15 Aralık 2014 Pazartesi

Kazım Akşar'ın Goethe'si : 'Güneş Batarken Bile Büyük' (İDT)

Kazım Akşar, çok okumuş, çok araştırmış, Güneş Batarken Bile Büyük oyununu yazmış. Oyunun tekstini istemek için başlattığım ve teksti veremeyeceğini söylemesiyle sona eren birkaç mesajlık  görüşmemizde yazarın kendisi söylemedi bunu bana. Oyunla ilgili sansür tartışmaları çıktığında, olay arayan saygıdeğer medyamız yazara  söz verdiğinde öğrendim.  Tiyatronun gündem olabilmesi, bu gibi ‘hassasiyetlerin’ okşanmasına bağlı.  Şükürler olsun(!) ortaya çıktı ki  DT sansür etmemiş, Kazım Akşar da zaten eserine dokundurtmazmış. Medya konuyu kapadı, yeni bir sansasyon beklemeye başladı.  Benim için konu o zaman açıldı. Teksti merak ettim. Uzun yazışma, telefon görüşmelerinden sonra ki  ‘DT oyunu zaten verecekti, ortada yanlış anlaşma vardı  falan’ olduğu anlaşıldı(!)’dan sonra, oyunun tekstini alıp okuma fırsatım oldu.

Oyun Goethe’nin(1749-1832) Weimer’a ikinci geliş yıllarına tekabül ediyor. Goethe, 1775’de ilk kez Weimer’a gelmiş. İkinci gelişi ise 1792.  Oyundaki olayları( Christiane ile evliliği(1806), Napoleon’un Weimar’ı işgali (1806), Christiane’nin ölümü(1816)) dikkate alarak oyun için  bir tarih aralığı vermek mümkün.

Birinci Perde’nin III.Sahnesi’nde  Goethe’nin Christiane ile evliliği var. Bu tarihin 1806, Schiller’in ölümünün 1805 olduğunu düşünürsek takip eden sahnelerde Schiller’in olmaması gerekiyor ama Kazım Akşar böyle bir kronolojiye uymaya zorlamamış kendini.  Benzer şekilde oyunun XII. Sahnesini de 1816’ya tarihlemek mümkün.  Goethe’ye ününü sağlayan Genç Werther’in Acıları’nın tarihi 1774. Yâni bir bakıma Werther’in gündem olmasından  42 yıl sonra Goethe ve Rahip arasında geçen tartışmanın Werther ile başlaması, yazarın kurgusu.   

Goethe'nin hayatı  ile eserleri arasında bir ilgi kurmak mümkün. Örneğin Tasso’da Frau von Stein’dan izler var. Ipigenie, Von Stein’a dayalı bir karakter. Römische Elegien(1788), Christiane’yi  ölümsüzleştirecek bir eser. Pek tabii ki oyunda Goethe’nin şiirlerinden,  Faust ve Genç Werther’in Acıları’ndan da alıntılar var. Oyunda kullanılan kuklalı, maskeli  sahneler de bize Wilhelm Meister’i hatırlatır. Goethe Schiller dostluğundan pek çok belge kalmış.  

Bu nedenle oyuna çok iyi hazırlanmış bir kolaj gibi baktım. Teksti okuduğumda ilk izlenimim olumlu oldu. Kazım Akşar çok iyi bir iş  kotarmış. Yazar, gerçekten çok araştırma yapmış, Goethe’nin Weimar günlerini iyi sahneleri olan bir kurgu  ile anlatmış. Oyunun  kurgusunda yazarın tiyatroyu çok iyi bildiğini üstündeki  Shakespeare etkisini hissettim. İsmi Goethe ile birlikte anılan olaylar ve kişiler oyun metninde ustalıkla dahil edilmiş. Yazar Goethe’yi, onun hayatına giren karakterler ile ilişkilerinden, onların Goethe hakkındaki dedikodularından ortaya çıkarmak istemiş.  Bu Goethe’yi oynayan oyuncunun işini zorlaştıran bir özellik. Gerçek hayatta uzun bir süreye dağılan ilişkilerin kısa bir zaman diliminde sahne üzerinde arka arkaya gelmesi zor bir durum. Goethe’nin Napoleon ile karşılaşıp karşılaşmadığı üzerine bir bilgiye rastlamadım  ama bence çok da önemi yok, zira bu, bir oyun. (Picasso ‘bu balık değil resim’) Bu Kazım Akşar’ın Goethe’si.  

Okuma aşamasında oyunla ilgili endişem tüm karakterlerin bir kişi gibi yazarın ağzından konuşması idi. Bu karakterlerin farklarını ortaya koymadığı anlamına gelmiyordu ama dialoglarda, tiratlarda ‘kitabî’lik hissediliyordu. Bu konudaki açtığım parantezi oyunu seyrettikten sonra yeniden düşüneceğim diyerek kapattım. Bu oyun mutlaka iyi oyunculuklarla oynanmalıydı.  Yazar, oyunu yönetirken buna bir çözüm bulmuştur diye geçirdim aklımdan.

Oyun hakkında koparılan fırtınada Goethe ile ilgili bir gerçeğe dokunulmamasına şaşırdım. Goethe Müslümanlığı merak etmiş. Hâfız’ı ve Mevlâna’yı tercümelerinden okumuş. 27 Eylül 1814 tarihinde el yazması güzel bir Mesnevi alarak kraliyet kütüphanesine hediye etmiş. Müslümanların ‘Allahın doksan dokuz ismini’ tespih ettiklerini biliyor. Namaz kılanları gözlemlediği yazılı.

Kuran’ın 2/26. Âyetinde  ‘Allah bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek göstermekten sıkılmaz. Küfre sapmışlar şöyle der:  Allah bunu örnek vermekle ne demek istedi?’ denilmektedir.
Goethe’nin Kuran’ı bildiği şu dizelerden anlaşılır:
‘Keza Allah bir sivrisinekte
Vermektedir bize hayat misalini’
2.Sure’nin 142’inci ayeti “De ki: Doğuda Allah’ın, batı da. O dilediğini dosdoğru yola kılavuzlar.” Goethe’nin  şiirinde şöyle dile gelir:
Doğu da Allah’ındır!
 Batı’da Allah’ın!
 Kuzey ve güney sahası da
 Onun iradesiyle sulhta’

Goethe, Werther’e   ‘Allahın kudretini her yerde hissettiğini hatta bir sivrisinekte bile müşahade ettiğini söyletmektedir.’

Doğu Batı Divanı’nda Mevlâna’ya şöyle seslenir:
Sen eğlenmek istersin dünyada o bir hayâl gibi kaçar
Sen gezip dolaşmak istersin mukadderat engel olur.
Ne soğuğa ne sıcağa dayanmaya muktedirsin naçâr
Talihin sana sunduğunu anında kader bozar.’

Hemen akabinde de Züleyha’ya şöyle söyletir:
Ayna bana güzel olduğumu söyler
Sizse yaşlanmak da kaderimdir dersiniz
Her şey Allahın huzunda ebedidir
Ben onu bu ân için severim içimde..

Tanrı indinde fanilik yoktur zira tanrı ebedidir.siz benim güzelliğimi temâşa ederken aslında tanrıyı sevmelisiniz çünkü halihazırda tanrı bende tecelli etmektedir.’

 Faust,Mistik Koro’nun şu sözleri ile biter:
Bütün ölümlü olaylar sadece birer işarettir. Olmaz şeyler burada birer olay haline geliyor tanımı imkansız olan şey burada tanımlanmış oluyor kadınlığın sonsuz olan yanı bizi yüceltiyor.

Goethe, Hâfız ve Sâdi’yi tercümelerinden okumuş. Hallâc’ın pervane metaforunu ‘Mutlu Özleyiş’ şiirine şöyle katmıştır:
Ve akıbet yanarsın o ilâhi alevde
Sen ey ışığa susamış pervane..’

Aynı şiirdeki şu dörtlük
‘Daha anlatamamışsan bunu
Şu hakikatı öl ve ol
Bil ki ham bir misafirsin ancak
Şu kapkaranlık yeryüzünde’dizeleri, Hz. Peygamberin bir hadis-i şerifine dayanmaktadır: ‘ Mûtu kabl ente  mutû / ölmeden önce ölünüz’ Mevlâna  da Hz. Peygamberin bu sözünü ve  pervane ile mum mecazını  eserlerinde kullanmıştır. Zaten Goethe ‘Doğu Batı arasında dolaşmak yaraşır en çok bize’ diyerek bu konudaki duruşunu apaçık göstermiştir. Tüm bu örnekler Goethe’nin Müslümanlık ile yakınlığının  göstergeleridir.

Kazım Akşar, kendisi ile yapılan röportajlarda ‘Din istismarının çok çirkin olduğuyla ilgili cümleler var oyunda. Savaşa karşı olan çok ağır cümleler var. İktidarın sanatçıyı baskı altına alacağından bunun kötü bir sonuç doğuracağına ve çirkin olduğuna dair cümleler var’ demiş. Gerçekten de Goethe ile Napoleon, Mareşal ve Rahip arasında geçen konuşmalarda bu vurguyu görüyorsunuz. Ancak ezbere şiir okuyan Mareşal, edebiyat sever Napoleon var sahnede. Bu nedenle tartışmalar, tarihin çerçevesi içinde ‘fazla  uygar’  görünüyor. Goethe ile Rahip arasındaki 1816’daki tartışma Goethe’nin 1774’de yazdığı  Genç Werther’in Acıları üzerinden gelişiyor. Yâni aradan 42 yıl geçmişken.

Goethe’nin din(kilise) ile ilişkisi sorunludur(farklıdır) ama ilâhi varlık ile sorunu yoktur bence.  Ancak  ‘Uyku benim çok şeyime çaredir’ diyen Goethe’nin oyunda Christiane’ye  ‘Benim iki Tanrım var biri sen biri uyku’ demesine çok da sıcak bakmadım doğrusu.

Öte yandan ‘Her edebiyat eğer yabancı katkısıyla yeniden tazelenmezse eninde sonunda içerisinde tükenir. Şair uçan bir kartala benzer ve üzerine atılacağı tavşan Prusya’da mı Saksonya’da mı koşuyormuş onun için ne fark eder’ ifadesinde Goethe’nin düşüncelerinin bir yansımasını görürüz. Goethe dünya coğrafyasından beslenmektedir. Ayrıca Goethe uluslar arası olmaya çok değer veren bir yazar. Hatta küreselleşmenin ilklerinden olduğu söyleniyor.

Tüm bu nedenlerle, ülkemin bir yazarının Goethe ile ilgili bir oyun yazarken onun bu yönlerini ortaya çıkarmasını çok isterdim. Bu oyun çok ‘Batılı’ olmuş. Oysa Goethe’nin kişiliğinde   Doğu ile Batı’yı birleştirmek  çok mümkün. Bunu yapabilecek olan da bizim yazarlarımız, sanatçılarımız.  Edebi kişiliğinde bu özellik  Goethe’nin  derinliğini oluşturuyor. Bir Türk yazarın oyununda kendi coğrafyasından kaynaklanan özellikleri oyununa kaydetmesi Goethe’nin isteğine de uygun olurdu.    

Kazım Akşar oyunun önsözünde ‘Bu oyunu hedefsiz yığınlar için değil benzer şeyler arzulayan aramaya direnen ve aynı yönlerde buluşmaya gayret eden kişiler için kaleme aldım.’ demiş. Bu Goethe'nin  ‘Eserlerim yığın için yazılmamıştır. Tersine biraz benzer şeyler isteyen ve arayan benzer yönlere tutkun tek tek insanlar içindir’ sözüne ne kadar benziyor. Oyunun genelinde bu söylemi buldum.

Oyunun en beğendiğim sahnesi  Goethe ile kardeşinin bir araya geldiği sahne. Yönetmen bu sahnede olağanüstü bir atmosfer oluşturmuş, mükemmel bir reji yapmış.

Oyunun en son sahnesinde Goethe, tekste göre aynaya bakarak konuşur ve ‘Güneş batarken bile büyük’ der. Yazarın bu imasıyla, kendini güneş olarak niteleyen Goethe hem kendini hem batan güneşi ima etmektedir. Yönetmen Kazım Akşar, yazar Kazım Akşar'ın bu tercihine uymamış görünüyor.

Oyunun rejisi  genel olarak bana Mozart’ı hatırlattı. Özellikle danslı müzikli eğlence sahnesinde.. (Koreograf: Tanju Yıldırım)

Müzik kutusunu inandırıcı bulmadım.Çok iyi olan dekorda döşeme kaplamasının  koli bandı ile yapıştırılması iyi görünmüyor.

Oyunun en güzel tarafı oyunculuk. Goethe’nin bir sözünü hatırlatayım: ‘İsterdim ki tiyatro sahnesi bir ip cambazının teli kadar dar olsun beceriksiz hiç kimse ona çıkmaya cesaret etmesin.’ Bu oyundaki oyuncular dar olan o teli çok rahatlıkla kullanan becerikli oyuncular.

Elbette en başta,  bu oyunu onsuz düşünemediğim  Reha Özcan var. O olmasaydı bu oyun başka bir oyun olurdu, bu kadar etkili olmazdı. Reha Özcan karşısındaki karakterlere göre değişen bir oyunculukla Goethe’nin farklı ortamlardaki değişik yüzlerini ortaya koyuyor. Gerçek hayatta, arasında yıllar olan bu durumların 3 saatlik bir oyun içine sıkıştırılarak verilmesi ustalık gerektiriyor. Seyirci kendini Goethe’ye(Özcan) kaptırıyor. Mimiklerinin zenginliği,  duyguların seste bulduğu karşılıklar, beden diliyle anlattıkları bu büyük oyuncu önünde şapka çıkarmanıza neden oluyor.

 Reha Özcan’ın yanında çok iyi bir kadro var. Özcan’ın oyunculuğu ortalığı aydınlatırken onlar da oyunun başarısına çok katkı veriyor.  Ayla Baki Yücesoy’un canlandırdığı  Brigitte, dikkat çeken bir oyunculuk başarısı.  Christiane’de Meral Bilginer, sizi sesiyle çekiyor, rolü yorumlamasındaki ince  ayrıntılarla kendine baktırıyor.  Onun ses tonuyla daha farklı bir anlam kazanan Aktör’de  Atsız Karaduman’ı, Schiller’i canlandıran Hakan Güneri’nin Schiller ile Goethe arasındaki  ilişkinin sıcaklığını ve  huzurunu veren oyunculuğunu unutmayacaksınız. Kendine özgü diksiyonu ile  ‘Mareşal’ı  canlandıran Mehmet Şahin’in özellikle ‘kokulu sahne’deki oyunculuğunu  beğeneceksiniz.  Engin Delice, ’Napoleon’; Berrin Akhasanoğlu, ‘Von Stein’; Gökalp Kulan ‘Rahip’ rollerinde  tekstin verdiği olanakları  başarıyla yansıtıyor. ‘Cornelia’da Şeyda Terzioğlu, ‘Bettina’da Cansu Gültekin(özellikle erkek olarak girdiği sahnede), ‘Genç Oyuncu’da Selin Tekman, ‘Düşes’te Pınar Efe, dikkatinizden kaçmayacak ve isimlerini aklınızda tutmak isteyeceğiniz oyuncular olacak. ‘Yaşlı Erkek’  Rezzak Aklar ile Oyunun Asker’leri Berk Yücesir ve Tolga Kortunay kısa rollerinin gereğini başarıyla yapıyor.     

Oyunun dekor tasarımı(Şirin Dağtekin Yenen) ve kostüm tasarımını(Nalan Altaylı) beğendim. Tekstte canlı olarak biri keman diğeri viyolonsel çaldığı belirtilen iki kız oyunda yok. Müzik kayıttan geliyor. Oyunun künyesinde müziğin sorumlusu görünmüyor. Sanırım yönetmen sevdiği klasik müzikleri kullandı. Müzik oyunun atmosferini yaratıyor

‘Güneş Batarken Bile Büyük’ her şeye rağmen sezonun keyifle seyredilen ve ödüllere aday olabilecek  oyunlarından biri.  Hakkında kopartılan yaygaraları hak etmediğini, her şeyin  tiyatro estetiği içinde yapıldığını  düşünüyorum.Yazarla fikir ayrılıklarımız, bakış açılarımızdan kaynaklanıyor ki bu konuda doğrunun ne olduğuna karar vermek zor. İnşallah bir yazarımız da Goethe'yi benim düşündüğüm gibi anlatan bir oyun yazar.

Goethe’nin ‘Bütün kültürsüz insanların ilgisi konuyla çekilir. Konuyu herkes önünde hazır görür, özü ancak ona bir şeyler katabilenler bulur, biçim ise çoğunluk için bir sırdır.’ sözünü hatırlayarak Güneş Batarken Bile Büyük oyununda konudan daha çok özü görmenizi dilerim.

Melih Anık


İlgi:

Oyun Teksti
‘Faust’ -  Tercüme: Recai Bilgin-  Maarif Matbaası
‘Wilhelm Meister’ - Tercüme: Dr. Şükrü Atala ve Cemal Köprülü- Maarif Matbaası
‘Goethe Der ki’ Derleme: Gürsel Aytaç- İş Bankası Kültür yayınları
‘Goethe’ Kaufmann- Çeviren: Aziz yardımlı- İdea cep Kitapları
‘Goethe ve Çağı’ Georg Lukacs – Türkçesi: Ferit Burak Aydar- Sel Yayıncılık
‘Mevlâna ve Goethe’ Senail Özkan- Ötüken Yayınları
‘Goethe’de İslam Görüşü’ - Takyettin Karakaya  http://www.sosyalmedyahaber.com/2011/11/11/goethede-islam-gorusu/
‘GOETHE VE İSLÂM’ -  Zeki Önsöz  http://www.zekionsoz.com/?p=676
‘HAYATININ SON YILLARINDA GOETHE İLE KONUŞMALAR J. P. ECKERMANN Çevirenler: Lûtfi AY – Sadi BAYTIN’  http://anlamak.com/eski/tanimak/Johann-Wolfgang-von-Goethe---06.htm
‘GOETHE VE HAFIZ’   Prof. Dr. MELAHAT ÖZGÜ  http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/742/9470.pdf
‘West and East Divan’- Translated by Martin Bidney
‘Goethe 363 Poems’-  poemhunter.com
 “Batı'da Mesnevi'den Yapılan İlk Çeviriler, Şerhler, Uyarlamalar ve Esinlenmeler”  Prof. Dr. Franklin Lewis Çeviren: İsmail Güleç  iLMi ARAŞTIRMALAR, Sayı /0, 2005, 183-202 

1 yorum:

  1. Cahide Acar şu yorumu yapmış ama sanırım bir sorundan dolayı yazının altına ekleyememiş. Ben ekledim.

    "Yine çokça istifade ettiğim bir yazı okudum. Goethe 'nin Hafız'ı, Mevlana'yı okuduğunu, Doğu'ya ilgi duyduğunu biliyordum ama hiç bunları neden işlememiş diye sorgulamak aklıma gelmemişti sizin hatırlatmanızdan önce. Evet ben de bunları görmek istediğimi farkettim sahnede. İnşallah temenniniz gerçek olur. Teşekkürler Hocam...."

    Teşekkür ederim Cahide..

    YanıtlaSil