Radyonun
İçindekiler gündeme uyan bir oyun. Kaçak mültecileri anlatıyor. Bu açıdan konu
olarak doğru bir seçim. Oyun, KOÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik
Yazarlık ve Dramaturji Ana Sanat Dalı'ndan mezun 1976 doğumlu
Cenk Gündoğdu'nun yâni yazarlığın eğitimini almış bir yazarın
ilk oyunu. Oyun 2011 yılında kitap olarak basılmış. Mülteciler konusunda bugün
yaşananların yoğunluğunu düşününce iyi bir öngörüyü yansıtıyor. Bir gemi içinde
İranlı, Iraklı, Filistinli, Yahudi, 8 kişi ülkelerinden kaçıyor. Oyun ilk oyun
olmanın zayıflıklarını taşıyor. Yazar, yönetmen ve dramaturg işbirliğinden
doğacak yakın ilgi ile oyun zaaflarından arındırılabilirdi. Ancak oyunun
künyesinde dramaturg yok. Genç bir yazara Türkiye Kayası'nı yeniden yazdıracak
kadar oyuna müdahale etme hakkını kendilerinde gören kurumun cevval
dramaturgları da uzaktan seyretmiş herhalde. Demek ki herkesin gücü bir yere
kadar yetiyor. Sahneden benim aldığım izlenim yönetmen de oyuna yakın ilgi göstermemiş. Bence
dekoru görünce o kadar etkilenmiş ki oyuna gereken müdahaleleri yapmayı
unutmuş. Yazar da yapılanı kabul etmiş. Ona oyununun İBBŞT'da sahnelenmesi
yetmiş.
Tekstten anladığım, 1. ve
3.Sahne'nin aynı mekânda geçmesinin şöyle bir amacı var: Sahne başta ve sonda
aynen tekrar eder. Orta yaşlı bir anne
ile çocuk radyodan 120 mültecinin ölüm haberlerini dinlemektedirler. Haberler 'cilveli bir sesten' duyulan
reklamlara bağlanır yâni dışarıda hayat devam etmektedir. 2.Sahne'de ise gemi içindeki kaçakların
yaşadıkları eza canlandırılır. Yazar bize 'yaşanan bu elim olaylar bizim için radyo
haberidir. Radyoya haber olanların trajedisine çok uzağız' demektedir. Cenk
Gündoğdu da şu cümlelerle ifade etmiş oyununu:
"O gemilerde, botlarda, teknelerde farklı
coğrafyalarda, dillerde, dinlerde, kimliklerde, gövdelerden gelen mülteciler
yok. Görmeyen, duymayan, bilmeyen, unutan insanlığımız var. Ve hepimiz o
gemilerde insanlığımızdan en içeriye doğru batıyoruz. Ve çok hızla batıyoruz o
balçığa. İşte bu yüzyıldan bu korkunç batışımıza kayıtsız kalmama isteğidir
Radyonun İçindekiler."
Ancak
sahnedeki oyun öyle mi? Değil.
Yönetmen 1. ve 3. Sahne'yi
kaldırmış. Radyoyu geminin ceberrut gardiyanı Cabir'in eline vermiş. Biz
haberleri onun elindeki radyodan duyuyoruz. Yani oyun sonunda üstüne şeffaf
perde inecek olan gemi yâni haberlere konu olan gemi(lerden biri) kendi felaket
haberini dinliyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bunun ne anlama geldiğini
çözebilmiş değilim.
Gemide kaçaklar arasında bir
kuklacı ve bir şair var. Kuklacı kuklalar yerine elindeki maskelerle oyun
yapıyor. Burada da metafor kırılmış. Zira kutudan çıkan kuklalarla sandıklar
içindeki insanlar yazarın teksttinde bir amaca hizmet ediyor. Zaten yazar,
metinde insanların sandıklar içinden çıkışlarında ipsiz kuklalara benzediğini
yazıyor. Kuklacı, oyununu çocuk eğlensin diye oynuyor. Çocuk olmasa bu oyun
sahnesine de ihtiyaç yok. Anlatılan hikâye Hz.Musa'nın doğumu ve Kızıldeniz'in
yarılıp içinden cemaatiyle geçmesi. Gemideki kaçak Iraklı, Filistinli,
İranlılar için Hz. Musa hikâyesinin anlamsızlığı ortada. Gemide gizli Yahudi
var onun da aklı midesinde. Bu hikâyeye ihtiyacı yok. (Kuklayla oynanacak büyüklere uygun başka bir hikâye seçilebilirdi.Bu, gemide birliği sağlardı.) Ama tuhaftır, seyrettiğim
gece Türk seyirci alkışladı hikâye bitince. Aslında İranlı ve Iraklı çiftlerin
hikâyelerinin vurgulanması gerekirdi diye düşünüyorum. Ancak yazıldığı
hâlleriyle bu dialoglar tiyatro dilinden çok uzakta. Uzun, fazla süslü ve doğal
değil. Ama esas acı onların hikâyelerinde. Her biri neredeyse birer oyun olur.
Yönetmen bu sahneleri uzun bulmuş(ki öyle) budamış sadece. Ama öyle anlamsız
sahneler var ki. Örneğin Hoşnav'ın ve
Fedale'in sahneden taşınmaları gereksiz. Hoşnav, Teymin, Kerim bence gereksiz. Çocuk
da olmasa daha iyi olur, çocuk evinde uyur. Davut'un, Yahudiliğinin
açıklanması ile tehdit edilmesi bana inandırıcı gelmedi. Kendi hayatları ile
meşgul olan sırat köprüsündeki bu aç susuz insanların Davut ile uğraşacak hâlleri yok.
Bence olmaması da gerekiyor öte yandan. Zira insanlık zor durumda
dayanışmaktır. Yazar piano ve viyola sesleri ve de karartmalı sahne geçişleriyle
oldukça duygusal bir atmosfer hayâl etmiş. Sahnede görülen ise 'action'a dayalı
bağrış çığrışlı bir düzen. Oyunun esas aktörü sahneyi kaplayan, fırtınalarla
devinen gemi. Bu gemi, rol çalıyor. Herkes oyunun kaderini gemiye bağlamış
sanki. 'Gemi, seyircinin gözünü boyar biz de sağ salim çıkarız kerevetine' der
gibi hâl var ortada. Sahneler o kadar zor yürüyor ki sözü olmayan oyuncular ne
yapacaklarını bilemez halde. Öyle olmadıklarında da oradan oraya gidip geliyorlar sahnede.
Bu, birbirini beslemeyen dialoglardan ve tiyatral olmayan sahnelerden kaynaklanıyor.
Tiyatral zaman çalışmıyor. Karartmalar yerinde kullanılmıyor. Tekstte olmayan
dramatik yapı sahnede de kurulmayınca oyun olaylardan ibaret sığ kalıyor.
Dekor(gemi) şahane ama oyuna zarar
vermiş. Işık tasarımının ışığı bence yetersiz. Sözü olanın aydınlatılması ile
çevreden soyutlanması tam da başarılamamış ama yapılmış olsa bu anlatım üslubuna
ne kadar uyardı kuşkuluyum. Hareket düzenlemesi ne yapmış anlayamadım. Efekt
görevini yapıyor.
Genellikle oyuncular hakkında
tek tek bir şeyler söylemek isterim. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben onların
yerinde olmak istemezdim.
Bir 'ilk oyun'un çabuk geçmiş masa başı çalışması üstüne
şaşaalı gemi gelince, yanlış reji nedeniyle doğru konunun hakkı verilememiş.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder