"Aristophanes Kuşlar'ı yazdığı yıllarda yorgundur,
bezgindir, üzgün ve kırılmıştır. Bir zamanlar iyimser ve yapıcıyken kendini
karamsarlığa bırakmıştır. Atina'da Hermes davası çıkmış dine karşı işlenen bir suçun
araştırması ve soruşturmalar almış yürümüştür. Atina'yı korku ve kuşku
sarmıştır. Gammazlık, curnalcılık almış yürümüştür. Bu şartlarda hiçbir komedya
yazarı saldırılarını Atina'ya yöneltemezdi. Aristophanes de başka bir dünyaya
kaçmak ister. Özlediği dünyayı canlı bir tablo halinde yurttaşlarına örnek
olarak verir. Hayal ve fantazi dünyasına sığınır." Kuşlar böyle bir
ortamda ortaya çıkar.
"Kuşlar
Atina'da 414 yılında Büyük Dionisos bayramında oynanmış ve ikinciliği
kazanmıştır. Aristophanes bu komedyayı kendi adıyla değil Kallistratos adıyla
oynatmıştır. 421 yılında oynanan Barış ile Kuşlar arasında geçen altı yıl
boyunca Aristophanes hiçbir oyun
yazmamıştır."
"İki Atinalı
ömürlerini mahkemelerde geçiren Atinalılardan bıkmışlardır. Kavgasız, davasız
bir hayat sürebilecekleri bir yer aramaya çıkarlar. İki kuşun peşine takılarak
bir koruluğa varırlar. Burada insanken sonradan hüthüt kuşu olan Tereus
oturmaktadır. İki arkadaş Tereus'a bundan böyle kuşlarla birlikte yaşamaya
karar verdiklerinin bildirirler."
Azra Erhat Kuşlar'ın Remzi Kitabevi'nden çıkan 1966
yılına ait baskısının ön sözünde oyunu böyle anlatır ve der ki 'Kuşlar bir
fantazya bir ütopyadır'
Semaver Kumpanya'nın sahnelediği Kuşlar'ı Yavuz Pekman
uyarlamış Volkan M. Sarıöz yönetmiş. Dramaturji Yavuz Pekman ve Bilgesu
Kasapoğlu'na ait. Seyrettiğim oyunda kimin ne kadar payı var ayırt edemiyorum
bu nedenle ben sorumluluğu üçü arasında pay edeceğim.
Öncelikle oyunda beğendiğim hususları belirteyim.
Koreografi(Ebru Cansız), dekor tasarımı(Volkan M.Sarıöz ve Zeki İlyas
Kızılışık), Güven ile Umut hariç kostüm tasarımı(Deniz Çağrı Bilgili)
müzik(Okan Kaya) Butafor kapsamındaki
eşyaları da beğendim. Oyunun genel
havası Kuzgun Acar, Metin Denizer'i anma fırsatı verdi. Oyunculukların iyi olduğunu söylemeliyim. Bu kadrodan isimlerini
ezberleyeceğimiz yeni oyuncular çıkacak.
Oyunu okuduğunda bugün ile olan benzerlikleri görmeyen
olabilir mi acaba? Aradan 2415 yıl geçmiş! Bu bile başlı başına
üstünde derin derin düşünmek için bir neden değil midir? Nasıl bir dünya bu! Bizim
o kadar bel bağladığımız tiyatro neden adam edemiyor halkları? Hiç mi ders
almıyor toplumlar? Yoksa adam olamayanlar tiyatrosuz yaşamaya mahkûm edilenler
mi? Yanlış nerede?
Peki bir aydının facebook'da paylaştığı şu satırların altına imzasını atacak çok kişi var
desem yanlış mı yapmış olurum?
'Benim gönlüm artık bu baskıyı kaldıramıyor, benim
gönlüm artık tahammül edemiyor haksızlığa, zorbalığa, zulme, Türkiye'nin aydın
insanlarına yapılan kötülüklere, aydınlanmaya vurulan darbelere, görmek
istemiyorum artık...'
Bu insanlar o iki Atinalı
gibi Atina'dan kaçıp huzur içinde yaşayacakları
bir yer özlemi içinde değiller mi? Onların bir ütopyanın peşine takılarak bir
fantazya âlemine yolculuk yapma düşleri görmediklerini söyleyebilir misiniz?
Bu açıdan baktığınızda ortam ne kadar MÖ 400'e
yakın ve iki Atinalı (Güvendost ve Umutlugil) ne kadar güncel iki karakter
değil mi?
Oyunda ne oluyor?
Semaver Kumpanya iki Atinalıyı
iki komedi karakteri hâline sokmuş onları kendilerine gülünecek iki tip yapmış.
Oysa onlardan seyircilerin arasında onlarca var ve durumları da hiç gülünecek
gibi değil. Salonu sahneye bağlayan merdiven onların içine düştükleri boğucu
atmosferden kendilerini fantazya dünyası olarak kurulmuş sahneye atmaları için
orada durmuyor mu?
Oyun geleneksel
tiyatromuzun ögelerini kullanıyor. Epik tiyatroya malolan yabancılaşmayı
kullanıyor. Ama özellikle Serkan Keskin'in tv dizisinden gelen şöhreti onu seyircinin
kendisinden bir beklentisi olduğuna
inandırmış ve o da kendini zorunlu hissediyor
olmalı ki bence baştan yanlış kurgulanmış olan tipleme giderek palyaçolaşıyor. Özellikle
seyirci güldü diye 'gag'ların tekrarı sempatik değil.
Epik tiyatro sadece 'yabancılaşma'dan
ibaret değil. Yabancılaşmanın bir amacı var. Amaç seyirciyi kalbinden
yakalayarak kafasında (kendi) 'durumu'(nu) düşündürtmek, kendine bakmasını sağlamak değil
mi? Oyuncular başta Serkan Keskin olmak
üzere seyirciye sempatik gelmeye çalıştıkça oyunun mesajı dağılıyor, seyirci salondan çıkarken 'eğlendik ama ne oldu?' diyecek gibi geliyor
bana.
Gördüğüm bir başka hata da
yönetmen ve oyuncuların seyircinin oyunu bildiğini kabul etmiş olmaları (sanki). Gerçi seyirciler o iki Atinalı gibiler ama sahnedeki kendilerini tanıyamazlar bu durumda. Seçilen yöntem 'bilmeyene anlatma' değil 'bileni eğlendirme' üzerine kurulmuş
sanki. 'Eğlenme' 'slapstick'lere bağlanmış. Anlar, birbiri üzerine birikerek
bir yapı oluşturmuyor, anında tüketiliyor, 'güldür güldür' formatı gibi.
Oyunun girişinde Dianisos'un çağrıldığı
sahne hiç de fena değil ancak gittikçe 'bir şarkı bir sahne' ile oyun, başladığı noktayı unutuyor ve kabare
tarzına dönüyor. Kuşların neden önemli
olduğu ve Tanrıları pes ettirebileceği hususu da çok hafife alınmış. Oyunun sonu
ise açıkta kalmış.
Bence iki Atinalı oyun
başında bugünün iki insanı olmalı ve sahneye seyirci arasından girmeli. Onların değişimi sahnede olmalı. Düşsel
yeri arayan insanların 'mürekkep yalamış' olduklarını düşünüyorum. Bu nedenle o
iki insanın 'aydın' olması bana daha makûl
geliyor. Ayrıca bir perde ile toparlanabilecekken oyunun iki perde olması ve tuluat
ile iki buçuk saate uzaması da bence iyi değil.
Bu hâliyle Kuşlar
beklentimi karşılamadı. Ama yeniden gözden geçirilirse 'kurtulma' şansı çok.
Bence Semaver Kumpanya'ya yakışan da odur.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder