Lillian Hellman, Orhan Alkaya ve Aliye Uzunatağan.. Bu üç
ismin yan yana gelmesi benim bu oyunu seyretmemin gerekçesidir. Oyunda geçen Dashiell Hammett ismi de benim
için ek güzelliktir.
Lillian Hellman ile tanışmam Julia(1977) filmi ile oldu.
Bugün hâlâ o filmdeki iki kadının(Julia
ve Lillian) arasında geçen sahneleri hatırlarım. İki kadının arasındaki
dayanışma, dostluk beni çok etkilemiştir. Julia’nın gerçek olup olmadığı ile
hiç ilgilenmemiştim. Okyanusun kıyısındaki bir
evde kumlara oturmuş Dash ile Lillian fotoğrafı aklımdadır.
Sanırım o sahneler Julia filminden zihnimde kalan tortudur.
Şair, yönetmen, oyuncu Orhan Alkaya’nın yaptığı rejileri
merak ederim. Zira Alkaya'nın oyunu ele alışında, işleyişinde, ayrıntılara dikkat
edişindeki hassasiyet, işini ciddiye aldığını
gösterir. Sercan Gidişoğlu’nun kendisiyle yaptığı söyleşi okunmaya değer. Röportaj,
Alkaya’nın tiyatro ve bu oyun hakkındaki düşüncelerini özetlerken benim onun
hakkındaki düşüncelerimi de haklı çıkarıyor.
Kendisiyle konuşmuşluğum, şiirlerini okumuşluğum vardır. Bence
daha çok oyun yönetmesi tiyatro için zenginlik olur.
Aliye Uzunatağan Türk Tiyatrosu’nda çok beğendiğim bir
oyuncudur. Son yıllarda onu tiyatro sahnesinde yeterince seyredemediğime
üzülürdüm, ‘Lillian’ çıktı karşıma.
Oyunla ilgili temel
sorunum, oyundaki Lillian’ı
hayâlimdekine benzetemememdir.(Üstüne Mary McCarthy tuz biber ekti.) Bunun temel nedeninin metinden kaynaklandığını düşünüyorum(hatta
eminim). Oyunda Lillian, ölmekte olan
kocasının başını beklerken geçmişini hatırlayan sıradan bir kadın gibi. Oysa
benim Lillian’ım maceraların içine balıklamasına dalan, bireysel özgürlüğünü
önemseyen, düşündüğünü yüksek sesle dile getirmekten çekinmeyen bir kadındır.
Metin içinde bu özelliğini gösteren replikler de var: “Vicdanımı
bu yılın modasına göre biçimlendiremem ve biçimlendirmeyi de istemem.” “Kendimi kurtarmak adına, yıllar önce
tanıdığımız suçsuz kişilere zarar vermek insanlığa, namusa ve onura aykırıdır.” “Demokrasiyi nasıl yorumlayacağımı
bana polislerle yargıçlar öğretecek değil”
Oyunu seyrettikten sonra aklıma bir soru takıldı: Neden bu
repliklerin gücü seyirciye tokat gibi geçmiyor? Lillian’ın
yaşı mı buna engel? Hammett(d 1894) 1961’de öldüğüne göre , 1905 doğumlu
Lillian oyunda 56 yaşındadır. Hellman 1984’de 79 yaşında ölmüş. Bu o kadar
olayın içinden geçmiş Lillian’ın hayata
tutunmadaki kararlılığını gösterir bence.
Yâni yaş bir neden değil. Bence
metnin kurgusu yukarıdaki repliklerde ‘patlama’ yaratan bir düzende değil. Oyun yazarı, oyunun ilk bölümünde daha
ziyade aile içi ilişkileri öne çıkarmış. Oyunun ilk yarısı bitip Lillian’ın
mücadelesi ortaya çıktığında ise oyunun sonuna ulaşmış oluyorsunuz. Ağzınızda kalan
tat sizi(beni) doyurmuyor. Ölümünden bir yıl sonra , 1985’de ilk kez sahnelenen
oyun Lillian Helmann’ın entelektüel yönünü ortaya çıkarmaktan daha ziyade
anılarından yola çıkarak bir retrospektif çıkarmak için yazılmış gibi. Çok parçalı yapı bütünselliğe ulaşamıyor.
Mesaj çıkmıyor. Zaten amacı da o değil sanki. Fazla duygusal.
Oyun sahnelendiğinde bir başka olay toplumu meşgul ediyormuş. Bunu yazının sonlarında anlattım. Ben Lillian
– Mc Carthy(Bu, farklı McCarthy) meselesinin bu oyunu da etkilediğini düşündüm. Zira
oyun, sadece bir hayat hikâyesi değil bir anlamda o arada(1979) ortaya çıkmış
dâvânın gölgesinde kalıyor. Böyle bir oyunda hem yönetmenin hem de oyuncunun
işi zor. McCarthy’nin iddialarına inanıyorsanız durum çok daha zor. Akkaya kendisi ile yapılan röportajda oyunu
nasıl ele aldığını çok ayrıntılı açıklamış.
Ancak her zaman aklınızdaki sahneye yansımıyor, seyirciye düşündüğünüz
gibi yansımıyor. Her şey bir yere kadar. (Sanıyorum Alkaya, Lillian’a inanmış.)
Orhan Alkaya oyunu sade bir dekor, hareketli bir ışık düzeni
ve müzik üstüne kurmuş. Yâni replik,
dekor, ışık ve müzik dörtlemesi bir oda müziği oluşturacakmış gibi kurgulanmış.
Ancak metinde bir eksiklik varsa dekor,
ışık ve müziğin onu gidermesi mümkün
değil.
Dekorda 11 beyaz
sandalye ve tepelerinde hastanelerde
görmeye alıştığımız dört kare lamba(izi) var. Fonda şeffaf bir duvar arkasında
incir ağacı görülüyor. (İncir ağacı oyunda geçiyor.) Şeffaf perde genellikle
üzerine düşen ışığın rengine göre arkasını göstermeyen bir fon oluşturuyor. Şeffaf
perdenin arkası hatırlanan geçmişe ait
bir mekân. Oyun başında oyuncunun o mekânda dolaştıktan sonra çıkıp öne gelişi,
artık geçmişte(hayâlde) kalan ve yeri bile bulunamayacak incir ağacı ile
oyuncuyu aynı algı içine sokuyor. Oysa oyuncu öne gelip hikâyesini anlatmaya
başladığında seyircinin anlatılanları
incir ağacı gibi algılamaması lâzım. Şeffaf perde önü ile arkasındaki
zaman farklı çünkü. Oyun bugünden düne bakmak üzerine. Aynı giysili oyuncu hem
dün hem bugün oluyor. Mevcut mizansenin
de bir açıklaması yapılabilir tabii ki. Ama
ben kendimi ikna edemedim.
Oyuncunun sahnedeki yerine göre tavandaki dört lambanın
şiddeti azalıp artıyor. Oyuncunun
altında olduğu lamba daha güçlü yanıyor. Sadece bir sahnede üçü sönükken bir tanesi yuvarlak ışık halinde oyuncuyu
aydınlatıyor. Bu sahnenin öyle olması
soruşturma sahnesi olması herhalde. Ancak oyunda tek kalan farklı bir
söylem. Arada bir solda açılan bir kapı,
ışıkla anlatılmış. Bu fikir bir umudu da simgeliyor ama son açılışı artık umut
değil. Bu nedenle o kapıyı açan ışığın bu ayrımı vermesi gerek. Bir de ışığın konturlarının
belirgin olmasını bekledim. Zaman zaman sahnenin ön iki yanından spotlar
kullanılmış. Oyunun üçüncü oyuncusu olan
ışık maalesef hem oyuncunun yüzünde hem de fonda çok fazla gölge yaratıyor. Dekorun
sahne üstüne gelen kısmının gece mavisi ışık yansıtan ve sahneyi çerçeveleyen görüntüsünün fonun tek renkli ışıklandırması ile birleşen
anlarında ben, bir akvaryum atmosferi sezdim ki bunun ömür dediğimiz akvaryumu
ve geçmiş zamanı vermek için seçilen
doğru bir çözüm olduğunu düşünüyorum, eğer gölgeler olmasaydı.
Oyuncu, sandalyeleri ‘kişileştirerek’ konuşuyor. Sandalyeleri
kimi zaman karşı karşıya getiriyor, kimi zaman öne çıkarıyor, kimi zaman bir
nesnenin yerine koyuyor. Oyun
başladığında bu sıralamada bir matematik var mı diye çok dikkat ettim ama
yakalayamadım. Aklımdan geçen 11 sandalyenin kronolojik bir düzende kullanıma olasılığı idi.
Seyirciye göre solda Dash’in odasına doğru zaman ilerlerdi mesela. Tam
buluştukları anda Dash’i kaybederdi,
Lillian. (Anılar daha da yakınlaştırır insanları)
Aliye Uzunatağan çok kontrollü başlıyor oyuna. Ben zorlukla
duyduğum girişteki replikten sonra kreşendolar bekledim ama Uzunatağan, oyun
boyunca kontrolü(disiplini) elinden
bırakmadı, sıkı sıkı tuttu. Uzunatağan, anılarında bahsettiği kişileri
canlandırırken hem ses hem bedenen çok başarılı. Alkaya’nın röportajında
belirttiği ‘meddah anlatısı olmasın’
titizliği bence bu dikkatin abartılmasına ve bir tür ‘kurulaşma’ya neden olmuş.
Ancak metnin yapısının da oyuncuya çok da fazla imkân vermediğini
söylemek zorundayım. Sahne aralarında çalan müzik, bence sahneleri bitiren
şekilde kullanılmalıydı ama sahneleri bölen olmuş. Alkaya “Uyarıcı olmasını
istedik” diyor. Doğrusu ben bunu algılayamadım. Müzik çok fazla duygusaldı. Sanki müzik de yazarın
duygusallığına kapılmış gibiydi, oyuncu da etkilenmişti. Hep beraber Lillian’ı
anma gününe gelmiştik sanki. Seyirci de huşu halinde bir yanlış yapmamaya
dikkat etti. Sanki Lillian’ı sonsuz yolculuğuna uğurluyorduk.
Oyun dergiciği oyunda geçen kişi ve olayları açıklayan
notlar içeriyor. Seyirci için böyle bir yardımın gerekli olduğunu
düşünüyorum. Onun için beğendim.
Rosenbergler için olduğu gibi zaman her şeyi değiştiriyor.
Julia’da hayâllerimi süsleyen Lillian (belki de Jane Fonda’nın güzelliğinden
kaynaklanıyordu) zaman içinde sislendi.
‘A foremost literary fabulator of
her generation, Lillian Hellman invented her life, so that by the end even she
was uncertain about what had been true’ ( ‘Kendi neslinin efsanevi hikâye
anlatıcısı olan ve kendi hayat hikâyesini bile icat eden Lillian ‘ın kendisi bile neyin doğru
olduğundan emin olamadı’) diyen Joan Mellen’in peşine takılıp bu yaşımda seyretmeyi
istediğim oyun, Lillian ve Mary McCarthy’i karşı karşıya
getiren ‘Hellman v. McCarthy’ olurdu.
McCarthy, bir tv programında Lillian’ın
tüm hatıratının uydurma olduğunu söylemiş. Lillian, kendisi için “Yazdığı
‘and ’ ve ‘the’ ler dahil olmak üzere
her söylediği yalandır” diyen
Mary’yi mahkemeye vermiş ama dâvânın sonunu görmeye ömrü yetmemiş. Seçme
şansım olsa favori: ‘Hellman v.
McCarthy’, plase: ‘Contentious
Minds: The Mary McCarthy/Lillian Hellman Affair’ derdim.
Öte yandan, “Hammett ve Hellman, Amerikalı senatör
McCarthy’nin 1950’lerde yürüttüğü ‘cadı avı’nın bir parçası olarak Amerikan
Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komisyonu (AAFAK) tarafından sorguya çekilmiş
ve Hammett hapis yatmıştır.”
Lillian , tarihsel bir kişiliği gündeme getirmesi açısından
önemli. Umarım seyirciler onu ve Dash’i tanımak ister ve de onların içinden
geçtikleri zaman dilimindeki Mc Carthy’leri de hatırlar.
‘Lillian’ bana yeni bir ufuk açtı. Teşekkür ederim.
Melih Anık
Not: Oyun ilk kez
İKSV- 19.İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynanmış. Bu oyunu Erhan
Bey’in(İBBŞT) hanesine tabii ki yazmıyorum.
Künye:
LILLIAN
Yazan :
WİLLİAM LUCE
Çeviren :
SEÇKİN SELVİ
Yöneten :
ORHAN ALKAYA
Dramaturgi :
SİNEM ÖZLEK
Sahne Tasarımı :
NURULLAH TUNCER
Kostüm Tasarımı :
CANAN GÖKNİL
Işık Tasarımı :
KEMAL YİĞİTCAN
Efekt :
LEVENT AKMAN
Yönetmen Yardımcısı :
SEZA GÜNEŞ
Süre : 1 saat 20 dakika
İlgi:
Sercan Gidişoğlu’nun Orhan Alkaya ile yaptığı röportaj: http://mimesis-dergi.org/2014/08/vicdanimi-yilin-modasina-gore-bicimlendiremem/
Lillian Hellman –
Mary McCarthy Olayı :http://scandalouswoman.blogspot.com.tr/2008/08/uncivil-wars-lillian-hellman-vs-mary.html
Mary McCarhty http://en.wikipedia.org/wiki/Mary_McCarthy_%28author%29
‘Hellman v. McCarthy’
oyunu üzerine: http://www.nytimes.com/2014/03/27/theater/hellman-v-mccarthy-at-abingdon-theater-company.html?_r=0
‘Contentious Minds:
The Mary McCarthy/Lillian Hellman Affair’
"Contentious Minds" The Mary McCarthy/Lillian
Hellman Affair by Ben Pleasants. Act I http://www.youtube.com/watch?v=nBkrN9YvW-0
Theater Talk: Hellman v. McCarthy http://www.youtube.com/watch?v=5OfKEjABGGY
Her zaman beklemeye alıştığım gibi derinlikli bir yazı. Ayrıntılı inceleme ve linkler için de teşekkürler.
YanıtlaSil