Oyunun sahneleneceğini duyduğumdan beri bir soru kafamı meşgul etti: Haldun
Taner’den(1915-1986) NEDEN bu oyun seçildi? Oyunu seyretmeden önce de sordum seyrettikten
sonra da aynı soruya ikna edici bir cevap bulmaya çalışıyorum. Seyretmeden önce
genellikle, “neden” sorusuna aklınıza yatan bir cevap alabilme umuduyla bir beklentiniz olur ama seyrettikten sonra o
beklenti biter bir hayıflanma alır yerini “neden?” diye.
Haldun Taner’in tiyatro eserlerini yukarıda sıraladım. Elbette
Keşanlı Ali Destanı ile Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’nın yeri ayrı. Tiyatrocu
olsun olmasın Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ndaki “Zaten aktör dediğin nedir
ki..” tiradını bilen pek çok kişi vardır. Keşanlı Ali Destanı da hem teatral
hem de yarattığı karakterin dönemini aşan özellikleri nedeniyle her dönem seyirciyi
çekmiş bir oyundur. Ama sevmeyenlerin de olduğunu öğrendik. En son iki yıl önce sahnelendi ve “Beyaz Türkler’in
yaptıkları” çerçevesi ile Türk kültür hayatının çok önemli bir yazarı zamanın “ham”lığından
nasibini aldı, yazar ve bazı oyuncular damgalanmaya
çalışıldı. Bir yazar da “Bu oyunun bir
başyapıt olduğuna kim, hangi gerekçelerle karar vermiş acaba” diyerek oyunu küçümsemişti. Ama toz duman
kalktıktan sonra gerçek niyetini anlama şansına kavuşacağımız bu
anlayışa rağmen Haldun Taner’in oyunları
Günün Adamı’ndan başlayarak her dönem merakla beklenen oyunlar oldu, seyirci
“Ne yazmış?” diye merak etti, otorite “Gene ne yazmış?” diye sıkıntılı bekledi.
Millet için Haldun Taner, “âkıl” adamdı, otoritenin aklı ise “âkıl”da kaldı. İyi
de neden Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım?
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım denince akla gelen isim, Ulvi
Uraz. Türk Tiyatrosu’nun bu büyük oyuncusu tarafından canlandırılan Vicdani, unutulmazlar arasında oldu
her zaman. Geçen yıl Ali Erdoğan Şakayla Söyler Haldun Taner isimli derlemesine Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım
oyunundan son sahneyi ve Vicdani’yi
almış ve de çok büyük bir başarı ile canlandırmış bize Ulvi Uraz’ı yeniden
hatırlatmıştı. Seyredilmiş ya da seyredilmemiş
olsun, Ulvi Uraz’ın hatırlanması da ilginç bir not olarak kalacaktır sanırım.
Seyirlik tiyatromuzun özellikleri ile yaratılan oyunun bir
diğer karakteri Vicdani’nin karşılığı, Karagöz’ün Hacivat’ı, Efruz’un Vicdani
kadar hatırlanmaması, Vicdani ile kendini
özleştirilen seyircinin daha çok ve her zaman var olmasından ileri geliyor herhalde. Bunda yazarın da rolü
var. Haldun Taner, finalini Vicdani’ye yaptırdığı oyununda ona karşı daha
duygusal . Efruz’un her dönem günün adamı olabilme açık gözlüğü, açlığı ve de
her dönemde dört ayak üstüne düşmesi Vicdani’nin hakkının yenmesine, iyi
niyetinin suistimal edilmesine neden oluyor. Aradan geçen zaman içinde
değişen Türkiye’de yeni nesil , “Vicdani
de yedirmesin, yemezsen yerler”e daha yakın gibi. O nedenle Vicdani için
üzülen seyirci azaldı mı ne?
Zar zor yer bulduğum(“sandalye konulan” bir oyun olmuştu) bu
en yeni Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’da, genel profiline bakarak
seyircinin oyuna gösterdiği ilginin nedenini
anlamaya çalıştım. Seyircinin yaş
ortalaması orta yaş sayılabilirdi. Muhtemelen daha önce oyunu seyretmişler, genç olsun yaşlı olsun Haldun Taner’i ismen ve
de hiç olmazsa bir eseriyle biliyorlar gibi hissettim. Ama bence daha da önemlisi hepsi, “gözlerini kapayıp vazifesini yapanların” hâlâ
“geçer akçe” olduğunun farkındaydılar ve kendilerini rahatsız eden bu toplumsal
hastalığa karşı duruşlarını oyunu seyrederek ortaya koyacak ve de bir tavır koymanın huzurunu
duyacaklardı. DVD’ler, internet
kayıtları ile Devekuşu Kabare’nin Haldun Taner’in öncüğünde nasıl bir “muhalif”
tiyatro örneği verdiğini de bilmeyen kimse kalmadı herhalde. Bu onlara bir
özlemin tezahürü olarak da alınabilir. Oyuna
gösterilen ilgi seyircinin canını sıkan hususlara tepki duyduğunu gösterme arzu
ve eğiliminin göstergesi idi. Atatürk adı geçer geçmez salondan kopan alkış
seyircinin bir başka özlemini de gösteriyordu. Özetle yazarın “âkıl” adam
güvenilirliği, güldürürken batırdığı
iğnelerle seyircinin yerine geçmesi ve
oyunun ismi, seyircinin beklentisini yükselten hususlardı. Ama
oyun sonu alkışların sesinde duyduğum “yarımlık” bana bir şansın kaçırılmış
olduğunu düşündürttü.
Haldun Taner’in
kabare tiyatrosunun ilk örneklerinden biri olan Gözlerimi Kaparım Vazifemi
Yaparım, II. Meşrutiyet'ten 1960'ların sonuna kadar gerçekleşen toplumsal
değişimleri anlatmaktadır. Haldun Taner,
oyunun 1974 yılındaki sahnelenişinde
yeni sahneler ekleyerek oyuna 12 Mart’ı da dahil etmiş. Ancak 1974’de
yapılan eklemeler şekil ve söylem olarak
oyunun ilk biçim ve söylemine uzak kalıyor,
oyun “eklektik” bile sayılamayacak bir kurgu gösteriyor. Dolayısıyla son hâliyle oyun, yönetmenin ve de dramaturgun hazik ve nazik
dokunuşlarını beklemiş ama maalesef böyle bir çaba görülmüyor. Öyleyse neden Gözlerimi
Kaparım Vazifemi Yaparım?
Oyunun bence en anlamlı tablosu Savaş Dinçel rejisinden
kalan kışla perdesinin kullanıldığı
sahne idi. Bu sahne, Usta sanatçı Savaş Dinçel’i
hatırlamamıza neden oldu ama maalesef oyun için kötü oldu. Zira, bu Savaş Dinçel’in samimiyet, ustalık, zekâ ve aklına ulaşılamadığını da gösteriyordu. Savaş
Dinçel oyunu 1994 yılında yönetmiş. Bugün ister istemez eski ve yeni Gözlerimi Kaparım Vazifemi
Yaparım arasında bir karşılaştırma yapıyorsunuz. Kısa bir sahne olsa bile aradaki fark hüzün vermeye yetiyor. Öyleyse
neden Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım?
Afişte Selim Atakan’ın ismi hemen yazardan sonra yazılmış.
Bu değerli müzik adamı Selim Atakan’a verilen değeri olduğu kadar oyunun
içindeki müziğin de önemini belirtiyor. Oyunun müziklerini hazırlayan Selim
Atakan, oyuna uymak yerine oyun ona uysun istemiş. “Üvertür”ün ilk notalarından
itibaren bestecinin “iddiasını” hissediyorsunuz. İyi ve doğru besteler olabilir ama müzik
tasarımı, oyunun söylemi ve dili ile
uyumlu değil. Bence oyuncular için terennümü zor, seyirci için de “ağır” şarkılar. Bestelenen sözlerin
anlaşılması zor. Besteler, Deniz Noyan’ın şefliğinde, uzmanı olmadığım
için derinine eleştiremeyeceğim ama bana iyi gelen bir şekilde icra ediliyor. Ancak bazı sahnelerde ses o kadar yüksek ki
sözler anlaşılmıyor.
Ses düzeni(Özgür Yaşar İşler ve Metin Küçükyılmaz) mikrofon
kullanılan bir oyunda önemli. Ancak ses net değil ve de zaman zaman sözün işitilmesinde
sorun yaratıyor.
Kostümler(Tasarım: Gamze Kuş) için de besteler için söylediklerimi tekrar
edebilirim. Oyuncuların tülleri, baş
süslerini görünce Haldun Dormen
müzikallerinin finali yanlış yerlerde kullanılmış gibi geldi bana. Anlatıcılara
giydirilen smokin ve abiye kostüm, samimiyeti ortadan kaldırmış. Seyirlik
tiyatromuzun nefesi, kabarenin “herkesin her şey olduğu” senli benli samimiyeti
yok olmuş, öğretmen edalı bir oyun
çıkmış ortaya. Bu da oyunun eğlencesini azaltıyor. Metinde değişmeyen iki karakter var, Vicdani ve Efruz.
Diğer oyuncular farklı rollere girip çıkıyor. Anlatıcıları da iki sabit rol
haline getirmek oyunun kurgusunu da bozuyor. Ben anlatıcıların değişen
oyuncularla oyuna katılmasını tercih
ederdim. Haldun Taner’in istihzalı ama sıcacık şefkatli gülümsemesi yok, ince “iğneleri” kaba birer diken
olmuş.
Oyun “ısınamadan” bitiyor zaten.(o kadar da uzun olmasına rağmen) Öyleyse
neden Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım?
Eftal Gülbudak’ ait olan koreografiyi beğendim. Gülbudak
gurup danslarında sivriliyor tabii ki. Gülbudak’ın Sarhoş’u oynadığı sahne
oyunun en başarılı sahnelerinden biri idi.
Oyunun dekor tasarımı oyunda geçen bir repliği esas almış
“Plâk olmayın”. Dönen platform gramofon’un döner tablası gibi tasarlanmış.
Ancak oyun karakterlerinin o tabla üstünde döndürülmesinden murat edilen ne
anlaşılamıyor. Vicdani’nin gramofonun içine hapsedilerek sesinin kısılması da
bence nedeni anlaşılamayan bir yorum. Gramofon
tablasının anlamı ancak oyun sonunda replik ile daha çok ortaya çıkıyor. İki
yanda yaldızlı tablo çerçeveleri içinde
eski İstanbul manzaraları, arkada video perdesi, ortada dönen bir platform,
tepeden tüm ihtişamı ile sarkan gramofon borusu. Oyun karakterlerinin bazısı o tabloların içinden çıkıyor, içine girip
kayboluyor. Benzer bir çerçeve, toplu bir
dansın olduğu bir sahnede oyuncuların
içinden geçip önünde resim vermesi için kullanılmış. Karakoldaki memurun masası
arkasına gizlenmiş darbuka çok iyi bir fikir. Biteviyeleşen konuşmalarda
memurun ona vurarak tempo tutması çok akıllı bir çözüm. Bu sahnelerde yakalanan
fikirler oyunun anlatımında bir birlik
içinde değil, bir bütünün parçası gibi algılanmıyor, anlık hoş sahneler olarak kalıyor. Savaş
Dinçel rejisinden kalma kışla perdesini yaratan anlayış içimizi ısıtsa da oyunun bütününde
yama gibi duruyor. Ayhan Doğan’ın sahne tasarımı, üzerinde düşünülmüş olduğunu
ama metnin yorumu üzerine yönetmen ve tasarımcının verimli ve uyumlu bir
beraberlik oluşturamadığı hissini veriyor. Öyleyse neden Gözlerimi Kaparım
Vazifemi Yaparım?
Işık tasarımı(Fatih Mehmet Haroğlu) oyunun aydınlatılması
işlevini görüyor ama ışık kullanımının rejiye katkısını ben bulamadım.
Dramaturginin(Özge Ökten) yazarın iyi anlatılmasında rolünün
büyük olduğuna inanırım. Yönetmeni belli bir çizgide tutar dramaturg. Metnin düzenlenmesinde
dramaturg ağırlığını koyar. Bazı sahnelerin budanmasına ve de oyunun mesajının tam olarak seçilmemiş olmasına da bakarak
dramaturg bu oyunda ağırlığını koyamamış gibi geldi bana. Haldun Taner’in bu
oyunu zaman içinde temel meselesi sabit tutularak yeniden anlamlandırılırsa hedefe varılır. Oysa ödenekli tiyatro, suya sabuna dokunmama
titizliği ile “mış” gibi “kabare” yapmaya kalkışmış. Örneğin sokak isimleri ile
yürüyen oyun düzeninde bugünün sokak isimleri nasıl olur söyleyebiliyor mu? Hayır.
Vicdani ve Efruz’a bugünün kıyafetlerini
giydirip zamanın kahramanlarını çağrıştırabiliyor mu? Hayır. Amaç “nostaljik”
bir Haldun Taner anma töreni midir? Oyun çok da uzun. Bu nedenle sarkıyor. Öyleyse
neden Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım?
Efekt (Ersin Aşar) oyunun can alıcı bir öğesi durumunda
değil, görevini yapıyor.
Video tasarımı(Funda Köseoğlu) ve illüstrasyon(Eylül Gürcan)
bence oyunun en başarılı yanı. Video görüntülerinde oynayan ve seslendirme
yapanlar da çok başarılı. Video tasarımının anlatım dili sahnedeki dilden daha
samimi. Sahne ona uysaydı keşke.
Vicdani rolünde Uğur Dilbaz Efruz rolünde Can Ertuğrul
iyi oyunculuk sergiliyor. Ama onlar da
eski kalıpların tesirinde kalmış gibi geldi bana, rolü öyle yoğurmuşlar. Yılmaz
Meydaneri, İrem Erkaya, Pınar Demiral, Elyasa Çağlar Evkaya, Özgür Atkın, Can
Alibeyoğlu, Mert Aykul, Şeyda Aslan, Barış Çağatay Çakıroğlu, Yasemin Gezgin’in
oyunculukları iyi, keyifle seyrediliyor,
ama alışılmış tiplemeler yaratmışlar. Yani oyuncu, kendi arşivinden rolü
çıkarıvermiş gibi. Ümran İnceoğlu, Zeynep Göktay Dilbaz, Neslihan Ayşe Öztürk ,
Derya Keykubat Yenigün’ün ise rollerinde
yeni bir söylemi arıyorlar (gibi
algıladım). Bu dört oyuncu kısa sahnelerinde farklı ışıklar yakıyor. Anlatıcıların
sorunu, oyunun yorumundan kaynaklanıyor. Bu oyunun belirli bir kişi tarafından
oynanması gereken bir anlatıcı rolüne
ihtiyacı yok. Vicdani ve Efruz dışındaki tüm oyuncular değişerek “anlatabilir”.
Her ikisini de haber spikerleri gibi fazla ciddi bulduğum anlatıcılardan biri
olan Ersin Umulu durgun. Bence oyunculuğunu daha renkli bir hale getirebilir,
daha sıcak olabilir. Sahne duruşu alımlı
olan İrem Arslan Aydın, oyunun onu konuşlandırdığı(hapsettiği) yerden rolüne
kattığı kişisel vurgularla sıyrılmaya çalışıyor. Oyunculuk yeteneğine inandığım
ve sesinin güzelliğini de bu oyunda fark
ettiğim Aydın’ın ona biçilen rollerle kişisel oyunculuk sınırlarının gerisinde bırakıldığını
düşünüyorum.
Yönetmen Can Doğan ile birlikte oyunun yönetmen yardımcılarının( Ümran İnceoğlu ve Arda Aydın) oyunun genel söylemi için sorumlu olduklarını
düşünüyorum. Geçmişi görmek yetmez, geçmiş bugüne nasıl yansıyor(kök nasıl dal
vermiş) bunu anlatmak gerekir ki Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’da
bulamadığım husus bu. Oyunu “Açın gözlerinizi gerekeni yapın” demek için “gereken”in
ne olduğunu neden gerektiğini göstermek,
algılatmak gerekir. Yapamıyorsanız neden Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım?
İlk kez oynandığı
1964-1965 tiyatro sezonunda oyunun iki baş karakteri Vicdani ve Efruz 50’li
yaşlarda idi; artık 100 yaşına
geldiler . Sanırım oyunun açmazlarından
biri bu, konu hala güncel olmasına karşın karakterler yaşlandı. Oyunun zamana
direncinin arttırılması için yeni bir şeyler bulmak lâzım. Öte yandan yazar
tarafından 12 Mart’a getirilen oyun, o tarihten bu yana hareket edememiş ve
tarihimizin en canlı kanlı dönemlerine dokunma cesareti gösterememiş; 1908-1970
arasını 1970- 2012 arasına yansıtarak tarihin
“tekerrürünü” gösterememiş. İBBŞT,
oyun tanıtım yazısında “31 Mart Olayı ile başlayan ve 1960 yılının
ortalarına kadar devam eden süreçte, ülkemizin siyasal ve toplumsal durumu tüm
gerçekliğiyle yansıtılıyor” diyerek kenara çekilmeyi tercih etmiş. Ötesini yapmak ise “ödenekli tiyatronun işi
de değil”(?) zaten. “Benim vergilerimle….”(!)
Zaten niyetin o olmadığı da
oyundan belli. Çok “temiz” bir iş olmuş.
(O kadar da söylesin bir şeyler artık! Ama yeter mi?) Oyunun ilk yazıldığı hâlindeki
finali, aradan geçen yaklaşık 40 seneye
rağmen gene kişisel bir yok oluş sahnesi
ile tekrar edilmiş. Seyirci Efruz’ların ellerini kollarını sallayarak
dolaşmalarından Vicdani’lerin ise kendi “küplerini” kırmalarından tatmin olmuyor
artık, bir “çıkış” arıyor. Bu hâline yani ağzından bir şey kaçırmama dikkati
ile eski ile oyalanmaya, piyesin
içindeki yeninin çıkarılmamış ve de eskinin
bugüne yansıtılmamış oluşuna bakınca Gözlerimi
Kaparım Vazifemi Yaparım’ın neden sahnelendiğine hâlâ cevap bulmuş değilim. Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, kalabalık kadrolu, canlı müzikli, renkli
kostümler içinde şaşaalı gibi duran bir
oyun ama içi yeterince dolu değil. O zaman başka şeyler düşünüyorum. Belki de Haldun Taner’in hangi oyununun sahnelendiğinin
de bir önemi de yoktu seçenler için. Belki
de Haldun Taner, Vasıf Öngören oynamak
bir ön hazırlık, “Sizden bir yazar
oynandı mı oynandı, hem de ne güçlüğe rağmen, şimdi sıra bizde..” (“Siz kim
“biz” kimiz?) Gelecek sezon Necip Fazıl’lara belki de İskender Pala’lara
hazırlanın(ki ben karşı değilim ama onları oynamak için gerekçe yaratmaya gerek
var mı?) Eskiden önce Nâzım Hikmet ardından Necip Fazıl oynanırdı şimdi Nâzım’ın
yerini başka yazarlar aldı(sanki). Benim hiçbir itirazım yok, hatta
“gerçekleri” görmeye bile yarar o oyunların oynanması. Ama
yazarı yazarla dengelemek nasıl bir anlayıştır.
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, bu nedenlerle “Hadi
bir Haldun Taner oynayalım” duygusunu veren bir oyun. Eskiyi anlatan
oyunun her dönem yeni kalacak özellikleri üzerinde durulmamış(düşünülmemiş)
desem çok mu ağır olur? Ama metnin yeniden düzenlenmesi gerektiği hususunda kararlıyım. Oyunu oluşturan oyunculuk, müzik, dekor,
kostüm vb disiplinler arasındaki uyum ve anlatı birliği sağlanamamış.
Seyirci “kulaktan kulağa” bu oyunun hak ettiği karşılığı
verir diye düşünüyorum.
Yazımın başlığındaki sorumun cevabını verebilmişimdir
umarım.
Melih Anık
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım- Haldun Taner- Cem
Yayınevi Tiyatro Dizisi
Haldun Taner Tiyatrosu- Ayşegül Yüksel- Bilgi Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder