Kadıköy Sanat Tiyatrosu’nu(KaST) Striptiz isimli oyunla tanıdım.
Mehmet Avdan’ın rejisi için gitmiştim, iki oyuncu (Salih Usta ve Serdar
M.Bakioğlu) tanıdım. Sahne üstünde işlerini son derece ciddiyetle yapan ve
kendilerine hayranlıkla baktıran bu iki genç sahneden indiklerinde sanki hayatı
umursamaz gibi görünüyorlardı. Salih Usta’nın hep bir telaş içindeymiş izlenimi
veren hareketleri, içinin mahremini saklayan gülüşleri, gözlerindeki pırıltıya
sinmiş samimiyeti; Serdar Bakioğlu’nun sizi dinlerken aklından onlarca şeyi
geçirdiği izlenimi veren bakışları ama sonra söylediğinize verdiği cevaplar ve
şimdilerde çok da üstüne gitmediği blogundaki sıra dışı yazıları, bu iki genci
gözümde farklı bir yere oturttu. Yaptıklarını paylaşmak istiyorlardı ama
kimseden de bir şey beklemiyorlardı. Bana yaptıklarını daima duyurdular ama ne yazarsam ne söylesem hiç
“alınmadı”lar, bildikleri yolda devam ettiler. Başlangıçta KaST olarak açtıkları salon şimdi KaST Salon
olarak devam ediyor.Yapmak istediklerini kendi sitelerinde açıklamışlar:
Bu anlayıştan yola
çıkarak başka ekiplere performanslarını sahneleme imkânı ve disiplinler arası
proje üretme olanakları sağlamaktadır.
KaST SALON’da Tiyatro
3 ve Tiyatro KaST ortak projeler üretmekte ve tiyatro araştırmalarını birlikte
yürütmektedir.”
KaST Salon, 2011 İBBŞT ile "Kısalar Festivali"nin
mekânlarından biri oldu. KaST bir ara salonundan ayrıldı Kadıköy ‘de başka bir
salonda sanatını icra etmeye devam etti. O sırada “Masanın Altı” isimli oyunu
oynadı ben de seyrettim ve yazdım. KaST değişik topluluklarla ortak projelere
imza atarak 2010 Haydarpaşa Bahar
Festivali’nde, 2012 Galata Görünürlük Projesi kapsamında sokakta tiyatro yaptı. Galata’daki gösteriyi
çok beğendim. KaST, baştan beri söylediğine sâdık kalarak “mevcut sanat anlayışlarının dışına çıkarak araştırmalar ve deneyler
yapmaya” devam ediyor. “5 Fasılda Tükenmek” de bu kapsamda bir deneme.
5 Fasılda Tükenmek’i Güneş Çağlar derlemiş, Gonca Yalçıner
ile birlikte yönetmiş. Gösteri 5 fasıldan oluşuyor: İnkâr, Öfke, Pazarlık,
Depresyon ve Kabul.
Kendi anlatımları ile
“Beş Fasılda Tükenmek bir
distopyayı anlatır. Adı neoliberal kapitalizm olan bir distopya. Unutmak, inkâr
etmek, tüketmek için kurulmuş, toplu katliamlarla, kirli garajlarda yapılan
işkencelerle ortadan kaybedilen insanlarla inşa edilmiş bir distopya. ‘ Bugün
yine bir yerere özgürlük getirdiler. Barut ve kanla kaplı bir özgürlük. Ne de
olsa tanımını onlar yapmıştı, bize yalnızlıca tüketmek düşer’”
Demir leblebi gibi
bir tanım. İddialı.. Büyük… “Teşekkür edilen” isimlere(Elizabeth Kubler Ross,
Slavoj Zizek, Naomi Klein, Zygmunt Maumann)
bakınca işin daha zor olduğunu anlıyorsunuz. Dersim’i ve 5 Nolu’yu Cezaevi’ni anlatan
Çayan Demirel gösterinin yerel yanı. Konu demirden olunca çiğnemesi de çok zor
oluyor. Bu hem gösteriyi kurgulayanlar için hem de seyirciler için geçerli.
Metni yazan Güneş Çağlar, birbirinin devamı gibi görünmeyen beş ayrı fasıl kurgulamış. Her bir fasıl kendi içinde bir şeyler söylüyor ama birbirine bağlamak
için yükseğe çık(arıl)mak gerek. Metin bence bu yüksekliği sağlamıyor.
Gösterinin karakterlerine baktığınızda bu kopuşu görmek mümkün: Guru, Alfredo
Fettuçini, 1000 Kere Kaybolan ve Tanrı. Her biri akıllıca tasarlanmış ama hepsi
bir arada “Peki ama ne?” hâline koyuyor sizi(beni).
Birinci fasıl çok iyi bir giriş yapıyor gösteriye. “Ne kadar çok o kadar çok” ile azgın
kapitalizmi tanıyorsunuz hemen. Özgürlüğün içinin boşalmakta; “kendinizi iyi
hissettiren kitaplar”ın o aldatıcı dünyasının da kapitalist sistemin
dayattıklarından olduğunu hissediyorsunuz. Güneş Çağlar da çok iyi oynuyor Guru’yu.
Bölümün sonunda Spartaküs’e “bağlanmışken” Alfredo Fettuçini’ye âni geçiş
zorlama geldi bana. Ama yemek üzerinden “koku”ya bir geçiş yapılması
düşünülmüş.
İkinci fasılın “koku” üzerine kurulması da iyi bir düşünce.
Ama o da fasıl sonuna doğru etkisini kaybediyor. Tanrı’nın konumlandırıldığı
yer de çok tekrar edilmiş bir tema.
Üçüncü fasılın saatten yola çıkarak neden kurulduğunu anladım/anlamadım.
Guru’nun bu sahnedeki yeri ilk giriştekinin tamamen dışında. Yadırgadım.
Dördüncü fasıl insana çektirilen işkenceler üzerine kurulmuş,
“tüm işkenceciler aynı kişi”. Benim
birinci fasıldan sonra en beğendiğim fasıl bu.
Beşinci fasıl ise Tanrı kavramı üzerinden bir “toparlama”.
Tüm olayları bağlamak için seçilmiş bence kolaycı bir yaklaşım olmuş. Oysa daha
derinleşme bekliyor insan. (sanırım bu oyunun tümünde yapılmalı, tek sahneyle gösteriyi kurtarmak kolay değil) Örneğin tesadüfen
şu sıralarda okuduğum bir kitapta (André Malroux- “Karşı Anılar”-İletişim) karşıma
çıkan Hinduizm’den örnekler vereyim. Hinduizm’de “insan, yasayı yâni kast görevini gözlemlediğinde ve kendi kimliğini onunla keşfettiğinde Tanrı’yla
birleşir” inancı var. “İşte önündeyim
sana tapmak için / Ey benden başkası olmayan Tanrım benim” “Ey Tanrım sen ki
inananların tahayyül ettiği biçimleri alırsın” Gösterinin çaresiz ve
umutsuz bittiğini düşünüyorum. Oysa gene Hinduizm’den bir alıntıyı dikkate
sunayım: “Kim öldürebilir ki ölümsüzlüğü”
Beş Fasılda Tükenmek ufkumu açan bir gösteri ama başta da
dediğim gibi demir leblebi gibi bir konuya dalmış. Fikir olarak ilginç ama metin
olarak eksikleri var gibi geldi bana. Dikkat çekmek istediğim husus ise “göstermek”
üzerine kurulu bir çalışma, ne demek istediği açık değil ve yapısında “umutsuzluk” hâkim.
Ben tiyatroda masa başı çalışmasının yâni metinden(Güneş
Çağlar) başlayarak ön tartışmaların ve okumaların çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Sanırım ön hazırlık yeterli olmamış. Rejide(Gonca Yalçıner ve
Güneş Çağlar) değiştirmek ise hayli güç.
Oyunda kullanılan bir yönetim masası var. Oyuncular sırayla
o masada görev yapıyor. Yaptıkları da kameradan(Serdar Kurt) ekrana
yansıtılıyor. Bu da düşünce olarak iyi ama uygulama olarak başarılı değil. Kameradan
yansıyanların ne olduğu kolay anlaşılmıyor olaylarla ilgi kurmak zor. Görüntüler
net değil. Ekrana yansıtma olan bir oyunda ışığı(Kara İlker) ayarlamak da kolay
değil. "A capella" olarak müzik(Ceren Özkarataş) bence oyunun en
başarılı yanı. Bu oyunda da iki iyi oyuncu tanıdım, Güneş Çağlar ve Cevher
Güzey. Salih Usta ve Serdar Bakioğlu hakkında olumlu düşüncelerim sürüyor.
“Beş Fasılda Tükenmek” ilginç bir deneysel bir çalışma. Gençlerin
okuma ufuklarının genişliğini görmek umut verici. Bence dağılmaya açık çok şey
söylemek yerine sınırlı bir alandan
başlayarak genişlemek en iyisi.
KaST’ın yaptıklarını merak ediyor, her zaman duyurmalarını bekliyorum.
Melih Anık
Not: "Kamerayı Gonca kullanıyor. Işıkta da Dilek Altun duruyormuş."
Not: "Kamerayı Gonca kullanıyor. Işıkta da Dilek Altun duruyormuş."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder