Ülkemizde tiyatroya
ilgi yoktur. Seksen milyona yaklaşan nüfusu olan ülkemizin tiyatro seyirci
sayısı çok azdır. Devlet Tiyatroları ile İBB Şehir Tiyatroları’nın verilerinin güvenilir
olması icap eder. Onlardan elde ettiğimiz bilet sayısından yola çıkarak ve bazı
tahminler yaparak yılda beş milyon
civarında tiyatro biletinin satılmakta olduğunu buluruz. 80 milyonluk bir ülkede bu rakam durumu ortaya
koyar ama daha vahim olan seyirci sayısıdır. Kişi başına satılan bilet sayısı tahminine
göre değiştiği ve bu konuda da veri olmadığı için herkes seyirci sayısı konusunda kendi rakamını ortaya ‘atar’.
Benim ‘attığım’ rakam, olan kişi başına 5 biletten yola çıkarak Türkiye’deki
tiyatro seyirci sayısı en çok bir milyon civarındadır. Ülkedeki cehalete
bakarak bunun bile yüksek olduğunu, gerçek tiyatro seyirci sayının bir
milyonun altında olduğunu hissediyorum. Bir tiyatro seferberliği yapılıp tiyatroya gitme alışkanlığının arttırılması gerekir. Yıllardır konuşulan, tartışılan bu
konuda elle tutulur bir gelişme olmamıştır, böyle giderse olmayacağı da
kesindir.
Özel tiyatrolar için ‘doluluk oranı’ elbette anlamlıdır.
Yaşamaları, eğer vergi vb konularda bir düzenleme yapılmayacaksa sattığı
bilet sayısına bağlı olan tiyatroların
‘doluluk oranı’na bakması çok doğaldır. Onların stratejisinin ‘seyirci
memnuniyeti’ olmasının yadırganacak bir tarafı yoktur. Oynadıkları oyunlarla
kendi seyircilerini oluşturmak, ‘ayağı alışanı’ kaybetmemek zorunda kalacaklardır.
Dikkat ederseniz ‘seyirci oluşturmak’ dedim ‘seyirci eğitmek’ demedim. Öyle bir
görevleri de yok zorunlulukları da. Bu görev ve zorunluluk ödenekli tiyatrolara
ait. O nedenle ve hem de ifadeyi gündeme sokan tiyatro ödenekli olduğu için bu
yazımda ‘ödenekli tiyatrolardaki
‘doluluk oranı’nı incelemek istiyorum.
Her şeyden önce ‘doluluk oranı’nın doğru hesap edilmesi
gerekiyor. Örneğin 100 kişilik bir salonunuz var. Bu haftada 700 ayda 2800
kişilik bir koltuk kapasitesine sahip olduğunuz anlamına gelir.(Matineleri hesaba katmıyorum) ‘Doluluk oranı’, kapasite
ile ölçülür. Hafta dört gün perde açarsanız haftalık seyirci sayınız 400 aylık 1600
olur. Haftada dört gün oynayarak salonlarınızı yüzde yüz dolu olsa ‘doluluk
oranı’ (1600/2800) eşittir yüzde elli yedi olur. Siz bunu bu hesabı bilmeyene yüzde yüz diye ‘satabilirsiniz’.
Doğru olur mu? Olmaz! Ödenekli tiyatro,
kaynakları da doğru kullanmak durumundadır. Onun için de kullanılmayan salonlar
kaynak israfı demektir. Aynı şekilde kadronuzun da verimli kullanılabilmesi
şarttır. Ama bu hesaptan daha önemli
hususlar vardır.
Öncelikle ‘ödenekli tiyatro’ kendi ülkesindeki ve dünyadaki
nitelikli örneklerini sunmak zorundadır. Ülkedeki tiyatro ufkunu
genişletmelidir. Gündem oluşturan olaylara tiyatro penceresini açmalıdır.
Okullarla yakın olmalıdır. Her bir ödenekli tiyatro binası bulunduğu çevrenin
cazibe noktası olmalıdır. Ben bir yazımda tiyatromuzun sahibi olmayan
hususlarını yazmıştım. (http://melihanik.blogspot.com.tr/2011/11/tiyatromuzda-bunlarn-sahibi-kim.html) Onlarla sınırlı
kalmamak üzere düşünen her insan tiyatroda nelerin olmadığını çok iyi bulur.
İşte ödenekli tiyatro, o sahipsiz konuların ucundan tutmalıdır. Yâni ‘doluluk oranı’na gelene
kadar üzerinde durulması gereken onlarca husus vardır. Bunlar ödenekli
tiyatroların görevidir. Zira ona
bu görevi ülke kaynaklarından ayrılan pay yüklemektedir.
Ödenekli tiyatrolar olanakları ile tiyatronun çerçevesini
belirleyen kurumlar olduğu için onların yaptıkları özel tiyatroları da çok
ilgilendirir. Bu nedenle ödenekli tiyatroyu yönetenler , ‘doluluk oranı’
üzerinden başarılarını ölçerek özel tiyatrolarla rekabete girmezler. Özel
tiyatrolara yardım ederler. Boşluklarını onlarla doldururlar.
Ödenekli tiyatroları yönetenlerin onlardan beklenen
misyonun ve vizyonun farkında ve de sahibi olması beklenir.
Her şirkette olduğu gibi ödenekli tiyatrolarda da göreve
yeni gelenler kendisinden önceki yönetimleri suçlamak eğilimindedir. Kurum
tembelleşmiştir, seyirci sayısı azalmıştır. Nitelik sorunu vardır. Ekonomi iyi
yönetilememiştir. Kısaca bu önceki dönemin çekilen fotoğrafı yeni yöneticinin ne yapmak istediğini de
ortaya koyar. ‘Beni, bu yerdiğim hususlar ile eleştir’ demektir bu. İster
istemez konu kişiselleşmiş olur ve ortada olmayan ile rekabetçi bir yarışa
döner. Her yönetici elbette ki kurumun kendisinden önceki durumuna yönelik
yergileri de biliyordur. ‘Doluluk oranı’ bizim ülkemizde tiyatroyu
bilmeyenlerin yaptığı yergilerin en başında gelir. Siyasi niteliklidir. Yönetici bu saldırıya karşı
korunmak için kendi siperini kazarsa yaptığı
iş siyasileşiyor, işin kontrolü başkasının eline geçiyor, siper ona mezar
hâline geliyor demektir.
Elbette düşüncelerimi reddeden karşı argümanlar vardır. ‘Doluluk oranı’nın bir başarı olarak öne çıkarılması bir strateji de
olabilir. ‘Doluluk oranı’nın arttığını
göstererek(gözlere sokarak) kurum içinde güven, kurum dışına da mesaj verme kaygısı öne
geçer. Böylelikle bu geçici başarı rakamı ile kuruma ‘dokunulmasının’
önlendiği, dıştan gelmesi olası müdahalelerin önlendiği fısıldanır. Bu fısıltının
kurum içi ‘birlik beraberlik’in
çimentosu olmasına çalışılır. Hatta buna karşı çıkanlar casus, işbirlikçi diye
suçlanır. Bu kişiler, yeterince
güçlenince(?) yapılacak gerçek devrimin(!) düşmanları olarak hedef gösterilir. Oysa bu düşünce bir hayâlden ibarettir. Siz bu planları
kurarken başkalarının da planları ve sizin oynadığınız oyundan haberi vardır. Ama sizin tuttuğunuz yol, ‘seyirci
yalakalığı’na dönüşür. Bu sırada da seçilen oyunların nitelikleri tartışılır
hâle gelir, kurumun ana değerleri erimeye başlar. Esas tehlike işte o zaman başlar. Kurum olmak
sadece zamana bağlı bir şey değildir. Esas olarak kurum olabilmek, kurumu saygın
hâle getirmek ve tiyatro düşüncesinin temellerine zarar vermemektir. Gerisi boş
laftan ibarettir. Bence ödenekli tiyatroda ‘doluluk oranı’ boş laftır ve kişisel bir hırsın göstergesidir..
Melih Anık
....
Merhaba,
YanıtlaSilGölgede kaldığını sanarak, üzerinde düşünmeye üşendiğim bu yazının ne denli önemli olduğunu şimdi biraz daha iyi anladım. Yeniden okudum, yine okudum ve yeniden okumanızı, yine okumanızı öneririm...
Bulunmaz