Oyun
Atölyesi’nin Nehir isimli oyununu seyrettiğimde hissettiğim şey “farklı” bir
oyunla karşı karşıya olduğumdu. Görünen şu: Bir Adam iki Kadın bir kulübede.. "Çapkın"(?) Adam nehir kıyısındaki kulübesine "attığı"(?) Kadın'larla yaşadığı sıradan ilişkileri hatırlıyor. Eşimle oyunu konuşarak eve geldik. Ertesi sabah
kahvaltıda gene konuştuk. Girişteki şarkı, oyunda okunan şiir, elde tutulan
kitap (Ted Hughes- “River”), sözü edilen Virginia Woolf’un kitabı (“Fenere
Doğru”), iki kadının aynı anda bulunduğu tek sahne, tavana çarpıp düşen kuş,
kuğular “farkı” ima ediyordu ama “adını koyamadık”.
Yola çıkmam
gereken noktaya karar vermiştim. Oyunda gördüğüm şiir kitabı “River” ve yazarı
Ted Hughes’dan başladım. Ted Hughes’un bir nehirden öte bir okyanus olduğunu
fark ettiğimde artık çok geçti ve o okyanus beni içine çekti. Önüme ne çıkarsa
okumaya başladım.
Ted Hughes…
İngiliz edebiyatının doruklarından biri. Anlaşılması zor şiirler yazmış.
Metaforları çok derin. Balık tutma meraklısı. Çevreci. Birlikte yaşadığı iki
kadın (Sylvia Plath ve Assia Wevill) da aynı şekilde intihar etmiş. Bir şeyler
buluyorum galiba.
Ted Hughes
için şiir yazma, bir tür balık tutma; akan bir sudan yaşayan varlıkları
çıkarmak. Ama yakalarken yakalanıyor insan. Aslında yakalanan balık değil aynı
zamanda sizsiniz de. Siz balığı yakalıyorsunuz nehir de sizi yakalıyor. Hughes söylemese de somon
bizim bir prototipimiz. Tatlı suda doğuyor denize gidiyor. Ölmek için doğduğu
yere geri dönüyor. (Tatlı sularda kalanlar ve nehrin mansabında sonlanan
türleri de var.) Taşların arasına bırakılan yumurtalarından başlayan bir ölüm dansı.
(Oyunda elden ele geçen taşa dikkat.) Onun hayat döngüsü doğanın amacı gösteriyor
ve dinlerin bir paradigması. Oyunda
somonun bir cinsi denizalası var. Adam söylüyor zaten: “Alabalık,
yalnızca tatlı suda yasar. Oysa denizalası göç eder. Sadece bir kere yumurtlayan
ve ölen somon balığının aksine, denizalası denize geri döner, büyür ve ertesi
yıl her şeyi baştan yapar.” Nehir
hayatı temsil ediyor. Nehir hayatın zaman içindeki imgesi. “Her şey nehre karışır.” Nehirin imgesi
tekerlek. Mevsimlerin değişmesi. Doğanın döngüsü. Denizden bulut, buluttan yağmur olması. Nehirler olup denize kavuşması. Somonun nehir ve deniz arasındaki
döngüsü gibi. (“Diğer Kadın : Yağmur,
nehre yâni kendi yansıması üzerine yağıyordu, yağmur nehir oluyordu.”) Hughes’un
dizelerindeki metaforlar hep bu döngüyü anlatıyor: “Suya dal çamurun içine, bırak beynin sisli bir toprağın içinde olsun,
mansapta bir hayalet süzülür” “Nehrin sesi içimdedir” “Bedenle
ruhu birbirine dikmek, gök ile yeri ve sonra nehri denize ”Ted Hughes aynı
zamanda bir çevreci. Doğadaki
katliamlarla balık neslinin tükenmesine, suların kirlenmesine karşı eylemlere katılmış. Bu yıllarda da “River”
isimli kitabı yayımlanıyor.
Ben Ted Hughes ile mücadele ederken(?) metni
elime almak ihtiyacı içindeydim. Rica ettim, Hira Tekindor metni gönderdi. Şarkının
isminden (“The Song of Wandering Aengus”) Yeats ve Aengus’a ulaştım. Oyunda
okunan şiir Ted Hughes’un şiiri. Bazı şeylerin daha da aydınlanması,metin
üzerine çalışırken oldu.
Oyun şöyle
başlıyor: “Karanlık. Nehir... Bir kulübeye
dönüşür.” Bu Ted Hughes’un dünyasına giriş gibidir. Sahneye ilk önce
“Kadın” girer. Nehir içindeki bu mekânın
gerçek sahibi “kadın”. Doğum kadınla
başlıyor çünkü. Kadın bir şarkı
mırıldanır.(Donovan şiir şarkı yapmış) Sözler Yeats’in şiiri “The
Song of Wandering Aengus”. Aengus,
İrlanda mitolojisinde bir karakter, aşka tanrısı gibi. “Wander”ın sözlük anlamı
“başıboş gezmek” ama burada Aengus rüyasında gördüğü bir kızı arıyor, mitolojide
buluyor ama şiirdeki “protagonist”, bulamıyor. Belki ölümden sonra ulaşabilir.
Umutsuzluk yok şiirde. Mitolojik hikâyede kızla beraber kuğuya dönüşüyorlar. (Kadın
ileride bir sahnede kayboluşunu anlatırken “başımın
üstünden üç kuğu geçti” diyor.) Şiirde alabalığa dönüşümden bahsediliyor.
Ay ve güneş imgeleri Yeats'in şiirlerinde tekrar ediyor. Ay komünal düşünceyi
ve iç güdüyü, güneş ise bireysel ve rasyonel düşünceyi simgeliyor. (Oyunun
başlarında Kadın güneşin batışından, Adam aydan bahsediyor) Yeats şiirin sonunda bu iki varlığın birbirini
tamamlayacağını belirtiyor. Diğer bir
bakış açısında ay sonsuzluğu güneş ateşi simgeliyor. Kızla olan aşkında bu
mükemmel bütünlüğü görüyor.
Ben daha
metnin ilk başında Jez Butterworth’un vizyonu karşısında saygıyla eğildim. Piyesteki
Adam, Ted Hughes’a çok benziyor.
Güneşin
batışı ile ilgili diyalogda kadının aklı okuduğu kitapta. “Fenere Doğru”
(Virginia Woolf) Adam “21 Ağustos” dediğinde Kadın “Virginia Woolf” der. (Her bir sayfasında yazarından alıntılar olan Virginia Woolf takvimleri var. Keşke o takvimlere bir gönderme olsaydı.) Kadın
Adam’ı güneşin batışını seyretmeye çağırdığında
Adam “biliyorum” der ve ezbere bir gün batımı anlatır. Birkaç replik
sonra “Yeni Ay! Bu gece ay yok. Hava
sıcak. Bulutlar küme küme. Büyük bir gün batımı olur” der. Kadın ve Adam’ın
sebep ve sonuçları farklıdır. Kadın
"Kulübedeki o gece. Birlikte
güneşin batışını seyrettikleri gece. Bizim günbatımımız dedi adam. Kadın da bu
ani sonsuza kadar sakladı" diyor. İngiliz edebiyatında hayalet
öyküleri çok ünlü. “A Night at a Cottage”(Kulübedeki Hayalet) Richard Hughes’un. (Bu başka bir “Hughes”) Yazar Kadın’ın
şahsında Virginia Woolf’a “kulübedeki o gece” ile hayaletlere gönderme yapar.
Benim için o noktadan itibaren oyunda gördüğümüz kadınlar birer Virginia
Woolf’tur ve “hayâlet” olmaları çok mümkündür. Piyes, Ted Hughes’un “hayâletleri”,
zihnin hayâlleri ve Attilâ İlhan’ın “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular”
dizesine doğru genişleyen kompleks bir hikâyeye dönüşür. (Piyes, kadınların
Adam’ı yargılaması mı yoksa Adam’ın kafasının içinde günah çıkarması mı
seyirciye kalmış. )
Piyeste
okunan şiir “aysız gece yarısıdır” ile başlar ve insanın tüylerini ürpertir
sanki. “Bütün nehir Beni dinledi ve kör,
Görünmez, beni izledi. Ve diplerde tuttu beni. Kör, görünmez elleriyle
‘Yakaladık onu’ diye fısıldadı, ‘Yakaladık onu’” Bu nehre yakalanmaktır.
Karanlık bir bilinmezliğin içine dalmaktır. Ted Hughes var olma yok olma
üzerine çok kafa yormuştur. Yok sanılan bir karanlığın içindeki varlığa dikkat
çekiyor piyesin yazarı, Hughes’a gönderme yaparak. Adam telefonda polise “Kaybettim onu. Karanlıkta.” derken
aslında Ted Hughes’un intihar eden kadınlarına bir dokunuş yapıyor. Diğer Kadın
“beni bıraktığın yerde” derken gene
Hughes’un kadınların intiharından sonra kendisine yapılan suçlamaları
hatırlıyoruz. (Hughes’un kadınları intihara sürüklediği iddia edilmiştir.
Aslında yazar Adam’a suçluluğunu itiraf
ettirir gibidir.) Kadın “Bir kadın gördüm. Suyun yanında duruyor.
Ağaçların arasında. Benim yaşlarımda” derken gene Hughes’un hayatına bir
gönderme ile karşı karşıya kalırız.. KADIN “Çünkü
çok eğleniyordun, bana olta atmayı öğretirken.” derken aslında kadınların yaptığı fedakârlık vurgulanır.
Kadınlar kendi hayatlarını değil Adam’ın hayatını yaşamaktadırlar. Adam’ı
anlamak için Kadın’ların sözlerine dikkat etmek gerek. Adam’ın anlattığı balık
tutma hikâyesinin sonunda diyor ki “Gevşek
gevşek tutuyorum ellerimin için gözlerimi kapatıyorum titreyerek. Sonra gözlerimi açtığımda balık yok” Bu da Adam’ın(Hughes’un?)
bir türlü savunması gibi. “Sıçradığını
hissetmedim bile. Ellerimden kaydığını hissetmedim. Ama son yaşam zerresini
yakalamış olmalı, çünkü tek hissettiğim gözkapaklarımın içinde bir gölge, tek
duyduğum da bir şıpırtıydı. Gitmişti. Dönmüştü
nehre. Yaşıyordu.” Her iki kadın da aynı kuş hikâyesini anlatır. Adam’ın
elinden kaçırdığı balık ile Kadın’ların anlattığı evin içinde tavana vurup
döşemeye kuş aynı tür metafordur. Kuş, evin içine girmiştir tavana çarpar ve
döşemeye düşer. Her iki kadın da kırmızılı kadın resmini sorar Adam’a. (Oysa
sahnede Adam, soruyu soranlardan kırmızı
giyinmiş Diğer Kadın’ın resmini
çizmektedir.) Metafor olarak kadın(lar) Adam’ın (Ted Hughes’un?) nehrinde
özgürlüklerini yitirmişlerdir. Kuş özgürlüğe uçamamıştır. İki kadın da okudukları
kitaba dalmışlardır. Oyunun ilginç sahnelerinden biri Diğer Kadın’ın(kırmızılı
kadının) ’The Song of Wandering Aengus” şarkısını söyleyerek elindeki kâseye
bir sürahi su doldurması ve Kadın’ın ve Adam’ın onu seyretmesidir. İki kadının buluştukları
tek sahne de budur. Sanki bir “bütünleşme”den söz edilebilir. Ama bu aynı
zamanda sudaki yansımanın “microcosmos”udur. (Bütün bunlar Adam’ın kadınları
“eve atması”nın doğru olmadığını gösterir bize.) Ama o iki kadın var mıdır?
Yoksa onlar tek kadın mıdır? Yoksa “yok” mudurlar? “hayalet” mi “hayâl“ midir
onlar? Adam “buraya sadece bir kadın
getireceğim. Hayatımı birlikte geçirmek istediğim kadını. Sonsuza kadar
birlikte olmak istediğim kadını. O kadının buraya gelişi kutsal bir an olacak.
Sadece o kadınla paylaşacağım kutsal bir an.” Adam oyunun başında kadının
söylediği şarkıya bir gönderme yapmaktadır sanki. Kadın’ların sorusuna ne cevap
verdiğini bilemeyiz. KADIN ”Ne oldu o kadına? Öldü. Değil mi? Öldü, degil mi? Öldü. Nereye
gitti? (Es.) Hiç var oldu mu acaba?”
diye sorar.
Oyunun
temalarından biri de insanın içindeki çocuktur. Adam çocukluğundan kalan balık
tutma hikâyesini anlatırken buna dokunur. Ted Hughes’un oğluna yazdığı mektupta
bunun ip uçları vardır:
“Aslında insanın içindeki çocukluğu
tek gerçekliktir. İçimizdeki sekiz yaşındaki bu mahkûm, hayatın kontrolünü
eline alır. İnsanlar bedensel olarak yeterince sevmedikleri, kalplerine
yeterince yatırımı yapmadıkları yeterince âşık olmadıkları için pişman olurlar
bir gün. İrlanda şiirlerindeki asil figürler için söylenen bir söz vardır: ‘Atmacasını
onu isteyen birine verebilirdi, ama atmacasını o adamdan daha çok sevdi.’ Buda’nın
dediği gibi ‘azgın bir nehir gibi yaşa’
Antik Yunanlılar da şöyle diyor: ‘Tüm ataların sende yaşıyormuş gibi yaşa’”
Oyun Başka
Kadın’ın Yeats’in şiirinden yapılan şarkının son iki kıt’asını söylemesi ile
sona erer. Oyunun başında açılan parantez kapatılır. “O” kadın, hâlâ
aranmaktadır. Şarkıyı söyleyen kadın Adam’ın hislerini anlatır. Işık kararır ve
biz nehrin karanlığına “yaşamaya” döneriz. Oyun sonunda “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular”
takılmıştı dilime. Ve sanki Nehir’in ürpertici karanlığındaydım.
Nehir , Ted
Hughes’un hayatından yola çıkılarak yazılmış bir oyun ama o kadarla kalmıyor. Yaşama,
var olma felsefesi üzerine çok geniş bir vizyonla hayata dokunuyor.
Nehir’in
oyuncuları Ayça Bingöl, Canan Ergüder ve Haluk Bilginer hem bireysel hem de
ekip olarak çok başarılı. Canan Ergüder’i bir adım öne çıkarmak isterim. Diğer
Kadın’ı sahnede yeniden “yazmış” sanki. Gülüşleri ile rolün “esprisi”ni ortaya
çıkarırken hem gerçek hem bir hayâl olmayı başarmış.Çok sıcak ve samimi. Ayça Bingöl çok beğendiğim
bir oyuncu. Her rolü avucunun içine alıyor her zaman. Her yaşı her karakteri
oynar ben de hayranlıkla seyrederim. Uzun
bir aradan sonra nihayet özlediğim Haluk Bilginer’i gördüm sahnede. Ustalığını hatırladım
yeniden.
Bilginer’in
rejisinde yukarda özetlediğim ayrıntıları göremedim. Bunda sanırım oyunun bizim
seyirciye belli bir mesafede durmasının rolü var. Tolga Çebi’nin müziğinin ışık
ve dekorda kullanılacak ayrıntılarla desteklenmesini isterdim. (Oyunu Enka’nın
perdesiz sahnesinde seyrettim) Çebi’nin müziği, nehir ve derinliği çok iyi
veriyor. Oyunun çok iyi hazırlanmış bir sahne tasarımı (Gamze Kuş) var. Çok
gerçek. Biraz hayâl eklense iyi olurdu. Işık ( Yüksel Aymaz) için de benzer
şeyleri söyleyeceğim. Düzgün bir ışık ama hayâle az yer vermiş. Sahneye en son
giren Başka Kadın’ın ismi dergide ve topluluğun sitesinde anılmamış.
Oyunu bu yılın en faal gençlerinden biri Hira Tekindor tercüme etmiş. Oyunun orijinali ile karşılaştırma yapma şansım olmadı ama Tekindor'un Türkçesinin iyi tiyatral dilinin de düzgün olduğunu düşünüyorum.
Oyun, İngiliz
yazar ve film yönetmeni Jez Butterworth( 1969) yazılmış. Nehir 2012
tarihli. Butterworth’ün çok önemli bulunan diğer oyunu Jerusalem 2009 tarihini taşıyor.(Keşke bizde
de oynansa) Yazarı tanımak bizim yazarlarımız için de çok yararlı olacaktır.
Bu oyunu
düşündüğümde ister istemez tiyatro ödüllerine dokunmadan geçemiyorum. Afife’de
oyunun müziği aday sadece. Konuştuğum bir başka ödülün “ödülcü”(Bahtiyar Engin’e selam) jüri üyesi
oyunu önemsiz buldu. Ödülcü jüri üyesi(hem de “hoca”), oyunları okumayı da
gereksiz buluyor. Oyunu anlamamış olduğunu yüzüne vurmadım.(Allah talebelerini
korusun.)
Bu neden
böyle?
Bir neden, “aynı
tiyatrodan fazla aday olmasın” dikkatinden kaynaklanıyor. Oyun Atölyesi’nden
Zerrin Tekindor , Tardu Flordun, Orhan Enes Kuzu aday ya, başka aday çıkarmak istememişlerdir.(Dengeci
politika. Nilperi Şahinkaya da bu yüzden kaybetmiştir şansını. Nehir’de de
Tolga Çebi’yi “görerek” sus payı vermişler.) İyiyse aday olacak elbette. Nehir’in üç
oyuncusu da aday olmalı bence. (Ama galiba
sen oyunun “iyi”liğini anlamadın.) Oyun
Atölyesi 2012 yapımı bir oyunu yâni yeni bir oyunu sahneliyor. (24 yıldan sonra
yeniden “pişirilen” bir oyunu değil) Dünya tiyatrosundan güncel ve yeni bir
örnek veriyor. Bunun bir anlamı yok mu? Ödüllerin amacı ne olmalı? Amaç, dostunu,
ahbabını, (rol)arkadaşını, patronunu “şişirmek” midir? Kişileri ödüllendirmek
yerine tiyatroyu ödüllendirmek gerek. Yâni kişilere verilen ödüller
tiyatromuzun gidişatına da ışık yakmalıdır. Bunu düşünen bir ödül var mı? YOK!
Oyunu
okumayan, anlamayan, görevlerinin
sorumluluğun idrakinde olmayan eleştirmenler, jüri üyeleri oldukça bu düzen
böyle gidecek.
Nehir üst
düzey bir oyun. Mutlaka seyredilmeli.
Melih Anık
İlgi:
Yeats’in şiiri http://www.gutenberg.org/files/32233/32233-h/32233-h.htm
Aengus hikâyesi http://en.wikipedia.org/wiki/Aengus
“Ted Hughes, Fishing and Poetry” Poet and Critic: The Letters of Ted
Hughes and Keith Sagar, British
Library, 2012 www.keithsagar.co.uk/.../Hughes/Ted%20Hughes,%20Fishing%20and%...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder