“Yuvaya Dönmek - Babam İçin”
İBBŞT’na nasıl düştü sorusunu kendime sordum önce. “Düştü”ye bir ön takı
bulmalıyım ki yanlış anlaşılmasın. Zira salt “düştü” aşağılama gibi
anlaşılacak, “gökten düştü” desem övgü gibi olacak. Yıllardır repertuar
kuruluna bile gelmeden arşivde bekleyen oyunlar olduğu söyleniyor, o oyunların
yanında iki yıl içinde bu oyun repertuara nasıl alındı sorusunun karşılığı
bence “düştü”. Bu yazı da ilgililere “nasıl
düştü?”yü sormak için.
Öncelikle oyundan bahsederken Emre Koyuncuoğlu’nu
hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Alessandra Paoletti(Proje tasarımı, yazan,
yöneten), “dilini” konuşan ve anlayan Emre Koyuncuoğlu’nun sahip olduğu ufuk ve
özelliklere sahip birini karşısında bulmasaydı o atölye de yapılmazdı, bu oyun da
çıkmazdı sahneye. Ama Emre Koyuncuoğlu’nun ekipte olması gösteriye başka bir
boyut katardı. Şu sıralarda İBBŞT, Çağdaş Gösteri Sanatları Proje Geliştirme ve
Uygulama Merkezi’ni sürdürüyor mu bilmiyorum. Çağın gereklerine göre yönetilmeyen bir kurumda, sürdürülse ne olur ki!
Bu gösteriden önce dokunulması gereken bir husus var ki
bence çok önemli. Oyun dergisinde kime ait olduğu belli olmayan bir yazı var “Proje”
başlığını taşıyor ve Başak Erzi ve Selim Can Yalçın tarafından tercüme edilmiş,
“Farklı kökenlerden, dillerden ve
sanatsal altyapılardan gelen bir grup insan İstanbul’da burada buluştular, Batı
ve Doğu arasındaki sınırda.” diye başlıyor.
İstanbul’u Batı ve Doğu arasındaki sınır kabul etmişler, “o”
kişiler. Kim onlar?
“Bu hikâyenin çıkış
noktası, 1923 yılında Lozan Antlaşması ile kabul edilen, Yunanistan ve Türkiye
arasındaki mübadeledir. Modern hassasiyetler tarafından bakıldığında, Lozan
Antlaşması’nın din ve etnik kökeni dışlama kriteri olarak kullanılması kabul
edilemez.”
“Her şeye hassas”
İBBŞT yönetimi “modern hassasiyet” için ne diyor? “Din ve etnik kökeni
dışlama kriteri” gibi bir ifade hakkında ne düşünüyor? Mümkünse bu oyunla ilgili repertuar kurulu
raporunu paylaşmalarını da rica ederim.
Gösteri şöyle başlıyor:
“1912’de dağlık bir
vadide bir Rum topluluğunda doğmuşum. Temmuz’da Trabzon dayanılmaz sıcak ve
nemli olur ama dağlarımızda yazın hava şarap kokardı.Müslümanlaşmış bazı diğer
Yunan aileler dışında hepimiz Hristiyandık. Osmanlı’da yaşayan Yunanlılar’a
eskiden denildiği gibi Rum diyorlardı bize.” Oyun dergisinde var, daha uzun
ama alıntıladığım kısım olayı özetliyor. Trabzon’dan Yunanistan’a göç eden bir
ailenin hikâyesi anlatılıyor. Oyunu görenler “Ama rollerin isimleri Emre, Yasemin, Çınar,
Arzu değil miydi?” diyeceklerdir mutlaka. Nasıl ve neye yorarsanız yorun. Gizli Müslüman
oldukları için isimleri de değişmiş de diyebilirsiniz, sanatsal zorlamayla “Aslında biz her iki tarafı oyun alanında
birleştirdik, meselâ oyunda Agape de var” diyebilirsiniz. Ama Trabzon’dan
başlayan hikâyenin seyirci algısında Rum’ların Yunanistan’a göç edişlerini yok
edemezsiniz. (Temel’in hamsi hikâyesini bilenler vardır mutlaka. ‘Hamsi sarı
olur mu?’ diyene ‘Ben boyadım’ demiş ya onun gibi.) (Benzer konuya ben Bakhalar
oyunuyla ilgili olarak da dokunmuştum. İBBŞT’da repertuar kurulu neyi
onayladığını bilmiyor mu?) (http://melihanik.blogspot.com.tr/2010/02/salyangoz-tuccar-romenden-bakhalar-ibb.html)
Ben “her şeye hassas” İBBŞT yönetiminin gösteri hakkındaki düşüncesini
merak ediyorum. Mümkünse bu oyunla ilgili repertuar kurulu raporunu
paylaşmalarını da rica ederim.
“Ne var bunda?” diyenleriniz vardır mutlaka. Mübadele konusu
açılınca Anadolu’dan Yunanistan’a yapılan göçlerin önce akla gelmesi nasıl bir
rastlantıdır? (Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları” bir istisna
olarak durmakta.) Benim anlamadığım “İstanbul’da
buluşan kökenleri farklı insanların” çalışıp, aynı rastlantıyı ortaya
çıkarmalarıdır. Bunu da İBBŞT “laboratuvarı”nı kullanarak yapmaktalar.
“Her şeye hassas”
İBBŞT yönetimi bu “rastlantı”yı nasıl açıklar acaba? Mümkünse bu oyunla ilgili
repertuar kurulu raporunu paylaşmalarını da rica ederim.
Çeviren ve yapılan müziğin ortaklarından biri (diğeri Bruno
Franceschini) olan Selim Can Yalçın’ı ayrı tutarsak, gösterinin proje tasarım,
yazar, yönetim, koreografi, sahne astarımı ve müzik ekibi uluslar arası deneyimi olan yabancı sanatçılardan
oluşuyor. Projeye destek veren Heloise İnşaat’a teşekkür edilmiş. Oyun
dergisinde İBBŞT damgası var. Demek ki yapımcı İBBŞT. Derginin içinde Fatih
Reşat Nuri Sahnesi teknik ekibine; projeyi destekleyen
ve ev sahipliği yapan tiyatronun
Genel Sanat Yönetmeni’ne, müdürüne teşekkür edildiğini görüyorum. Teşekkür eden
kim? “Ev sahipliğini yapmak” ne demek?
“Her şeye hassas” İBBŞT yönetimi, “desteği”,
“ev sahipliğini” kendi birimi olan “Fatih Reşat Nuri Sahnesi teknik ekibine
teşekkürü”, “Heloise İnşaat’ı” açıklasa
da bilsek. Bu yeni bir çalışma yöntemi mi? Arkası nasıl gelecek? HERKESE aynı şansı vermeyi düşünüyor mu? Mümkünse bu oyunla ilgili repertuar kurulu
raporunu paylaşmalarını da rica ederim.
Oyunun adı “Yuvaya Dönmek -‘Babam İçin’” “Babam İçin” bir “ithaf”
mı? Bahsedilen kimin “babası?”
Yuvaya Dönmek herkesin kolaylıkla içine giremeyeceği
post-modern bir çalışma. Parçalı, “gösterim metni” üzerinden yürüyen,
dramaturjik çalışması çok da titiz olmayan, uzamı yaratmada estetik olarak
dağınık görünen, performatif sanat algısı veren bir çalışma. Gösteri türü olarak bizde alışılmamış ama dünya
sanıyorum buraları çoktan geçti. Sahne
tasarımı (Alessandra Paoletti, Marta Montevecchi) toplama parçalardan oluşuyor
ki bu da göze “batıyor”(diken gibi). Işık tasarımı(Murat Selçuk) gösterinin hareketliliğini
yakalamaya çalışmış. Müziğin Akdeniz üzerinden Yunanistan’a dokunması da
kulaklardan kaçmayacaktır sanırım. Beni
şaşırtan, oyunculuk performansları oldu. Her ne kadar Pina Baush rahlesinden
geçmiş koreograflar(Julie Anne Stanzak, Damiano Ottavio Bigi) “tâlimi” o kadar
yüksek tutmamışlarsa da başta Selim Can Yalçın olmak üzere gösteride rol alan
oyuncular (Emre Narcı, Esin Umulu, Işıl Zeynep Tangör, Ömer Barış Bakova, Özgür
Kaymak Tanık ve Semah Tuğsel) yabancıların ellerinde kendilerini aşmış. Stilize
edilmiş horon birinci perde sonunda sıkılan seyirciye ödül gibi geldi. Ama
görüldü ki gösteri devam edecek daha ikinci perde var, oyunu seyretmeye gelmiş
jüri üyesi dahil gösteriden çıkanlar
oldu.
İBBŞT’nı “kendileştirmek” isteyenlerin olduğunu biliyoruz.
Mutfak Söyleşileri, Zengin Mutfağı, Günlük Müstehcen Sırlar’da ortaya
çıkmışlardı. Onlar bu gösteri hakkında düşündüklerini açıklamadı. İBBŞT’nın
“emin ellerde” olduğunu mu düşünüyorlar acaba?
Melih Anık
Not:
1.Emre Koyuncuoğlu’nun Hedda Gabler’ine tahammül edemeyenler
Yuvaya Dönmek için bir şey demedi.
2.Röportaj: “İstanbul’un Ruhunda Evrilen Beden-Alessandra
Paoletti”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder