Kazım Akşar, çok okumuş, çok araştırmış, Güneş Batarken Bile Büyük oyununu yazmış. Oyunun tekstini istemek için başlattığım ve teksti
veremeyeceğini söylemesiyle sona eren birkaç mesajlık görüşmemizde yazarın kendisi söylemedi bunu
bana. Oyunla ilgili sansür tartışmaları çıktığında, olay arayan saygıdeğer
medyamız yazara söz verdiğinde öğrendim.
Tiyatronun gündem olabilmesi, bu gibi
‘hassasiyetlerin’ okşanmasına bağlı. Şükürler
olsun(!) ortaya çıktı ki DT sansür
etmemiş, Kazım Akşar da zaten eserine dokundurtmazmış. Medya konuyu kapadı,
yeni bir sansasyon beklemeye başladı. Benim için konu o zaman açıldı. Teksti merak
ettim. Uzun yazışma, telefon görüşmelerinden sonra ki ‘DT
oyunu zaten verecekti, ortada yanlış anlaşma vardı falan’ olduğu anlaşıldı(!)’dan sonra,
oyunun tekstini alıp okuma fırsatım oldu.
Birinci Perde’nin III.Sahnesi’nde Goethe’nin Christiane ile evliliği var. Bu tarihin
1806, Schiller’in ölümünün 1805 olduğunu düşünürsek takip eden sahnelerde
Schiller’in olmaması gerekiyor ama Kazım Akşar böyle bir kronolojiye uymaya
zorlamamış kendini. Benzer şekilde
oyunun XII. Sahnesini de 1816’ya tarihlemek mümkün. Goethe’ye ününü sağlayan Genç Werther’in
Acıları’nın tarihi 1774. Yâni bir bakıma Werther’in gündem olmasından 42 yıl sonra Goethe ve Rahip arasında geçen
tartışmanın Werther ile başlaması, yazarın kurgusu.
Goethe'nin hayatı ile eserleri arasında bir ilgi kurmak mümkün. Örneğin Tasso’da Frau von Stein’dan izler var. Ipigenie, Von Stein’a dayalı bir karakter. Römische Elegien(1788), Christiane’yi ölümsüzleştirecek bir eser. Pek tabii ki oyunda Goethe’nin şiirlerinden, Faust ve Genç Werther’in Acıları’ndan da alıntılar var. Oyunda kullanılan kuklalı, maskeli sahneler de bize Wilhelm Meister’i hatırlatır. Goethe Schiller dostluğundan pek çok belge kalmış.
Bu nedenle oyuna çok iyi hazırlanmış bir kolaj gibi baktım. Teksti
okuduğumda ilk izlenimim olumlu oldu. Kazım Akşar çok iyi bir iş kotarmış. Yazar, gerçekten çok araştırma
yapmış, Goethe’nin Weimar günlerini iyi sahneleri olan bir kurgu ile anlatmış. Oyunun kurgusunda yazarın tiyatroyu çok iyi bildiğini üstündeki Shakespeare etkisini hissettim. İsmi Goethe ile birlikte anılan olaylar ve kişiler oyun metninde
ustalıkla dahil edilmiş. Yazar Goethe’yi, onun hayatına giren karakterler ile
ilişkilerinden, onların Goethe hakkındaki dedikodularından ortaya çıkarmak istemiş.
Bu Goethe’yi oynayan oyuncunun işini
zorlaştıran bir özellik. Gerçek hayatta uzun bir süreye dağılan ilişkilerin
kısa bir zaman diliminde sahne üzerinde arka arkaya gelmesi zor bir durum. Goethe’nin
Napoleon ile karşılaşıp karşılaşmadığı üzerine bir bilgiye rastlamadım ama bence çok da önemi yok, zira bu, bir oyun.
(Picasso ‘bu balık değil resim’) Bu Kazım Akşar’ın Goethe’si.
Okuma aşamasında oyunla ilgili endişem tüm karakterlerin bir
kişi gibi yazarın ağzından konuşması idi. Bu karakterlerin farklarını ortaya
koymadığı anlamına gelmiyordu ama dialoglarda, tiratlarda ‘kitabî’lik
hissediliyordu. Bu konudaki açtığım parantezi oyunu seyrettikten sonra yeniden
düşüneceğim diyerek kapattım. Bu oyun mutlaka iyi oyunculuklarla oynanmalıydı. Yazar, oyunu yönetirken buna bir çözüm
bulmuştur diye geçirdim aklımdan.
Oyun hakkında koparılan fırtınada Goethe ile
ilgili bir gerçeğe dokunulmamasına şaşırdım. Goethe Müslümanlığı merak etmiş. Hâfız’ı
ve Mevlâna’yı tercümelerinden okumuş. 27
Eylül 1814 tarihinde el yazması güzel bir Mesnevi alarak kraliyet kütüphanesine
hediye etmiş. Müslümanların ‘Allahın doksan dokuz ismini’ tespih ettiklerini
biliyor. Namaz kılanları gözlemlediği yazılı.
Kuran’ın 2/26. Âyetinde
‘Allah bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek
göstermekten sıkılmaz. Küfre sapmışlar şöyle der: Allah bunu örnek vermekle ne demek istedi?’
denilmektedir.
Goethe’nin Kuran’ı bildiği şu dizelerden anlaşılır:
‘Keza Allah bir
sivrisinekte
Vermektedir bize hayat
misalini’
2.Sure’nin 142’inci ayeti “De ki: Doğuda Allah’ın, batı da.
O dilediğini dosdoğru yola kılavuzlar.” Goethe’nin şiirinde şöyle dile gelir:
‘Doğu da Allah’ındır!
Batı’da Allah’ın!
Kuzey ve güney sahası da
Onun iradesiyle sulhta’
Goethe, Werther’e ‘Allahın kudretini her yerde hissettiğini
hatta bir sivrisinekte bile müşahade ettiğini söyletmektedir.’
Doğu Batı Divanı’nda Mevlâna’ya şöyle seslenir:
‘Sen eğlenmek istersin
dünyada o bir hayâl gibi kaçar
Sen gezip dolaşmak
istersin mukadderat engel olur.
Ne soğuğa ne sıcağa
dayanmaya muktedirsin naçâr
Talihin sana sunduğunu
anında kader bozar.’
Hemen akabinde de Züleyha’ya şöyle söyletir:
‘Ayna bana güzel
olduğumu söyler
Sizse yaşlanmak da
kaderimdir dersiniz
Her şey Allahın
huzunda ebedidir
Ben onu bu ân için
severim içimde..’
‘Tanrı indinde fanilik
yoktur zira tanrı ebedidir.siz benim güzelliğimi temâşa ederken aslında tanrıyı
sevmelisiniz çünkü halihazırda tanrı bende tecelli etmektedir.’
Faust,Mistik Koro’nun
şu sözleri ile biter:
‘Bütün ölümlü olaylar
sadece birer işarettir. Olmaz şeyler burada birer olay haline geliyor tanımı
imkansız olan şey burada tanımlanmış oluyor kadınlığın sonsuz olan yanı bizi
yüceltiyor.’
Goethe, Hâfız ve Sâdi’yi tercümelerinden okumuş. Hallâc’ın pervane
metaforunu ‘Mutlu Özleyiş’ şiirine
şöyle katmıştır:
‘Ve akıbet yanarsın o
ilâhi alevde
Sen ey ışığa susamış
pervane..’
Aynı şiirdeki şu dörtlük
‘Daha anlatamamışsan
bunu
Şu hakikatı öl ve ol
Bil ki ham bir misafirsin
ancak
Şu kapkaranlık
yeryüzünde’dizeleri, Hz. Peygamberin bir hadis-i şerifine dayanmaktadır: ‘ Mûtu
kabl ente mutû / ölmeden önce ölünüz’
Mevlâna da Hz. Peygamberin bu sözünü
ve pervane ile mum mecazını eserlerinde kullanmıştır. Zaten Goethe ‘Doğu Batı
arasında dolaşmak yaraşır en çok bize’ diyerek bu konudaki duruşunu
apaçık göstermiştir. Tüm bu örnekler Goethe’nin Müslümanlık ile yakınlığının göstergeleridir.
Kazım Akşar, kendisi ile yapılan röportajlarda ‘Din istismarının çok çirkin olduğuyla ilgili
cümleler var oyunda. Savaşa karşı olan çok ağır cümleler var. İktidarın
sanatçıyı baskı altına alacağından bunun kötü bir sonuç doğuracağına ve çirkin
olduğuna dair cümleler var’ demiş. Gerçekten de Goethe ile Napoleon,
Mareşal ve Rahip arasında geçen konuşmalarda bu vurguyu görüyorsunuz. Ancak ezbere
şiir okuyan Mareşal, edebiyat sever Napoleon var sahnede. Bu nedenle
tartışmalar, tarihin çerçevesi içinde ‘fazla
uygar’ görünüyor. Goethe ile Rahip arasındaki 1816’daki
tartışma Goethe’nin 1774’de yazdığı Genç
Werther’in Acıları üzerinden gelişiyor. Yâni aradan 42 yıl geçmişken.
Goethe’nin din(kilise) ile ilişkisi sorunludur(farklıdır) ama
ilâhi varlık ile sorunu yoktur bence. Ancak
‘Uyku
benim çok şeyime çaredir’ diyen Goethe’nin oyunda Christiane’ye ‘Benim
iki Tanrım var biri sen biri uyku’ demesine çok da sıcak bakmadım doğrusu.
Öte yandan ‘Her
edebiyat eğer yabancı katkısıyla yeniden tazelenmezse eninde sonunda içerisinde
tükenir. Şair uçan bir kartala benzer ve üzerine atılacağı tavşan Prusya’da mı
Saksonya’da mı koşuyormuş onun için ne fark eder’ ifadesinde Goethe’nin düşüncelerinin
bir yansımasını görürüz. Goethe dünya coğrafyasından beslenmektedir. Ayrıca Goethe
uluslar arası olmaya çok değer veren bir yazar. Hatta küreselleşmenin
ilklerinden olduğu söyleniyor.
Tüm bu nedenlerle, ülkemin bir yazarının Goethe ile ilgili
bir oyun yazarken onun bu yönlerini ortaya çıkarmasını çok isterdim. Bu
oyun çok ‘Batılı’ olmuş. Oysa Goethe’nin kişiliğinde Doğu
ile Batı’yı birleştirmek çok mümkün. Bunu yapabilecek olan da bizim yazarlarımız, sanatçılarımız. Edebi
kişiliğinde bu özellik Goethe’nin derinliğini oluşturuyor. Bir Türk yazarın oyununda kendi coğrafyasından
kaynaklanan özellikleri oyununa kaydetmesi Goethe’nin isteğine de uygun olurdu.
Kazım Akşar oyunun önsözünde ‘Bu oyunu hedefsiz yığınlar için değil benzer
şeyler arzulayan aramaya direnen ve aynı yönlerde buluşmaya gayret eden kişiler
için kaleme aldım.’ demiş. Bu Goethe'nin ‘Eserlerim
yığın için yazılmamıştır. Tersine biraz benzer şeyler isteyen ve arayan benzer
yönlere tutkun tek tek insanlar içindir’ sözüne ne kadar benziyor. Oyunun genelinde bu söylemi buldum.
Oyunun en beğendiğim sahnesi Goethe ile kardeşinin bir araya geldiği sahne.
Yönetmen bu sahnede olağanüstü bir atmosfer oluşturmuş, mükemmel bir reji
yapmış.
Oyunun en son sahnesinde Goethe, tekste göre aynaya bakarak
konuşur ve ‘Güneş batarken bile büyük’
der. Yazarın bu imasıyla, kendini güneş olarak niteleyen Goethe hem kendini hem
batan güneşi ima etmektedir. Yönetmen Kazım Akşar, yazar Kazım Akşar'ın bu tercihine uymamış görünüyor.
Oyunun rejisi genel
olarak bana Mozart’ı hatırlattı. Özellikle danslı müzikli eğlence sahnesinde..
(Koreograf: Tanju Yıldırım)
Müzik kutusunu inandırıcı bulmadım.Çok iyi olan
dekorda döşeme kaplamasının koli bandı
ile yapıştırılması iyi görünmüyor.
Oyunun en güzel tarafı oyunculuk. Goethe’nin bir sözünü
hatırlatayım: ‘İsterdim ki tiyatro
sahnesi bir ip cambazının teli kadar dar olsun beceriksiz hiç kimse ona çıkmaya
cesaret etmesin.’ Bu oyundaki oyuncular dar olan o teli çok rahatlıkla
kullanan becerikli oyuncular.
Elbette en başta, bu
oyunu onsuz düşünemediğim Reha Özcan var.
O olmasaydı bu oyun başka bir oyun olurdu, bu kadar etkili olmazdı. Reha Özcan
karşısındaki karakterlere göre değişen bir oyunculukla Goethe’nin farklı
ortamlardaki değişik yüzlerini ortaya koyuyor. Gerçek hayatta, arasında yıllar
olan bu durumların 3 saatlik bir oyun içine sıkıştırılarak verilmesi ustalık
gerektiriyor. Seyirci kendini Goethe’ye(Özcan) kaptırıyor. Mimiklerinin
zenginliği, duyguların seste bulduğu
karşılıklar, beden diliyle anlattıkları bu büyük oyuncu önünde şapka çıkarmanıza
neden oluyor.
Reha Özcan’ın yanında
çok iyi bir kadro var. Özcan’ın oyunculuğu ortalığı aydınlatırken onlar da oyunun
başarısına çok katkı veriyor. Ayla Baki
Yücesoy’un canlandırdığı Brigitte,
dikkat çeken bir oyunculuk başarısı. Christiane’de Meral Bilginer, sizi sesiyle
çekiyor, rolü yorumlamasındaki ince ayrıntılarla kendine baktırıyor. Onun ses tonuyla daha farklı bir anlam kazanan
Aktör’de Atsız Karaduman’ı, Schiller’i
canlandıran Hakan Güneri’nin Schiller ile Goethe arasındaki ilişkinin sıcaklığını ve huzurunu veren oyunculuğunu unutmayacaksınız. Kendine
özgü diksiyonu ile ‘Mareşal’ı canlandıran Mehmet Şahin’in özellikle ‘kokulu
sahne’deki oyunculuğunu beğeneceksiniz. Engin Delice, ’Napoleon’; Berrin Akhasanoğlu, ‘Von
Stein’; Gökalp Kulan ‘Rahip’ rollerinde tekstin
verdiği olanakları başarıyla yansıtıyor.
‘Cornelia’da Şeyda Terzioğlu, ‘Bettina’da
Cansu Gültekin(özellikle erkek olarak girdiği sahnede), ‘Genç Oyuncu’da Selin Tekman,
‘Düşes’te Pınar Efe, dikkatinizden kaçmayacak ve isimlerini aklınızda tutmak
isteyeceğiniz oyuncular olacak. ‘Yaşlı Erkek’ Rezzak Aklar ile Oyunun Asker’leri Berk
Yücesir ve Tolga Kortunay kısa rollerinin gereğini başarıyla yapıyor.
Oyunun dekor tasarımı(Şirin Dağtekin Yenen) ve kostüm
tasarımını(Nalan Altaylı) beğendim. Tekstte canlı olarak biri keman diğeri
viyolonsel çaldığı belirtilen iki kız oyunda yok. Müzik kayıttan geliyor. Oyunun
künyesinde müziğin sorumlusu görünmüyor. Sanırım yönetmen sevdiği klasik
müzikleri kullandı. Müzik oyunun atmosferini yaratıyor
‘Güneş Batarken Bile
Büyük’ her şeye rağmen sezonun keyifle seyredilen ve ödüllere aday
olabilecek oyunlarından biri. Hakkında kopartılan yaygaraları hak
etmediğini, her şeyin tiyatro estetiği
içinde yapıldığını düşünüyorum.Yazarla
fikir ayrılıklarımız, bakış açılarımızdan kaynaklanıyor ki bu konuda
doğrunun ne olduğuna karar vermek zor. İnşallah bir yazarımız da Goethe'yi benim düşündüğüm gibi anlatan bir oyun yazar.
Goethe’nin ‘Bütün
kültürsüz insanların ilgisi konuyla çekilir. Konuyu herkes önünde hazır görür,
özü ancak ona bir şeyler katabilenler bulur, biçim ise çoğunluk için bir
sırdır.’ sözünü hatırlayarak Güneş Batarken Bile Büyük oyununda konudan
daha çok özü görmenizi dilerim.
Melih Anık
İlgi:
Oyun Teksti
‘Faust’ - Tercüme:
Recai Bilgin- Maarif Matbaası
‘Wilhelm Meister’ - Tercüme: Dr. Şükrü Atala ve Cemal
Köprülü- Maarif Matbaası
‘Goethe Der ki’ Derleme: Gürsel Aytaç- İş Bankası Kültür
yayınları
‘Goethe’ Kaufmann- Çeviren: Aziz yardımlı- İdea cep
Kitapları
‘Goethe ve Çağı’ Georg Lukacs – Türkçesi: Ferit Burak Aydar-
Sel Yayıncılık
‘Mevlâna ve Goethe’ Senail Özkan- Ötüken Yayınları
‘GOETHE’DE İSLAM VE KUR’ÂN SEVGİSİ’ Prof.Dr.Süleyman Ateş http://www.suleyman-ates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=899:2013-12-15-13-30-40&catid=59:aralik-2013&Itemid=46
‘Goethe’de İslam Görüşü’ - Takyettin Karakaya http://www.sosyalmedyahaber.com/2011/11/11/goethede-islam-gorusu/
‘GOETHE VE İSLÂM’ - Zeki
Önsöz http://www.zekionsoz.com/?p=676
‘HAYATININ SON YILLARINDA GOETHE İLE KONUŞMALAR J. P.
ECKERMANN Çevirenler: Lûtfi AY – Sadi BAYTIN’
http://anlamak.com/eski/tanimak/Johann-Wolfgang-von-Goethe---06.htm
‘GOETHE VE HAFIZ’ Prof.
Dr. MELAHAT ÖZGÜ http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/742/9470.pdf
‘West and East Divan’- Translated by Martin Bidney
‘Goethe 363 Poems’- poemhunter.com
Cahide Acar şu yorumu yapmış ama sanırım bir sorundan dolayı yazının altına ekleyememiş. Ben ekledim.
YanıtlaSil"Yine çokça istifade ettiğim bir yazı okudum. Goethe 'nin Hafız'ı, Mevlana'yı okuduğunu, Doğu'ya ilgi duyduğunu biliyordum ama hiç bunları neden işlememiş diye sorgulamak aklıma gelmemişti sizin hatırlatmanızdan önce. Evet ben de bunları görmek istediğimi farkettim sahnede. İnşallah temenniniz gerçek olur. Teşekkürler Hocam...."
Teşekkür ederim Cahide..