16 Eylül 2009 Çarşamba

Tiyatro Kurultayı , Tiyatronun Kılavuzluğu ve Toplumsal Değişim

Sevdiğim oyunlardan birinde iki adam kolkola sahneye girer.
Adamlardan birinin kör olduğu açıkça bellidir. Siyah gözlükler takmıştır,elindeki beyaz baston ile çevresini yoklayarak yürümektedir. Koluna girdiği adam ise gidilen yöne sırtını dönmüştür, geri geri yürümektedir. Bu adam, kör adamın kılavuzudur.(!) Ama konuşmalar ilerledikçe onun da gözlerini yummuş olduğunu anlarız.
“Bir köre refakat eden de kör olmalıdır.Hayatta kalmamızın yegane kuralı budur. Senin görmediğini benim görmemin ne anlamı var? Birbirimizden çok farklı olursak nasıl anlaşabiliriz?” der adam.
Adamın felsefesi de ilginçtir : “Göz görmeyince gönül katlanır derler. İtikadından şüpheye düşersen gözlerini kapa ve imanına sarıl”
Kimin kime kılavuzluk ettiğini anlamak zordur. Bir an için dursalar hangi yöne gittiklerini de…
“Toplumun liderliğine soyunmuş olmaktan” bahsedildiğinde aklıma hep yukarıdaki sahne gelir.
Yeni tiyatro sezonu açılırken ister istemez bu sahne ile tiyatro arasında bir ilişki kuruyorum.
Tiyatro toplumun kılavuzudur.
Ülkemizde tiyatro ile ilgili gördüklerim , işittiklerim, okuduklarım ,zaman zaman beni umutsuzluğa düşürüyor. Ülkemizde tiyatro,kılavuzluğu hakkıyla yapabiliyor mu? Yoksa kör adamın kılavuzu gibi, geri geri ileriye giderek , gözlerini kapatmış “Senin görmediğini benim görmemin ne anlamı var” mı diyor ? (Her yeni sezonu merakla bekleyişimin bir nedeni de bu soru!)
Hem farklı olmaya ve hem de farklı olduğu seyirci ile iletişim kurmaya zorunlu olan bir sanattır tiyatro . Zorluğu da bundan gelmez mi?
Tiyatrocularımız, kendilerini seyretmeye gelenlere ,onların zaten beklediklerini vererek ,paylaşılan duyguyu “yeniden” ,”bir kere daha” paylaşmaktadırlar . Bilinç durumu açısından salondan çıkan salona girdiği haldedir çoğunlukla.
Değişimi kişinin kendisinin de istemesi gerekir. Değişmek istemeyeni değiştirmek de pek kolay değildir. Kaldı ki değişim için, değiştirici ile değişmesi gerekenin bir araya gelmesi gerekmez mi? Bu arada değiştiricinin değişimi de dikkat ister.
Tiyatro Kurultayı’na temel olan 3.Tiyatro Buluşması’nın bildirisi şu tespitle başlıyor:
“”…sanatın değiştirici gücünü hatırlatarak ve kendisini değiştirici bir etkinlik haline getirmeyi hedefleyerek….”
(Bu “hatırlama” hususu metnin içinde bir başka cümlede de geçiyor. Metnin içindeki “Cesur metinler üretmenin biçimlerini hatırlayacak, keşfedeceğiz” İfadesinde . Bu da unutulur mu diye geçirdim içimden. Nasıl bir “keşif” olacak bu? )
Bu arada bir saptama yapılıyor : ülkemizde “ sanat değiştirici bir etkinlik halinde değilmiş”. Yani sanatta değişim önce kendisinden başlamalı.
Bir an için bu saptamaya hak verdiğimizde tiyatronun (geniş bir yelpaze belirleyerek) üzerine çok ağır bir yük aldığını görüyoruz :
Aradan 30 yıl geçtikten sonra tiyatro ile 12 Eylül’e yanıt verilmesi ; grevlere sahip çıkılması; İtalya’daki sanat emekçilerinin desteklenmesi; İstanbul 2010 kapsamında yaşananlara itiraz edilmesi;yargının bağımsızlığına kavuşturulması ; sansüre ve oto sansüre karşı çıkılması; Bursa Bölge Tiyatrosundaki keyfiliğin protesto edilmesi; ana dilde tiyatro hakkının sağlanması; sanatçıların özlük ve telif haklarının gaspına itiraz edilmesi; medyanın kültür sanat kurumlarını kendine göre biçimlendirmesine karşı çıkılması; AKM’nin restorasyonu ile ilgili yaşananların kınanması; tiyatrocuların kendi içlerinde etik ve dayanışmacı bir kültürün var edilmesi;tiyatronun metalaştırılıp yozlaştırılmasına, tiyatrocuların düşünsel, ekonomik ve siyasi olarak sözde seçkin köleler haline getirilmesine itiraz edilmesi ; cesur metinler üretmenin biçimlerinin hatırlanması, keşfedilmesi; dokunulması tehlikelidir denilenin sorunsallaştırılması;her topluluğun çalışmalarını belgelemesinin teşvik edilmesi;tiyatro yayıncılığını kirleten, küfüre boğan çıkışları, habercilikten eleştiriye, her çeşit teatral söyleme seviye ve doygunluk kazandırarak etkisiz kılınması…
( Toplumsal hayatta “Hiçbir şey birbirinden soyutlanamaz”. Doğru…Ama kaynakların ve olanakların kıt olduğu ortamlarda önem sırasına göre bir yerden başlamak daha doğru değil mi?)
Hiç kuşkusuz ki vurgulananlar önemlidir. Ama yaşadığımız dünyada karşı çıkılacak sorunlar bunlarla sınırlı değildir elbette. Kendi tarihimizde , unutulmaması,unutturulmaması gereken tarih sayısını hatırlayan var mı? (Bu noktada ıska geçilmemesi gereken soru şudur: Türk Tiyatrosu, romanı,sineması kadar somut bir şekilde , yakın tarihi ,bugünü, asıl “eylem alanı” olan “sahne”sinde gösterebilmiş midir ?Belki de bu sorunun yanıtı öz eleştirinin başlangıç noktasını oluşturur.)
Elbette tiyatro, sadece ülkemizde değil dünyada yaşanan kepazeliklere “duruş”unu göstermek zorundadır. Ama konuları “somut”laştırdıkça , çerçevenin sınırlanmakta olduğunu ; başlangıçta gerçekleşmesi gereken katılımın ve de etkinin azaldığını ve eylemin içe kapanmaya başladığını görmüyor muyuz ? Daha işin başında yaratılması gereken birliktelik yara almış olmuyor mu? Kaldı ki aslolan, zaten hem fikir olduğumuz saptamaların kendi aramızda takdir edilmesi değil, topluma mal edilmesi değil midir? (Aynen oyunun farklı olanda bir etki yaratmasını sağlamak gibi.)
Aslolan tiyatronun insanda “değişimi isteme duygusu/isteği” uyandırmasını sağlamak değil midir?
Dünyayı ve oynanan oyunları düşününce metnin içinde geçen “Tiyatro yoluyla hayatı değiştirmek”, çok iddialı değil mi ? Hayatı değiştirecek “hayat”ları, bombardıman altında saklandıkları sığınaklarından çıkararak “hayatı yakalama”ya nasıl yönlendirmeli ? Seyircisiz olamayacak tiyatro, “hayatın nabzını” tutmadan , seyircisine ulaşamadan nasıl var olacak?
Kaldı ki böylesine ortaya konulan bir iddia için -tiyatrocuların çok da iyi anlayacakları gibi- içerik ve biçim arasındaki uyuma ,daha “ses getirici” bir “biçime” ihtiyaç vardır. Tiyatro Kurultay’ı için seçilen yer dahil olmak üzere tercih edilen(imkanın yettiği mi desek?) “biçim”, “içerik” yanında yeterli değildir. (Maalesef artık sadece fikirlerin gücü yetmiyor!)
Her şeye rağmen , bugünün koşullarında tiyatroyu ve dertlerini dert edinenlerin çabalarını görmek umut vericidir.Ancak tiyatromuzun kısa geçmişine rağmen hemen hatırlayabileceğimiz dev yüreklerini düşününce onların hayatları pahasına yapamadıklarını başarabilmek için gerekli söylemin ne olacağı üzerinde (hele de bugünün dünyasında) daha çok düşünmeye ; her adımda bir sorunu çözerek sürekli “taşı delen damlalara” ihtiyaç vardır. Bunu gerçekleştirebilmek için seyircinin desteği ihmal edilmemelidir.
Biliyorum ki bu,bizi başka bir tartışmaya götürecektir. Kendi değişim süreci sorunlu olan tiyatro başkalarını nasıl değiştirecek?
Adettendir : İşler iyi gitmediğinde yeni yasa , yeni bir kurum vb önerilir. Asıl soru ise, tiyatro dünyamız , elindekini tam anlamıyla kullanabilmekte ve toplumsal işlevini yerine getirebilmekte midir ?
Malum bir fıkra vardır. İyi ata binmekle övünen bir adam bindiği at üzerinde attığı turun sonunda at üzerinde duramamış , atın kuyruğuna kadar gelmiş,düştü düşecek, onu seyredenlerin önünden geçerken bağırmış: “Bu at bitti yeni at getirin!”
Ülkem dönemsel olarak “gelişmekte, değişmekte, büyümekte” ama tarih sürecinde geri kalmaktadır ; daha hızlı , daha istikrarlı olmak ,yanlışlardan ders almak ve başardıkları ile yetinmemek zorundadır.
Geçmişe bakınca , korkum, kör adamın kılavuzu durumunda kalınması ve değişenin sadece değiştiriciler olmasıdır. Bu durumda gidilen yol da arpa boyundan uzun olmayacaktır.

Melih Anık

6 Eylül 2009 Pazar

“Oh Olsun Sana”(!) Bahariye Sanat Merkezi ! Tiyatro Yapacaklar , Size de Ders Olsun!

Bahariye Sanat Merkezi kapanıyor.
Ne zaman açılmıştı?
2008 de..
Bir yıl içinde pes yani… (Virgülü doğru yere siz koyun!)
Açılırken:
"Kadıköy'ümüze yeni bir salon kazandırdığımız için mutluyuz. Türk Tiyatrosu son yıllarda yeni bir ivme kazandı.Çok başarılı prodüksiyonlar yapılıyor. Türk seyircisi de bu oyunları doldurarak destekliyor. İki sezondur gerek çocuk oyunlarımız, gerekse yetişkin oyunlarımızda seyircimizden çok güzel tepkiler aldık. Artık Kadıköy'de yerleşik bir tiyatro olarak hizmet vereceğiz. Bu kararı almamızda kuşkusuz en büyük etken, oyunları dolduran Kadıköy'lü sanatseverler ve Tiyatrolara sahip çıkan Belediye Başkanı Selami Öztürk'tür. Bundan 10 sene önce Bahariye ve Moda civarında 9 sinema ve Kadıköy Belediyesinin kültür merkezi vardı. Oysa bugün "Bahariye Sanat Merkezi"yle birlikte 4 Özel Tiyatro, Barış Manço Kültür Merkezi ve yine Belediye'nin katkılarıyla yenilenen Süreyya Operası Sanatseverlerin hizmetinde. Sinema sayısıysa özellikle İnternetin etkisiyle 3'e düştü. Benim düşüncem önümüzdeki yıllarda Bahariye, yeni tiyatroların da açılmasıyla Türkiye'nin Broadway'i olacaktır".
Kapanırken:
"Maalesef İstanbul'a salon kazandırma sevincimiz sadece bir sezon sürdü. Bugüne kadar kazandığımız tüm paramızı bu salona yatırmıştık. Tiyatro salonu işletmek çok külfetli bir iş. Hiçbir kurumdan destek alamadık. Kendi çabamızla ancak bir sezon sürdürebildik. Bir yanda yüksek kira, bir yanda yüksek elektrik faturaları,vergiler, sigortalar artık dayanılmaz hale geldi. Aslında yeni sezonda da her şeye rağmen faaliyetimizi sürdürmek istiyorduk fakat biriken kira borcumuz nedeniyle mal sahipleri olan Özen Film'in sahibi Mehmet Soyarslan ve İrfan Atasoy bizi icraya verdiler. 68 yaşında birikimlerini Türk Tiyatrosu için harcayan benim gibi bir sanatçının, evde olmadığım bir saatte, evine girip eşyalarını haczettiler. Artık bu yaştan sonra borçlarımı ödeyebilmek için çalışacağım. Çok üzgünüm."
Bahariye Sanat Merkezi, sezona çok hızlı girmiş. 4 oyunla.. İki yıldır oynamakta oldukları `Tek Perdelik Şaka` , Edward Albee`nin `Hayvanat Bahçesi` , Turgut Özakman`ın `Duvarların Ötesi` , Cengiz Tünay`ın yazıp yönettiği `Roman` ve Hadi Çaman anısına, son oynadığı oyun `Aşkın Yaşı Yoktur`
Sezon ortasında yukarda ilan edilen oyunlara bir de RECEBİM...RECEBİM .. Çalgılı, Şarkılı, Danslı, “Bizim mahallenin” müzikal güldürüsü ilave edilmiş.
Çocuklar da unutulmamış: Çocuklar için `Çocuklar Çiçektir` adlı çocuk oyunu..
Ayrıca yetişkinler ve çocuklar için oyunculuk, drama, diksiyon, gitar ,dans, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği atölye çalışmaları,"Konservatuvara hazırlık kursu" ve "Senaryo-Oyun yazarlığı" kursları düzenlenmiş.

Tiyatroyu açmak için Kültür Bakanlığı'ndan olumsuz yanıt almışlar ama Sunay Akın'ın kurmuş olduğu Oyuncak Müzesi'nde faaliyet gösteren Tomurcuk Çocuk Tiyatrosu destek vermiş.
Salonun sıcak havası nedeniyle "Uygur Kardeşler" gibi Kadıköy'e gelen tiyatro grupları BSM'nin salonunu tercih etmişler.(Galiba başka gelen de olmamış o “sıcak hava”ya!)
Daha ne yapsın Selçuk Bey !
Ama…….
Kadrosunda “rating”i yüksek dizilerden oyuncu bile yok..
Kültür Bakanlığı Yardımına başvurmadığını yüksek sesle söylememiş. ( Üstelik tersini yapmış) Alkış da alamamış tabi ki..
Ya sene başı resepsiyonu ? Hani şöyle jüri üyeleri ile falan? O da yok!
Ödül komitelerine girip kendini ödüllendirmemiş. Ödül de reddetmemiş…
Tiyatro ithal etmemiş..
Bir AB fonu bulamamış…“Proje” de üretememiş.
TV’lerden birine komedi skeçlerinden bir derleme de yapmamış.
İmza kampanyasına katılmamış. (Yürüyüşe destek olmuş)
Salonu iyi pazarlayamamış .. ”Bırak salonun sıcak havasını filan..” Formül şu : Sen ayda 15 gün oynayacaksın.. 1 ay sonrasına bilet satacaksın. Ayda bir gösteri de yapsan gazeteye ilan vereceksin : “Oyunumuza yer kalmamıştır”…
Üstüne üstlük provalarını gerçekleşmesi için hiçbir karşılık beklemeden kapılarını açmış Bab-ı Tiyatro’ya.
Çehov yapmış geleneksel ağızla.. Orta oyunu söylemini denemiş …
Üstelik bir de politik tiyatroya kalkışmış “kör kör parmağım gözüne”....
A Selçuk Bey !
Siz maaş da ödemişsinizdir , sigortaları da beyan etmişsinizdir.
“Kağıt üstünde değil” sahnede olmaya çabalamışsınız.
Ölçüt falan aramışsınız.
Aynı anda 4 oyunla sezonu açarak sanatseverlere sürpriz yapmak istemişsiniz.
“Hergün bir etkinlik”, he mi?
Nenize gerek daha önceden sinema olarak kullanılan mekanı , 3 aylık bir tadilattan sonra 160 kişilik tiyatro salonu, 90 kişilik sinema salonu, kafesi, sanat atölyeleri olan bir merkeze dönüştürmek..
“İmparatorluğa” soyunmuşsunuz canım !
50 kişilik salon yetmedi mi ? Size ne sinemadan,sanat atölyesinden ..!
Şimdi “olgusal olarak” anlatın bakalım kapanma nedenlerinizi..
"Özenli ve özverili bir çabanın, ciddi bir bilgi birikimi, samimiyet ve içtenlikle buluşması ile zekice kotarılmış cesur bir yüzleşme olan ; özgün bir sahneyle somutlaştırılan yeni bir yorumu kışkırtmaya izin vereceğini iyi keşfeden ; "Anlamaya çalışmak yerine değiştirmeye çalışan"; tiyatronun vazgeçilmezi olan evrensel düşünceden hiç ödün vermeden Türkiyeli olan ; meraklısını bekleyen izlenesi bir komedi olan ; kadınlara erkeklerin bakış açısını öğreten ; öte yandan bir bağlama oturtulmuş seyirciye batmayan küfürler eden; kusursuza yakın düzeyde sahnelenmiş ; metni özgün bir sahneyle somutlaştıran yeni bir yorumu kışkırtmaya izin vereceği iyi keşfedilmiş ; kendisinin dramatik bir yapının dışında yer alan bir öğe olmadığının ayırdında olan bir yönetmen tarafından yönetilmiş ; iki buçuk saat boyunca seyirciyi teslim alan ; en geç Euripides'le başlayıp günümüze kadar uzanan bir çizgi doğrultusunda, yani komedi cümlesinin ortalık yerinde trajediyi başlatan, daha sonra tekrar komediye geçen bir üslupla kaleme alınmış ; böylece ifadesini bulan -ve hayatın gerçeklerine de uygun düşen "hayat, ne yalnızca komedi ne de trajedidir" anlayışı, oyunun ağırlık noktalarından birini oluşturan ; yaşadığımız bu sıkıntılı günlerde doyasıya güldüren ; kuşkusuz yapım olarak da, yaratıcı kadrosuyla da, oyunculuk olarak da daha sezonun hemen başında öne geçen" oyunlar sahneleyemediğiniz için seyirci de ilgi göstermedi muhtemelen (!)
Belki de sebep ,"oynarken eğlenmeyen oyuncuların seyirciye yansıtamadıkları enerjileridir ya da sahneden gerçek yaşamın parodisi izlenmediği ; seyredenlerin basbayağı gülünç hallerine kahkahalarla gülmedikleri ; oyunların yalnızca gülmek amacıyla seyredilmemesi gerekli komediler" olmadığı içindir, kimbilir (?)
Belki de oyunlarınızı , "yorumlarken biçimini dramaturjik ve sahnesel yapıda olduğu kadar metnin anlamlarında da aramayı savsaklamamış bir yönetmen" yönetmedi ?
En kuvvetli ihtimal "komedinin bütün unsurlarını kullanarak sahici bir yaklaşımla gerçeği en kökünden yakalayarak komik ve zavallı bir aklı eleştirel bir süzgeçten" geçirmediğiniz içindir.
“İşte bu akıl ki; (aslında akıl değil) beyin yerine kocaman bir fallus taşıyan bu kafa yüzyıllardır insanlığın başına bela olmuş, iç savaş, savaş, işgal, kundaklama, emperyal hedefler, iktisadi sömürü, gibi uluslar arası kaos ortamının yaratıcısı ve düzenleyicisi olarak varlığını hâlâ sürdürüyor. Diğer yandan borsa oyunları, tahvil sahtekarlığı, off shore kaydırmalar, politik kumpas, entrika ve dalavere gibi kendine özgü oyunlarla toplumsal ve iktisadi hayatın tek belirleyicisi ve sonuçları itibarıyla da yegane müsebbibi olarak sertleşerek büyüyor” ama siz fark edemediniz

Çocukluğumda bir hikaye içimi sızlatırdı.
Satır getireceğim diyen katırı, beratımı getireyim diyen atı, oyunumu gör de neşelen diyen koyunu elinden kaçırdıktan sonra , gün sonunda açlıktan bitap düşen kurt son nefesini verirken söylenir :
“Bulmuşsun bir alâ katır
Nene lazım senin satır
Kasap mıydın behey sersem!
….
Bulmuşsun bir semizce at
Nene lazım senin berat
Kadı mıydın behey sersem!
……
Bulmuşsun bir alâ koyun
Nene lazım senin oyun
Köçek miydin behey sersem!
….
Bana layıktır gebersem!”

“İstemem eksik olsun” diyen Cyrano bu zamanda örnek alınası değil..
Yok mu çevrenizde Luperkalya yortusunda size reddetmeniz için üç defa krallık tacı sunacak Antonius?
Atinalı Timon’u da bilmiyor olamazsınız!

Allah uzun ömürler versin.. Çok yaşa be usta! … Ama kurdun hikayesini de unutma!
Melih Anık

Not: Selçuk Uluergüven’in en son verdiği cevap şu: “Tiyatro Külliyen'e teşekkürler.Tıyatromuza gelirseniz ne yapılabilir yüzyüze görüşürüz.” Demek ki hala ümit var!
Bir anda parlayan kıvılcım söndü mü? Bu sessizlik , dilerim müjde olur gelir bizlere.