14 Nisan 2022 Perşembe

Ali Poyrazoğlu ile Şıngır Şıngır Beyoğlu

 Ali  Poyrazoğlu Tiyatrosu bu yıl(2022) 50.yılını kutluyor. Başlangıç 1972.  Ama Ali Poyrazoğlu’nun tiyatroculuğu daha eski. Tiyatroya evde aile çevresine yaptığı gösterilerle çocuk yaşta başladı. İsviçre’ye aile işini devam ettirmek amacıyla eczacılık tahsili için gitti ama gönlünde tiyatro vardı. Eczacılık tahsilini yarıda bıraktı.  İstanbul Konservatuvarı’ndan mezun oldu. Profesyonel olarak  İstanbul Şehir Tiyatrosu, Ulvi Uraz, Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu, Arena Topluluğu’nda pek çok oyun oynadı. 1970 yılında sinemaya başladı. Sayısal olarak oynadığı tiyatro oyunları sayısı ile yarışacak kadar çok film yaptı. TV’da popüler olan  çok bölümlü diziler çekti. İzleyicilerle ilişkisini perçinleyen  karakterler yarattı.  TV/ radyo programları, seslendirmeler yaptı. Oyunlar denemeler gazete ve dergilerde köşe yazıları yazdı. Yurt dışında İngilizce Fransızca oyunlar oynadı. Birleşmiş Milletler desteği ile hazırladığı oyun salgından dolayı ertelendi. Oynanmayı bekliyor. Tercümeler yaptı. Yönettiği klasik müzik orkestrası eşliğinde gösteriler sergiledi. Dönemi için öncü sayılacak  Yeşil Kabare’yi kurdu. Kabare gösterileri yazdı yönetti oynadı. Üniversitelerde Hocalık yaptı. Profesyonel şirketlere eğitim konferansları verdi. Gençlerle atölyeler yaptı. Tiyatronun meseleleri ile ilgili dernekler kurdu devlet ile ortak çalışmalara katıldı. İş yaptığı  alanlarda sayısız ödüller kazandı. Devlet Sanatçısı seçildi. Ülkenin sanat hayatında pencere açan yol gösteren işlerle dolu dolu bir hayat hikâyesinin kahramanı oldu. (Di’li geçmiş zamanda yazdım. Miş’li hikâye olmasın istedim. Bitmedi. Hayat devam ediyor.)

Benim hafızamda Düşenin Dostu, Kobay, Oğlum Çiçek Açtı, Çılgınlar Kulübü, Morfin, Evet Evet Evet, İpteki, Orkestra, Uzakta Piano Sesleri  oyunları ile yer etti.  Genellikle komedyen olarak tanınmasına karşın yaptığı oyunlar dönemlerinde en ciddi meseleleri anlatan oyunlar oldu. Bugün oynanması neredeyse imkânsız cesaret sayılabilecek  oyunlarla ciddi konulara dokundu.  

Son yıllarda dostluğunu kazanmış olmaktan gurur duyuyorum. Sohbetlerinden çok yararlanıyorum. Ana konumuz olan tiyatro ile ilgili birikim bilgi ve repertuvarı insanı hayrete düşürecek nitelikte.  Sadece Türkiye’ye ilişkin değil dünya çapındaki dostluklarından kaynaklı vizyonu benim de ufkumu açıyor. Paylaştığı anıları dinledikçe Türk Tiyatrosu’na ilişkin ‘görünen’, Türkiye’nin yaklaşık 60 yıllık ‘bilinen’ tarihinin arkasını görüyorum. Ali Poyrazoğlu  içinde bulunduğu ortamlar, ilişkileri ve yaşadıkları ile hayatın hem keyfini hem de cefasını çekmiş biri. İnsan ve olay repertuarı çok zengin. Böyle bir hayattan onun süzüp sahneye çıkardıkları onu yakından takip eden bir seyirci kitlesi kazandırmış. Bu kitlenin içinde her yaştan yetişkinler var.

Oyundan önce Ali Bey ‘Sen oyun okumaya meraklısın. Sana oyun tekstini gönderiyorum’ demiş ve yedi sayfalık bir belge göndermişti.  Belge alt alta sıralanmış isimler ve olaylardan oluşan bir akıştı. Sahnede zaman zaman o akışa ve saate bakarak ve de listeden seçerek bir oyun oynadı Ali Bey.  İki saat on beş dakikada listenin yarısını oynadı. Bir başka akşam muhtemelen yeni ilavelerle sayfa sayısı artmış  olacak o listeden seçecekleri ile bir başka oyun oynayacak Poyrazoğlu. Bu tam da benim düşündüğüm bir şeydi. Elimde tuttuğum yedi sayfayı görüp oyunu seyredince  emin oldum. Poyrazoğlu’nun tek kişilik gösterileri her gösteride başka olma potansiyeline sahip doğaçlamalarla oluşuyor.

Son oyunu Şıngır Şıngır Beyoğlu İstanbul’un kalbi, Türkiye’nin hafızalarda yer etmiş hayallerde yaşatılan hasret duyulan bir bölgesi Beyoğlu’nu merkez alan tek kişilik bir oyun. Ali Bey tek kişi oynuyor ama sahne çok kalabalık. Kimler yok ki! Tiyatro perdesinin halkalarının demir boru üzerinde kayarken ‘şıngır’daması ile onlarca yönetmen oyuncu, oyun, anı canlanıyor. Ali Poyrazoğlu şimdi artık aramızda olmayan Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin, Haldun Taner,  Ulvi Uraz,  Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Muammer Karaca, Ercüment Behzat Lav, Gazanfer Özcan, Feridun Karakaya Usta’ları vefa duyguları ve  seyircinin alkışları ile selamlıyor onları anlatarak bugüne ayna tutuyor. Gülerken göz yaşlarınızın gözbebeklerinizde biriktiğini gırtlağınızdaki düğümü hissediyorsunuz.

Sanıyorum  her şeye eleştirel bakma alışkanlığımdan geldiği için ben oyunları değişik bir  gözle seyrediyorum. Sadece anlatılan hikâye değil nasıl anlatıldığı da önemli benim için. Oyun nasıl başladı oyuncu salonu ısıtmak için ne yapıyor seçtiği biçim ne içerik düzeyi nasıl seyircinin ilgisini dağıtmadan nasıl kendisine ve anlattığı hikâyelere odaklanmasını sağlıyor vb.. Sürekli bir araştırma gayreti yani. Tek kişilik oyunlarda genellikle ilk etiket meddahlıktır. Ali Poyrazoğlu geleneksel bir meddah değil. Elinde asası mendili yok taklit yapmıyor. Hikâyesini bir tabureye oturup anlatmıyor. Ama aldığı İsmail Dümbüllü Ödülü’nün ve Işkırlak’ın hakkını bilinçli bir tarzda vererek geleneksel tiyatronun özelliklerini sahnede kullanıyor. Geleneksel tiyatronun ‘köpürtme’ ‘şaşırtma’ özelliğinden yararlanarak zaman zaman olayı sanki bir rüya gibi abartarak anlatıyor. Merakı kışkırtıyor. Absürd sınırlarını zorluyor. Seyirciyi uyanık tutuyor. Sahne dışına taşıyor seyirci ile ‘oynamayı’ seviyor. Bence meddahlığa ve orta oyununa yakınlığı bu noktada başlıyor. Yaptığında stand-up özellikleri de var.  Aralarda güncel olaylara kapalı/açık dokunuşlar yapıyor seyirciye küçük  tokatlar atıyor. Zaman zaman ‘konferansiye’ tarzına uygun bir konuşmacı oluyor.  Konuşmadaki akıcılık ve doğallık  yılların birikiminden ve anlattıklarının çoğunu  yazmış olmasından kaynaklı bence. İçselleştirmiş olduğu kendi ‘malını’ takılmadan düşmeden iletiyor seyirciye. Tiyatro türleri arasında geçişler yapıyor. Kimi zaman epik kimi zaman dramatik. Salonun tansiyonunu âdeta kokluyor.  Bu şekilde salonun tepkisini kontrol ediyor. İma ve dokunuşlarında edepli. Bir çileyi seyirci ile yumak seyirciyi rol arkadaşı yapıyor.

Ali Poyrazoğlu ‘amasız’ bir duruş sergiliyor sahnede. Tarafını belirlemiş bir sanatçı duruşu var. Atatürkçü laik demokrat insanca aydınlık  çağdaş bir Türkiye isteyen bir sanatçı profili bu. Ben onun yandaş olmayan duruşunu seviyorum.  Yanlış yapıldığını düşündüğü zaman  hesap yapmadan kişilerden ‘taraf’lardan bağımsız dile getiriyor.  

Pek çok projede Ali Poyrazoğlu’nun  maddi manevi desteği var. Yaptığı yardımlardan bahsetmeyi sevmiyor. Ancak ne yazık ki bir salonda, sokakta Ali Poyrazoğlu’nun adı yok. Bu bence Türkiye’nin ayıbıdır. Ali Poyrazoğlu’nun entelektüel birikiminin(resim, kukla, kitap, kostüm, kitaplaşmamış oyun, çeviriler, cd’ler dvd’ler, nesneler..vb) adını taşıyan bir müzede sunulması Türkiye’nin zenginliği olacaktır. 

Ali Poyrazoğlu’nun kafasının içinde doğmayı bekleyen nice proje ve oyun var. Yazmakta olduğu anılarının kitaplaşmasını merakla bekliyorum. Usta’nın sağlıkla nice eserler vermeye devam etmesini diliyorum.

Melih Anık