31 Mart 2011 Perşembe

Araştıran ve Soran Bir Şaman : Beklan Algan

Beklan Algan ile hiç tanışmadım.

27 Mart 2011’de yani Tiyatro Günü’nde Maya Sahnesi’nde düzenlenen  Ayşın Candan’ın moderatörlüğünü yaptığı ve  Metin Deniz, Cevat Çapan, Cüneyt Türel, Nihal Koldaş, Cüneyt Yalaz ve Mehmet Esatoğlu’nun konuşmacı olarak yer aldığı panelde anlatılan Beklan Algan’ı tanıyordum.
Aynı duyguyu 2009’da Türkiye Üniversiteleri Tiyatro Şenliği kapsamında düzenlenen sempozyumda o salona girdiğinde esen ‘muhalif’ rüzgârı hissettiğim sırada yaşamıştım. O heyecan ve tutku ile tiyatro için ve üzerine konuştukça hissetmiş olduğum rüzgârın  Beklan Algan’ın ‘muhalifliği’ değil ona karşı olanların ‘muhalifliği’ olduğunu anlamıştım. Rahatsızlığım da belki ondandı. Beklan Algan’a ait olan  muhalifliği ben seviyor, anlıyordum, olmasa hayallerim yıkılırdı.

27 Mart 2011 Pazar

Tüm Tiyatro Ödülleri Hasta,Afife de - Benim Seçtiklerim

Haldun Dormen diyor ki: "Birileri tiyatro için iyi bir şeyler yapmaya çalışırken, tiyatrocuların bunu reddetmesini anlayamıyorum. Yapı Kredi'nin tiyatroya verdiği destek çok önemli. Ülkemizde tiyatroya yönelik çok ödül yok. Tiyatrocuların bu tür motivasyonlara ihtiyacı var. Bazı meslektaşlarım aday olamadıkları, ödül alamadıkları için tepki gösteriyorlar.  Bana 'Sonuçları önceden biliyordun' diyenler oluyor. Böyle bir şey yok! Demokratik bir seçim süreci işliyor"

Ödülün var olmasına neden olan bir ‘çınar’ tiyatrocu böyle konuşunca seçimlerdeki keyfiliğe başka mazeret aramaya da gerek kalmıyor.  Biraz sıkışınca da “Hiç ödül verilmese daha mı iyi?  ”Yani ‘kötü mötü idare et’.  Elbette sonuçlar tartışılsa bile ödüller olmalıdır ancak….

Bu yazı “ancak…” ile başlayan bir düşünce paylaşımıdır. Bugüne kadar aday gösterilmiş, ödül almış hiçbir kimsenin başarısını tartma niyeti yoktur;  uygulamada görülen keyfilik ve de ödül dağıtımındaki nesnel olmayan çalışma biçimi ile ilgilidir.

23 Mart 2011 Çarşamba

Tiyatro Günü Bildirisi (Melih Anık - 2011)

Sevgili Seyirci,

Tiyatronın iki temel öğesi var: Biri OYUNCU diğeri SEYİRCİ, yani SEN! SEN varsan TİYATRO yok olmaz!
Sen oyuncu ile ağladın, oyuncu ile güldün. 
Sen seni anlatan oyuncuyu hiç yalnız bırakmadın.
Sen ‘yanında olan’ oyuncuyu tanırsın.
Sen  oyuncuyu ‘tamam’larsın!
Kimsen, nerdeysen, ne varsa üstünde başında önemli değil. Seyirci ve oyuncu birbirinin AYNA’sıdır. GÖSTER kendini, SEN yoksan ‘görüntü’ eksik, söz yarım..    
Maalesef çok azsın ama ÇOĞALTMAK gene senin elinde. Bu yıl geçen yıldan bir fazla oyun seyret. Sen seyredersen tiyatro çoğalacak.
Maalesef çok azsın ama ÇOĞALMAK gene senin elinde. Bu yıl tiyatroya giderken tiyatroya hiç gitmemiş bir arkadaşını, komşunu al yanına. BİR’ken iki ol. İki olunca ÜÇ olmak daha kolay.
Maalesef çok azsın ama ÜÇÜ DÖRT YAPMAK gene senin elinde. SEN dinlersen dört olacak üç![1]  
Maalesef çok azsın ama DÜZELTMEK  gene senin elinde. Konuş, yaz. “Beğenmedim” demek de hakkın “Beğendim” demek kadar!
Maalesef çok azsın ama BİRLEŞTİRMEK  gene senin elinde. Senin ALKIŞ’ında birleşecek ülkemin insanları, halkları.
Maalesef çok azsın ama UMUDUN KAYNAĞI sensin. Sen istersen doğacak güneş. Sen istersen Ferhat dağı delecek. Sen istersen Yunus, Pir Sultan Abdal, Mevlâna, Hacı Bektaş Veli sahne alacak! Sen istersen göz göze değecek, el eli tutacak, yarınlar umutla dolacak.
Tiyatro, uzaydaki yıldızları KEŞFEDEN bir teleskop, mikrobu İFŞA EDEN bir mikroskop, hayatı BÜYÜTEN bir büyüteçtir. Tiyatro, gündelik hayatın körleşmesi içinde göremediklerimizi GÖSTERİR. Tiyatro ile hayatı ve çevresini  daha iyi tanır insan. Tiyatro, ciğerlerimizi dolduran, beynimizi canlandıran OKSİJEN’dir.
İçimizde yarına ait umut var oldukça, var olacak tiyatro. Bazı şeyleri tiyatro ile söylemenin keyfi de bambaşka.
SEN’den çok umutluyum SEYİRCİ!
Oksijenin bol olsun! Tiyatro Günün kutlu olsun! 
Melih Anık 

[1] Özdemir Asaf’ı anarak: “Ben üç şey biliyorum;  Dinlemekle dört kılana anlatacağım”

19 Mart 2011 Cumartesi

‘Buluşma Yeri’ ile ‘Buluşamadım’! - Duşan Kovaçeviç - İBB Şehir Tiyatroları

TÜRKİYE’DE DUŞAN KOVAÇEVİÇ
Duşan Kovaçeviç ile İntiharın Genel Provası(2008) isimli oyunu ile tanıştık. Ardından Profesyonel(1989) geldi. Şimdi de Buluşma Yeri(1981). Parantez içlerinde oyunların ‘basım’ tarihlerini verdim. 
İlk oyununu 1972 yılında yazmış olan 1948 doğumlu D.Kovaçeviç’in tiyatro kariyerinin ‘köşe taş’larını sondan başa doğru izlemiş olduk. Şimdi sırada Dar Ayakkabıyla Yaşamak(2010) varmış. En ‘yeni’den yeniden başlayacağız anlaşılan.
KİTAP VE SAHNELEME ZAMANI
Oyun Şubat 2011’de seyirci ile buluştu. Kitap olarak ise 2010 yılının sonlarında yayımlandı. Kitabın içinde oyunun kadrosunu birkaç değişiklikle bulabiliyorsunuz. Kitapta Nihal Kaplangı görünüyor ama kostüm tasarımını Nurullah Tuncer ve Taciser Sevinç yapmışlar. Yönetmen yardımcısı olarak  kitapta İrem Aslan Aydın’ın ismi var, oyun dergisinde Hanife Ser,Özge Kırış,Deniz Evrenol’un adları yazıyor. Kitapta Hanife Ser ve Ceysu Aygen asistan olarak görünürken dergide İlker Kapıcı, Ece Göktay ve Sevda Can’a ‘gönüllü asistanlar’ olarak teşekkür edilmiş.  Kitabın yeni baskılarında  düzeltmek gerekecek. Demek ki Ekim 2010 da kadro belli, oyun seçilmiş. Oyun sahneye 2011 Şubat’ta çıkıyor.   

13 Mart 2011 Pazar

GECE Tarlabaşı Bulvarından Meydana Çıkmak - Maya Sahnesi

8 Mart’tı… Beyoğlu’nda mor bayraklı kadınlar vardı. Davulları, trampetleri, düdükleri vardı kadınların. Maya Sahnesi’ne yürüdüm, ‘Meydan’dan..

Maya Sahnesi’nde tek kişilik bir oyun var: GECE Tarlabaşı Bulvarından Meydana Çıkmak
Özlediğim bir sanatçının  imzası var  tasarımda. Benim için özel bir buluşma. Ve sahnede çok şey başarmış (yazar, yönetmen, çevirmen, yapımcı, dekor ve kostüm tasarımcısı , sergi  ve müze tasarım koordinatörü, sinema ve tv oyuncusu)  bir kadın sanatçı...  Duruşu bir lotus yaprağı gibi zarif ve vakur.  Kısa bir sessizlik ardından yaprak kımıldıyor, etkili bir ses, kelimeler döküyor  ayın sahnedeki yansımasına.  Maya Sahnesi’nde meddah ve kabuki el ele, sırt sırta, yan yana… Burada olmamın nedeni bir yazar- oyuncu(Nihal Geyran Koldaş) ve bir tasarımcı(Metin Deniz).

10 Mart 2011 Perşembe

“Nâzım’ın Şiiri Tiyatro Olur mu?” ve Eleştirmenlik

Üstün Akmen “Nâzım’ın Şiiri Tiyatro Olur Mu? Demek Oluyormuş!: “Kerem Gibi”” başlıklı yazısında kendini eleştirmiş:

 1975 yılında “şiirden tiyatro olmaz” dediğini ama Genco Erkal’ı o yıl seyrettiğinde söylediğine pişman olduğunu “izleyici koltuğunda ezim ezim ezilirken ukalâlığın zulmünden kurtulmanın rahatlığını, gerçeği öğrenmenin tadını damağımda buldum” ;  “Nâzım Hikmet şiirinden beste yapılır mı diye “vakti zamanında” bir avaza çığırmış” ama 2002 yılında Piyanist-Besteci Fazıl Say’ın “Nâzım”ını dinledim tüm söylediklerimden, düşündüklerimden üzüntü duydum” demiş.
Yazar, tiyatro eleştirmeni ve Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen’in 49. yazarlık yılında bizlerle samimi olarak paylaştığı bir anı beni geçmişe götürdü.

6 Mart 2011 Pazar

‘Renkli’ Bir OTOBÜS ( Sevilay Saral) – Tiyatro Boğaziçi

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler” (Özdemir Asaf)

Renk denince aklıma ilk bu iki dize geliyor. Bebek’teki barına ‘park ettiğimiz’ yıllarda gecenin geç bir saatinde masamıza teklifsizce ‘kendi malı’(!) gibi oturup, ‘dinleyin, yeni bu’ diyen şairin okuduğu şiirleri hatırlıyorum. Şimdi içimi dağlayan şiirleri, bizi küfürlerle barından kovmasını oyun haline getirdiğimiz için  o zaman bilerek ‘anlamazdık’! Alkış almak değildi amacı. Önemli olan şiir dinlenecek ve belki bir şeyler söylenecek üstüne. Hesaba falan da bakmazdı şair. Olmadı mı hepimizi kovardı barından. Biz ertesi gece gene o bara giderdik ‘hesabı kapatmak’ için, o da bizi karşılardı hiçbir şey olmamış gibi. Hayatımızdaki beyazlar kirlenince onu daha iyi anladık!

Hemen arkasından kahverengiye ‘sinir olan’ şirket patronu geliyor aklıma. Adamın Yahudi kökenli olduğu bu nedenle kahverenginin ona SS subaylarını hatırlattığı dedikodusu yayılmıştı şirkette. Yasak değildi ama yükselmek isteyen yöneticiler, kahverengi giymemeleri gerektiğini bilirlerdi.

2 Mart 2011 Çarşamba

ADRES

AYNI ZAMANDA :


 melihanik.blogcu.com 

1 Mart 2011 Salı

Tiyatrocu ve Eleştiri

Hemen belirteyim ki aynı fikirde olmasak da karşılıklı saygıya dayanan ilişki sürdürdüğümüz eleştirmenler, yönetmenler, oyuncular var  ama bu, “istisna” sayılır. Bilirsiniz “istisnalar kaideyi bozmaz.” Bu yazı “kaide” üzerinedir.


Geçmişte  bazı davranışları çok da ciddiye almamışım. Tiyatro dünyası saygı, sevgi ile yürüyor hayâli içinde imişim. Oyun sahnelenir, eleştiri yazılır taraflar halâ dost kalabilirler  diye düşünmüştüm. Ama tiyatro dünyamızı da çok bilmiyormuşum demek ki. Şimdi geriye baktığımda gördüğüm şudur :  tiyatro dünyası yeni yeni kurallar icat etmiş, adı konmamış bir ‘oyun’u oynuyor. Örneğin tiyatrocu, hakkında beğenmediği eleştiriyi yazanı, eleştirmen de o kişinin yaptıklarını ‘görmüyor’. Bu birbirini ‘yok sayma’ hali ile dengeler oluşturuluyor, korunuyor.  Taraflardan birinin diğerine ‘el uzatması’ ise ‘zayıflık’ olarak algılanıyor.