri aynı olan
soytarılar oyunun ilk yarısında belli rolleri oynarken, oyunun ikinci yarısında
herkesin herkes olduğu farklı bir reji anlayışına dönülmüş. Bu da yönetmenin
oyunun bütünü ile çok fazla uğraşamadığını gösteriyor. Yönetmen sonlara doğru
yorulmuş mu ne? Bu arada Kral Lear de "kaybolur". Ayrıca yerde “mızmızlanan soytarılar korosu” ile
zaten uzun olan oyunu daha da uzatmış. Sertdemir, iyi oyunculara da yazık
etmiş.
Kral (Soytarım) Lear’in yorumunu incelikten uzak buldum.
Sertdemir’in kendi oyunlarındaki incelikleri bulamadım. Sertdemir, sahne büyüsünü bozmuş ve fazlaca
göstermiş. Hadi yönetmen kendine göre özgürlüğünü kullanmış olsun, esere falan
boş verelim, Yiğit Sertdemir’in canı öyle istemiştir diyelim ama eser bütünlüğü
içinde Sertdemir’in ne demek istediği temiz ve açık değil. Seyircinin imgelem
gücü dikkate alınmamış. Voltaire demiş ki “Can sıkıcı olmanın sırrı, her şeyi söylemektir” Schpenhauer: “Bir sanat eseri ancak imgelem gücüyle etkili
olabilir. İşte bu yüzden imgelemi her daim canlı tutmak gerekir” buyurmuş. Meyerhold
ise noktayı koymuş: “Pek çok insanı tiyatro sanatına çeken de bu
gizem ve bu gizemi çözme arzusudur”(Meyerhold
“Tiyatro Üzerine”) Bu oyun seyirciyi tiyatroya çekmez.
19.İstanbul Tiyatro Festivali’nde Altıdan Sonra Tiyatro ile
Pangar’ın ortak yapımı, İKSV’nin ortak yapımcı olduğu Kral(Soytrım) Lear maalesef olmamış. Pangar için ayrıca üzülüyorum.
İki festival, iki Shakespeare ve iki başarısızlık. Pangar! Bir daha Shakespeare deneme lütfen!
Kral (Soytarım) Lear’i,
Propeller’in Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı
seyretmeden önce seyretmiş ve yazmaya başlamıştım. Yazıyı Propeller’ın Yanlışlıklar Komedyası’nı seyrettikten
sonra tamamladım. Bunun Kral(Soytarım)
Lear yazısı için kötü bir tesadüf olduğu düşünülebilir ama Kral
(Soytarım) Lear’den çok daha önce
ben Propeller’dan III.Richard’ı seyretmiştim.
Belki de sorun burada!
Melih Anık
Not:
Propeller’e lâf çakıp, bizimkileri göklere çıkaranlara ne desem
acaba? Ben nezaketen alkışlıyorum mu?
Oyunun Künyesi:
Ortak Yapımcı: İstanbul Tiyatro Festivali
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: İrfan Şahinbaş
Uyarlayan ve Yöneten: Yiğit Sertdemir
Sahne Tasarımı :
Candan Seda Balaban, Yiğit Sertdemir
Müzik Tuluğ Tırpan
Kostüm, Maske, Kukla, Makyaj Tasarımı : Candan Seda Balaban
Işık Tasarımı : Yüksel
Aymaz
Oyuncular : Tomris İncer, Güven Kıraç, Berkay Ateş, Demet
Evgar, Okan Yalabık, Sezin Akbaşoğulları, Umut Kurt
Korrepetitör : Selen Öztürk
Maske Oyunculuğu Koçu : Elif Sözer
Yönetmen Asistanı : Pınar
Ongun
Tasarım Asistanları ve Sahne Teknisyenleri : Ebru Özdemir, Merve Durak
Genel Koordinatörler : Gülhan Kadim, Nilgün Kurt
Teşekkürler D22, Kumbaracı50
Sayin Melih Anik, acaba, oyunun 'ruhu' daha dogrusu bir eserin ruhu uzerine beni yoneltebileceginiz referanslariniz var miydi? Doktora tezim 'style' uzerine ve eserlerin kendine gore bir tarzi oldugunu (bakiniz uslup demiyorum), ve bu tarzin sahneleme asamasinda ortaya ciktigini, ancak oyunun kendine ozgu ruhu ile tarzinin bir butunluk icinde oldugu zaman eserin gercekten bir anlam kazanacagini savunuyorum. Bu konuda herhangi bir tartismaya rastlamadim. Ancak, Berger'in ceviri uzerine bu tarz bir gozlemi var. Igilenirseniz, referansini gonderirim. Ingiltere'deki Guardian gazetesinde cikti. Google ile arayinca da bulunabilecegini tahmin ediyorum. Izninizle, sizi de referans gostermek istiyorum. Tesekkurler. Naz
YanıtlaSilRabelais ve Dünyası(Mihail Bahtin) tavsiye ederim. Bana eposta ile kendinizi tanıtır ve çalışmanız hakkında daha ayrıntılı bilgi verirseniz memnun olurum.(melihanik@gmail.com)
SilCok tesekkurler, mutlaka yazacagim. Bakthin eski dostumdur ama onunla daha cok intertextuality konusunda karsilastik. Eger eserin ruhuna da deginmisse benim icin bir kahramana donusecegi kesin.
YanıtlaSilBu arada, bahsettiginiz oyunlarin ucunu de gormedim ancak yaptigim kisa arastirma sonucunda birkac dakikalik videolarini izledim.
Propeller'i hic bilmiyorum ama bu tarz oyunlarin icinde bulunmus oldugum icin yaptiklarina cok asinayim. Ne yalan soyleyeyim, Comedy of Errors'den izledigim parca beni buyuk hayal kirikligina ugratti. Ancak A Midsummer Night's Dream'i daha umit vaat edici buldum.
Soytarim Lear' a baktigimda ise Fransiz physical theatre ekolunde bir gosteri oldugunu gordum (bkz. Jacque le Coq ve Phillippe Gaulier) ve o soytarilar ile yonetmenin bahsettigi amorflarin, 'bafoon' adi verilen, her bakimdan grotesk karakteler oldugunu anladim. Bu tarzin temelinde 'clowning' yani aslinda soytarilik var. Keske izledigim roportajinda yonetmen bunlara biraz deginseymis diyorum: http://www.youtube.com/watch?v=yt4iF_OxYuU
Roportajda oyuncular mask oyunculuguna ve kuklaciliga soyle bir deginiyorlar ama bunlarin ne anlama geldigi ile ilgili bir bag pek kurulmuyor. Madem bir tarz degisikigine gidilmis (klasik tarz'dan uzaklasilmis), nasil bir tarz yaratilmak istendigi keske daha cok aciklansaymis bu roportajda. Halbuki dramaturji vs'ye deginerek tarz konusunu iyice geri planda kalmis. Sanki orjinal metnin dramaturjisinde bu tarz var ve bu oyunda on plana cikartilmis gibi olmus, ki buna kesinlikle katilmiyorum.
Yani 'Lear' asla bir physical theatre metni degil ve icindeki karakterler de 'clowning'i cagristirmiyor. Ancak repliklerdeki tekrar edilen 'fool' sozu, 'clowning' neden olmasin dedirtiyor... Ki bence bu tabii ki bir 'yeniden okuma' ancak mutlaka bir uyarlama mi, bilemiyorum ve oyunu gormeden de bilemiyecegim kesin.
Sizin de soylediginiz gibi, iki grubun amaclari cok farkli. Gerci Propeller da physical theatre tarzini kullanmis ama daha ince hatlariyla ve izledigim parcalarda karakterlerin tumu 'clown' archetype'ina en azindan atifta bulunarak yaratilmis. Ote yandan Propeller kendi agzindan metinlere 'guncellestirme' yaptigini soyluyor: http://propeller.org.uk/productions/pocket-dream-2014
Hatta ve hatta, The Dream'in icine Beyonce'nin pop sarkisini bile koymuslar (ve de ne fena olmus, cunku gordugum kadariyla hic de populer kultur referanslari uzerine kurulmus bir uyarlama degil, dolayisiyla da en azindan o sahnede tamamen yama gibi durmus). Propeller, acikca soyluyor: Shakespeare gormemis cocuklarin onlarin oyunlarini izlediginde kendilerinden birseyler bulmalarini amacliyorlar ve oyunlarinin gunumuz seyircisine uygun olmasini istiyorlar. Bu 'guncellestirme' degil de nedir? Ozellikle de yaptiklari Comedy of Errors'de bu iyice belirgin.
Belki de konusulmasi gereken, uyarlama, yeniden okuma ve guncellestirme arasindaki iliski ile kesistikleri ve ters dustukleri noktalar. Iste benim ilgimi ceken de uyarlamalarda gosteri tarzinin eserin ruhunu nasil ortaya cikarttigi.
Size tekrar tesekkur ediyorum; hem beni Propeller ile tanistirdiginiz, hem de Lear'i daha cok merak ettirdiginiz icin...