Neslihan Çakıner’in tasarlayıp, yazdığı ve yönettiği ‘Olmak ya da Olmamak’,
iyi bir fikirden yola çıkan, iyi bildiğini yazan bir yazarın ne demek
istediğini açık şekilde anlattığı, duygusunu seyircisine aktardığı bir oyun.
Maddi olanakların sınırlarından kurtulsa daha da etkili olur.
Çakıner’in hikâyelerinden bazılarını onun facebook’daki sayfasında daha
önce okumuştum o nedenle iyi bildiğini yazdığını biliyorum. Oyun sonunda kısa
konuşmamızda anlattıklarından maddi olanaksızlıklarını öğrendim. Bana üzerinde
çalıştığı yeni oyunundan söz etti. ‘Olmak ya da Olmamak’da gördüğüm ufkun
tesadüfi olmadığını anladım.Yazdığı twitlerden ve eleştirmenlik üzerine yapılan
bir paneldeki yorumlarından düşüncelerini kılıf giydirmeden açık ve net bir
şekilde aktardığını görmüştüm.
Neslihan Çakıner’in tiyatro yolculuğunda Avcılar Belediye Tiyatrosu (Töre),
Müjdat Gezen Tiyatrosu (reji asistanlığı/Tuhaf Bir Aile, Hamlet), Nöbetçi
Tiyatro (Dur Konuşma Sus Söyleme), Ortaoyuncular (2019 Bilimsiz Kurgusal Güldürü,
Ruhundan Tramvay Geçen Adam), İzmir Devlet Tiyatrosu (İki Kova Su), Tiyatro
Barbone (Dramaturg/ Satranç) var. Çakıner İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği
ve Dramaturgi bölümünde okuyor.
Oyunun sahne, kostüm tasarımını ve afiş
tasarımını yapan Aycan Arık, İstanbul
Halk Tiyatrosu'nun eski mezunlarından, Engin Alkan' ın asistanlığını yaptıktan
sonra kendini sahne tasarımı alanında geliştirmek için Amerika'ya gitmiş. Döndüğünde
‘VİRA’ demiş.
Şu sıralarda
Istanbul Aydın Üniversitesi'nde Drama ve Oyunculuk bölümü dördüncü sınıf
öğrencisi olan Gizem Bulut, oyunun ‘Meddah’ı. Gizem Bulut, 2005’den bu
yana Müjdat
Gezen ST (Tuhaf Bir Aile -yönetmen yardımcılığı); Kadıköy Sanat Tiyatrosu (Gülüşlere Yolculuk), Drama Kumpanya ve
Tiyatro Eğitim Derneği(Othello’nun Delisi ve Yalnız Tanrının Eli Titremez), Düşünsel Dans Topluluğu(Performans
gösterisi), İstasyon Oyuncuları(Woody
Allen) oyunlarında oyunculuk; O Ben Değilim filminde dublaj. Aşkın En Tuhaf
Hâli ile okuma tiyatrosu yapmış. Gizem
Bulut’un sinema tecrübesi de şöyle: Almanya’da Türk İzleri, Ondine’s Curse, To
Do or Not To Do.
Bu üçlü yanlarına Dilem Cengiz(yönetmen yardımcısı-dramaturg),
Can Yurttagül(ses tasarımı), Cemre Kabaş(müzik), Neşe Ceren
Aktay(koreograf),Halime Dursun(sanat teknik, reji asistanı), Ahmet Karakaş’ı(Fotoğraf,
tanıtım filmi) alarak ‘Olmak yada Olmamak’ı yaratmış.
‘Olmak yada Olmamak’
müzik, dans ve hareket ile birleştirilmiş, farklı insanların, kendi hikâyelerini anlattığı tiratlardan
oluşuyor. Hemen ikinci hikâyede ana konuyu anlıyorsunuz (Söylemeyeceğim seyreden
anlar.) Meddah adı verilmiş anlatıcının yanında siyahlar içinde ikinci bir
oyuncu daha var. Bu kukla oynatıcısı da olabilir, meçhul bir el de. Düzenin
sahibi (mi)? Çakıner, herkesi içine hapseden bir 'sistem'den bahsediyor. Siyahlar
içindeki oyuncu sert ama yazar Çakıner insanlara karşı yumuşak.
Oyun Şehrazat müziği ile başlıyor. Hayatta kalmak için her
gece bir hikâye anlatan Şehrazat gibi ‘Meddah’, hikâye anlatıyor ama Şehriyar’a
değil seyirciye. Var olmak için var olduğunu haykırman gerek. Bir başka yönden
tiyatro bunun için var. Var olduğumuzu, olacağımızı anlatma yollarından biri.
Bu çok beğendiğim bir metafor. Çakıner’in metninden, rejisinden yansıyan ses tonunda biraz yorgunluk,
bıkkınlık gördüm. Sanki kırılan çok değerli bir vazonun parçalarını
birleştirmeye çalışıyor gibi. Sanki o zaman umut doğacak ama kusursuz bir
birleşme olamaz duygusu ile tedirginlik yaşıyormuş gibi. Kırılması gerekli
miydi der gibi öte yandan. Belki de o nedenle oyun, Hamlet’in meşhur tiradıyla
bitiyor. Sorular soruyoruz, kararsızlık elimizi kolumuzu bağlıyor.
Sahneleri bağlayan müzik parçaları yeni düzenlemeler
yapılarak ortaya çıkarılmış.Ben beğendim. Ancak baştaki Şehrazat müziğinin
diplerden kendisini zaman zaman hatırlatması iyi olurdu. Shakespeare’in 66 Sone’sinin
şarkısı en sonda alkışlar arasında kayboluyor. Kulağıma geldiği kadarıyla çok
güzel bir şarkı sanki. Tümünü dinlemek isterdim. Bir sahne arasında kullanılması iyi olur.
Oyuncuya Meddah denmesini yadırgadım. Metinde olduğu gibi
‘Oyuncu’ demek yeterli. Doğrudan ilk sahneye geçilmesi daha doğru geliyor bana,
bir girişe(‘Size masal anlatayım’) gerek yok. En baştaki renkli ışık
oyunlarının daha azdan çoğa ışığın
gücünü yükselterek yapılmasını tercih ederdim. Işıkta zaman zaman odaklanmış spot ışığı aradım.
Oyunu daha etkili kılacak olan şeyin, mevcut hâliyle
oyunun içerdiği metaforik anlatıma hiç yakışmayan, orasına burasına bir şeyler
eklenmiş hasta arabasının yerine
oyuncuyla dans ve sahne üzerinde hareket edebilecek insandan büyük, bir makine tasarımı (oyunun afişindeki
insan yüzü gibi mesela) olduğunu düşünüyorum.(Gözün kör olsun parasızlık!) O
takdirde siyahlı karakteri de o makinenin içine yerleştirmek, oyun sonundaki tiradı
makine sesi ile birlikte oyuncuya(insana) söyletmek oyuna çok şey katardı.
Solucan, deniz anasından bahsedilen sahnenin parçalara ayrılması, oyuncunun
seyirciyle temâsının kaldırılması bence daha iyi olur.Yanılmıyorsam metindeki hayvanlarla ilgili bir sahne de
kaldırılmış. Kaldırılmasa iyi olurdu.
Ben olsam oyunun adını ‘Var Olmak
yada Olmamak’ koyardım.
Dans ve hareket sahnelerinin daha çok çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Zira bu oyun o konularla ilgili olarak beni daha çok beklenti içine soktu. Koreografinin gücü ve zenginliğinden daha çok yararlanılmasıyla oyunun anlamı daha çok ortaya çıkacak, çekiciliği artacaktır
Gizem Bulut iyi bir oyuncu. Sesini, mimiklerini ve beden dilini başarıyla kullanıyor. Farklı
karakterleri canlandırışı, seyirci ile iletişimi çok başarılı. Kendini seyrettiriyor. Seyrettiğim gece onu sahneye iki kere çağıran alkışlar tanığımdır.
.
Tüm eksikliklerine karşın, ‘Olmak yada Olmamak’ bence iyi bir deneme.
Bugünün gençliğinin ruhunu, zamana bakışını vermesi açısından seyirciye pek çok
ipucu veriyor. Benim etkilenmemin bir nedeni bir baba olmamdır belki. Tüm gençleri çocuğum gibi görmenin ve onların içinde zorlandıkları bir dünyadan
kendimi de sorumlu tutmanın acısını ve hüznünü hissettirdiği içindir, kim bilir?
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder