31 Mayıs 2011 Salı

Bir Oyun Üzerine 4000 Karakterlik Eleştiri

(Bir tiyatro eleştirmeninin anılarından)
“Dün akşam ünlü tiyatrocumuz  A.S.’ nin oyununun  galasına gittim.
Gitmek istemedim ama mazeret bulamadım. Keşke bir seyahat falan olsaydı, hasta olsaydım da gitmeseydim. Ama olmadı. Ertesi gün ödül töreninde olacağım. Bana “en iyi eleştirmen ödülü” vereceklermiş. Hastayım dersem herkes yalan söylediğimi anlayacak.  Mecburen gittim.
Kısa bir oyundu, arasız. Mecburen oyundan sonra  kokteyle kaldım, kaçamadım.
Ortalarda görünmek lazım. Görünmesem A.S., gönül koyar, hatta azarlar bile. Azarlasın… A.S.   Türk Tiyatrosu’nda bir doruktur. Ne yapsa boynumuz kıldan ince.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yaşasın Tiyatro ve Artık Şişeden Çıksın Arılar

İstanbul’da her gece açılan sahne sayısı 50 yi buluyor mu bilmem ama tahmin ediyorum 100’e yakın ayakta durmaya çalışan topluluk var. Çoğu, küçük salonlarda çok da duyuramadıkları oyunları sahneliyorlar. Eskiden tıp okuyanlar müzisyen olurlardı şimdi mühendislik okuyanlar oyuncu oluyor gibi bir durum ortaya çıktı.
Bir kenara not etmiştim : “Tiyatro yaparak yaşayabilmenin giderek zorlaştığı bir zamanda yeni bir tiyatro gurubu kurarak yola devam etme kararını verirken çok fazla düşündüğümüz söylenemez. Yaşasın Tiyatro!” (Fabrikasanat)
Kolay anlaşılacak bir şey değil bu. Aslına bakarsanız yaptıkları “delilik”.  Zira cümle içinde hem zorluğu bildiklerini söylüyor hem de düşünmeden içine girmişler. Cesaret de demek mümkün yaptıklarına, hayran olunacak bir cesaret.

19 Mayıs 2011 Perşembe

İBB Şehir Tiyatroları 2.Kısa Oyunlar “Festival”i (2011)

İkincisi bu yıl yapılan Kısa Oyunlar Festivali'nin ilki umut vermişti ikincisi ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Bu gidişle İBBŞT, kısa sürede angarya haline geldiği anlaşılan bir yükü omuzlarından atacak gibi görünüyor.
Mesaj olarak aldığım bilgilendirmelere göre gösterinin başlama saatini 20:30 olarak kaydetmiş olduğum(Allahtan aynı bilgiye sahip benden başkası da vardı) ve ona göre Kumbaracı50’ye gitmiş olduğum için 19:30 da başlayan gecenin ilk 3 oyununu(İkiz, Geliş Gidiş, Yok) kaçırdım. Salona girdiğimde Sanal Hafıza başlamış idi. Doğrusunu isterseniz benim nerdeyse ayak parmak uçlarımda ve nefesimi tutarak girdiğim ve ilk bulduğum yerde ilk oyun bitene kadar "kalıp" gibi oturduğum koltuğumdan gösteri boyunca seyircilerin ve oyuncuların salona giriş çıkışlarında gözlediğim pervasızlık,  fuayeden gelen sesler, uyarılar, ortamı ‘ana okuluna’ çevirdi. Seyircilerin çoğunluğu aile ve arkadaş çevresi idi galiba. Bu ‘samimi’ hâl, mekânı da ‘oturma odası’na dönüştürdü. Bunlarla  İBBŞT’nun ‘duruş’unu da gördüm. İBBŞT festival ile ilgili bilgilendirme yapmadı kendi “site”sinde.  Program ‘çok gizli’ operasyon damgası yemiş sanki. Programı salonda öğrendim ama o da dergideki sırasında değildi.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Mehmet Ergen “Manga”yı Buldu mu?

14 Mayıs 2011 Cumartesi günü Talimhane Tiyatrosu’na saat 16 da başlayacağı ilân edilen “Önce Bir Boşluk Oldu Sen Gidince Şimdi İyi” isimli oyunu seyretmek (esas olarak Esra Bezen Bilgin)  için gittik, saat 15:40’dı.
Kapıda Esra Bezen Bilgin oturuyordu ama seyirci yoktu.
İçeri girdik. Talimhane Tiyatrosu, komşusu hanım ile sorunları çözmüş olmalı ki giriş toparlanmış. Yeniden düzenlenmiş kafe tezgâhı arkasında sonradan öğrendiğime göre üniversitede(Hacettepe?) tiyatro eğitimi almış bir hanım vardı. (Ne güzel, kahvelerimizi tiyatrocu yapacak! O da halinden memnun görünüyor.)

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ünver Çağdaş Hiçyılmaz'a Veda Konuşması

Vasiyetine uygun olarak sahnelenen son oyunun YARIN NE OLDU’da fırsat çıkmışken cesaret edip yapamadığım konuşmayı bir yazı olarak sana göndermek istedim, bu mektup  ortaya çıktı.
Çağdaş,
Benden gençtin. Nedense herkes benden genç görünmeye başladı gözüme. Yaşlanmaya başladım galiba.
Bizim mahallenin muhtarı son seçimlerde hakkında çıkarılan “artık yaşlandı” söylentilerine inat fosfor yeşili fuları boynuna dolayıp, tepeden ponponlu “Avropa” işi kepi kafasına yan takıp, ayazda bile gömlek üstüne “abadan” yelek giyerek dolaşmaya başladı mahallede. Yaşı 80 e yakın, cesedi yakışıklı olacak kesin. Ben de mi yapsam ,“Yaşamak için gençliğimi yeni baştan!”
Hay Allah! Nereden geliyor bunlar aklıma, hem de böyle bir anda?

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Üniversite Tiyatroları Üzerine Düşünceler

Öykü Gürpınar’ın yazısını (http://mimesis-dergi.org/2011/05/neden-universitelerde-egitim-produksiyonu-gerekli/)  içinde ismim geçmiş olsa da yazıma(http://mimesis-dergi.org/2011/05/%E2%80%9C127-numarali-salon-onu%E2%80%9Dnde-antigone-%E2%80%93-taskisla-sahnesi-itu/) bir cevap olarak okumadım. Bu nedenle bu yazı cevap değil bir paylaşımdır. Doğaldır ki bu paylaşım, ilham veren yazının satır başlarını kullanacaktır.
Tartışma olmadığı için kilitlendiği bir noktadan da bahsedilemez. Taşkışla Sahnesi’nin anlatmakta yetersizlik gibi bir sorunu olduğunu da düşünmüyorum.
“Neden Üniversitelerde Eğitim Prodüksiyonu Gerekli?” başlığı  "(tabir-i caizse) zurnanın zırt dediği yerdir". Konumuz tiyatro ve de Gürpınar benim yazıma gönderme yaptığı için bunu “Üniversite tiyatrolarında eğitim prodüksiyonu” diye somutlaştırmak daha doğru olacaktır.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

“127 Numaralı Salon Önü”nde Antigone – Taşkışla Sahnesi (İTÜ)

Yugoslavyalı bir inşaat şirketi ile ortak, Irak’ta iş almıştık. Gerçekleşmesi uzun süreceği bilinen proje için şirketler kendi şantiyelerini kurmaya başlamıştı. Yugoslavyalı şirket, üniformalı ve eldivenli garsonların hizmet ettiği bir barı olan basit ama çok işlevsel bir yemekhane, bir posta ofisi, oyun salonu ve futbol sahası yaptı önce. Biz onlara bakıp dudak büküyorduk. Öyle ya onlar eğlenmeye, BİZ çalışmaya gelmiştik. BİZİM için önemli olan iş yapmaktı, ‘oyun oynamak’ değil. Davetli olduğumuz ‘onların’ barının açılışında “şarap söyletir/gerçek şaraptadır”(“in vino veritas”)dan da destek alarak onların bu tutumunu eleştirmiştik. Yugoslav şirketten yaşlı bir mühendis “Bu iş en az 7 sene sürecek. Bu dağ başına(şantiye Türkiye, İran, Irak sınırlarının kesiştiği üçgen içinde idi) dayanabilmek ve işi iyi yapabilmek için çalışan insanın moralinin sağlam olması, kendini iyi hissetmesi  lâzım” dedi. Gün geldi ihtiyaç oldu onların PTT’sini(sadece mektup değil eşya da taşınıyordu), barını kullandık, bizim personel de onlardan görerek futbol sahası istedi, daha iyisini yaptık, turnuvalar düzenlendi. Süreç  öğretti!
İTÜ’de ‘sahnesiz’ Taşkışla Sahnesi’nde Antigone’yi seyrettikten sonra aklıma geldi bunlar. Taşkışla Sahnesi, ilgisizliğe, yok sayılmaya ve hatta tüm engellemelere karşı zaman gelmiş üstünde projelerini çizdikleri masalardan yaptıkları sahnede tiyatro, zaman gelmiş 3 metrekarede prova yapmış.  Yaratıcı olması beklenen  “insanların kendini çeşitli yaratıcı faaliyetlerle beslemesi ve kendi entelektüel donanımını geliştirmesi gerekir.”  Uzun uğraşlardan sonra ‘söz’ almışlar gelecek yıl salonları olacakmış. Bunun bu kadar zor olması mı gerekiyor? Bir üniversitede tiyatro salonu bir  ihtiyaç değilse nedir?

5 Mayıs 2011 Perşembe

Beşi Bir Yerde: Ritsos, İsmene ,Cevat Çapan, Zeliha Berksoy, Almila Uluer Atabeyoğlu

Epitaphios (Yazıt-Mezar Yazıtı) (1936) adlı kitabı Atina'da Zeus tapınağında, faşist cunta yönetimi tarafından törenle yakılan, 1967’de Papadopoulos diktatörlüğü tarafından esir kampına gönderilen Yannis Ritsos( 1909 - 1990),  ülkesinin tarihi gerçeklerinden ve de karakterlerinden yola çıkarak  tüm dünyanın sorunlarına tercüman olan eserler yazmıştır. Eserleri, onun direnişinin meyvesidir ve halkının yol göstericisi, insanlığın “feneri” olmuştur.
Ritsos’un İsmene’sini  Prof.Cevat Çapan çevirmiş, Zeliha Berksoy yönetmiş, Almila Uluer Atabeyoğlu oynuyor. İpek Taşdan(İsmene'nin yardımcısı) ve Hakan Ummak(subay) diğer oyuncular. Subay şiirde var, yardımcı oyuna eklenmiş. Yardımcı, ön ve son anlatımları okuyor, odanın düzeninden sorumlu ve son yolculuğunda İsmene'nin yanında. Subay, 'dinleyen', 'dış hayat' ya da...? 'Var' ya da 'yok' olması algıya bağlı.Onlar sessiz tanıklar. Her iki oyuncunun eksikliği hissedilirdi.  Her iki karakter, dramatizasyondaki ikinci boyutu(muhatabı) yaratıyor.  Dekor-kostüm(Başak Özdoğan)ün yarattığı  oda sıcaklığı ve doğallık oyuna çok şey katmış, oyuncuyu rahatlatmış.(Mekanın zorlaması nedeniyle seyirci biraz sıkışık ama..)  Müzik(İlke Boran) hem ton hem de seçilen tını olarak oyuna büyük  bir katkı veriyor. Zaman zaman kendini unutturuyor zaman zaman ise ortaya çıkarak sahneyi ve repliği tamamlıyor, zenginleştiriyor. Sanki bir çerçeve, bir karşı ses, bir yandaş , zaman zaman tarihin derin kuyusundan  yansıyan bir çığlık.
Ritsos, uzun şiiri İsmene’de İsmene’yi “konuşturur”. Bu konuşma mitolojik bir öykünün hesaplaşması gibi başlasa da giderek tarihin tüm evrelerinden beslenir, tarihin tüm evrelerini  ve geleceği aydınlatır; şiirin sonunda  İsmene, başlangıçta suçladığı kardeşi Antigone’nin “elbisesini giyer”.