Kısaca hatırlatmakta yarar var.
Troya Savaşı M.Ö.1200’e tarihlenmiştir. Savaşın, 9 katlı (kimine
göre 19) bir şehir olduğu belirtilen Troya’nın VIIa diye adlandırılan dönemine denk geldiği sanılmaktadır.
Troya’nın hikâyesi M.Ö. 700’lerde
Homeros tarafından İlyada ve Odysseia Destanları’nda anlatılmıştır.
Tragedyanın üç önemli isminden biri sayılan Euripides’in, M.Ö. 415 yılında
Troya’nın Kadınları’nın da içinde olduğu bir dörtleme ile ikincilik ödülü kazandığı
bilinmektedir. Dörtlemenin oyunları,
Aleksandros, Palamedes, Troyalı Kadınlar ve Sisüfos. Euripides’in yaklaşık 90
oyun yazdığı sanılıyor ancak elde bulunan 19 eseri arasında dörtlemenin Troyalı
Kadınlar dışındaki oyunlarına ulaşılamamış. Belki o oyunlar bilinse Troyanın
Kadınları’nın yorumlanması daha farklı olabilirdi.
Euripides’in, “Toplum
üstüne yargıda bulunabilmek için kendini toplumdan çekmiş bir kişi olduğu
söyleniyor. Bir mağarada denize bakarak yazmış eserlerini. Oyunları acılı huzursuzluğu yansıtır. Ama bir
entelektüelin tüm düşünsel çabasını ve zihninin parçalanmasını da yansıtır.
Döneminin tüm büyük sorunları ile kendine işkence edercesine uğraşmıştır.”(1) Ama
“haşin mizaçlı, geçimsiz bir adam olduğu, münzevi bir hayat yaşadığı , çoğu
vaktini okumakla geçirdiği söylenen Euripides Atina halkı tarafından uzun zaman ilgi
görmemiştir. Bununla beraber devrinin en aydın en ileri fikir adamları
tarafından daima zevkle dinlenmiş ve takdir edilmiştir.” “Euripides bütün Yunan
şairlerinin içinde insanî duygulara en çok yer verendir.” “ Duygulu
mısralarında ölümsüzlüğe erişen ifadeler bulmuştur. İkibin beşyüz sene önce
sevgi için ‘ Hazların da acıların da en büyüğü’ demiştir”(6)
Aynı dönemi paylaştıkları Aristophanes’in çok uğraştığı üç
yazardan(diğerleri Aiskhülos ve Sofokles) biridir Euripides. Aristophanes’e göre Euripides bir “kitap
kurdu”dur. Kurbağalar’da üç yazarı konuşturur ve biz Euripides’in “dili,
kahramanları, dini bozan; halkı berbat eden” biri olduğunu Aristophanes’ten
öğreniriz.(1) Ama Aristophanes “Çocuklara
yol gösteren öğretmendir, delikanlılara da şair” diye bahseder ondan. (6) Euripides
tragedyayı değiştirmiş ona yeni bir söylem getirmiş bir kişidir ama değeri
ölümünden sonra daha çok anlaşılmıştır. Aristophanes’in Euripides’i Sokrates ile aynı kefeye koymuş
olması önemlidir. “Avangardist Euripides tam bir entelektüel mi, hem küfredilen hem de
vazgeçilemeyen mi?” sorusunun cevabı
yıllar sonra alınmıştır.(1) Şu hususu hiç
unutmamak gerekir Euripides, Alkestis, Polyksene, Elektra, Iphegeneia gibi
unutulmaz kadın tipleri yaratmıştır. Troyalı Kadınlar onun kadınlarını
hatırlamamıza da bir vesiledir.(6)
Troyalı Kadınlar çok iyi bilinen Truva Atı’nın yol açtığı
yıkımın ardından başlar. İki taraf arasında dokuz yıldır sürmekte
olan savaşın onuncu yılında, tanrıça
Athena’nın fikri olan Truva Atı Troya’ya sokulur ve Troya büyük bir kıyımdan
geçirilir. Geriye kadınlar ve çocuklar kalmıştır. Akhalılar Troyanın tüm
tapınaklarını yıkarak tanrılara saygısızlık ederler. Kral Priamos’un oğlu Paris
tarafında kaçırıldığı için savaşın nedeni sayılan Helen,savaşın sonunda , kocası Menelaos tarafından geri alınır. Troyanın
tüm kadınları Akhalıların erkekleri tarafından paylaştırılır, gemilere
bindirilmek üzere Agamemnon’un çadırları
içinde bekletilir. Troya Kralı Hektor’un
oğlu Astyanaks bir yamaçtan atılarak öldürülür . Akhalar Troyanın kraliyet
soyuna soykırım uygulamıştır. Troya yanmakta, Akhalılar ülkelerine geri dönme
hazırlıkları yapmaktadırlar.
Azra Erhat, İlyada’nın önsözünde yazdığı(3) uzun
değerlendirme yazısında savaşın Yunanistanlı ordu ile Anadolulu ordu arasında
olduğunu belirtir. Yunanistanlı ordu bir kralın buyruğundaki Akhalardan,
Anadolulu ordu ise Troya’nın yardımına gelmiş özgür kuvvetlerden oluşmuştur. Yani
Anadolu Yunanistan’a(Batıya) karşı birleşmiştir. Bu söyleme bakarak çizilen
resim, batı ile Asya’nın karşılaşmasını göstermektedir, Anadolu Asya ile bütünleştirilmektedir. Bu
ilginçtir zira Yücel Erten tarafından çevrildiği belirtilen metinde, Hekabe “Asya yanıyor!”
çığlıkları atmaktadır.
“llyada'nın edebiyat
tarihi ve şiir sanatı açısından önemli bir yapıt olduğu kesindir. Ama onun bir
başka önemli yanı, Batı'nın kültürel genetiğini, düşüncesini
biçimlendirdiğidir. liyada, toprakları işgal edilen halklar için yazılmamıştır;
Anadolu'yu fethedecek, Doğu'ya uzanacak Batılılar için yazılmıştır. Askeri ve
siyasi alanda Yunan, Roma ve tüm Batı'nın fetih ülküsünü etkilediği, ondan
Büyük lskender'in, Sezar'ın, Napolyon'un, Avrupalı siyasetçilerin, komutanların
-2800 yıl- esinlendiği bir gerçektir.“ (http://www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=37206)
Euripides bu ayrımın farkında mıydı bilmem ama Troyalı Kadınlar bu konuyu
düşünmek için uygun bir eser.
Ama bu noktada şunu belirtmem gerekir. Eskişehir BB Şehir
Tiyatroları tarafından bana gönderilen metne baksam ve “Euripides'in Yücel Erten çevirisinden bizim tiyatromuzda sahnelenen
haliyle olan metindir” ifadesini oyun dergisi kapağındaki “Yazan: Euripides Çeviren:
Yücel Erten” ifadesi ile birlikte “oku”sam bile elimdeki metnin ne kadarının Erten’e
ait olduğunu söylemem zor, emin değilim.
Bana gönderilen metin Euripides’in özgün
çevirisinden çok farklı. Bu noktada bir
sorun var. Eğer Euripides’in metni sahne
için yeniden kurgulanmışsa ki öyle, bunun kimin tarafından yapıldığının
açıklanması gerek, zira oyun dergisi ve afişlerdeki “Yazan: Euripides Çeviren Yücel Erten”
ifadesi Erten’in yanlış çevirdiği gibi bir izlenim veriyor. Sahnede seyrettiğim oyun, elimdeki metinden
de farklıydı onun da yönetmenin sorumluluğunda olduğunu düşünüyorum. Ben bana gönderilen metin dahil sahnede
gördüğüm her şeyin tüm sorumluluğunu yönetmen Murat Karasu’ya malediyorum.
Yukarıdaki nedenlerle elimdeki metne ve sahnede gördüğüme “uyarlama” demem gerekiyor. Bu
kapsamda olmak üzere örneğin Kassandra’nın “Kaldırın
havaya meşaleleri, ateşi getiriyorum size, düğün ateşini yakıyorum, yüksek
sesle mutlu düğün şarkıları söyleyin”, “Ey
Apollon önce sen dans et”(5) sözleri
sahnede(ve metinde) “Biri bir şarkı söylesin, biri bir ağıt
yaksın” halinde oyuna eklenen ön oyundan itibaren koroya tekrarlatılan bir
replik olmuş. Oyundan Helene ve Menelaos çıkarılmış. Oysa Troya Savaşı’nın baş
kahramanı Helene. Koro’nun” Zavallı Troya, bir kadın ve bahtsız bir
düğünün hatırına binlerce kişiyi yitirdin” ve Menelaos’un “Troya’ya bir kadın için değil karımı kandırıp sarayımdan alıp götüren
bir adam için geldim” sözleri de ortadan kalkmış. Bu şekilde sahnede
ağlaşan kadınların oluşturduğu bir “sızlanma senfonisi” görmekteyiz. Ama bu
halin de insanın içini yeterince yaktığını ve “katarsis”in amacına ulaştığını
söylemem gerekir. Bu “oyunu gören kitabını okuyan hiç kimse
derinden etkilenmeden tiyatrodan çıkmış ya da kitabı kapatmış değildir”(1)
ifadesini doğruluyor ancak kendimi Hamlet’te Hekabe için gözyaşları döken oyuncuya benzetmekten de geri kalamıyorum. Ben niye bu kadar üzüldüm ağladım acaba?
Euripides’in Troyalı Kadınlar’ı Poseidon ile tanrıça
Athena’nın konuşmaları ile başlar. Bir tarafta da Akhalar tarafından paylaşılmış ve Yunanistan’a
götürülecek Troyalı kadınlar sahildeki Agamemnon’un çadırları içinde gemilere
bindirilmek üzere bekletilmektedir. Troya’nın savaşı kaybetmesine neden olan
Truva Atı hilesinin mimarı tanrıça Athena , Akhalıların yenik Troya kentindeki
tanrıların tapınaklarına saygısızlık ettiklerini görünce hissettiği pişmanlıkla
Deniz Tanrısı Poseidon’dan yardım ister. Akha donanması ülkesine dönüş yolunda yok edilmelidir. Böylelikle
(bence), o gemilerde olan Akhalarca
aşağılanmış Troyalı Kadınlar da şerefleri ile öleceklerdir. Bunu oyunun başında biliyor olmak oyun süresince acı çektiğini gördüğümüz Troyalı Kadınlar’ın sahnedeki var oluşlarına
onurlu bir anlam katacaktır. Bu sahnenin ortadan kaldırılması ile ortaya çıkan
durum, Troyalı Kadınların gemilere yüklenerek Yunanistan’a götürülecekleri ve aşağılanıp, kirletilecekleridir. Evet onlara iki
tanrı yardım etmiş olacaktır ama o kadınların onurlarının korunmuş olması,
tanrılar tarafından kurtarılmış olmaları yanında yüreğe su serpen bir his değil
midir? Bir sahnenin kaldırılmış olması ortaya daha iyi olmayan bir sonuç
çıkarmakta kadınların ağlaşmaları bir direniş olmaktan çıkmaktadır. Tanrıların
adaleti de böyle bir şey olamaz mı? Oyun, tanrıları bu işe karıştırmamak adına
daha iyi olmayan başka bir sonuç doğurmaktadır. Öte yandan bu Hekabe’nin özgün
metindeki, “Tanrıların değeri olmayanı
göğe çıkardıklarını, değeri olanı ise yerin dibine attıklarını görüyorum”
serzenişine de bir cevap değil midir? Euripides, halkın(seyircinin) acısına
ölümle de olsa merhem olmaya çalışıyor, M.Ö.415’de Troyalı Kadınları “tutuyor” siz de
tutsanız ne olur?
Yönetmen arkada yürütülen arabayı çok istemiş olmalı ki bol
bol “çektirmiş”. Seyirci olarak sağdan çıktığında bir sonraki sahnede arabanın sağdan
geleceğini biliyorsunuz. Zira tek araba ve tek bir düzenek var. Hangi yönden
çıkarsa o yönden geri gelecek araba. Arabayla gelen yürüyerek gidiyor, araba
bekliyorsa “biri binecek”, biniyor. Arabanın
geride oluşu mizansende sorunlar yaratıyor. Oraya doğru yani sahne gerisine
doğru konuşmak ve gitmek zorunda kalıyor oyuncular. Bu arada pruvanın ve
ucundan sarkan kurdele vb şeylerin arkasını maskelemesi de ayrı bir sorun. Oyun sahne genişliğine doğru değil önden
arkaya gidiş gelişlerle oynanıyor. Arkadan
geçenlerin “hareket” olmasından başka ne etki yarattığını anlayamadım. Bir sahnede gemi omurgasının içine hapsolunan
kadınlar neden ortalık yerde oyun boyu? Hareket olsun diye hareket çok sahnede.
“Orada, şurada, burada” atılan tiratlar
söz ağırlıklı oyunların sorunu olarak ortaya çıkıyor ve mizansene
hareket katma amacıyla yapıldığını gösteriyor. (“Hadi sahnenin şurasını da
kullanalım”) Pruvanın içinin ve üstünün kullanılmak istenmesi iyi bir düşünce
ama yeterince verimli kullanılıyor mu bence kuşkulu. Hekabe metne göre "olduğu
yerde kalır". Bunun bir anlamı yok mu? Bundan çıkacak bir mizansen yok mu?
Sahnede kötü oyuncu yok ama Hekabe için daha olgun bir
oyuncu aradı gözlerim ve kulaklarım. Özlem Akdoğan, Hekabe için çok genç
kalıyor. Ben tragedileri senfoni gibi
hayal ettiğim için seslere çok önem veririm.
Hekabe için Macide Tanır gibi, Tomris Çetinel gibi ses tonu ve tonlaması
ile özel bir oyuncuyu hayâl ettim. (Gitgide daha da imkânsızlaşan bir şey
istediğimin farkındayım.) O ses, oyunun mihveri olmalı diğerleri ona göre kendi
yerlerini tayin etmeliydi. Ancak deneyimi az oyuncular var sahnede. Onları
görünce kendimin gençliğimde bir ara tecrübe ettiğim çok sesli koro
çalışmalarında ikili kanonlarda kendime düşen sesi çıkaramadığım ve hep
yanımdakinin sesini çıkardığım aklıma geldi. Deneyim azaldıkça sahnede de
birinin tutturduğu tonlama tüm sahneye sirayet ediyor ve herkes aynı
seslendirmeyi yapıyor. Troyalı Kadınlar da bundan muzdarip bence. Çok renkli ve sesli olması gereken tragedya tek sesin farklı renklerle ama aynı tonla
terennümü sonucunu doğuruyor. Ağlamak bile biteviyeleşiyor. Eskişehir BB Şehir Tiyatroları ve benzer
“genç” tiyatrolar kendilerinde olmayanı ‘misafir’ etmeli bence.
Kassandra(Gonca Yakut) ve Andromeache(Özlem Baykara Danacı) bu sorunun aşıldığı roller. Diğer kadınlar(E.Savran İpek, Gamze Demirer,
Ezgi Coşkun, Gamze Kılıkçı, Ayşen Aşkım) da bence iyi oyuncular ama kadronun
sorunu müşterek, ortaya çıkan tek düze bir sızlanma. Zafer Ergül(Talthybios)
oyunun konuşan tek erkeği. Haberci rolü
bu kurguda tesadüfen bırakılmış gibi. Diğer erkekler( Kıvanç Pehlivanoğlu, Mert
Tiryaki ) de sözü olmayan Asker rolünde. Bana göre madem ki metin böylesine değiştirilip
bu hale getirilebiliyor, tüm erkek rolleri kaldırılabilir, erkek rolleri kadınlar(korosu)
tarafından canlandırılabilir.
Oyunun dekor ve kostüm tasarımı bu yılın en popüler ismi Başak
Özdoğan’a ait. Özdoğan sembolleri kullanmış. Sahilde yanmış bir gemi omurgası,
Truva Atı’nın başı, fonda ışıkla renk
değiştiren bir perde, arkadan bir sağa bir sola geçen ray üzerinde yürütülen
bir araba, solda bir kuyu.. Sahne yetmemiş olacak ki seyirci arasına kurulan
bir mezar. Ben -belki de Tekel Sahnesi’nde misafir olduğu sahne nedeniyle kısıtlamalara
tabii olduğunu düşündüğüm- dekoru
beğendim. Sahnenin kenarındaki taşların üzerinde
gezinilerek ses çıkarmasını sağlamak iyi
bir düşünce.
Kadın kostümleri fon perdesinin yırtılması ile yapılmış gibi
bir izlenim veriyor ki bu Troyalı Kadınların vatan toprağına bağlılıklarını ve
de koparılmalarını simgelemesi açısından çok güzel bir düşünce. Aksesuar olarak
gerek dekor gerekse kadınların üzerinde olan püskül, boncuk, örtü vb oyun anlatımının bir parçası olarak
kullanılması güzel. Erkeklerin kostümlerini iyi, silahlarını ise basit buldum. Fon
perdesi ve kostüm renkleri yangın ve talan artığı bir kentin yüzünü gösteriyor
sanki. Dekor ve kostümü parlatacak olan
ışığın(ışık Tasarım: Ersen Tunççekiç) karanlık olduğunu ve görüntüye yardımcı
olmadığını söylemek zorundayım. Anlatımdaki
etkisi ise kısıtlı. Bu belki de misafir olmaktan kaynaklanıyor.
Müzik(Yiğit Dalgın) yerinde kullanılıyor ve etkili. Kulağa ve yüreğe çok hoş gelen bir
tınısı var.
Oyun açılışında sesler anlaşılmıyor.
Hareket ve dans düzeni(Cihan Yöntem) gerek tekli gerekse toplu hareketlerde zayıf
kalmış. Yeni değil, bilinenleri tekrar ediyor. Ama özellikle bu konuda genellikle
düzeni kurana değil biraz da kendisinden hareket beklenene kabahat buluyorum. Bizim
tiyatromuzda dans eden oyuncu çok nadir bulunuyor.
Sibel Arıcan Balcı(Yönetmen Yardımcısı), Tuğçe Şartekin(Reji
Asistanı), Elif Gökçen Özdemir(Dekor Realizasyon), İbrahim Kara(Sahne Amiri),
İlkay Azizlerlioğlu Öncü(Afiş-Broşür Tasarımı), Gökhan Yolcu ve Afsad Sahne
Fotoğrafları Atölyesi(Fotoğraflar), Mustafa Kala(Işık Kumanda), Anıl Elma(Ses
Kumanda), Serkan Kalan(Kuaför), Aynur Biçer(Terzi), Beysim Güler ve Ahmet Hanay(Sahne
Makinistleri) görev yapmışlar. Katkılarından dolayı Ali Eyidoğan’a teşekkür
edilmiş. Dramaturg nerede?
Troyalı Kadınları seyretmeden önce okuduğumda anlatılan acı içimi
yaktı. Bu duyguyu oyundan alamadım, duygunun oyunda iyi temellendirilmemiş
olduğunu düşünüyorum; oyunun bu yeni kurgusu ile sadece şekilsel özellikleri öne çıkarmaya
önem verilmiş gibi geldi bana. Oyun, metnin içerdiği Anadolu’yu, tarihsel perspektifi(tartışmaları) içinde
okuyamamış. Tanrıların çağlar boyunca halklar üstündeki etkisi ve rolü
görmezden gelinmiş. Tragedyanın klâsik
kalıplarına dikkat edilmemiş. Sanki görev gibi yapılmış bir sahneleme. Her şeye
rağmen bize bir tartışma alanı açıyor. Her ağlayan kadında hatırladığımız “Cumartesi
Anneleri” dışında da bugüne dokunacak yön ve yanları var oyunun. Oyun sahnede
bunu kullanamamış ama siz
seyrettikten sonra üstünde düşünerek, tartışarak kurabilirsiniz belki. Yaparsanız çok yararını
göreceksiniz kanısındayım.
Melih Anık
Yazıyı hazırlarken yararlandığım ve alıntıları tırnak içinde
verdiğim kaynak kitap:
1.Joachim Latacz “Antik Yunan Tragedyaları”- Mitos-Boyut
Tiyatro/ Kültür Dizisi 68
Diğer Kaynaklar:
2.Euripides “Yakarıcılar”- Çeviren: Sema Sandalcı
3.Homeros “İlyada” Türkçesi: Azra Erhat- A.Kadir- Sander
Yayınları
4.Homores “Odysseia”- Türkçesi: Azra Erhat- A.Kadir- Sander
Yayınları
5.Euripides “Troyalı Kadınlar”-Çeviren: Sema Sandalcı- Arkeoloji
ve Sanat Yayınları
6.Euripides “Herakles”
Tercüme: Lütfi Ay- Maarif Matbaası
7.Euripides “Iphegeneia Aulis’te” Tercüme: Lâmia Kerman - Maarif Matbaası
8.“Mitos’tan Logos’a SÜRECİNDE TRAGEDYA’NIN YERİ VE ÖNEMİ” - BURCU BİBER - T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezi(2006)
9.“EURİPİDES’İN OYUNLARINDAPELOPONNESOS SAVAŞI’NIN YANKILANIŞI” - Güliz Mutlu - T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ESKİÇAĞ DİLLERİ VE KÜLTÜRLERİ (YUNAN DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM
DALI Doktora Tezi(2008)
Not:
Sahneleme hakkını Yücel Erten adına temsil eden ONK Ajans , oyunun
sahnedeki haline karışıyor mu? Yoksa parasını veren istediğini yapar mı diyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder