13 Nisan 2014 Pazar

Sezonun En Önemli Oyunlarından Biri: "Nehir" (Oyun Atölyesi)

Oyun Atölyesi’nin Nehir isimli oyununu seyrettiğimde hissettiğim şey “farklı” bir oyunla karşı karşıya olduğumdu. Görünen şu: Bir Adam iki Kadın bir kulübede.. "Çapkın"(?) Adam nehir kıyısındaki kulübesine "attığı"(?) Kadın'larla yaşadığı sıradan ilişkileri hatırlıyor. Eşimle oyunu konuşarak eve geldik. Ertesi sabah kahvaltıda gene konuştuk. Girişteki şarkı, oyunda okunan şiir, elde tutulan kitap (Ted Hughes- “River”), sözü edilen Virginia Woolf’un kitabı (“Fenere Doğru”), iki kadının aynı anda bulunduğu tek sahne, tavana çarpıp düşen kuş, kuğular “farkı” ima ediyordu ama “adını koyamadık”.

İnternette gezindim.  “Balık tutma bahanesiyle kadınlarını kulübeye getiren adam” ve “kandırılmayı kabul eden kadınlar mı yoksa bunu başaran erkeklermi?”; “Yaşamına giren kadınları bu göl evine getiren bir adam, kendisinin değil ama kadınların tuttuğu balıkların pişirilmesi, sevişme, zorda kaldığında ‘seni seviyorum’ demeler ama sonu gelmez ilişkiler” çevresinde dolaşıyordu eleştiriler. Bu arada oyunun üç oyuncusu ile yapılan bir röportajı izledim. Doğrusu onlar da röportajı yapanın bu minvaldeki sorularına onun istediği cevapları veriyordu. Oyun Atölyesi’nin sitesinde oyun için  “Aşkın peşinden giderken aşkı ezbere yaşamaya yönelen Adam’ın hayatına giren kadınları ve yaşadıklarını anlatıyor” deniyor. Beni tatmin etmedi. Nehir’in bu kadar sığ ele alınmasına aklım yatmadı, içine daldım.

Yola çıkmam gereken noktaya karar vermiştim. Oyunda gördüğüm şiir kitabı “River” ve yazarı Ted Hughes’dan başladım. Ted Hughes’un bir nehirden öte bir okyanus olduğunu fark ettiğimde artık çok geçti ve o okyanus beni içine çekti. Önüme ne çıkarsa okumaya başladım.

Ted Hughes… İngiliz edebiyatının doruklarından biri. Anlaşılması zor şiirler yazmış. Metaforları çok derin. Balık tutma meraklısı. Çevreci. Birlikte yaşadığı iki kadın (Sylvia Plath ve Assia Wevill) da aynı şekilde intihar etmiş. Bir şeyler buluyorum galiba.

Ted Hughes için şiir yazma, bir tür balık tutma; akan bir sudan yaşayan varlıkları çıkarmak. Ama yakalarken yakalanıyor insan. Aslında yakalanan balık değil aynı zamanda sizsiniz de. Siz balığı yakalıyorsunuz  nehir de sizi yakalıyor. Hughes söylemese de somon bizim bir prototipimiz. Tatlı suda doğuyor denize gidiyor. Ölmek için doğduğu yere geri dönüyor. (Tatlı sularda kalanlar ve nehrin mansabında sonlanan türleri de var.)  Taşların arasına bırakılan yumurtalarından başlayan bir ölüm dansı. (Oyunda elden ele geçen taşa dikkat.) Onun hayat döngüsü doğanın amacı gösteriyor ve dinlerin bir paradigması.  Oyunda somonun bir cinsi  denizalası var.  Adam söylüyor zaten:  “Alabalık, yalnızca tatlı suda yasar. Oysa denizalası göç eder. Sadece bir kere yumurtlayan ve ölen somon balığının aksine, denizalası denize geri döner, büyür ve ertesi yıl her şeyi baştan yapar.”  Nehir hayatı temsil ediyor.  Nehir hayatın zaman içindeki imgesi.Her şey nehre karışır.” Nehirin imgesi tekerlek. Mevsimlerin değişmesi. Doğanın döngüsü. Denizden bulut, buluttan yağmur olması. Nehirler olup denize kavuşması. Somonun nehir ve deniz arasındaki döngüsü gibi. (“Diğer Kadın : Yağmur, nehre yâni kendi yansıması üzerine yağıyordu, yağmur nehir oluyordu.”) Hughes’un dizelerindeki metaforlar hep bu döngüyü anlatıyor: “Suya dal çamurun içine, bırak beynin sisli bir toprağın içinde olsun, mansapta bir hayalet süzülür” “Nehrin sesi içimdedir”  “Bedenle ruhu birbirine dikmek, gök ile yeri ve sonra nehri denize ”Ted Hughes aynı zamanda  bir çevreci. Doğadaki katliamlarla balık neslinin tükenmesine, suların kirlenmesine  karşı eylemlere katılmış. Bu yıllarda da “River” isimli kitabı yayımlanıyor. 

 Ben Ted Hughes ile mücadele ederken(?) metni elime almak ihtiyacı içindeydim. Rica ettim, Hira Tekindor metni gönderdi. Şarkının isminden (“The Song of Wandering Aengus”) Yeats ve Aengus’a ulaştım. Oyunda okunan şiir Ted Hughes’un şiiri. Bazı şeylerin daha da aydınlanması,metin üzerine çalışırken oldu.

Oyun şöyle başlıyor: “Karanlık. Nehir... Bir kulübeye dönüşür.” Bu Ted Hughes’un dünyasına giriş gibidir. Sahneye ilk önce “Kadın” girer.  Nehir içindeki bu mekânın gerçek sahibi  “kadın”. Doğum kadınla başlıyor çünkü.  Kadın bir şarkı mırıldanır.(Donovan şiir şarkı yapmış) Sözler Yeats’in şiiri “The Song of Wandering Aengus”.   Aengus, İrlanda mitolojisinde bir karakter, aşka tanrısı gibi. “Wander”ın sözlük anlamı “başıboş gezmek” ama burada Aengus rüyasında gördüğü bir kızı arıyor, mitolojide buluyor ama şiirdeki “protagonist”, bulamıyor. Belki ölümden sonra ulaşabilir. Umutsuzluk yok şiirde. Mitolojik hikâyede kızla beraber kuğuya dönüşüyorlar. (Kadın ileride bir sahnede kayboluşunu anlatırken “başımın üstünden üç kuğu geçti” diyor.) Şiirde alabalığa dönüşümden bahsediliyor. Ay ve güneş imgeleri Yeats'in şiirlerinde tekrar ediyor. Ay komünal düşünceyi ve iç güdüyü, güneş ise bireysel ve rasyonel düşünceyi simgeliyor. (Oyunun başlarında Kadın güneşin batışından, Adam aydan bahsediyor)  Yeats şiirin sonunda bu iki varlığın birbirini  tamamlayacağını belirtiyor. Diğer bir bakış açısında ay sonsuzluğu güneş ateşi simgeliyor. Kızla olan aşkında bu mükemmel bütünlüğü görüyor.

Ben daha metnin ilk başında Jez Butterworth’un vizyonu karşısında saygıyla eğildim. Piyesteki Adam, Ted Hughes’a çok benziyor.  

Güneşin batışı ile ilgili diyalogda kadının aklı okuduğu kitapta. “Fenere Doğru” (Virginia Woolf) Adam “21 Ağustos” dediğinde Kadın “Virginia Woolf” der. (Her bir sayfasında yazarından alıntılar olan Virginia Woolf takvimleri var. Keşke o takvimlere bir gönderme olsaydı.) Kadın Adam’ı güneşin batışını seyretmeye çağırdığında  Adam “biliyorum” der ve ezbere bir gün batımı anlatır. Birkaç replik sonra “Yeni Ay! Bu gece ay yok. Hava sıcak. Bulutlar küme küme. Büyük bir gün batımı olur” der. Kadın ve Adam’ın sebep ve sonuçları farklıdır. Kadın  "Kulübedeki o gece. Birlikte güneşin batışını seyrettikleri gece. Bizim günbatımımız dedi adam. Kadın da bu ani sonsuza kadar sakladı" diyor. İngiliz edebiyatında hayalet öyküleri çok ünlü. “A Night at a Cottage”(Kulübedeki Hayalet) Richard Hughes’un.  (Bu başka bir “Hughes”) Yazar Kadın’ın şahsında Virginia Woolf’a “kulübedeki o gece” ile hayaletlere gönderme yapar. Benim için o noktadan itibaren oyunda gördüğümüz kadınlar birer Virginia Woolf’tur ve “hayâlet” olmaları çok mümkündür. Piyes, Ted Hughes’un “hayâletleri”, zihnin hayâlleri ve Attilâ İlhan’ın “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” dizesine doğru genişleyen kompleks bir hikâyeye dönüşür. (Piyes, kadınların Adam’ı yargılaması mı yoksa Adam’ın kafasının içinde günah çıkarması mı seyirciye kalmış. )

Piyeste okunan şiir “aysız gece yarısıdır” ile başlar ve insanın tüylerini ürpertir sanki. “Bütün nehir Beni dinledi ve kör, Görünmez, beni izledi. Ve diplerde tuttu beni. Kör, görünmez elleriyle ‘Yakaladık onu’ diye fısıldadı, ‘Yakaladık onu’” Bu nehre yakalanmaktır. Karanlık bir bilinmezliğin içine dalmaktır. Ted Hughes var olma yok olma üzerine çok kafa yormuştur. Yok sanılan bir karanlığın içindeki varlığa dikkat çekiyor piyesin yazarı, Hughes’a gönderme yaparak. Adam telefonda polise “Kaybettim onu. Karanlıkta.” derken aslında Ted Hughes’un intihar eden kadınlarına bir dokunuş yapıyor. Diğer Kadın “beni bıraktığın yerde” derken gene Hughes’un kadınların intiharından sonra kendisine yapılan suçlamaları hatırlıyoruz. (Hughes’un kadınları intihara sürüklediği iddia edilmiştir. Aslında yazar Adam’a  suçluluğunu itiraf ettirir gibidir.)  Kadın “Bir kadın gördüm. Suyun yanında duruyor. Ağaçların arasında. Benim yaşlarımda” derken gene Hughes’un hayatına bir gönderme ile karşı karşıya kalırız.. KADIN “Çünkü çok eğleniyordun, bana olta atmayı öğretirken.” derken aslında  kadınların yaptığı fedakârlık vurgulanır. Kadınlar kendi hayatlarını değil Adam’ın hayatını yaşamaktadırlar. Adam’ı anlamak için Kadın’ların sözlerine dikkat etmek gerek. Adam’ın anlattığı balık tutma hikâyesinin sonunda diyor ki “Gevşek gevşek tutuyorum ellerimin için gözlerimi kapatıyorum titreyerek. Sonra  gözlerimi açtığımda balık yok” Bu da Adam’ın(Hughes’un?) bir türlü savunması gibi. “Sıçradığını hissetmedim bile. Ellerimden kaydığını hissetmedim. Ama son yaşam zerresini yakalamış olmalı, çünkü tek hissettiğim gözkapaklarımın içinde bir gölge, tek duyduğum da bir şıpırtıydı. Gitmişti. Dönmüştü nehre. Yaşıyordu.” Her iki kadın da aynı kuş hikâyesini anlatır. Adam’ın elinden kaçırdığı balık ile Kadın’ların anlattığı evin içinde tavana vurup döşemeye kuş aynı tür metafordur. Kuş, evin içine girmiştir tavana çarpar ve döşemeye düşer. Her iki kadın da kırmızılı kadın resmini sorar Adam’a. (Oysa sahnede Adam, soruyu soranlardan  kırmızı giyinmiş  Diğer Kadın’ın resmini çizmektedir.) Metafor olarak kadın(lar) Adam’ın (Ted Hughes’un?) nehrinde özgürlüklerini yitirmişlerdir. Kuş özgürlüğe uçamamıştır. İki kadın da okudukları kitaba dalmışlardır. Oyunun ilginç sahnelerinden biri Diğer Kadın’ın(kırmızılı kadının) ’The Song of Wandering Aengus” şarkısını söyleyerek elindeki kâseye bir sürahi su doldurması ve Kadın’ın ve Adam’ın onu seyretmesidir. İki kadının buluştukları tek sahne de budur. Sanki bir “bütünleşme”den söz edilebilir. Ama bu aynı zamanda sudaki yansımanın “microcosmos”udur. (Bütün bunlar Adam’ın kadınları “eve atması”nın doğru olmadığını gösterir bize.) Ama o iki kadın var mıdır? Yoksa onlar tek kadın mıdır? Yoksa “yok” mudurlar? “hayalet” mi “hayâl“ midir onlar? Adam “buraya sadece bir kadın getireceğim. Hayatımı birlikte geçirmek istediğim kadını. Sonsuza kadar birlikte olmak istediğim kadını. O kadının buraya gelişi kutsal bir an olacak. Sadece o kadınla paylaşacağım kutsal bir an.” Adam oyunun başında kadının söylediği şarkıya bir gönderme yapmaktadır sanki. Kadın’ların sorusuna ne cevap verdiğini bilemeyiz.  KADIN ”Ne oldu o kadına?  Öldü. Değil mi? Öldü, degil mi? Öldü. Nereye gitti? (Es.) Hiç var oldu mu acaba?diye sorar.

Oyunun temalarından biri de insanın içindeki çocuktur. Adam çocukluğundan kalan balık tutma hikâyesini anlatırken buna dokunur. Ted Hughes’un oğluna yazdığı mektupta bunun ip uçları vardır:
“Aslında insanın içindeki çocukluğu tek gerçekliktir. İçimizdeki sekiz yaşındaki bu mahkûm, hayatın kontrolünü eline alır. İnsanlar bedensel olarak yeterince sevmedikleri, kalplerine yeterince yatırımı yapmadıkları yeterince âşık olmadıkları için pişman olurlar bir gün. İrlanda şiirlerindeki asil figürler için söylenen bir söz vardır: ‘Atmacasını onu isteyen birine verebilirdi, ama atmacasını o adamdan daha çok sevdi.’ Buda’nın dediği gibi ‘azgın bir nehir gibi yaşa’  Antik Yunanlılar da şöyle diyor: ‘Tüm ataların sende yaşıyormuş gibi yaşa’

Oyun Başka Kadın’ın Yeats’in şiirinden yapılan şarkının son iki kıt’asını söylemesi ile sona erer. Oyunun başında açılan parantez kapatılır. “O” kadın, hâlâ aranmaktadır. Şarkıyı söyleyen kadın Adam’ın hislerini anlatır. Işık kararır ve biz nehrin karanlığına “yaşamaya” döneriz. Oyun sonunda “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” takılmıştı dilime. Ve sanki Nehir’in ürpertici karanlığındaydım.

Nehir , Ted Hughes’un hayatından yola çıkılarak yazılmış bir oyun ama o kadarla kalmıyor. Yaşama, var olma felsefesi üzerine çok geniş bir vizyonla hayata dokunuyor.   

Nehir’in oyuncuları Ayça Bingöl, Canan Ergüder ve Haluk Bilginer hem bireysel hem de ekip olarak çok başarılı. Canan Ergüder’i bir adım öne çıkarmak isterim. Diğer Kadın’ı sahnede yeniden “yazmış” sanki. Gülüşleri ile rolün “esprisi”ni ortaya çıkarırken hem gerçek hem bir hayâl olmayı başarmış.Çok sıcak ve samimi.  Ayça Bingöl çok beğendiğim bir oyuncu. Her rolü avucunun içine alıyor her zaman. Her yaşı her karakteri oynar ben de hayranlıkla seyrederim.  Uzun bir aradan sonra nihayet özlediğim Haluk Bilginer’i gördüm sahnede. Ustalığını hatırladım yeniden.

Bilginer’in rejisinde yukarda özetlediğim ayrıntıları göremedim. Bunda sanırım oyunun bizim seyirciye belli bir mesafede durmasının rolü var. Tolga Çebi’nin müziğinin ışık ve dekorda kullanılacak ayrıntılarla desteklenmesini isterdim. (Oyunu Enka’nın perdesiz sahnesinde seyrettim) Çebi’nin müziği, nehir ve derinliği çok iyi veriyor. Oyunun çok iyi hazırlanmış bir sahne tasarımı (Gamze Kuş) var. Çok gerçek. Biraz hayâl eklense iyi olurdu. Işık ( Yüksel Aymaz) için de benzer şeyleri söyleyeceğim. Düzgün bir ışık ama hayâle az yer vermiş. Sahneye en son giren Başka Kadın’ın ismi dergide ve topluluğun sitesinde anılmamış.

Oyunu bu yılın en faal gençlerinden biri Hira Tekindor tercüme etmiş. Oyunun orijinali ile karşılaştırma yapma şansım olmadı ama Tekindor'un Türkçesinin iyi tiyatral dilinin de düzgün olduğunu düşünüyorum. 

Oyun, İngiliz yazar ve  film yönetmeni  Jez Butterworth( 1969) yazılmış. Nehir 2012 tarihli. Butterworth’ün çok önemli bulunan diğer oyunu  Jerusalem 2009 tarihini taşıyor.(Keşke bizde de oynansa) Yazarı tanımak bizim yazarlarımız için de çok yararlı olacaktır.

Bu oyunu düşündüğümde ister istemez tiyatro ödüllerine dokunmadan geçemiyorum. Afife’de oyunun müziği aday sadece. Konuştuğum bir başka ödülün  “ödülcü”(Bahtiyar Engin’e selam) jüri üyesi oyunu önemsiz buldu. Ödülcü jüri üyesi(hem de “hoca”), oyunları okumayı da gereksiz buluyor. Oyunu anlamamış olduğunu yüzüne vurmadım.(Allah talebelerini korusun.)
Bu neden böyle?

Bir neden, “aynı tiyatrodan fazla aday olmasın” dikkatinden kaynaklanıyor. Oyun Atölyesi’nden Zerrin Tekindor , Tardu Flordun, Orhan Enes Kuzu  aday ya, başka aday çıkarmak istememişlerdir.(Dengeci politika. Nilperi Şahinkaya da bu yüzden kaybetmiştir şansını. Nehir’de de Tolga Çebi’yi “görerek” sus payı vermişler.)  İyiyse aday olacak elbette. Nehir’in üç oyuncusu da aday olmalı bence.  (Ama galiba sen oyunun “iyi”liğini  anlamadın.) Oyun Atölyesi 2012 yapımı bir oyunu yâni yeni bir oyunu sahneliyor. (24 yıldan sonra yeniden “pişirilen” bir oyunu değil)  Dünya tiyatrosundan güncel ve yeni bir örnek veriyor. Bunun bir anlamı yok mu? Ödüllerin amacı ne olmalı? Amaç, dostunu, ahbabını, (rol)arkadaşını, patronunu “şişirmek” midir? Kişileri ödüllendirmek yerine tiyatroyu ödüllendirmek gerek. Yâni kişilere verilen ödüller tiyatromuzun gidişatına da ışık yakmalıdır. Bunu düşünen bir ödül var mı? YOK!  

Oyunu okumayan, anlamayan,  görevlerinin sorumluluğun idrakinde olmayan eleştirmenler, jüri üyeleri oldukça bu düzen böyle gidecek.

Nehir üst düzey bir oyun. Mutlaka seyredilmeli.

Melih Anık

İlgi:


Ted Hughes, Fishing and PoetryPoet and Critic: The Letters of Ted Hughes and Keith Sagar, British Library, 2012   www.keithsagar.co.uk/.../Hughes/Ted%20Hughes,%20Fishing%20and%...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder