Bir Delinin Hatıra Defteri’ni daha önce seyretmiştim.
Dostlar Tiyatrosu’nun sitesine baktım. Oyun 1992-93 sezonuna kaydedilmiş. “Yok o kadar geç değildi” dedim kendime.
Genco Erkal ile yapılan bir röportaja rastladım. O da 1965 yılından bahsediyor.
O da olmaz. Oyun dergileri arşivimi indirdim. Bir Delinin Hatıra Defteri’nin
oyun dergisini buldum. Allahtan dergilerin içine not atıyormuşum o zamanlar. “14
Şubat 1969 Elhamra”. (Elhamra da yok oldu biliyorsunuz değil mi?) Derginin orta
sayfasında kadro verilmiş:
“Nicolay Gogol’ün hikâyesinden oyunlaştıranlar: Sylvie
Luneau- Roger Coggio
Çeviren: Coşkun Tunçtan
Yöneten: Genco Erkal”
Oyunun kitabı da kütüphanemde vardı. İçinde de aynı tarih yazılı,
14 Şubat 1969. Çeviren Coşkun Tunçtan, kitaba, Genco Erkal’e hitaben Eylül 1968
tarihli bir not düşmüş: “Bu dramı hakkıyla oynayabilecek senden başka
bir tek sanatçı tanımadığımdan, çeviriyi hep seni düşünerek yaptım.” (Erdal Beşikçioğlu 1970 doğumlu, henüz
doğmamış yâni.)
Dostlar Tiyatrosu’nun sitesinin oyunlar listesinde “Türkçesi:
Coşkun Tunçtan Uyarlayan - Yöneten: Genco Erkal” Tarih 1992-93. Afişte ise
“Yazan : Nikolay Gogol - Uyarlayan /Yöneten/ Oynayan: Genco Erkal” yazılı. “Oyunlaştıran”ın
ismi yok. Genco Erkal uyarlayanın kendisi olduğunu belirterek aslında bir mesaj
veriyor. (Erdal Beşikçioğlu o tarihte 22 yaşında. 1993’de Hacettepe
Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndan mezun olmuş. Ve hemen Diyarbakır Devlet
Tiyatrosu’nda göreve başlamış. 1996’ya kadar da oradaymış. Neden yeni mezunlar
Diyarbakır’dan başlar?)
Bir Delinin Hatıra Defteri’ne Genco Erkal’den başlamamın
birkaç nedeni var. Anlaşılmış olduğu gibi “Ben
bu oyunu kırk yıl önce seyretmiştim” demeye getiriyorum. Ama bu arada Genco
Erkal’in oyunla ilgili yapmış olduğu değişikliklere de vurgu yapıyorum. Erkal oyunu 22 yıl arayla iki kez oynamış.
İkinci oynayışında da, onun gibi toplumsal olaylara duyarlı bir tiyatrocu,
dönemsel havayı dikkate almıştır mutlaka. “Uyarlayan” kelimesinden çıkan anlam
bu. Sanatçı toplumun barometresi değil midir? Ben de merak ettim o yılların
tarihi olaylarını araştırdım, hatırlamaya çalıştım.
1968 Ocak’da Deniz
Gezmiş, arkadaşlarıyla,"Devrimci Hukuklular Örgütü"nü kurdu. 1968
Haziran’da D.T.C.F.'de ilk öğrenci işgali başladı. 1969 Ocak’da ABD Büyükelçisi
Komer'in arabası ODTÜ’de yakıldı. 1969 Eylül’de ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür,
İstanbul'da vurularak öldürüldü. Haziran 1970’de İstanbul'da Türk-İş ve DİSK'in kapatılmasına
karşılık büyük işçi mitingleri yapıldı 1970 Kasım’da İstanbul'daki Atatürk
Kültür Merkezi bütünüyle yandı.1991 Ocak’da ABD öncülüğündeki BM güçleri,
Irak'a karşı saldırıya geçti. 1991 Kasım’da İstanbul Boğazı'nda koyun yüklü
Lübnan bandıralı gemi ile Filipin bandıralı gemi çarpıştı. Kazada 22.000 koyun
boğaz sularına gömüldü. 1993 Ocak’da Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu,
Ankara'daki evinin önünde bulunan arabasına konan bomba ile öldürüldü. Temmuz’da
Sivas Madımak Oteli yakıldı. (Vikipedi)
İnsan durup dururken delirmez değil mi!
Ankara Devlet Tiyatrosu 2007-2008 sezonunda başlamış oyuna.
2006 Mayıs’da Danıştay İkinci Dairesi'nde düzenlenen silahlı
saldırıda, aralarında Daire Başkanı Mustafa Birden'in de bulunduğu dört kişi
yaralandı, Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin yaşamını yitirdi.2006 Mayıs’da Akdeniz uluslararası hava sahasında Türk ve
Yunan F-16 uçaklarının havada çarpışarak düşmesi sonucunda bir Yunan pilot
yaşamını yitirdi. 2006 Aralık’da Orhan Pamuk, Stokholm'de Nobel Edebiyat
Ödülünü aldı. 2007 Mayıs’da Ankara, Ulus'ta patlama sonucu 5 kişi öldü 60 kişi
yaralandı. 2007 Temmuz’da Türkiye genel seçimleri sonucunda Adalet ve Kalkınma
Partisi Türkiye genelinde aldığı %47 oy alarak tekrar birinci seçildi. Bu
sonuçla Adalet ve Kalkınma Partisi mecliste 341 milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi 112 ve Milliyetçi Hareket Partisi 71 milletvekili çıkardı.(vikipedi)
İnsan durup dururken delirmez değil mi?
Her oyun yaşanılan dönemle ilgilidir. Görünüşte belli bir
neden yoktur(belki de onlarca vardır) ama sanatçı bir türlü kendini bir oyuna
doğru yönelmiş hisseder. O oyunun öncelikle kendisine sonra seyircisine iyi geleceğini düşünür belki. Oyunun, yöneten Cem Emüler ve yönetmen
yardımcısı/oyuncusu Erdal Beşikçioğlu’na
ve de seyirciye çok iyi geldiği çok belli. Oyun çok iyi sahnelenmiş ve yedi
yıldır artan bir ilgi ile kapalı gişe oynanıyor. Yedi yılda neler olmadı neler!
Bence bu gidişle oyun daha çoook oynanır.
Ben oyunu ilk seyrettiğimde(1969) 17 yaşındaydım. Deliliğe
odaklanmıştım. Psikolojik analizler yaptığımı hatırlıyorum. 1992 sahnelemesini
seyretmedim. Tiyatro dünyamızda fırtınalar estiren oyunu da sahnelendiğinin
yedinci yılında ve biraz da şansla seyrettim.(Sebep olana müteşekkirim.) İlk
seyrettiğimde Popriçin benim için “deli”ydi. Yıllar sonra yeniden seyrettiğimde
galiba ben Popriçin’i anlıyorum ve ona “deli” demiyorum. Belki de ben
Popriçin’im artık.
Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Bir Delinin Hatıra Defteri
Sylvie Luneau ve Roger Coggio’nun oyunlaştırdığı ve Coşkun Tunçtan’ın çevirdiği
metni kullanıyor. Ufak değişiklikler
olsa da metnin sözüne sâdık kalınmış. Ama oyunun bana ulaştırdığı anlam 1969
yılından bambaşka. Elbette bunda benim “büyümüş” olmamın etkisi var ama
sahnelemenin de çok payı var. Seyirciler gündeme çok duyarlı ve Erdal
Beşikçioğlu’nun oyununa yoldan çıkarıcı
tepkiler veriyor. Beşikçioğlu, her şeye rağmen
kendi çizgisinde yürüyor. Seyircinin kışkırtışına gelmediği için
kendisine teşekkür ediyorum. Bugünkü yorumumda onun oynayışının rolü var.
Ben size, oyunun bana ne ulaştırdığını anlatacağım. Bunun
yönetmenin ve oyuncunun aklında olup olmadığını bilmiyorum. Zaten bir oyunu yüz
kişi seyreder herkes farklı anlar, anlatır.
Önce Gogol’den başlamam gerekiyor. Bir Delinin Hatıra
Defteri hikâyesi Varlık Yayınları tarafından iki hikâye ile birlikte
yayımlanmış. Kitaptaki diğer hikâyeler Palto ve Burun. Ölü Canlar’ı Müfettiş’i
bilmeyen bir seyircinin tercihen oyunu seyretmeden önce üç hikâyeyi ardarda
okuması oyuna bakışını değiştirecektir. Zira Gogol basit bir yazar değildir ve
üç hikâye onun mantığını, dehasını ve dünyasını ortaya koymaktadır. Gogol
saçmanın kenarında dolaşır bu hikâyelerde. Okuyucuyu inandırır da. Anlattığı
olayın çok da önemli olmadığını, aslında amacının kendi dünyasının içinde yolculuk yapmak olduğunu
anlarsınız. Yarattığı karakterlere verdiği isimleri de icat etmiştir. Örneğin
bir eserinde kullandığı Bezpeçniy ve Pobedonosnoy isimleri ‘lâkayt’ ve
‘muzaffer’ anlamlarına gelir. Bu grotesk adların taşıyıcısı olarak kişilerin
zihniyetini ele verme aracı olarak kullanmak, Gogol’e ilginç gelmektedir. “Gogol’ün
hayâl dünyası gerçektir” demek belki de en doğru tanımlama olacaktır. Gogol
şahsi uçurumunun kıyısında dolaşır. Eserlerinin anlamını, bürokrasinin dehşet
vericiliğine sıkıştırdığınızda Gogol sıradanlaşır. İçinde yaşanılan dünya absürt
ise o dünyada yaşayan insana absürt diyemezsiniz. Gogol’ün tarzındaki boşluklar
ve delikler aslında yaşamın kendi dokusundaki kusurları ima eder. Andrey Bely,
tuhaf bilinçaltı ipuçlarını izleyerek Ölü Canlar’daki sandığın Çiçikov’un karısı olduğunu belirtmiş;
Palto’da Akaki’nin pelerininin onun metresi, İvan Şponka ve Teyzesi’ndeki çan
kulesinin de Şponka’nın kaynanası olması gibi.(Bu bölüm, Nabokov’un “Nikolay
Gogol” isimli eserinden derlenmiştir.(İletişim Yayınları) Oyuna bu özet
çerçevesinde bakmak değerini arttırır. Kitabı okumanızı tavsiye ederim.
“Poprishchin” ismiye ilgili yaptığım
araştırmada “vurmak, şaşırtmak, etkilemek, kırmak, yırtmak” kelimelerine
ulaştım. Popriçin “vurucu, şaşırtıcı, etkileyici” bir karakterdir. Kendisini
“kırar”ken aslında varlığı ile başkalarının algılarını da “yırtar”.
Gogol, Puşkin’den çok etkilenmiş. Her şeyi Puşkin için
düşünüp Puşkin için yazarmış.(Kemal Tahir-Oyun dergisi yazısı) Puşkin 1833
yılında Bronz Atlı (“Bronze Horseman”) isimli bir şiir yazar. Şiir St.Petersburg’daki I.Petro’yu temsilen yapılmış bir heykelin sel
altında kalmasını anlatır. Şiirde Evgenii isminde fakir bir adamdan bahsedilir. Evgeni
sel sırasında heykelin dibinden şaha kalkmış atın üzerindeki Çar’a bakar. Evgenii
selden sonra sevgilisininselden kaybolduğunu görerek delirir. Petersburg sokaklarında
bir yıl boyunca başıboş dolaştıktan sonra mutsuzluğunun sorumlusunu hatırlar, heykelin
yanına gelir ve heykele küfretmeye başlar. Heykel canlanır ve Evgenii’yi kovalar.
Şiirin sonunda Evgenii’nin cesedi suyun üzerinde yüzerken bulunur. Şiirle
ilgili dönemsel yorumlar birbirinden farklıdır. Evgenii’nin heykele baş
kaldırışı, halkın otokrasiye baş kaldırışı olarak yorumlanır. Eserde bireyin durumu ile toplumsal koşullar birlikte konu edilir. (http://en.wikipedia.org/wiki/The_Bronze_Horseman_(poem))
Gogol’ün Puşkin hayranlığını ve de Bronz Atlı şiirini
biliyorsunuz şiir ile Bir Delinin Hatıra Defteri arasındaki benzerlikler gözünüzden
kaçmayacaktır. Bu nedenle ben Cem Emüler’in yönettiği Bir Delinin Hatıra
Defteri’nde kurulmuş olan sahne düzenine bu açıdan baktım. Sisler arasındaki
bir vincin üstünde ve seyircinin tepesinde olan Popriçin bana farklı bir duygu
verdi. Toplumun genelinden farklı olan ve içinde yaşadığı toplumla iletişimi
zamanla kaybolan Popriçin o toplumun içinde “öteki” muamelesi görüyor. Tek kabahati ise “kendisi olmak”. Üstünde
olduğu makinanın(hayatının) kumandası da Popriçin’in elinde. Kaderine
hükmediyor yâni. Kendi tercihlerine göre yaşıyor. Sürünün elemanı değil. Bu da
onu farklı kılıyor ama ona düşman kazandırıyor. Aslına bakarsanız Popriçin
toplumda olanların farkında ve doğru gözlemleri de var. Bir anlamda baş kaldırıyor.
Değişen düzen onu kendi bildiklerinden kuşkuya düşürmeye başlıyor. O, toplumun
içinde değil dışında olmayı seçmiştir. Memnun değil ama eyleme geçememektedir. Üstünde oturduğu sepet belki de onu kovalayan
bronz atlıdır. Böyle düşününce Popriçin hâlâ deli mi geliyor size?
Oyunun mizanseninde olmasa dediğim bir kaç şey var. Biri
kovanın seyirci üzerine boşaltılması diğeri de Popriçin’in bulunduğu yerden
çıkması. Ben olsam her ikisini de kaldırırım. Bir Delinin Hatıra Defteri’nin
ismi seyircide bir beklenti yaratıyor. Ben olsam oyunun adını Popriçin yaparım.
Popriçin’in kostümü(Tasarım: Sertel Çetiner) bence çok yırtık pırtık. Deliliği
destekliyor ki benim hemfikir olmadığım bir durum. Bence parlamış pantolon ve
ceket, eprimiş bir gömlek gibi gündelik bir giysi olabilirdi.
Oyunda bir şemsiye, asılı bir çift postal ve bir palto
kullanılıyor. Paltoyu Palto hikâyesinden tanıyoruz. Oyun sonundaki “burun”
dokundurması da bize burun hikâyesini hatırlatıyor. Şemsiye ise sığındığımız
bir liman mesela bir annenin kolları neden olmasın? Şemsiyenin kullanılışı bir denge durumunu
hatırlatıyor. Asılı duran postal ise Popriçin’in
eylemsizliğini anlatıyor bence.
Cem Emüler Yanık oyunu ile 16. Afife Tiyatro Ödülleri Yılın
En Başarılı Yönetmeni Ödülü’nü almıştı. Bu oyundaki yönetimi çok başarılı. (Ne
yazık ki jüriler görmemiş.) Yönetim başarısı mekân tasarımı (Dekor tasarım:
Sertel Çetiner) ile başlıyor. Popriçin’i Rusya’nın dışında çıkarıyor. Benim
algıma göre de Gogol’ün absürtünün hakkını veriyor. Vinçte yapılan revizyon çok
başarılı. Sepet yükselip alçaldıkça kol sabit bir aksta kalıyor.
Işık çok iyi kurulmuş(Işık tasarımı: Seyhun Ayaş- Zeynel
Işık). Tepedeki dairesel dizilmiş
ışıklar bana atlıkarıncayı hatırlattı. Işığın kumandası belli bir
disiplin ve dikkat istiyor. Zaman zaman ufak kaçışlar olsa da ışık
kumandanın(Mustafa Bal) başarısını vurgulamak gerek.
Oyunda kullanılan müzik,efektler (Beste-ses-efekt tasarımı:
Tayfun Gülütan) oyunun atmosferini yaratmakta çok başarılı. Sesin hoparlörden gelmesi iyi olmuş. Zira bu salonu sarıyor.
Sıkışık salonları düşününce dekorun kurulması ince bir
hassasiyet gerektiriyor. Dekor sorumluları Dursun Dinçsoy ve Seyit Şahin; sahne
âmiri Yunus Daştan ve aksesuar sorumlusu Serdar Kızılırmak oyunun başarısında önemli
olan ekip çalışmasına katkı yapan diğer görevliler.
Bir Delinin Hatıra Defteri dramatik yapısı olmayan bir oyun. Bence başarısız bir
oyunlaştırma. Bu oyuncuya daha da zor bir görev veriyor. Erdal Beşikçioğlu’nun
oyunculuğu hakkında bugüne kadar yapılan övgülerin üstünde yeni bir şey
söylemem zor. Yedi yılda seyirci her türlü övgüyü yapmış. Ben Erdal Beşikçioğlu’nun
tanınırlığını kullanmayıp gösterdiği namuslu ve özverili oyunculuğunu
vurgulamak isterim. TV’de canlandırdığı karakteri/oyunculuğunu sevmiyordum,
yanılmış olduğumu onu sahnede seyredince anladım. Beşikçioğlu çok iyi bir
oyuncu. Sesini bu kadar renkli kullanması, beden kullanımındaki becerisi,
seyirci ile olan iletişimi onu ustalık
seviyesine çıkarıyor.
Bu oyundan sadece Erdal Beşikçioğlu’na Baykal Saran Tiyatro
Ödülü çıkmış. Ben tiyatro jürilerini de anlamıyorum doğrusu. Yedi yıldır halkı
peşinden koşturan bir oyun neden ödüllendirilmez, görmezden gelinir? Jüriler
seyirciden daha mı iyi biliyor? Bunun
nedeni “İstanbul Lobisi” midir? Gerek Cem Emüler gerekse Erdal Beşikçioğlu’nun
GERÇEK ödüllerini seyirci vermiş. Daha ne diyeyim!
Melih Anık
Not: Oyun hakkında
yazılmış eleştiri aradım. Birkaç blogda buldum ama ülkemin anlı şanlı(!)
eleştirmenleri yedi yıldır oyunu yazmamış. Onlar yazmamış ama seyirci oyuna
olağanüstü ilgi göstermiş. Ben ülkede
tiyatro eleştirisi yok diyorum kızıyorlar. Bence eleştirmen de yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder