Bir zamanlar sohbet edebildiğimiz Murat ve Özlem Daltaban
ile şimdi aramız iyi değil. Bence neden, onlar hakkında düşündüklerimi açıkça yazmam
ve onların da bundan hoşlanmaması. Onların ise yazılarımda “kötü niyet” arayıp
bulduklarını tahmin ediyorum. Hatta bu konuda Özlem Daltaban tarafından telefon
konuşması, mesaj ve twitlerle sorgulanmıştım da. Ama gene de aklım almıyor, oyunları
beğenilmedi diye insan küser mi? Hele onlar gibi çok tecrübeli bir çift? Olsa
olsa onları bir milyon dolarlık bir gelirden mahrum ettim ki bu kadar öfkeliler
diye düşünüyorum.
Başlangıçta her oyununu seyrettiğim DOT’un daha sonraki
oyunlarını seçmeye başladım. Oyun metinlerini, oyunların yurt dışı
eleştirilerini okudum.Yerli tanıtım amaçlı haber ve eleştirilerdeki vurgulanan unsurları inceledim.
Seyirci yorumlarında öne çıkarılan unsurlara baktım. DOT’un ne yaptığını tahmin
ettim. Oyunlar beni çekmedi, gitmedim. Dövüş Gecesi uzun bir süreden sonra DOT
ile buluşmam. Kimsenin dahli yok. Kendim ettim.
Dövüş Gecesi’ne seyirciyi oyun içine dahil eden denemelere
olan merakım nedeniyle gittim. Oyun hakkında iddialı şeyler söylendi. O
tecrübeyi bizzat yaşamak istedim. Oyun metnini okumadım. Oyunu seyrettikten
sonra yurt dışında yazılan eleştirileri okudum. Oyunu seyretmemişler için -özellikle
oyunculara(Ece Dizdar, Gizem Erdem, İbrahim
Selim, Mert Öner,Serkan Altunorak, Tuğrul Tölek ve o akşam oynamayan Pınar Töre) ve de eleştiri kurumuna saygım nedeniyle- “ipliği pazara çıkarmadan” ( “spoil” etmeden)
oyun hakkındaki düşüncelerimi yazmaya çalışacağım.
Oyun başlamadan seyircilere beş butonlu bir cihaz veriliyor. Cihaz,oyunun değişik aşamalarında verilen seçenekler arasında seçme yapmak için
kullanılıyor. Sahnedeki adayların seyirci oyları ile oyundan elenmesi
amaçlanmış ama ilk aday içlerinde yaptıkları bir koalisyon ile eleniyor. Sona
kalanın(kazanan?) neden kazandığı(hangi özellikleri ile) açık değil. Adayların propaganda konuşmaları derinlikli değil.
Hani danışıklı dövüşler var (“Smack down” Amerikan dövüşü). Dövüşçüler
çok ses çıkarıyor ama aslında yaptıkları mizansen. Amaç halkı eğlendirmek.
Dövüş Gecesi’nde de ben öyle bir ruh hali içine girdim. Bana bir ortaoyunu
seyrediyormuşum gibi geldi. Doğaçlama gibi(ymiş gibi) ile yürütülen ama aslında başı ortası ve
gidişini Kavuklu ile Pişekârın kontrol ettiği ve sonunda söylemek istediklerini
söylemek için oyunu ve seyircileri kendilerine göre sürükledikleri bir gösteri. Murat
Daltaban bunu şöyle açıklıyor: “karşılarındaki
altı oyuncunun manipülasyonu da başlıyor ve böylece seçmen sürüklendikçe
sürükleniyor… Seyirciler seçimlerini adayların yarattıkları illüzyonlar içinde
yapıyor.” Oyun akışı belli, söylenmek istenen önceden belirlenmiş. Oyunu
sonda getirecekleri nokta da belli. Kişilerin önemi yok, roller önemli. (Muhtemelen) Rolleri her gece değişerek oynuyor oyuncular. Elenmeyip kalanlar oyun çizgisini sürdürüyor. O
nedenle ne seyircilerin seçimleri ne de oyuncuların oyunları ile ikna olmadım. Murat
Daltaban’ın ifadeleri “Seyirciler çıkıp
giderse yarıda kalır ama oy vermeyi reddederlerse oyunun hiçbir şekilde
ilerlemesi mümkün değil.” Sonuçların sayı değil yüzde ile açıklandığını aklınızda tutun. Yaptığım bir
deneme var onu söylersem “spoil” olacak
susayım.
Oyunda önce seyirci profili ortaya çıkarılmaya çalışılıyor.
Seyirci kim? Kadın, erkek sayıları, yaş ve gelir dağılımları gibi. Bu bir
anlamda seyirciyi eldeki cihaza alıştırmak amaçlı. Ardından seyircilerden sadece adayları
seçmeleri değil kendilerine sorulan sorular arasında seçim yapması isteniyor.
Örneğin:
“Size itici gelen
kelimeyi seçin: Gâvur, ibne, orospu, geri zekâlı, hiçbiri” (Avustralya’da
“Which word to you find more offensive? Nigger, Faggot, Cunt, Retard, or none
of those words.”
“ ’Biraz Irkçı, Biraz
Seksist, biraz Şiddete meyilli, hiçbiri’ arasından kendinizi tanımlayan
seçeneği seçin” (Avustralya’da “Are you a little bit Racist, Sexist, Violent or
none of these flaws?”)
“Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Dinci, ateist, hiçbiri” Avustralya’da:
“ yurt dışında “Are you Religious, Spiritual or Neither?”
Ben sosyal anketlerin topluma göre seçilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Oysa oyun tercüme edilmiş. (Çeviren:Melisa Kesmez) Ama öyle bir
hava uyandırılıyor ki sonuçlara bakarak tez yazılabilir(sanki) Oylama sonuçları
bir şey göstermez. Amaç da o değil zaten. Amaç seçimlerle ilgili bir farkındalık
yaratmak. Oyundaki oylama da aynı demokrasi gibi. Yani seyirciler kendilerinin
dahil edildiği oyunda aynı oyunun kurbanı oluyor. Bu nedenle kurguyu beğendim. Tiyatro
olarak da başarılı buldum. Ama Türkiye uyarlaması hakkında söyleyeceklerim var.
Nedense Dövüş Gecesi yerine Dövüş Kulübü yazıyorum. Bu
bilinçaltı bir şartlanma. Oyunu seyrettikten sonra oyunun yurt dışındaki
sahnelemelerinden fotoğraflara
baktığımda oyunculara, dövüşçülerin kapşonlu
bornozlarından giydirilmiş olduğunu gördüm. Kapşonlar yüzü kapatacak
şekilde kafaya geçirilmiş, eller yumruk yapılmış dövüş pozisyonu alınmış. Yönetmen
Murat Daltaban kendisi ile yapılan bir röportajda bunu doğruluyor:
“Yazar Alexander
Devriendt oyunu tasarlarken, seçimleri bir boks ringine benzetmişti. Ben
sahnelerken daha farklı bir yorumu tercih ettim. Seçim denen şey sizin de
söylediğiniz gibi ‘show business’in bir parçası. Bu yüzden oraya kırmızısı çok
baskın bir perde ekledim mesela.”
Yazarın yaptığı doğru. Zira Dövüş Kulübü, Amerikan Dövüşü,
tv programlarında benzer formatlar
kullanılıyor. Hepsi “danışıklı dövüş”. Orada seyirciye ne olduğu açıkça gösteriliyor.
Bizde ise Murat Daltaban boks ringini kaldırıyor,
oyuncuları gerçek isimleri oynatarak oyuna “gerçeklik izlenimi” katıyor. Oyun
aslında siz oyuna gitmeden önce duyduklarınız daha doğru bir tanımla size
gösterilenlerle başlıyor. DOT, oyunun medyada şu ifadelerle yansımasına da
imkân veriyor:
“İzleyici profiline
göre her defasında oyunun sonu değişiyor”
“Her gece farklı bir
seyirci kitlesi, farklı bir oyun akışı oluşturuyor.”
“Yani öyle ki, oyunun
bütün seyrini, kimin kalıp kimin gideceğini, finalde ne olacağını siz
belirleyeceksiniz. Oyunun seyircinin eğilimlerine göre değişen çok sayıda
finali var.”
“Sonuç, hem şaşırtıcı
hem de büyük bir tokat atıyor. Çünkü ona da siz karar veriyorsunuz.”
“Yarışma seyircilerin
oylarıyla ilerliyor.”
Benim çok değerli “eleştirmenlerim, köşe yazarlarım”
ellerindeki basın bültenlerine göre ya da galada, prömiyerde, röportajlarda dinledikleri
ile oyunu “kendilerinden istendiği” şekilde tanıtıyorlar. Oyuna katılıyorlar
yâni.
Oyunu (hem de bu bilet fiyatı ile) birden fazla
seyredemiyeceğiniz için siz ön koşullanma ile gittiğiniz ve oyunu seyrettiğiniz gece, gördüklerinizin akışına kapılıp “vay be!” diye salondan ayrılacaksınız
(muhtemelen). Ama belki de “ava giderken avlandınız”? İşte bu noktada yurt dışı
ve yurt içi farkı da ortaya çıkıyor. Türkiye’de siz “kobay” durumuna düşürülüyorsunuz yurt dışında
ise eğlenceli bir oyunun oyuncusu oluyorsunuz.
Konu o kadar esnek ki her bir itiraza “demokrasilerde de böyle olmuyor mu?” cevabı, ağzınızı kapatabilir
ama düşünen ve gözleyen biri iseniz inanmamak için onlarca neden
bulabilirsiniz. Tüm kurgu aslında şunun için var: Demokrasi..
Seçimler.. Demokrasilerde seçimler
“dövüş” halini almıştır. Hatta seçmen ayarları ile oynanarak sonuçlar ayarlanır. Oylamanın önemi yoktur. Seçimler düzmece olmaya doğru evrilmektedir. Seçmen uyanmazsa oyların %100’nü
alan TEK aday sandıktan çıkar. Gerisi
OYUN işte!
Bizde oyundan sosyolojik sonuçlar çıkarmaya çalışanlar
gördüm. Çıkarmayın, kafanızı da takmayın, eğlenin derim.
Melih Anık
Not: "Ortaoyunu" ifadesi yapılanı küçültme amaçlı değildir. Keşke "ortaoyunu" gibi samimi olsa diyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder