7 Aralık 2014 Pazar

‘Lillian’ (İBBŞT) ve McCarthy’ler

Lillian Hellman, Orhan Alkaya ve Aliye Uzunatağan.. Bu üç ismin yan yana gelmesi benim bu oyunu seyretmemin gerekçesidir.  Oyunda geçen Dashiell Hammett ismi de benim için ek güzelliktir.

Lillian Hellman ile tanışmam Julia(1977) filmi ile oldu. Bugün hâlâ o filmdeki  iki kadının(Julia ve Lillian) arasında geçen sahneleri hatırlarım. İki kadının arasındaki dayanışma, dostluk beni çok etkilemiştir. Julia’nın gerçek olup olmadığı ile hiç ilgilenmemiştim. Okyanusun kıyısındaki bir evde kumlara oturmuş  Dash ile Lillian fotoğrafı aklımdadır. Sanırım o sahneler Julia filminden zihnimde kalan  tortudur.

‘Lillian’, Dash Hammett’in hastane odasındaki son anlarında geçer. Lillian bekleme odasında hayatını hatırlar. Dash’in, Lillian’ın hayat arkadaşı olmasının ötesinde benim için daha önemli bir özelliği vardır. Hayatımda ilk okuduğum polisiye  kitap dedektif  Nat Pinkerton’un maceralarıdır. O hikâyeler kırmızı  renkli kağıtla ciltlenmiş iki kitap halinde kütüphanemde durmaktadır. Hikâyeler ‘Anadolu Türk Kitaphanesi, Muallim Fuat’  tarafından basılmıştır , yazarı ve  tercüme edeni belli değildir. Hammett, Pinkerton Ajansı’nda çalışmıştır. Belki de o hikâyeleri Dash yazmıştır

Şair, yönetmen, oyuncu Orhan Alkaya’nın yaptığı rejileri merak ederim. Zira Alkaya'nın oyunu ele alışında, işleyişinde, ayrıntılara dikkat edişindeki  hassasiyet, işini ciddiye aldığını gösterir. Sercan Gidişoğlu’nun kendisiyle yaptığı söyleşi okunmaya değer. Röportaj, Alkaya’nın tiyatro ve bu oyun hakkındaki düşüncelerini özetlerken benim onun hakkındaki düşüncelerimi  de haklı çıkarıyor. Kendisiyle konuşmuşluğum, şiirlerini okumuşluğum  vardır.   Bence daha çok oyun yönetmesi tiyatro için zenginlik olur.

Aliye Uzunatağan Türk Tiyatrosu’nda çok beğendiğim bir oyuncudur. Son yıllarda onu tiyatro sahnesinde yeterince seyredemediğime üzülürdüm, ‘Lillian’ çıktı karşıma.

 Oyunla ilgili temel sorunum, oyundaki Lillian’ı  hayâlimdekine benzetemememdir.(Üstüne Mary McCarthy tuz biber ekti.) Bunun temel nedeninin  metinden kaynaklandığını düşünüyorum(hatta eminim). Oyunda  Lillian, ölmekte olan kocasının başını beklerken geçmişini hatırlayan sıradan bir kadın gibi. Oysa benim Lillian’ım maceraların içine balıklamasına dalan, bireysel özgürlüğünü önemseyen, düşündüğünü yüksek sesle dile getirmekten çekinmeyen  bir kadındır. Metin içinde bu özelliğini gösteren replikler de var: “Vicdanımı bu yılın modasına göre biçimlendiremem ve biçimlendirmeyi de istemem.”  “Kendimi kurtarmak adına, yıllar önce tanıdığımız suçsuz kişilere zarar vermek insanlığa, namusa ve onura aykırıdır.”  “Demokrasiyi nasıl yorumlayacağımı bana polislerle yargıçlar öğretecek değil”

Oyunu seyrettikten sonra aklıma bir soru takıldı: Neden bu repliklerin gücü seyirciye tokat gibi geçmiyor? Lillian’ın yaşı mı buna engel? Hammett(d 1894) 1961’de öldüğüne göre , 1905 doğumlu  Lillian  oyunda 56 yaşındadır.  Hellman 1984’de 79 yaşında ölmüş. Bu o kadar olayın içinden geçmiş  Lillian’ın hayata tutunmadaki kararlılığını gösterir bence.  Yâni yaş  bir neden değil. Bence metnin kurgusu yukarıdaki repliklerde ‘patlama’ yaratan bir düzende  değil. Oyun yazarı, oyunun ilk bölümünde daha ziyade aile içi ilişkileri öne çıkarmış. Oyunun ilk yarısı bitip Lillian’ın mücadelesi ortaya çıktığında ise oyunun sonuna ulaşmış oluyorsunuz. Ağzınızda kalan tat sizi(beni) doyurmuyor. Ölümünden bir yıl sonra , 1985’de ilk kez sahnelenen oyun Lillian Helmann’ın entelektüel yönünü ortaya çıkarmaktan daha ziyade anılarından yola çıkarak bir retrospektif çıkarmak için yazılmış gibi.  Çok parçalı yapı bütünselliğe ulaşamıyor. Mesaj çıkmıyor. Zaten amacı da o değil sanki. Fazla duygusal.

Oyun sahnelendiğinde  bir başka olay toplumu meşgul ediyormuş.  Bunu yazının sonlarında anlattım. Ben Lillian – Mc Carthy(Bu, farklı McCarthy) meselesinin bu oyunu da etkilediğini düşündüm. Zira oyun, sadece bir hayat hikâyesi değil bir anlamda o arada(1979) ortaya çıkmış dâvânın gölgesinde kalıyor. Böyle bir oyunda hem yönetmenin hem de oyuncunun işi zor. McCarthy’nin iddialarına inanıyorsanız durum çok daha zor.  Akkaya kendisi ile yapılan röportajda oyunu nasıl ele aldığını çok ayrıntılı açıklamış.  Ancak her zaman aklınızdaki sahneye yansımıyor, seyirciye düşündüğünüz gibi yansımıyor. Her şey bir yere kadar. (Sanıyorum Alkaya,  Lillian’a inanmış.)

Orhan Alkaya oyunu sade bir dekor, hareketli bir ışık düzeni ve müzik üstüne  kurmuş. Yâni replik, dekor, ışık ve müzik dörtlemesi bir oda müziği oluşturacakmış gibi kurgulanmış. Ancak  metinde bir eksiklik varsa dekor, ışık ve müziğin  onu gidermesi mümkün değil.

Dekorda  11 beyaz sandalye ve  tepelerinde hastanelerde görmeye alıştığımız dört kare lamba(izi) var. Fonda şeffaf bir duvar arkasında incir ağacı görülüyor. (İncir ağacı oyunda geçiyor.) Şeffaf perde genellikle üzerine düşen ışığın rengine göre arkasını göstermeyen bir fon oluşturuyor. Şeffaf perdenin arkası  hatırlanan geçmişe ait bir mekân. Oyun başında oyuncunun o mekânda dolaştıktan sonra çıkıp öne gelişi, artık geçmişte(hayâlde) kalan ve yeri bile bulunamayacak incir ağacı ile oyuncuyu aynı algı içine sokuyor. Oysa oyuncu öne gelip hikâyesini anlatmaya başladığında seyircinin anlatılanları  incir ağacı gibi algılamaması lâzım. Şeffaf perde önü ile arkasındaki zaman farklı çünkü. Oyun bugünden düne bakmak üzerine. Aynı giysili oyuncu hem dün hem bugün oluyor.  Mevcut mizansenin de bir açıklaması yapılabilir tabii  ki. Ama ben kendimi ikna edemedim.

Oyuncunun sahnedeki yerine göre tavandaki dört lambanın şiddeti  azalıp artıyor. Oyuncunun altında olduğu lamba daha güçlü yanıyor. Sadece bir sahnede üçü sönükken  bir tanesi yuvarlak ışık halinde oyuncuyu aydınlatıyor. Bu sahnenin öyle olması  soruşturma sahnesi olması herhalde. Ancak oyunda tek kalan farklı bir söylem.  Arada bir solda açılan bir kapı, ışıkla anlatılmış. Bu fikir bir umudu da simgeliyor ama son açılışı artık umut değil. Bu nedenle o kapıyı açan ışığın bu ayrımı vermesi gerek. Bir de ışığın konturlarının  belirgin  olmasını bekledim.  Zaman zaman sahnenin ön iki yanından spotlar kullanılmış.  Oyunun üçüncü oyuncusu olan ışık maalesef hem oyuncunun yüzünde hem de fonda çok fazla gölge yaratıyor. Dekorun sahne üstüne gelen kısmının gece mavisi ışık yansıtan ve sahneyi çerçeveleyen  görüntüsünün  fonun tek renkli ışıklandırması ile birleşen anlarında ben, bir akvaryum atmosferi sezdim ki bunun ömür dediğimiz akvaryumu ve geçmiş zamanı  vermek için seçilen doğru bir çözüm olduğunu düşünüyorum, eğer gölgeler olmasaydı.

Oyuncu, sandalyeleri ‘kişileştirerek’ konuşuyor. Sandalyeleri kimi zaman karşı karşıya getiriyor, kimi zaman öne çıkarıyor, kimi zaman bir nesnenin yerine koyuyor.  Oyun başladığında bu sıralamada bir matematik var mı diye çok dikkat ettim ama yakalayamadım.  Aklımdan geçen  11 sandalyenin  kronolojik bir düzende kullanıma olasılığı idi. Seyirciye göre solda Dash’in odasına doğru zaman ilerlerdi mesela. Tam buluştukları  anda Dash’i kaybederdi, Lillian. (Anılar daha da yakınlaştırır insanları)

Aliye Uzunatağan çok kontrollü başlıyor oyuna. Ben zorlukla duyduğum girişteki replikten sonra kreşendolar bekledim ama Uzunatağan, oyun boyunca  kontrolü(disiplini) elinden bırakmadı, sıkı sıkı tuttu. Uzunatağan, anılarında bahsettiği kişileri canlandırırken hem ses hem bedenen çok başarılı. Alkaya’nın röportajında belirttiği ‘meddah anlatısı olmasın’ titizliği bence bu dikkatin abartılmasına ve bir tür ‘kurulaşma’ya neden olmuş.  Ancak metnin yapısının da  oyuncuya çok da fazla imkân vermediğini söylemek zorundayım. Sahne aralarında çalan müzik, bence sahneleri bitiren şekilde kullanılmalıydı ama sahneleri bölen olmuş. Alkaya “Uyarıcı olmasını istedik” diyor. Doğrusu ben bunu  algılayamadım. Müzik  çok fazla duygusaldı. Sanki müzik de yazarın duygusallığına kapılmış gibiydi, oyuncu da etkilenmişti. Hep beraber Lillian’ı anma gününe gelmiştik sanki. Seyirci de huşu halinde bir yanlış yapmamaya dikkat etti. Sanki Lillian’ı sonsuz yolculuğuna uğurluyorduk.

Oyun dergiciği oyunda geçen kişi ve olayları açıklayan notlar  içeriyor. Seyirci için  böyle bir yardımın gerekli olduğunu düşünüyorum. Onun için beğendim.

Rosenbergler için olduğu gibi zaman her şeyi değiştiriyor. Julia’da hayâllerimi süsleyen Lillian (belki de Jane Fonda’nın güzelliğinden kaynaklanıyordu) zaman içinde sislendi.  ‘A foremost literary fabulator of her generation, Lillian Hellman invented her life, so that by the end even she was uncertain about what had been true’ ( ‘Kendi neslinin efsanevi hikâye anlatıcısı olan ve kendi hayat hikâyesini bile  icat eden Lillian ‘ın kendisi bile neyin doğru olduğundan emin olamadı’) diyen  Joan Mellen’in peşine takılıp bu yaşımda seyretmeyi istediğim oyun,   Lillian ve Mary McCarthy’i karşı karşıya getiren  ‘Hellman v. McCarthy’  olurdu. McCarthy, bir tv programında  Lillian’ın tüm hatıratının uydurma olduğunu söylemiş. Lillian, kendisi için “Yazdığı  ‘and ’ ve ‘the’ ler dahil olmak üzere  her söylediği yalandır” diyen  Mary’yi mahkemeye vermiş ama dâvânın sonunu görmeye ömrü yetmemiş. Seçme şansım olsa favori: ‘Hellman v. McCarthy’, plase: ‘Contentious Minds: The Mary McCarthy/Lillian Hellman Affair’  derdim.

Öte yandan, “Hammett ve Hellman, Amerikalı senatör McCarthy’nin 1950’lerde yürüttüğü ‘cadı avı’nın bir parçası olarak Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komisyonu (AAFAK) tarafından sorguya çekilmiş ve Hammett hapis yatmıştır.

Lillian , tarihsel bir kişiliği gündeme getirmesi açısından önemli. Umarım seyirciler onu ve Dash’i tanımak ister ve de onların içinden geçtikleri zaman dilimindeki Mc Carthy’leri de hatırlar.

‘Lillian’ bana yeni bir ufuk açtı. Teşekkür ederim.

Melih Anık

Not:  Oyun ilk kez  İKSV- 19.İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynanmış. Bu oyunu Erhan Bey’in(İBBŞT) hanesine tabii ki yazmıyorum.
Künye:
LILLIAN
Yazan                                   : WİLLİAM LUCE
Çeviren                                 : SEÇKİN SELVİ
Yöneten                                : ORHAN ALKAYA
Dramaturgi                            : SİNEM ÖZLEK
Sahne Tasarımı                      : NURULLAH TUNCER
Kostüm Tasarımı                   : CANAN GÖKNİL
Işık Tasarımı                          : KEMAL YİĞİTCAN
Efekt                                     : LEVENT AKMAN
Yönetmen Yardımcısı             : SEZA GÜNEŞ
Süre      : 1 saat 20 dakika

İlgi:
Sercan Gidişoğlu’nun Orhan Alkaya ile yaptığı röportajhttp://mimesis-dergi.org/2014/08/vicdanimi-yilin-modasina-gore-bicimlendiremem/
‘Contentious Minds: The Mary McCarthy/Lillian Hellman Affair’
"Contentious Minds" The Mary McCarthy/Lillian Hellman Affair by Ben Pleasants. Act I http://www.youtube.com/watch?v=nBkrN9YvW-0
Theater Talk: Hellman v. McCarthy   http://www.youtube.com/watch?v=5OfKEjABGGY

1 yorum:

  1. Her zaman beklemeye alıştığım gibi derinlikli bir yazı. Ayrıntılı inceleme ve linkler için de teşekkürler.

    YanıtlaSil