Dracula 1922’den beri dünyanın gündeminde. O günden bu yana Dracula’nın kızı, oğlu, evi, lâneti,
Frankeştayn ile kapışması üzerine filmler, tv dizileri yapılmış. “Mal” iyi
yâni.. İyi satıyor. 92 yılda Grzegorz
Jarzyna’nın Nosferatu’sunu da katarsanız yaklaşık 30 Dracula. Her üç yılda bir
Dracula. Sayıya bakarsanız Shakespeare’in eser sayısına yakın. İçerik?
31 Ekim-3 Kasım 2012 tarihleri arasında Londra “Barbican
Theatre, Barbican Centre”da sahnelenmiş.
16 Kasım 2012’de “Festival d’Automne” kapsamında Paris’te
seyirciyle buluşmuş.
14- 17 Mart 2013 tarihleri arasında da Avustralya’da “Adelaide
Festival”inde sunulmuş.
13-14 Mayıs 2014 tarihlerinde de İstanbul’da olması
planlanmıştı. 14 Mayıs 2014 tarihli gösteri Soma felâketi nedeniyle iptal
edildi.
Yapımın ortak yapımcıları, NARODOWY INSTYTUT AUDIOWIZUALNY,
BARBICAN LONDON, DUBLIN THEATRE FESTIVAL, ADELAIDE FESTIVAL, TR WARSZAWA
FUNDATION. Anlaşıldığı gibi adı geçen ortak yapımcılarla ilgili festival
ve şehirlerde, Nosferatu programa alınmış. İKSV’nin açıklamasına göre, 19.İstanbul
Tiyatro Festivali’nde Nosferatu, “Kısmen, Polonya Cumhuriyeti Kültür ve Milli
Miras Bakanlığı'nın kaynaklarından finanse edilmiş”. Elbette Polonya
sanatının dünyadaki en büyük destekçisi “Adam Mickiewicz Institute” bu gösterinin de
destekçisi. Bu noktada şu hususa
dikkat çekmek gerekiyor. İKSV’nin dünyada geçerli olan ağın içerisine girip uluslararası
destekleme projelerinde yer alması gerekiyor. Bir başka çözüm de uluslararası
festivallerle yakın ilişki içinde olup oyunların turne programlarına dahil
olmaktır. Muhtemelen bu girişimler maliyetleri de düşürecektir.
Gelelim oyuna..
İlk Nosferatu, “1922
yılında Almanya'da çekilen, Alman dışavurumculuğu akımının başyapıtlarından
biri sayılan ve korku sinemasının sayılı klâsiklerinden olan bir korku
filmidir.”(wikipedia) O dönemde film “dehşet senfonisi” olarak tanıtılmış. Ben
oyundan sonra o ilk filmi seyrettim. Sessiz sinemanın bir örneği. Filmdeki Dracula bugünün seyircisini korkutmaktan
ziyade güldürür. Toplumsal hayattaki değişimi anlamak için ilginç bir karşılaştırma.
Grzegorz Jarzyna, bu karşılaştırmayı göstermek için yapmamıştır tabii ki. Şu notu düşeyim: Yazarının izni olmadan yapıldığı için 1922’den beri Dracula ismi kullanılmıyor,
Nosferatu deniyormuş.
İKSV bu oyunu şöyle tanıtıyor: “Nosferatu, endüstrileşmiş bir toplumun çağdaş kara romantizmi...
Grzegorz Jarzyna, dışavurumcu Alman sinemasının ilk örneği olan Nosferatu’yu
sinemanın görsel öğeleriyle zenginleştirerek yeniden kurguladı. Oyun, insanın
doğasına derinden kök salmış, açıklanamayana karşı duyulan korkuyla dünyamızın
vardığı, pek gururlu ve kendinden emin görünen bilimsel, teknolojik ve dijital
seviye arasındaki çatışmayı ele alıyor. Popüler kültürün ikonuna dönüşen
Dracula ve vampir öyküleri bu kez tiyatro sahnesinde farklı bir dille
seyircinin karşısına çıkıyor.”
İKSV’nin İngilizce tanıtımı ile Londra’daki
tanıtım paragraflarını yazımın sonunda verdim. İngilizce bilenler bizdeki
tanıtımın daha “süslü” olduğunu fark edeceklerdir. Oyun, yurt dışında kişisel
bir bilinmeyenden korku ama bilinmeyeni merak esasına oturtulmuşken(kişisel
korku ve takıntılar), bizde “insani ihtiyaç” “öteki olma” gibi bizim
jargonumuza uygun halde sunulmuş. Türkçesinde “bilimsel, teknolojik ve dijital
seviye arasındaki çatışmayı ele alıyor” ifadesi ise İngilizcesinde yok. Aslına bakarsanız oyunda da yok.
Oyunun başındaki bilimsel gibi görünen konuşmalardan ve oyunun sonunda
Profesörün cep telefonunu kulağına götürmesinden bunu çıkarmak da olası değil.
Oyunda sık sık geçen “Abraham”, bizim bildiğimiz Hz.İbrahim. Her üç dinde de aynı
kutsiyetle anılması bu oyunun içinde birleştirici bir anlama gelmiyor. Abraham
daha ziyade Musevi inanışa bir gönderme yapıyor ama bunun da oyunun genel
iletisinde yama olarak kaldığını düşünüyorum. Öte yandan oyunun dini bir
gönderme içermesinin altını da dikkatle çiziyorum. Bunu da uluslararası olarak
finanse edilen bir proje için normal kabul ediyorum. Sıradan bir korku
hikâyesinin bu kadar allanıp pullanmasını anlamış değilim. Oyun İngiltere’de Hallowen(“Cadılar
Bayramı”) zamanında seyirci ile buluşmuş. Hallowen’i bilen bir kültürde “rezonans” sağlamak daha kolay tabii. “Rezonans”
meselesini aşağıda anlatmaya çalıştım. Ama benim aklıma takılan başka bir husus
var.
Geçen Pazar(11 Mayıs 2014) katıldığım, kendisi ile yapılan söyleşi toplantısında,
Jarzyna, ”Yöneteceğim oyun beni heyecanlandırmalı. Konu benimle toplumu rezonansa getirmeli. Konu ihtiyaç olmalı. Aksi
takdirde taklit ve tekrar ediyor olursunuz.” “İnsan inandığı doğruyu dile
getirmeli ve dürüst olmalı. Düşündüğünüz sonucu elde edememiş bile olsanız
seyirci sizin önemli bir şey söylediğinizi hisseder.” dedi. Ona katılıyorum
ve onun için soruyorum: Bu oyun bugünün dünyasında “nasıl bir
ihtiyaç”tan doğdu? Yönetmeni “heyecanlandıran” nedir? Uluslararası finanse
edilen bir projenin içinde yönetmen kendisi olarak ne kadar vardır? Oyunlarının
ne kadarı Polonyalı seyirci içindir? Bu ne kadar Polonya tiyatrosu örneğidir? Polonyanın sorunu Nosferatu mudur? Seyirci
ile “rezonans içinde“ olduğunu
düşünüyor musun? (Ah moderatör! Sen sormalıydın bu soruları.. Sen “Ne Yaptıysak Nafile’yi seyretmişsin!)
Hikâyenin daha da ilginç yanını Nosferatu’yu seyrettikten sonra öğrendim. Meğerse Dracula, Danube(Tuna) nehrini geçip Türklerin ülkesinde Türkleri yenerek büyük zafer kazandığı için Voyvoda ismini almış. Belki buna “ilginç”ten öte bir kelime bulmalıyım. Türkiye Polonya Diplomatik İlişkileri’nin 600. Yılında Polonya’nın Türkiye’ye getirdiği oyun Nosferatu, bana bu yanı hatırlatması açısından “düşündürücü” geldi. Yönetmenin Polonyalılarla ‘rezonans” içinde olma meselesinde bu hususun önemli olmamasını diliyorum.
Nosferatu gerçekten “film gibi” bir oyundu. Duvarlara düşen
gölgeler, zihnin karanlığı yansıtan fondaki renkler. Işıklandırma bu amacı
gerçekleştirmede çok başarılı idi. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin derinliğini
tamamen kullanan dekor, uçuşan perdeler, döşemedeki parke, Polonya’da nerdeyse
her oyunda gördüğüm camlı bölüm, mekânın paylaştırılması sahneyi bir film
setine dönüştürmüştü. Ününü sonradan öğrendiğim John Zorn’un film müziği
tonundaki ve gerilimi yansıtan müziği çok iyi idi. Kostümler, dumanlar,
sofitanın kullanılışı(ağ perde dışında) başarılı oldu. Şunu belirtmem
gerekiyor. Polonya tiyatrosunun sahnesi genellikle seyirci oturma alanına eşit.
Bu bizim tiyatrolarımızda sıkıntı yaratıyor. (Derinliğin fazla olması bazı
koltukların sahnenin bazı yerlerini görmelerini engelliyordu. )
Festivalin küçük kitabında Wolfgang Michael’ın(Nosferatu) bu oyuna dışarıdan(Almanya)
katılan ünlü bir oyuncu, Sandra Korzeniak’ın(lucy) ‘Persona.
Marilyn”de Marilyn Monroe rolüyle hafızalarda yer eden çok alımlı bir oyuncu
olduğu bilgisi yoktu. Mina Harker rolündeki
Katarzyna Warnke’nın güzelliğini çoğu kişi unutmayacaktır sanırım. (Oyunculuk
değerlendirmesi, bilmediğiniz başka dilde seyredilen oyunlarda bu kadar
oluyor.)
İstanbul’da seyrettiğim Nosferatu’ya bakarak yönetmene şunu
söylemek isterim: “Seyircilerin alkışları ‘seninle rezonans hâlinde olduğunu’ göstermez.
Bunu anlamak için Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin o rahat bulduğun koltuklarına
otur ve bizimle başka yabancı oyunları ve de bizim oyunlarımızı seyret. Biz
sanatçıya ve özellikle misafire güzel
davranmasını severiz.” Senden
bir ricam daha var, koltukları beğenmişsin mâdem lütfen o sahnenin adını da
merak et, öğren. Sana Onur Ödülü veren bir ülkede “Türk Tiyatrosu’nu tanımıyorum” deme. Hiç değilse “Muhsin Ertuğrul’u biliyorum” de de bizim seni alkışladığımız gibi, sen de
bizim gönlümüzü al. Yemin etsen başın ağrımaz. Koltuklarına oturdun.
Türkiye’den Polonya’ya götürülen bir grup gazeteciye Adam
Mickiewicz Enstitüsü’nün Müdürü, kendileri iki yıl önceden çalışmaya
başladıkları halde Türk resmi
mercilerinden gereken ilgiyi görmediklerini, amaçlanan kültürel değişimin
onların çabasıyla tek taraflı yürüdüğünü söylemiş. Bizim resmi heyet yasal
yolla geri alınamayan tarihi eserleri almak için çalışmış. Müdüre inanıyorum. Ama bizim sivil toplum
kuruluşlarımızın insan üstü gayretlerini de görmeliler. Grzegorz Jarzyna’ya
verilen Onur Ödülü Polonyalılara
karşı kalplerimizde hissettiğimiz iyi niyetin bir göstergesi. Tabii ki biz
de Nosferatu’da Lucy’nin “edepli”
oynamaya çalıştığını fark ettik. Bize gösterdiği saygıya çok saygı duyduk. Ama
keşke oyunun yönetmeni de “Türk
Tiyatrosu’nu tanımıyorum” diyeceğine gönül alıcı bir şeyler söyleseydi. Beğendiği
koltukların bulunduğu salonun ismini
merak etseydi yeterdi. Sanırım “rezonans” da tek taraflı olmuyor. Ben Jarzyna’dan
Türkiye’de bir oyun yönetmesini ve bu oyunla dünyayı dolaşmasını bekliyorum. Böylelikle Polonya tiyatrosu’nun çok ünlü ve başarılı
yönetmeni Grzegorz Jarzyna, kendisine verilen
Onur Ödülü’ne karşı bir jest yapmış
olur. Biz de onu, samimi duygularımızla ayakta alkışlarız.
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
Bram Stoker’ın Dracula romanından esinlenilmiştir.
Yazan ve Yöneten :Grzegorz Jarzyna
Dramaturji :Rita Czapka
Sahne ve Kostüm Tasarımı:Magdalena Maciejewska
Müzik Music: John Zorn
Işık Tasarımı :Jacqueline Sobiszewski
Video :Bartek Macias
Oyuncular: Sandra Korzeniak, Katarzyna Warnke, Wolfgang
Michael, Jan Englert, Jan Frycz, Krzysztof Franieczek, Marcin Hycnar, Lech
Łotocki, Adam Woronowicz
İKSV’nin oyun
hakkında yazdığı:
“Grzegorz Jarzyna’s play Nosferatu is based on Bram Stoker’s
Dracula - one of the most important texts of popular culture. Using this
psychological and metaphysical thriller, Jarzyna shows how single fears and
obsessions materialize in social life. The play is an excellent study of human
need for transgression, crossing material, social or symbolic limitations,
breaking free from carnality and identity and the longing for “the Other”.
Dracula and vampire stories now appear on stage told in an unusual language
enriched with cinematographic elements.”
Oyun, Londra’da şöyle
tanıtılmış:
“Seducing his
audience into a dream-like state, Grzegorz Jarzyna uses the vampiric myth of
life after death and the regenerative power of blood in this psychological and metaphysical thriller.
Nosferatu explores the conflict between the fear of the unknown entrenched in
human nature and our enduring fascination with dark secrets, obsessions and the
need for transgression.”
Bağlantılar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder