Genellikle prömiyer ve
galalara katılmıyorum. Ancak Bakırköy Belediye Tiyatroları'ndan davet alınca
birkaç nedenden dolayı katılmak istedim. Her şeyden önce Bakırköy Belediye
Tiyatroları'nın seçilmiş Genel Sanat Yönetmeni'nin şahsında simgeleşen ilk
sezon heyecanına ortak olmak istedim. Sezon açılışının 1 Ekim'e rast gelmesi de
benim için anlamlıydı. Bir de kişisel bir nedenim var. Bu yıl İstanbul'da
geçireceğim zaman geçmiş yıllara göre daha az olacak. O nedenle İstanbul'da
olduğum süre içinde çok oyun seyretmek için zamanı iyi değerlendirmek istiyorum.
Oyun öncesi hareketlenen
ortamda önemli bir kişinin geldiğini anladık. Bakırköy Belediye Başkanı
gelmişti. İçimden 'Ne güzel oyun seyredecek' dedim. Bu az rastlanan bir olay.
Bir belediye başkanının oyun seyretmesi manşetlik bir olay bizim ülkemizde.
Maalesef Bakırköy Belediye Başkanı da oyunu seyretmedi. Geldiği gibi kalabalık
gitti. Kendine bağlı tiyatronun sezon açılışından daha önemli ne işi olabilir
bir belediye başkanının? İnsan tarihi belli olan açılış için önceden programını
yapamaz mı?
İkinci husus Genel Sanat
Yönetmeni'nin davranışı ile ilgili. Oyun öncesi bir oyuncunun tanıştırması ile
el sıkıştık, karşılıklı iyi dilekler diledik birbirimize. Oyun sonrası
sahnedeki tören sırasında ekibinin ona, onun ekibine gösterdiği sevgiden oluşan
sıcacık enerji onunla el sıkışırken benim de hissettiklerimi doğruluyordu. Alican Yücesoy sempatik, karşısındakine
olumlu duygular veren bir insan. Bakışları ve gülümsemesi samimi. Sevildiği
belli. Sahnedeki alçak gönüllü tavırları ekibine gösterdiği saygı ve sevgi ile
sevilmeyi hak ettiği görülüyor. Ancak yönetim hayatında böyle başlayan
ilişkiler zamanla yöneticinin başına dert olur.. Zira tiyatronun bir de
disiplin isteyen, kurallara bağlılık isteyen bir yönü de var. Bizim toplumsal
alışkanlıklarımız belli ayrımları yapmakta zorlanır. Benden hatırlatması. Böyle
başlarsanız zor günlerde zorlanırsınız.
Üçüncü husus ise yabancı
yönetmen getirmek ile ilgili. Elbette İngiltere tiyatrosu bizden ileri olduğuna
göre hele de Shakespeare oyunu söz konusu ise İngiltere gibi bir ülkeden bir
yönetmen getirmek fena bir fikir olmayabilir. Ancak karar, oyunun ne olduğu, bu
konuda ne beklediğiniz ve de kiminle çalıştığınız ile çok yakından ilgili. Ben oyunun tümünü
değerlendirdiğimde bu oyuna yabancı yönetmenin ilâve bir katkı sağlamadığını
gördüm. Hatta bir arada kalmışlık hissettim oyunun yönetiminde. Yönetmenin iyi niyetli
olduğunu en başta kabul ederek, metrobüs ile seyahat etmekle yerel halkın
tanınamayacağı, kadro tarafından sempatik bulunmanın reji yanlışlarını
örtemeyeceğini, ülke ve tiyatrosu hakkında yönetmeni aydınlatmanın 'koyma
akıl' olacağı cihetle sığ kalacağını, sempati kazanmaya yönelik konuşmalar
yapmanın da sonucu değiştiremeyeceğini düşünüyorum. Yanlışlıklar Komedyası işte
bu yüzden yaralı. Belki de durumun kendisi bir 'yanlışlıklar komedyası'..
Yanlışlıklar Komedyası,
Shakespeare'in ilk dönem oyunlarından biri, acemilik dönemi de denebilir.Esin
kaynağının Plautus'un Menaechmi ve Amfitron
isimli oyunları olduğu söyleniyor. Ancak Shakespeare'in bir ortaçağ
metni olan Gesta Romanorum ve de John Gower'in Confessio Amantis isimli
kitaplarına göz attığı da olasılıklardan sayılıyor.
Yazıldığı dönem
oyunlarında kimliklerin karıştırılması
çok kullanılan trüklerden. Menander, Plautus'dan çok önce bu konuyu çok anlamlı
kullanmış, kimliklerin karıştırıldığı bir ortamda karakterin kendisi ile yüzleşmesi
ve bu yolla eskisinden daha iyi bir insan olması fikri üzerinde durmuş. Plautus, Menander'den almış, Shakespeare Plautus'dan. Goldoni'nin de Plautus'dan
esinlenerek yazdığı Venedikli İkizler isimli bir oyunu var. Yâni eski Roma ve
Yunan'dan bu yana aynı konu, içinde bulunulan topluma göre değişikliklere
uğrayarak seyircisine seslenmiş. Hatta giderek Shakespeare'in oyununa verdiği
isim tiyatroda bir tür olarak anılır olmuş.
Yanlışlıklar Komedyası'nı
seyretmeden önce bu oyunun bugün nasıl sahnelenmesi gerektiği üzerine kafa
yordum. İçerdiği konular itibarıyla iki şehrin düşmanlığı, ailenin dağılması, iki
kardeşin ayrılığı, efendi köle ilişkisi, dinin toplumdaki yeri, karı koca
ilişkisi üzerine yapacağınız giydirmelerin zorlama olacağını oyunun eğlendirici
niteliklerinin öne çıkarılmasının, doğaçlama üzerinden konunun köpürtülmesinin
imkânlı ve doğru olacağını düşünmüştüm.
Oyunun 'absurd' karakterini de dikkate alarak bizim orta oyunu(ve de Commedia
dell'arte) özellikleri ile
buluşabileceğini, dekorda Karagöz Hacivat mekânlarının kullanılmasının hem Türk
Tiyatrosu'na bir gönderme olabileceğini hem de seyirci ile ilişkiyi sıcak
tutmasını sağlayacağını düşünmüştüm. Karşıma tamamen farklı bir Yanlışlıklar
Komedyası çıktı. Kendi kafamdakini bir kenara koyarak İngiliz yönetmenin ne
yapmak istediğini anlamaya çalıştım.
Bakın oyunun tercümanı
Bülent Bozkurt ne demiş:
"Shakespeare'in 'acemilik' dönemi oyunlarından sayılabilecek olan
Yanlışlıklar Komedyası'nda yer yer abartılı ölçüde görülen bu öğe, oyunu
günümüz tiyatro sahnesine aktarmak isteyen bir yorumcu için oldukça zengin bir
'absurd' potansiyele sahip.
İngiltere'de Shakespeare'den önce, Orta Çağ
edebiyatında ve tiyatrosunda, sonu iyi biten anlatı, öykü ve oyunlar 'komedi'
olarak tanımlanırmış. Bu tanım bir ölçüde Rönesans ve daha tartışmalı olmakla
birlikte, günümüz tiyatrosu için de geçerli.
Orta Çağ tiyatrosunda bir oyunun 'komedi'
sayılabilmesi için tümüyle 'komik' öğeler içermesi şart değil. Sonunun iyi
bitmesi, örneğin âşıkların kavuşması, kayıpların bulunması, yaraların
sarılması, ölenlerin dirilmesi yeterli."
"Olaylar, eski çağlarda cinlerin, perilerin, büyücülerin anayurdu olarak
bilinen Efes'te geçer."
Yâni Shakespeare, oyunu
halkın algısı üzerine kurmuş. Bugün oyunu sahneleyecek olan yönetmenin benzerlikler
yapabilmesi için neyin ne olduğunu iyi bilmesi ve seyircisini de iyi tanıması
gerekiyor.
Ama sanırım yönetmen
Bülent Bozkurt'u okumamış. Türkiye'yi tanıyamamış. Bence hatası tanıdım sanması
olmuş galiba. Önceden yer etmiş bakış açısının üstüne kendisine anlatılanları
ve gördüklerini katarak harman etmiş ama ortaya çıkan oryantalistlerin Doğu'ya
bakışı gibi olmuş.
Yıllardır birbirinden ayrı
düşmüş iki ikiz efendi ile onların iki ikiz uşakları aynı şehirde olunca önce
kendileri sonra aileler daha sonra da şehir halkı onları karıştırıyor. Bu
karışıklıktan ortaya gülünç olaylar çıkıyor. Bu arada baba oğullarını
arıyormuş meğerse. Anne de o şehrin manastırındaymış. Oyun sonunda karışıklıklar çözülüyor,
aile buluşuyor. Mutlu son.
Yönetmen ezan sesi ile
oyunu başlatmış. Onun yanında daha geriden duyulan çan sesleri var. İlerdeki
sahnelerde duyulan seslerin çan sesi mi meydan saatinin gongu mu olduğu kesin
anlaşılamıyor ancak ardından gelen repliklere bakınca o seslerin bizim vakit ezanları gibi zamanı gösterdiğini
anlatıyor diye yorumluyorum. Ezan sesiyle bir Shakespeare oyununu başlatmak
iddialı bir giriş. İnsanın içinde ne seyredeceğim merakı uyandırıyor. Ancak
sonradan anlıyorsunuz ki derinliği yok. Oyunun başlangıcında yaratılan atmosfer
seyircinin hayâl kırıklığı da aynı zamanda. Shakespeare 'üç birlik' kuralını
kullanmış bu oyunda. Yâni olaylar bir gün içinde geçiyor. Oyunun başında
duyduğumuz ezan ile sonunda duyduğumuz ezan belki de bu amaca hizmet etmek için
kullanılmış ama bizim ezan günde beş vakit okunuyor. Bu nedenle ezanı zaman
göstericisi olarak kullanmak isterseniz olayların geçtiği süre için iki ezandan
fazlası gerekli. Bence kilise çanı zamanı göstermek için daha uygun. Yönetmen, en sondaki rahibenin birlik
kardeşlik konuşması ile ulaşılan 'mutlu son'dan da ilham alarak oyunu dinler
arası barışçıl bir yere konuşlandırmaya çalışmış. (Yönetmen dinler arası dialoğu biliyor mu acaba?) 'Bu olaylar dünyanın her
yerinde olabilir Türkiye'de de olabilir'
demeye de getiriyor. Ortak paydamız insanlık ve tüm dünya bir 'oyun bahçesi' yâni. Ama ezanla başlayan oyun manastır kapısında
bitiyor. Birleştirici güç rahibe. Onun karşıtı üfürükçü- büyücü hoca da oyunun
şakası gibi görünüyor. En belirgin olan toplumsal eleştiri Polis tipi ile
yapılmış. Kıyafeti bizim polisinkine çok
benziyor. Paranın emrinde ve rüşvet alarak tutuklama yapması yönetmenin tercih
ettiği belki de tek toplumsal eleştiri. Ama yönetmen, polise yaptığı vurguyu
üfürükçü hoca tiplemesinde yapamamış. Kıyafetine bakarsak üfürükçü hocayı Hindistan'da
bulmuş. Dük'e de zamanın otoriter (diktatör) kişiliği olarak dokunmaktan
kaçınmış. Onu da iş adamı gibi vermiş. Yönetmen metrobüs havası koklamış ama
oyunun diğer tiplerini hangi metrobüste bulmuş anlayamadım. Gereksiz bir şuhluk
içinde seksî ev hanımı, cicişlere benzeyen kız kardeş, beden dilleri ile ucuz dizilerden
alınma erkekler, kötü kötü bakan zindancı, acayip bir büyücü- üfürükçü ve onun
molotof atacakmış gibi duran yüzlerine eşarp bağlamış yardımcıları. Manastırın kapısındaki
Hz.Meryem ve çocuk İsa ikonası altında ailenin kucaklaşması da misyoner bir
gönderme (sanki). Dini birleştirici olarak sunma bir övgü mü yergi mi? Seyirciye bırakıyorum. Bizim seyircimiz anlar!
Oyuncuların oynama tarzı ise dramatik. Sözcükler
içselleştirilmemiş, dudaklarda kiracı gibi. Öyle olunca her duygu suni,
hareketler koşuşturma olmuş. Samimiyet yok olmuş. Oyuncular rollerini çok ciddiye almış ve
içine sığmak için çok gayret sarf etmişler. Ama yönetmenin oyunu 'tutuş'u ve metnin özelliği nedeniyle oyuncuların karakter yaratma gayretleri sonuçta yüzeysel 'tip' aşamasında kalmış. Bunu bilerek baştan ona uygun bir oyunculuk biçimi seçselerdi keşke. Dekora, kostümlerin
şen şakrak havasına, sahne değişimlerindeki mizansene bakarsanız oyunun havası şenlikli olmak için yola çıkıldığını
gösteriyor. Ama sonuç insanın ağzında kekremsi bir tat bırakıyor, yüzünü
buruşturuyor. Seyirci ilk akşam seyircisi olmayacak bundan sonra. İlk gecenin
gülüşleri bana biraz dost arkadaş desteği gibi geldi.
Tiyatroda çok başarılı çalışmalarını
gördüğümüz Tolga Çebi'nin müziklerinin oyuna ne kattığı belli değil. Çok iyi
bir tasarımcı olan Sadık Kızılağaç'ın
kostüm tasarımları ucuz işçilik ve kumaşla ağırlığını kaybetmiş basit kalmış.
Adriana'yı öyle giydirmenin anlamını ben çıkaramadım. Bu oyunda iki ikizin
kostümlerinin aynı olması geleneksel sanki. Ancak komşu iki şehirde farklı
ortamlarda yetişmiş kardeşlerin farklı oldukları kostümlerde de kendini
gösterseydi keşke. (Birinin pantolon renginin diğerinin ceketinin rengi olması
gibi.) Dekorun soyutluğu ile oyundaki somutluklar
çelişkili. Oyun alanının derin tutulması bence son derece şematik ve iki
boyutlu olan oyunun ruhuna uymuyor. Mizansende de geriye doğru gidişler sorun
yaratıyor. Sahne üzerinde oluşturulan yükselti ise bir anlam yaratmaya yönelik
değil. Sahneyi seyirci ile birleştiren merdivenlerin işlevi ise oyunu seyirci
ile birleştirmiyor, atraksiyondan öte bir anlam içermiyor. O kostümler içindeki
oyuncular, seyirci arasında ayrık otları gibi kalıyor. Zira seyirci ile
bütünleşme bu rejiyle mümkün değil. Seyirci arasından çıkan oyuncu seyirci ile
aynı değil. Sahne üzerindeki mekânların bir Avrupalı yönetmen tarafından
böylesine gelişigüzel kullanıldığını çok az gördüm.
Oyuncular hakkında tek tek
bir şey yazmayacağım. Aşağıda oyun kadrosunu verdim. Hepsi ismi olan oyuncular. Oyunun dramaturgu
birkaç yıldır tiyatromuzda çok beğenilen oyunların yazarı. Hepsi yapılanı
görmedi mi? Onların bu sonuçta payları olduğunu düşünüyorum.
İçlerine sindirmişlerse benim onlara söyleyecek bir sözüm yok.
Melih Anık
Not: Şişli'den Ataköy'e
metrobüs ile gittim. Kendi arabamla gitmeyi düşündüm ama trafikten korktum.
Yoldaki trafik yoğunluğunu görünce iyi ettim dedim ama metrobüsle saat 19
civarında seyahat etmek bir işkence. O saatlerde insanî bir araç değil
metrobüs. Şu soruyu sormak istiyorum: Neden İBBŞT ile Bakırköy Belediye
Tiyatroları birbirlerinin oyunlarına sahnelerini açmaz? Dekor kostüm yönetmen paylaşmaktan
daha büyük bir dayanışma değil midir bu?
Ben baktım isterseniz siz
de bakın:
http://www.shakespeare-online.com/sources/comedysources.html
http://mural.uv.es/juver/mistaken.html
http://www.rsc.org.uk/explore/shakespeare/plays/the-comedy-of-errors/sources.aspx
https://tr.wikipedia.org/wiki/Yanl%C4%B1%C5%9Fl%C4%B1klar_Komedisi
http://www.insanokur.org/yanlisliklar-komedyasi-the-comedy-of-errors-william-shakespeare/
Melih Anık okumayan eksilir...
YanıtlaSil1972 yılından bu yana tiyatroyla uğraşıyorum ve (belki) milyonlarca "tiyatro değerlendirme yazısı" okudum. "Ezanlı Shakespeare: Yanlışlıklar Komedyası - Bakırköy Belediye Tiyatroları" gerçekliğinde bir tiyatro yazısını okuduğumu hiç anımsamıyorum...
Melih Anık, yalnızca Türkiye tiyatrosunun değil, dünya tiyatrosunun çıtasını yukarı çıkartıyor. Anık, bugünün tiyatrosuyla dünün ve hattâ yarının tiyatrosu arasında paslanmaz çelikten bir köprü inşa ediyor. Mühendis kafasına sahip bir "tiyatro düşünürü" sahibi olduğumuz için, kendimi bir "mîmar tiyatrocu" gibi duyumsamaya başladım.
Hiçbir ÖDÜL, "istek" kadar ivmelenme işlevini yerine getiremez. Gerçek yazar, kendi kendinin lokomotifi yada buzkıran gemisidir. Çıkarsız yazar, kendi kendini isteklendirme yeteneğine sahip biridir...
Melih Anık'ı izliyorum, izliyorsun, izliyor, izliyoruz, izliyorsunuz, izliyorlar ama "körler sağırlar birbirini ağırlar"cılar izlemiyormuş gibi yapıyorlar. Ben, "Türkiye Tiyatro Tarihi" sayfalarına kaydetmeye devam ediyorum...
Hilmi Bulunmaz
Cok buyuk zevkle izleyemedim
YanıtlaSilbirseyleri degistirmekle , birseyleri ozdeslestirmek cok farklidir ( seydiz)