21 Nisan 2013 Pazar

Cinayet, “Delete” mi ? Katilcilik (Yiğit Sertdemir- 6’dan Sonra Tiyatro)


Yiğit Sertdemir tiyatro dünyasına adım attığı günden beri her yıl  “Sezonda ilk kez sahnelenen en başarılı yerli oyun yazarı” seçilebilirdi. Zira Sertdemir, her yıl karşımıza ödül adayı olabilecek yeni bir oyun ile çıktı. Yaratılması ve yaşatılması için yapılanlar başlı başına ödüllük olan Kumbaracı50, yarattığı projelerle tiyatro dünyasının heyecanla beklenen merkezi oldu. Türk Tiyatrosu’nu yurt dışında sürekli olarak temsil eden “vizyon” da Yiğit Sertdemir ve arkadaşlarından çıktı. Yiğit Sertdemir, bu yıl Türkiye’nin prestijli ödüllerinden sayılan  Afife ile Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde En Başarılı Erkek Oyuncu adaylıklarının yanına bir de  En Başarılı Sahne Tasarımcısı adaylığını koydu. Sertdemir, bence. bu yıl yönettiği oyunlarla En Başarılı Yönetmen’e de aday olmalıydı. Tiyatronun mekân yaratmaktan başlayarak  her dalında “ödüllük işler” yapan Yiğit Sertdemir’in   2013 Afife Tiyatro Ödülleri’nde  “Sezonda ilk kez sahnelenen en başarılı yerli oyunun yazarlığını” onaylayan  Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü ile  ödüllendirilmesini, “görüldü”ğünün bir kanıtı olarak alıyor ama bu durumun ödül kategorilerindeki sıkışıklıktan kaynaklandığını sanıyorum. Eminim ki yaşlandıktan sonra şimdilik benim gönlümde duran  ödülü de verecekler.

Oyunu seyretmeden önce ilk okuduğumda aklıma Attila İlhan geldi: “Yanılmış bir kapıyım simsiyah/Hep kendi üstüme kapanıyorum”. Zira Katilcilik sizi öyle bir zihinsel sarmala düşürüyor.  Sonra Oscar Wilde’ı hatırladım :  “Gene de herkes sevdiğini öldürür/ Kimi bunu kin yüklü bakışıyla yapar/Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür/Korkak bir öpücükle/Yüreklisi bir kılıçla bir kılıçla öldürür” Ne çok “ölüm” var. Katilcilik de bir zihinsel cinayet olabilir mi?  Zihninden cinayet  geçtiği anda ya katilsin ya da katîl. Şimdi sanal dünyanın labirentlerine düşen insan “kalleş” ölümlerin öznesi artık. Bir gün siz, daha olayın kahramanı olmadan çok daha önce bir “kurban” olabilirsiniz.  “Ölmeden evvel ölür kişi” yâni. (Yahya Kemal,  her ne kadar başka bir şeyi ifade etmişse de, bu algı değişikliği bile hazin bir durum değil mi?) Bana en acı gelen kaderinin belirlendiği anda başına ne geleceğini bilmeyen  insanın çaresizliğidir. Kader çok önceden sizi seçer, ama siz “Filifu” çığlıkları attığınız anda kaderiniz yazılıyor sanırsınız.

Yiğit Sertdemir’in yazıp yönettiği oyunun ismi Katilcilik. İsmi doğru anlarsak oyunu da doğru anlarız diye düşünüyorum. “Katl”, öldürme demek. “Katletmek” ondan geliyor. “Katil”,  hem “öldüren” hem “öldürme” için kullanılıyor. Öldüren için kullandığımızda “ka”yı biraz uzatarak söylüyoruz. “Ka”yı kısa söylerseniz öldürme eyleminin adı oluyor. “Tîl”i uzatarak söylediğinizde “Katîl” öldürülmüş demek. Yiğit Sertdemir daha oyunun ismi ile bizi bir kördüğümle baş başa bırakıyor. Eminim ki pek çok kişi oyunun ismini “ka”yı uzatarak okuyor. Bence doğrusu kısa okumaktır. Buna göre nasıl “sucu”,  su satansa “katilci” de “cinayet pazarlayan” anlamındadır, cinayete teşvik eden, azmettiren, niyet ettiren anlamında yâni. Yaşadığımız   ölümlere, savaşlara ekrandan bakan bu dünya,  “katilci”lerle doludur. Birbirine yabancı da olsa, aynı aileden olup birbiri ile “sanal” konuşup yabancılaşsa  da  “Katilci”ler,  “örtü”ler altından birbirlerinin içlerindeki kâtilleri uyandırmakta, bir araya gelince de “katilcilik” oynayarak hayatı bir “cinayet oyunu”na dönüştürmektedir.  İnternet odalarının  karanlığında  saklanmalarımız, arkasında oturduğumuz masaların arkasına gizlenmelerimizi kışkırtıyor.  Hayatı, tuşlarla yöneteceğimizi sandığımız  bir oyuna çevirmedik mi? Öldürdüklerimizle yeni “can”lar kazanıyoruz.  “Delete” ettiğimizi çöp kutusunda saklayıp geri getirmiyor muyuz? “Çöp kutusu”nu boşaltmak için bir şansımız daha yok mu? Cinayet “delete etmek” değil mi artık?  

Piyeste bir cinayet var ama kimin katledildiği çok da önemli değil. Herkes kâtil herkes maktul değil mi zaten? Kâtil, bir insanın hayatına son veren anlamında kullanılıyor. Dolaylı yönden birinin ölümüne sebep olanlara kâtil denir mi? Onların cezasını kim keser? Onlar? Hitler! Saddam! ……

Yazar oyununun karakterlerine ad verirken de bir şeylerin peşinde. (Sahnede bunun anlaşıldığını sanmıyorum. Metni okumak lâzım.) Piyesin üç ana karakterinin (Agatha, Lou ve Jeanne) çağrıştırdıkları, oyunun zeminini hazırlıyor.

Piyeste bir kütüphanede gördüğümüz Agatha, cinayet romanı yazarlarının en ünlüsünü, Agatha Christie’yi çağrıştırıyor. Christie’nin “Dersimiz Cinayet” isimli bir romanı vardı. Yiğit Sertdemir “zamanımızın dersi”ni yazmış sanki. Ancak Agatha Christie örgülü cinayetlerin modasının geçmekte olduğunu da gösteriyor Katilcilik. Herkes Poirot, herkes kendi kendisinin katili artık.

“Telefonda seks hattının ofisindeki”  Lou, “Nietzsche’nin dengesini bozan kadın”  Lou Salome’yi akla getiriyor. Gerek Lou gerekse Salome tarihin en acımasız kadınları(“femme fatal”) arasında sayılıyor. Salome, güzel(ve de seksi) dansı karşılığında o öyle “dilediği” için, kesilerek bir tas içinde kendisine getirilen “John the Baptist”in soğuk ve kanlı başını öpebilecek kadar soğukkanlı bir kadın.  Lou Salome’den yola çıkarsak  Nietzsche’nin  “Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir” sözünü hatırlamamak ne mümkün. Nietzsche’yi görebilirsiniz bu oyunda, Vaftizci Yahya’yı da..

“Otopsi odasındaki” Jeanne ise benim aklıma Kumkapı Cinayetini getiriyor. Olayın katili olan kadın, o dönemde medyanın en popüler yüzlerinden biri olmuş hatta Jeanne d’Arc olarak kahramanlaştırılmıştı. Zamanımız böyle kahramanlar yaratıyor işte.

Yiğit Sertdemir bu üç karakteri bir araya getirerek cinayet zemininde yükselen ve pek çok çağrışımla beslenen bir oyun yaratmış. Böylelikle yaşadığı bir olaydan yola çıkarak tarihin karanlıklarında dolaşıp,  yeni algılar yaratan, sanal gerçeklikle beslenen zamanın değişimi üzerine zihinsel bir “oyun oynamış”.  

Bu oyun 7 sahneden oluşuyor.  7’nin de özel olarak seçilmiş olduğunu düşünüyorum. İnsan bedeninde 7 çakra, dünyanın 7 safhada yaratılışı, 7 kollu kutsal şamdan, 7 ruhlu güneş tanrısı, 7 element, 7 kat gökyüzü vb. Tanrı’nın dünyayı altı günde yaratıp yedinci günde dinlenmiş olduğuna inanılır. “Tamamlanmış olma”nın sayısı yedidir ki oyunun üç kişisi 7 sahnede kendilerini “tamamlamaya” mı çalışmaktalar diye sorar oyunu seyreden.  Doğrusu bazı inanışlarda ölümlerden hayat çıkarmak da vardır. Belki de yaşadığımız bir ölümdür ve ölmek “uyanmak” demektir.(Hamlet’in dediğinin tersine)  Ölüm de doğumdur yani. Piyes ölümden farklı bir “doğum” çıkarıyor. Yiğit Sertdemir, piyesin zamansal akışını da bozarak zihnin labirentini taklit ediyor ve içinde yaşadığımız kaosun bilinmezliğine de vurgu yapıyor.

Oyunda seçilen mekânlar bilinçli bir tercihi gösteriyor. Kütüphane , otopsi odası  ve seks hattının ofisi, iç dünyada (Lou’nun odası) birleşen hayatların dışa doğru açılımı. Bu mekânları herkes farklı okur.  “Okuduklarımdan anlamamışım” “otopsi yapılanların beyni olmaz” ve çığlık,  o mekânların ruhları ifşa eden “ses hâli”, aynı zamanda oyunun “ruh-özeti”.  

Cesaret ve doğruluk” oyun içindeki oyunun adı, paradoks gibi. Sanal bir dünya içinde yaşayanlar  “cesaret” ve “doğruluk” peşinde. Buna bakarak “vicdanca”,  “Tüm hayatlar yalan!” “Herkes korkak!” demek istiyor insan. Ama vicdan nerede ki “dili” duyulsun!  “Kendi cümlesi olmayan insanlar”,  “yazınca kurgu olan hayat”ların içine kendi arzuları ile girmeye can atmakta.  Neden sonra, insan  “olduğunu kanıtlamak için bir cümleye ihtiyacı olmadığını” anlıyor. Yolu “başkası olmaya” çıkıyor, belki de “başkası olma merakı”ndan hep bu yaşananlar. İnsan bir “beyhude yolcu” bu “yalan/şehir”de. Ama o eski “ölmeye heveslendiren mevsimler” yok artık. Ne kadar uzaklaşıyorum kendimden gitgide..

"İhtiyaç duyulmayan o cümle" belki de bir ses: Filifu! Yiğit Sertdemir oyunlarının vazgeçilmezi “Filifu”yu ilk kez bu kadar  “çaresiz” gördüm, ilk kez bu kadar dokundu içime. Gitgide yükselen bir ses olarak ağızdan çıkan  “Filifu”,  hepimizin çaresizliği aslında. Dolaştı dolaştı sonunda geldi dudaklarımıza kondu sanki.

Oyunun en dikkate değer özelliklerinden biri de Yiğit Sertdemir’in “kolonlu salon”da tasarladığı dekor. Küçük (“hem de kolonlu!”) bir mekânda o dekorun yaratılması usta işi. Kendi içinde bir matematiği var ve bu, metindeki matematiğe benziyor. Mekânların, derinlerden âdeta sisler içinden geçerek gelmesi ve yok olmasıyla yaratılan düzen, labirentleri içinde kaybolduğumuz sanal dünya gerçekliğinin “micro cosmos”u sanki. Tepede kullanılan ekran da oyunun ana ögesine yâni sanal dünyaya bir gönderme.

Seyrettiğim akşam oyunculuk düzeyi umduğum seviyenin altında idi. Tüm oyunculardan biraz daha canlılık bekledim. Bazı replikler “eridi” ağızlarda. Oyunun genel enerjisi  düşüktü o akşam. Sebebini sonradan öğrendim. Seyrettiğim akşam Aslı Can Kortan hasta imiş. Sanırım bu durum tüm kadroyu etkiledi.

Aslı Can Kortan’ın oyunculuğunu  diğer oyunlarından biliyorum. Birkaç gece önce seyrettiğim bir başka oyundaki başarısına tanığım. Ben onun Agatha’sını  o hâliyle de beğendim. Gülhan Kadim’i biraz çekingen gördüm. Muhtemelen Kortan’ın hastalığı tedirginlik olarak yansıdı oyununa. Daha önceki oyunlarındaki başarısını bilmez miyim.  Şirin Keskin’in o rol için doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum. Rolü de onun enerjisini ortaya çıkarmasına çok uygun.  Yaman Ömer Erzurumlu’nun (Erkan Kortan ile aynı rolü değişerek oynuyor) sahne üstündeki soğuk kanlı halini beğeniyorum. Her oyunda sanki evinin odasında oynuyormuş gibi rahat. Ebru Gözdaşoğlu(Seda Özen Yörük ile aynı rolü değişerek oynuyor) , Onur Tuna(İhsan Dehmen ile aynı rolü değişerek oynuyor) ve Seyfi Erol, metnin çizdiği rollerini doğru ve başarıyla oynuyorlar.  

Kostüm tasarımını (Candan Seda Balaban) özel bulmadım. Kostüm, yorumu belirleyici bir rol oynamıyor. Kanımca oyuna olumlu-olumsuz bir tesiri de yok, “görevini yapıyor”.

Özgün müzik(Onur Kahraman) oyuna kuşku, soru işaretleri katıyor, atmosferin oluşturulmasında yardımcı oluyor. Ama Onur Kahraman daha iyilerini yaptı.

Genel olarak ışık tasarımının (İsmail Sağır) başarılı olduğunu düşünüyorum. Lou’nun odasının biraz daha aydınlık olmasını isterdim.

Oyuna katkı veren diğer kişiler: Asistanlar Onur Sarıgül (aynı zamanda efekt uygulama) ve Hakan Yeni; ışık uygulama Buğra Alkan; afiş, broşür tasarlama Alper San.    

Katilcilik, Yiğit Sertdemir’in zekâsını, yazma hünerini, yönetim becerisini ve de sahne tasarımcılığını gösteren bir oyun, bir “bulmaca”, bir labirent.  Piyes sadece anlattığı olay ile değil karakterlerin çağrıştırdıkları ve de tiyatral kurgusuyla da çok özel.

Katilcilik “Bir Yiğit Sertdemir Oyunu”. Sanırım bu ifade,  yazımın ilk paragrafı ile birlikte okunduğunda düşüncemi özetliyor.

Melih Anık

İlgi:
Oscar Wilde - “Reading Zindanı Baladı” Türkçesi: Özdemir Âsaf -  Altıkırkbeş Yayınları
Attila İlhan “Yanlış Yaşamak” şiiri-  “Ben Sana Mecburum” isimli kitaptan-Bilgi Yayınevi
Attila İlhan – “Yalan/Şehir” şiiri- “Kimi Sevsem Sensin” İsimli kitaptan- Bilgi Yayınevi
Attila İlhan -  “Mevsimidir” şiiri – “Kimi Sevsem Sensin” isimli kitaptan - Bilgi Yayınevi
Yahya Kemal Beyatlı -  “Düşünce” şiiri-  “Kendi Gök Kubbemiz” isimli kitaptan- Yahya Kemal Enstitüsü yayını
Mustafa Nihat Özön - “Osmanlıca Türkçe Sözlük” - İnkilâp ve Aka Kitapevleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder