21 Şubat 2023 Salı

Hayat Der Gülümserim(İBBŞT- Özen Yula)

 Hayat Der Gülümserim İBB Şehir Tiyatrosu’nda Mehmet Ergen dönemi oyunlarından. Minimal Sezon’un bir oyunu. 20 Ekim 2021’de oynanmış ilk kez. Bana  seyretmek 2023’de kısmet oldu. 


Özen Yula Gayri Resmi Hürrem(İBBŞT-2005) oyunundan bu yana takip ettiğim bir yazar. Hikaye yazan oyun yazarları kategorisinde yer alan Çehov, Haldun Taner gibi değer verdiğim bir yazar. Hikaye yazan oyun yazarlarına çok önem veriyorum. Yazdıkları hikayelerdeki karakterleri daha sonra bir oyunda görünce o hikayelerin aslında oyunların ön çalışması gibi geliyor bana. ‘Jartiyer Kırbaç ve Baby-Doll’ün Ötesindekiler’i okuduğumda kadınları bu kadar ‘ince’ anlatan Özen Yula’nın gözlem gücüne diline hayran kalmıştım. Hayat Der Gülümserim benim için sürpriz olmadı.  

Hayat Der Gülümserim’i yazmaya başladığımda Yula’nın hayat hikayesine yeniden baktım. Neredeyse her gencin oyun yazdığı oyun yazma kurs ve atölyelerinin popüler olduğu günümüzde Özen Yula’nın hayat hikayesi oyun yazacak gençlere örnek olmalı diye düşünüyorum. Oyun yazmak için belli bir birikim olması gerekiyor.

Yula Eskişehir’de doğmuş. Çocukluğu Şanlıurfa, Mersin ve Gaziantep’te geçmiş. Lise eğitimini ABD’nin Oregon eyaletinde West Albany High School’da tamamlamış. Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmış. Yayınevinde editör,  reklam ajanslarında reklam metin yazarı ve televizyon sektöründe senarist olarak çalışmış.  On yıl “Neue Stücke aus Europe” adını taşıyan Uluslararası Wiesbaden Bienali’nin Türkiye sorumluluğunu üstlenmiş. 2010 yılında Cleveland Foundation’un “Creative Fusion” programına “artist in residence”  seçilen ilk uluslararası sanatçı olarak dokuz ay süresince Cleveland State Üniversitesi tiyatro bölümünde ders vermiş. Yazdığı oyunların temelinde işte bu tecrübelerden edindiği birikimler var. Hikayeleri oyunları hayat birikiminden süzülen gözlemler ile   aldığı akademik eğitimin mükemmel bir kimyasından oluşuyor. Özen Yula eserlerinde yurttaşı olduğu ülkenin meselelerini hiç unutmuyor onları tarihsel süreç içinde ‘görüyor’.  Hayat Der Gülümserim’de de tarihi süreç içinden çekip çıkarılmış beş kadının kişisel öykülerinin altında ülkenin geçirdiği zamanlar var. Yıllarca olağanüstü rollere hayat vermiş kadın oyuncu yıkılıp yerine avm yapılacak tiyatro salonuna gelir ve anlatılmaya değer bulunmamış farklı sınıflardan kadınların hikayelerini aktarır. AVM yapılacak bina aslında ülkede enkazdan kurtarmaya çalıştığımız şeylerin metaforu. Belki de ülkenin kendisi. Bir türlü ‘gidemeyen’ bir güvercinin kanat çırpınışlarına yansımış çaresizlik de hepimizin ‘güvercin tedirginliği’.


Özen Yula 1718 ile 2000 yılları arasından beş kadını ramp ışığına çıkarıyor. Roza haricindekiler hepsi bu coğrafyadan. Roza ise oyunun ‘esprisi’. Yazarın dalga geçme özgürlüğünün rol olmuş hâli. Tadını kaçırmayayım seyredin anlayacaksınız. 1730, 1950,1997, 2001'den sonrası  ve zamanımız oyunun durakları. 1997 yılı benim gibi bir inşaat mühendisi için ilginç bir tarih. Zira zamanımızda hayatımıza düğümlenmiş hayatımızı düğümleyen müteahhitlerin palazlanmaya başladıkları yıl. Bugünün tohumları o günlerde atılmış. Taşeronlaşmanın başladığı sendikalaşmanın zayıflığı ya da yokluğu nedeniyle işçilerin kapının önüne konduğu yıllardan biri. Özen Yula gökdelenler kralının mimar kızının babası ile iç hesaplaşmasının fonuna tarihsel bir gerçeği koymuş. Bir oyun yazarının gözlem ve birikimini gösteren çok önemli bulduğum bir husus. Bunun gibi Osmanlının taht kavgaları, kardeş katilleri, güreşen padişah, erkek vakanüvisler, Patrona Halil, Şair Nedim, dünya iklim krizi, işkenceler işkenceciler, askeri darbeler, halkın sessizliği, yanlış şehirleşme, taksiciliğin rezaleti, seçim afları, tv’daki kadın programları kendi kişisel hikayelerini anlatan kadınların repliklerinde bizim hikayelerimiz hâline geliyor. Özen Yula bunları kanırtmadan abartmadan estetik bir dille veriyor; ‘Her dönemde   kapanmayan bir devir söylesenize bana’ diyor ama yaraların kabuklarını usulca kaldırıyor sanatın yapması gerekeni gösteriyor. Ama bunca yıldır bizim coğrafyamızda kader gibi olmuş kadınlara reva görülen hayat iç burucu.

Hemen oyunun başında bir abajurla Arzu Tramvayı’na, bir şal ile Martı’ya, bir mendil ile Nora’ya bir başörtüsü ile Bernarda Alba’ya götüren ve zihninizde çeşitli perdeler açan yazar ustalığın zirvesine şu replik ile çıkıyor ‘Bir sigarayı bıraktığım yılları saydım bir de senden gidişimi. İlki başarımı unutmamak içindi ikincisi nefretimi.’   Oyunun sonunda oyuncuya söylettiği bir tirat var ki o Fasulyeciyan’ın(Haldun Taner) tiradı kadar etkili. Gençler! Özen Yula’yı ders kitabı gibi okuyun. Pek çok ödülün sahibi Özen Yula. Kendisine verilen ödülleri hak etmiş olduğuna inandığım pek az kişiden biri. 

Oyunu Özen Yula yönetmiş. Tek kişilik oyunlar risk taşır. Seyirci sahneden kolaylıkla kopabilir. Özen Yula dans adımları ile kaynaştırmış replikleri. Replikleri ve bedeni şekillendiren dans adımları karakter değişimlerini mükemmelen yansıtıyor. Yıkılmayı bekleyen terk edilmiş bir sahnenin rengarenk oluşunu(Sahne tasarımı Almila Altunsoy) sevdim. Beni bir luna parka götürdü. Her şeye rağmen umut dolu olması bana tiyatronun direnişi gibi geldi. Özen Yula’nın oyun broşüründe ‘büyülü gerçekçilik’ten bahsettiğini okuyunca seçimin bilinçli olduğunu anladım. Zira oyun bütünüyle ‘büyülü ve gerçek’. Kadın oyuncunun kostümleri(Kostüm tasarımı Almila Altunsoy) seyirciye karakteri anlatma görevini çok iyi yerine getiriyor. Erkek oyuncunun kostümüne bittim. Gerçekleri göstererek kişi ve dönem ironisi ancak bu kadar yapılabilir. Müzik(Deniz Noyan) oyunun akışına uygun ve atmosferini başarıyla oluşturuyor. Işık tasarımı(Fatih Mehmet Haroğlu) reji bütünlüğünü tamamlıyor.

Özen Yula kadın oyuncuya  ‘Hikaye etmek bir sanat inandırmak ayrı bir sanat. İyi bir oyuncu olmazsa anlatılana inanmazlar’ dedirtmiş. Sema Keçik inandıran peşine takıp sürükleyen iyi bir oyuncu. Sevinci şefkati pişmanlığı hüznü ironiyi mizahı isyanı sesine ve tonlamasına bu kadar iyi ve yerinde yerleştiren az oyuncu var. Duygudan duyguya geçişlerdeki doğallık ve akıcılık genç oyunculara ders olmalı. Duruşundaki hüznü bir gülümsemesiyle şenliğe çeviriyor. Bedenini karakter kurmada başarıyla kullanıyor.  Replikleri dans hareketleriyle canlandırırken şarkılarını söylerken sade ama bilinçli bir oyunculuk sergiliyor.  Böylelikle Özen Yula’nın kadın oyuncuya  söylettiği ‘Benim kuşağımın oyuncuları saygılıdır yazara karşı’ sözünü gerçekleştiriyor.

Kısa rolüne rağmen Serkan Bacak bir müteahhiti başarıyla ‘canlandırıyor’. Repliklerde  ironiyi abartmadan oynaması hem başarısını hem de karakteri doğru iletmesini sağlıyor.

 Hayat Der Gülümserim tiyatroseverlere içtenlikle önereceğim tiyatroya uzak duran insanları da tiyatroya çekecek bir oyun.

Melih Anık

 

HAYAT DER GÜLÜMSERİM

YAZAN - YÖNETEN :        ÖZEN YULA

MÜZİK  :                               DENİZ NOYAN

DRAMATURG  :                 DİLEK TEKİNTAŞ

SAHNE- KOSTÜM TASARIMI   :        ALMİLA ALTUNSOY

IŞIK TASARIMI         :                 FATİH MEHMET HAROĞLU

EFEKT TASARIMI    :        RAİF AKYÜZ

DEKOR UYGULAMA         :        MURAT GÖKDEN

KOSTÜM UYGULAMA      :        HACER DURAN

REJİ ASİSTANLARI :        İREM ERKAYA - ÇAĞRI BÜYÜKSAYAR

SÜRE     :  75 Dk. / Tek Perde

                 

OYUNCULAR   :        SEMA KEÇİK, SERKAN BACAK

8 Şubat 2023 Çarşamba

Bizden Biri Moliere ve İBBŞT Tartuffe 2022

 Moliere’i(1622-1673) bilmeyen var mıdır? Neredeyse bizden  denecek kadar içimize girmiş bir yazar. Moliere’in Osmanlı coğrafyasına taşınması azınlıklar sayesinde olur. 1813’de Antimosyan tarafından Zoraki Doktor ismi ve Ermeni alfabesiyle Türkçe çevirisi yapılan eser ile aynı oyunun Kapsar Tüysüzyan tarafından Zoraki Hekim ismiyle ve Ermeni alfabesi ile Türkçe tercümesi yapılan ve 1849’da Çırağan Sarayı’nda temsil edilen eserin etkisi çok sınırlı kalır. Moliere Ali Bey, Ziya Paşa, Ahmet Hilmi, Teodor Kasap, Mirza Habip, Feraizcizade Mehmet Şakir tercümeleri elimizde olmayan Safvet Bey tercümeleri ve bence Moliere’i  Türk Tiyatrosu’nun zirvesine taşıyan Ahmet Vefik Paşa’nın(1823-1891) tercümeleri uyarlamaları yeniden yazımları ile sevilmiş benimsenmiş. Moliere Hüseyin Rahmi’yi de etkilemiş konuları Moliere’den alınmış eserler yazmıştır. Bu hususta Ahmet Vefik Paşa’nın yeri çok ayrıdır.  



Ahmet Vefik Paşa

Ahmet Vefik Paşa Tanzimat döneminin en etkili ilim ve kültür insanlarından biriydi. Tiyatroya verdiği değer benimsenmesi için sarf ettiği emek onun bu sanata atfettiği rolden kaynaklanmaktaydı.  Ahmet Vefik Paşa’nın tiyatroyu toplumsal bir eğitim medenileşme ve ders verme aracı olarak gördüğünü söylemek mümkün. Bu bağlamda yaşamı boyunca komedinin eğlendiriciliğinin yanı sıra eğitici ve ibret verici işlevlerini de savunan bu minvalde eserler veren Moliere ile yazdıklarını sahnelemek üzere seçmesi tesadüf olmasa gerek.  ‘Komedinin işlevi kötülükleri düzeltmek’ ‘Komedinin vazifesi insanları eğlendirmek suretiyle ıslah etmek’ ‘Komedya kötülükleri ve hastalıkları iyileştirir’diyen Moliere ile Ahmet Vefik Paşa Paşa’nın görüşleri birbirine çok yakın. Paşa’nın tiyatro sevgisinin yayılması için nasıl etkin bir şekilde Moliere’i sahneye çıkardığını herkes bilir. Ahmet Vefik Paşa âdeta Moliere’i Osmanlılaştırmıştır.

Ahmet Vefik Paşa Moliere’in sayısı 33’ü bulan piyeslerinin tamamını tercüme ya da adapte etmiş bunlardan 19’u yayımlanmış ancak 16’sı günümüze kadar gelmiştir. Bu bağlamda tiyatro ve edebiyattan anlayan Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere tercüme ve adapteleri Türk Tiyatrosu’nu Batılı esaslara göre kurma çabasında önde gelir ve çok da verimli sonuçlar alınmıştır.

Ahmet Vefik Paşa Türkçeye has lehçe şive söyleyiş atasözü ve deyimlere yer vermiş adaptasyonlarında esas kimliklere ve olay örgüsüne dokunmadan Osmanlı toplumunda sıkça rastlanan mahalli tiplemeler yaratmış toplumun özelliklerini yansıtmaya çalışmış.  Bu eserler sadece Batılı anlamda Türk Tiyatrosu’nu oluşturmayı değil aynı zamanda da Osmanlıyı oluşturan farklı dil din ve geleneklerden gelen insanları da birleştirmeyi hedeflemektedir.

Tartuffe ve Moliere

Moliere’in yazarlık aşamaları ve örnek oyunlar şöyle sıralanır:

1-Commedia Dell’Arte(Hekim Uçtu)

2- Fars (Kocalar mektebi/Zorla Evlenme

3-Tezli Oyunlar( Kadınlar Mektebi)

4-Tartışmalı Oyunlar(Yergi(satir yükselir) (Kadınlar Mektebi’nin Tenkidi)

5-Komedya Bale (Comedia Ballet) (Büyük Ada Eğlencesi)

6- Ağırbaşlı Komedya( Tragi-komedya/Yüksek komedya) Tartuffe

7- Büyük Komedyalar (Kurala bağlı olmayan) ( Cimri)

Moliere’inCommedia Dell’Arte’nin Fransız tiyatrosu üstündeki etkisini kırdığı söylenir.  Tartuffe’ün ‘ağırbaşlı komedyalar’ sınıfında kaydedilmesi de önemlidir.  Zira Tartuffe  ‘Acıya güldürerek karşı çıkma’nın bir örneğidir.  

Tartuffe ilk kez 1664’de ilk kez sahnelenmiş. Ancak Tartuffe karakteri üstünden inanç istismarcılarını eleştirmesi nedeniyle kilisenin yoğun baskısına uğramış Kral’ın himayesine rağmen yasaklanmaktan kurtulamamış.  Eser beş yıl sonra izin alabilmiş sahnelenmeye başlamış. Ama kilisenin öfkesi Moliere ölünce de geçmemiş dini tören yapılmasına ve Katolik mezarlığına defnedilmesine izin vermemiş. Araya Kral’ın girmesi üzerine cenazesi vaftiz edilmemiş çocuklara ayrılmış bir mezarlık köşesine gece vakti gömülmüş. 1792'de Fransız Devrimi idaresi sırasında Moliere'in cesedi bu mezarlıktan çıkartılarak o zaman kurulan "Fransız Anıtlar Müzesi"ne geçirilmiş. 1816'de ise Paris'te tanınmış kişiler için bir mezarlık olan Père Lachaise’e şair La Fontaine mezarı yakınında bulunan bir mezara konulmuş..

Tartuffe’ün Konusu

Tartuffe sahte bir sofunun dindarlık kisvesi altında gözünü boyamayı başardığı zengin bir burjuvayı ve ailesini felaketin eşiğine getirmesini anlatır.

Tartuffe ve Ahmet Vefik Paşa

 Ahmet Vefik Paşa Müslüman seyirci ile hassas konu arasında mesafe koymayı bilmiş ve dini hassasiyetleri incitmemeyi başarmıştır. Oyun şahıslarının isimlerini okundukları gibi almış(Tartuffe’ün Tartüf, Cleante’nin Kleant olması gibi.)Tartuffe’teki rahibi imam yapmamış.  Ancak rahipe ana metinde olduğu gibi birkaç kadeh şarap değil üç beş fincan kahve yuvarlatmıştır. Paşa kaynak metindeki olay örgüsüne sadık kalmış Hristiyanlığa özgü alışkanlıkları ifade gönderme ve sözcükleri çevirmemiş yerelleştirmeye çalışmış. Ahmet Vefik Paşa’nın tercümede atladığı bölüm ve replikler bilinçli bir seçimin sonucudur. Ama halkın günlük yaşamında sıklıkla geçen ‘Elhamdülillah, maşallah, tebarekallah’ gibi ifadeleri kullanmış. Paşa’ya bir kültür planlayıcısı olarak bakabiliriz. Ahmet Vefik Paşa ile Moliere’in metinleri arasındaki  temel fark Tartuff’teki dünyevi otoritenin(Kral) yerini Tartüf’te ilahi olanın almasıdır. Moliere’de finalde Kral’a teşekkür edilir Tartüf’te ise şükür secdesi edilir.  Ahmet Vefik Paşa’nın başarısı  Osmanlı toplumunun özelliklerini yansıtma ve mahalli tiplemeler yaratmasında  becerisinde kendini gösterir. Ahmet Vefik Paşa’nın yaptıkları bugüne yol göstermesi açısından önemli. O nedenle ondan ve onun Tartüf’ünden bu kadar bahsettim.

Bu girişten sonra İBBŞT Tartuffe’üne bakalım.

Tartuffe İBBŞT 2022

Özet olarak söylemem gerekirse İBBŞT’nun Tartuffe’ü eğlendiren bir oyun olmuş. Seyirci de çok seviyor. Ama 2022 Tartuffe Ahmet Vefik Paşa’dan 160 yıl sonra onun yaptığı Tartuffe kadar bilinçli midir? Bence değil.

İBBŞT Orhan Veli tercümesini oynuyor. İlave olarak bestelenmiş Orhan Veli şiirleri aralara serpiştirilmiş. Bestelerin güzel ama kelime çağrışımı ile seçilen şiirlerin zorlama izlenimi verdiğini söylemek zorundayım. Oyunun sonunda Tartuffe’ün aileyi tehdit etme sahneleri tekrara düşmüş. Oyun daha çabuk toparlanabilir(di). Marianne ile Valére sahnesi uzun. Oyunla ilgili beni rahatsız eden husus İBBŞT rejisinin grotesk anlatımı tercih etmesi. Moliere’in Commedia Dell’Arte’den vazgeçtiği ve konunun önemine binaen ‘ağırbaşlı komedi’ denilen bir türde yazdığı oyunda kostümlerle vurgulanan karikatür tiplerle güldürü ögesinin abartılması seyirci üzerinde tam bir yabancılaşma yaratıyor. Bu yabancılaşma Brecht’in yabancılaşması değil uzaklaşma. Konunun özü yok oluyor. Oyun bir sirk gösterisi hâline geliyor. Seyircilerin oyundan hoşlanmasının nedeni özellikle ikinci perdedeki politik göndermeler saman alevi gibi birden çakıyor sönüyor. Groteksin abartılı oyunculuğu içinde yaşadığımız toplumda rollerin karşılıklarını silikleştiriyor. Kalıplaşmış tiplerin yaşayan tiplere dönüşmesi engellenmiş oluyor. Ahmet Vefik Paşa’nın Osmanlı toplumunun özelliklerini yansıtma ve mahalli tiplemeler yaratmasında  becerisinde somutlaşan başarıyı yakalayamıyor. Toplumun almaya hazır olduğu mesajlar dini ticaret ve/veya politik hedefin aleti haline getirmiş  cemaatlara dokunuşlarla ilgili. (‘Adalet var kanun var nizam var’ iması. ‘Ne istedi de vermedim ben ona’) İBBŞT rejisi konuyu o yöne doğru kaydırmaya meyilli. Oysa ki Tartuffe karakterinin temsil ettiği karakter aslında günlük hayatımıza şu veya bu şekilde giren din tüccarlığı ile yakından ilgili ve din adamları ile sınırlı değil. Cemaat ve tarikatları güçlendiren de o iklim. İBBŞT maalesef bu konu ile ilgili çok dikkatli ve başına iş almak istemiyor popüler olanı kaşımayı tercih ediyor.  Oyuna ip atlama sandalye kapma oyununu ekleyen Moliere’in doğum gününü kutlayan  yönetmen oyunun sonunda Ahmet Vefik Paşa’yı sahneye getirse hoş olmaz mıydı?

Oyunculuk ve Tasarım

Çok başarılı bir oyunculuk seyrettim. Oyuncuların çoğunu tanıyorum ama İBBŞT’nun oyun künyelerinde oyuncu isimlerini oynadıkları rolleri listelemeden sürü şeklinde vermesini protesto ettiğim için oyuncularla ilgili özel bir şeyler yazmayacağım. Sadece Elmire ve Dorine rolleri yan roller değil. Ödül jürilerinin dikkatine sunarım.

Dekor işlevsel ancak kilise çağrışımı uygun değil ve uzaklaşmaya hizmet ediyor. Kostümler türe uygun ışık iş görüyor besteler ve koreografi çok başarılı.  

Ben Tartuffe’ü kabare olarak hayal ettim. Bir gün birileri çıkar ve yapar diye umut ediyorum.

Eli yüzü düzgün bir oyun. Seyirci de seviyor. Siz de deneyin. Yazımı okursanız belki ufkunuza yardımcı olurum. Tartuffe sahnelemesinin tiyatronun sorumluluk ve görevleri ile ilgili bir parantez ve tartışma  açmasını dilerim. Ben bugün Ahmet Vefik Paşa’nın yaptığının yapılamamış olmasına üzüldüm.

Melih Anık

 

Yazımda kullandığım ve alıntılar yaptığım kaynaklar:

Molier Tartuffe Orhan Veli tercümesi

Moliere Tartuffe- Ceviri Ahmet Vefik Paşa Yayına hazırlayan Özlem Pekcan

San Lazzaro Sahnesi- Yervant Baret Manok- Bgst yayınları

Ahmet Vefik Paşa’nın Çevirilerinde Osmanlılaşan Moliere- Melahat Gül Uluğtekin Master tezi

Çeviri ve Tiyatro: Moliere çevirlerinin Türk Tiyatrosu’na etkisi- Prof.Dr. Abdullah Şengül

Moliere Prof.Dr.Melahat Özgü

Oyuncu Eğitiminde Moliere’in Tiyatro Oyunlarının Yeri, Dramaturjisi, Reji ve Diksiyon çalışması  Öğr. Gör. Tolga Özenç ÖZENÇEL

Oyunun Künyesi

TARTUFFE

YAZAN      :    MOLIERE (JEAN-BAPTISTE POQUELİN)

ÇEVİREN   :    ORHAN VELİ KANIK

YÖNETEN :    YİĞİT SERTDEMİR

DEKOR TASARIMI            :           BARIŞ DİNÇEL

KOSTÜM TASARIMI         :           EYLÜL GÜRCAN

MÜZİK       :    EMRAH CAN YAYLI

IŞIK TASARIMI      :           KEMAL YİĞİTCAN

EFEKT TASARIMI  :           SERKAN YAVŞAN

KOREOGRAF :         ÖZGE MİDİLLİ

DEKOR UYGULAMA        :           SIRRI TOPRAKTEPE

KOSTÜM UYGULAMA     :           AYNUR DURAN KOPUZ - SİBEL USANMAZ

YARDIMCI YÖNETMEN  :           TOLGA YETER

REJİ ASİSTANLARI           :           HAZAL UPRAK - ÖZGE KIRDI - DAMLA CANGÜL YİĞİT

SÜRE          :    155 Dk. / İki Perde

                         

OYUNCULAR         :           BENNU YILDIRIMLAR, EMRE ŞEN, GÜRKAN BAŞBUĞ, MEHMET SONER DİNÇ, MURAT GARİPAĞAOĞLU, NACİ TAŞDÖĞEN, NİLAY BAĞ, ÖZGE KIRDI, SEMAH TUĞSEL, TOLGA YETER, YEŞİM KOÇAK, ZEYNEP GÖKTAY DİLBAZ

2 Şubat 2023 Perşembe

Kırmızı ve Mavi Ekipli Oyun: Zehir (Lot Vekemans - İBBŞT)

 Mehmet Ergen salgın dönemi için Minimal Sezon repertuvarı hazırlamıştı. Zehir İBB Şehir Tiyatrosu’nda Mehmet Ergen dönemi oyunlarından biri. Oyuna geçmeden önce bir hususu tarihe kaydetmek isterim:  Mehmet Ergen aynı dönemde Şaban Ol’un çevirdiği iki oyundan(Zehir ve Tuzak) birini(Zehir) Şehir Tiyatrosu diğerini(Tuzak) kendi tiyatrosu(Talimhane) için seçmiş. İki oyunu da Şaban Ol yönetti. Bu bana etik gelmiyor.




Oyuna gelirsek..

Lot Vekemans’ın iki oyununu da okudum. Oyun yazmasını biliyor ama özellikle seçilmesi gerekmiyor. Onun ayarında hatta ondan daha iyi yazarlar var ülkemizde. Yabancı  bir yazarı tanıtmak ödenekli bir tiyatronun görevi tabii ki. Ama 2010 yılında Hollanda’da Tiyatro Yazarları Birliği tarafından En İyi Oyun Ödülü almış bir oyunun 12 yıl sonra Türkiye’ye getirilmesi üzerine de düşünmek gerekir.  Ödenekli tiyatroların dünya tiyatrosunu izleme konusunda eksik olduğunu düşünüyorum.  Türk yazarları tanıtmak ödenekli tiyatroların önde gelen görevlerinden biri olmalı. Şehir Tiyatrosu oyun yazarı yetiştirmek gibi bir görevi olduğunu düşünüyor zaman zaman. Oyun yazma kursu açmak oyuncu yetiştirme kursu açmak kadar yanlış bir uygulama. Edebi kurulun verimli çalışmasını sağlamak ve başvuran oyunlar arasından umut veren oyunları kurum dramaturglarının kişisel kaprislerine mahkum etmeden sahneye çıkarmak bana doğru gelen bir yol. Yazar sahnede gelişir. Öte yandan kurs verilen oyuncuları sahneye  figüran olarak bile çıkarmanın da sorunları var. Ülkede bunca eğitim kurumu varken ödenekli tiyatro ne mesaj vermektedir? Onlar yetiştiremiyor ben kendi oyuncumu yetiştireyim mi? Siyasal olarak seçmene hoş görünmenin ötesinde ne işe yarar o kurslar?   Oyunculuk kursu değil tiyatro bilgilendirme seyirci yetiştirme eğitimlerini ise desteklerim.

Oyun seçerken yakın çevrenden seçim yapmak kendin için yatırım yapmak gibi bir şey olur. Seçimlerin nesnel ve hakça olması gerekiyor.  İBB Şehir Tiyatrosu repertuvarına almadığı edebi kurulun raflarında beklettiği oyunlara bir bakmalı derim.   Öte yandan az kişili oyunları özel tiyatrolara bırakıp büyük oyunlar yapmalı ödenekli tiyatrolar. Mehmet Ergen bir dönem önce özel tiyatroda oynanmış bir oyunu Şehir Tiyatrosu repertuvarına aldı. O oyunun ödenekli tiyatro için vazgeçilmez yanı neydi anlamış değilim. Mehmet Ergen Zehir (ve birkaç başka oyun) için iki ‘cast’ yapmış. Ekiplere verdiği isimler  (Kırmızı  ve mavi) bana askeri manevraları hatırlattı. Orada da savaş senaryoları içinde birbiriyle savaşan iki ekip olur. Kırmızı düşman ekiptir. Mavi’ler kazanır.  İki ekibin birbiriyle yarışma içinde olma görüntüsü iyi değil. Salgın döneminde hastalanan oyuncu çok olur diye alınmış bir tedbir olabilir. Ya da çok az ihtimal ama oyun aynı anda farklı yerlerde oynansın istenmiş olabilir. Bizim seyircimiz dünyadan habersiz olduğu için ucuz eğlenceyi çok da araştırmıyor. Önüne konanı yiyor ve sosyal medyada oyunu ‘like’lıyor. Seyrettiği oyunda kimlerin oynadığını biliyor tabii ama bunun gibi ‘cast’li düzende başka kim oynuyor farkında değil. Bu oynayanlar için de haksızlık.  Bir ekibi seyredip beğenmeyen biri aslında diğer ekibi de şaibe altında bırakabilir.  Eleştirmen için de zor. Şimdi bu yazıyı okuyan kendi seyrettiği ekibin eleştirisi sanacak. Aslında eleştiri okuyan yok . Fazla şey etmemek lazım. Öte yandan bilet satışa çıkınca o ay hangi ekibin oynayacağı da belirtilmiyor. Seyirci yer bulduğu ucuz eğlenceye bilet yakalamakla meşgul. Bu oyunculara haksızlık hatta saygısızlık. Yönetim için de ‘farketmiyor’.  Bu iş Allah’ın emri mi yahu. Oyuncu hastalanır oyunu oynamazsın biletleri askıya alırsın olur biter. Bakın Cadı Kazanı oyuncu rahatsızlığı nedeniyle iki ay üst üste iptal edildi. Biletim askıda.  

Zehir altı yıl sonra oğullarının yattığı mezarlıkta bir araya gelen bir çiftin 75 dakikalık diyalogu. Çift o acı olaydan sonra ayrılmış.  Geçen yılların muhasebesini yapıyorlar. Kadının bu buluşmada başı çekmesi ve giderek ortaya çıkan ‘kadın’ faktörü bence kadınlara haksızlık.  Bize ne kadar yakın bu ilişki? Bizde bir acı üzerine bir tarafın çekip gittiği ve kendi hayatını kurduğu ilişkilerde eşler bir araya gelmez. Bu nedenle erkek da kadın da çok Avrupai(!).  ‘Ortak çocuğumuzun hatırına bir araya geliyoruz’ denir ya burada ortaklık dağılmış.

Bu oyun bence yönetmensiz de olurmuş. Ben yönetmen damgası görmedim. İki iyi oyuncu yönetmene dramaturga dekor kostüm tasarımcısına gerek kalmadan bu oyunu çıkarır. (Özel tiyatro öyle yapıyor çoğunlukla. Ödenekli tiyatroda yağ bol.) Kadro tamam  ama oyun prova dekorunda oynanıyor.  Covid bulaşmasın diye mi bu kadar az bir dekor var? Hani mizansen kesinleşmeden oraya buraya bulduğun şeyleri koyar da mizansen yaparsın ya öyle bir durum var. (Bir fark var bu sahnede tabureler tek örnek.) Bir mezarlıkta ziyaretçilerin buluşma yerinde  bir tabure üzerine konulmuş evde kullanılan kahve makinası o durumun göstergesi. Kahve su içmek oyunda şart mı? İçmezlerse ne değişecek? Hiçbir şey. Oyun boş sahnede oynansa belki de daha iyi. Ama yarı boş sahne oyundaki duygusallığı bozuyor. İnsan o duygusallığın klasik bir dekor ile tamamlanmasını istiyor.  Oyun da ‘giyinmek’ istiyor. Ama bu oyun tam alternatif sahnenin 'oda'larında oynanmaya uygun. (Zehir öyle bir sahnede de oynanıyor. Gazhane Meydan Sahnesi. Orada kalsa daha iyi.) Bu yarısı boş sahnede iki iyi oyuncu seyirciyi sahneden koparmadan oynuyor. Ben zaman zaman sesleri duymakta zorlansam da iki oyuncunun(Sevinç Erbulak, Ahmet Saraçoğlu) yarattığı duygusal ortama girdim. Salt onların oyunculuklarından dolayı 75 dakika oyunun içinde kaldım.

Zehir seyredilmesi şart olan bir oyun değil. Tiyatroseveri  pişman edecek bir oyun da değil. Bizim seyircimiz için bir yazar tanımanın anlamı yok zaten. Bilet yakalarsan git seyret. Evde oturmaktan iyidir.

Melih Anık

Künye:

YAZAN              :    LOT VEKEMANS

YÖNETEN         :    ŞABAN OL

MÜZİK              :    SİNAN ARSLAN

DRAMATURG      :            ÖZGE ÖKTEN

SAHNE - KOSTÜM TASARIMI     :              NİHAL KAPLANGI

IŞIK TASARIMI    :            MURAT SELÇUK

EFEKT TASARIMI              :              HANEFİ TOPRAKTEPE

DEKOR UYGULAMA       :              CİHAN AŞAR

KOSTÜM UYGULAMA   :              ONUR UĞURLU

YARDIMCI YÖNETMEN  :              DOĞAN ŞİRİN

REJİ ASİSTANLARI           :              ZELİHA BAHAR ÇEBİ - YASEMİN GÜVENÇ

SÜRE                 :    75 Dk. / Tek Perde

                                

OYUNCULAR :    AHMET SARAÇOĞLU,  SEVİNÇ ERBULAK