Galata Perform tarafından sahnelenen İz, Ahmet Sami Özbudak’ın ilk piyesi. Yeşim
Özsoy Gülan’ın sabırla sürdürdüğü Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi kapsamında doğmuş. Ahmet Sami Özbudak bu piyes
ile geçen sene Almanya’nın Heidelberg Stückemarkt Festivali’nde
“Avrupa’nın En Genç En İyi Yazarı”
ödülünü almış. Oyunu Yeşim Özsoy Gülan yönetmiş. Oyun gerek konusu gerekse
sahnelenişi açısından “Yeni Metin Yeni
Tiyatro Projesi” tanımının hatırlattığı özellikleri taşıyor.
Piyes son 50 yılda
farklı zamanlarda aynı apartman dairesinin sâkinlerini “göstererek” olayları, nesli, yaşamı, devri, ilişkiyi,
sosyal sınıfı, değişimi, Türkiye tarihini anlatıyor; o üç devirdeki yaşanmışlıkların
daireye ve hayata bıraktıkları “iz”lerin peşine takılarak bugünü anlamamızı istiyor.
Metin ile ilgili bir tereddüt yaşadığımı ifade etmeliyim. Nedeni ise anlatılan üç hikâyenin aynı ağırlıkta olmaması. 6-7 Eylül ve 12
Eylül olayları ile 2000’li yılların hikâyesinin ortak paydasını bulmakta güçlük çektim. Her şeyden önce ne garip bir
tesadüf ki “Eylül”ü kirletmiş somut olayların yanında bir Kürt ile travesti
sevgilisinin hikâyesi ve duygusu ayrıksı duruyor. Zira onda da somut bir
tarihsel olay arıyor insan. Yazar
muhtemelen ortak payda olarak olaylardan
ziyade olayların ezdiği kişilere odaklanmış ama iki hikâyesi olayların tarihsel
algısı içinde anlaşılan/anlatılan bir kurguda Kürt ile travesti sevgilisini
gerekçelendiren somut bir olay arıyor insan. Elbette onları mağdur eden
toplumsal acılar öylesine geçiştirilmeyecek kadar büyük ama tiyatral açıdan
somut bir olay ihtiyacının gerekliliği de açık. Rizgar’ın travesti ile ilişkisine odaklanan
olayların yanında(ki uyuşturucu satışına doğru evriliyor) onları "o hâle" getiren olay(lar)ı vurgulamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. (Örneğin onlar neden burada?)
Piyeste en iyi “çizilen” karakterin Turgut Usta(bence) olduğunu söylemekle
birlikte diğer karakterleri de gerek replik gerek içinde yaşadıkları olaylar
ile “sahici” bulduğumu söylemeliyim.
Ahmet’in insanlar üzerinde deney yapan bir laboratuarda çalıştığını
anlıyoruz. Bu da devrimci ideoloji
açısından önemli bir paradoksu ortaya koyuyor. Rum kız kardeşlerin, Rizgar ile
Sevengül’ün ve de Ahmet’in içine düştükleri açmazlar onları birleştiriyor. Açmazı
olmayan ise elinden tesbihi eksik olmayan ev sahibi Turgut Usta. Rizgar ile
Sevengül arasında çıkara bağlı bir ilişki var ama bu sahnede tam da yansımıyor. Aksine "sevgili" vurgusu daha ağır basıyor. Sevengül ve Rizgar’ın kişisel kurtuluşu aramaları çok insanî ama Türkiye’nin üç
dönemine ayna tutma şansı yakalamış bir piyeste “zayıf” kalıyor.
Yönetmen Yeşim Özsoy Gülan, bu “yeni” metne uygun “yeni”
tiyatroyu titiz ve incelikler içeren bir reji ile sahnelemeyi amaçladığını ortaya koyuyor. Sahne evin salonu olarak tasarlanmış,
evin görünmeyen diğer mekânları ise sahne önünde tavana asılmış ekranlardan
“canlı” veriliyor. (Bazı sahneler film de olabilir.) Bu, takdiri hak eden bir çaba ama özel tiyatroların içinde
bulunduğu ekonomik olanakları düşünürseniz çok da büyük bir iddia. Ben ortaya
konan iddiayı alkışlıyorum ancak gördüklerimi de paylaşmak istiyorum. Öncelikle
3 zaman, üç nesil, üç yaşam olduğuna göre sahnede birini görürken iki ekranda diğer iki yaşamı görmeyi
bekledim. Kurgu beni oraya yönlendirdi. Oysa zaman zaman her iki ekranda da
aynı döneme ait görüntü vardı. Bu iki dönemin aynı anda sahnede olmasından
kaynaklanıyor da olabilir ama kurguyu bozmamak gerek diye düşünüyorum. Bir
ekran siyah olabilir o sırada. Sahnede görünenin renkli oluşu ile o “âna”
odaklanırken ekrana düşen görüntüleri “siyah-beyaz”laştırıp ekranı, hayâlin
görüntüsü yaparak rejiye “nostaljik” bir
boyut, “uzaklaşma” katılabilir miydi? Bu
tiyatronun hem geçmiş hem de bugün olduğu hatta bazen gelecek olduğu
duygusunu verirdi(kanımca). Bu düşüncelerle
baktığımda sahnede olan Ahmet’in duvardaki dolap içindeki kameradan aynı anda
ekrana yansıyan görüntüsü benim başta belirttiğim matematiği tamamen bozuyor.
Sahne tasarımında bu senenin en çalışkan(ama ödül jürileri
tarafından hakkı yenen) tasarımcısına(Başak Özdoğan) da bir şey söylemek isterim.
Aynı mekânın farklı zaman dilimlerinde kullanılması sahneden çok da
anlaşılmıyor. Dönemleri hatırlatan simgelere ihtiyaç var. Esas olarak Rumların
terk ettiği bir evin kullanıldığı izlenimi ediniliyor. Ama her dönemin ruhu
hissedilmeliydi diye düşünüyorum. Ekrandan yansıyan sahne arkasındaki mekânların
sabit olması bir çözüm olabilirdi sanki. Ve sahne arkasında kullanılan renklerin bir devamı(bilinçli
seçimlerle duvarlar üstünde) kullanılmış olsa salonda üç dönemin yansıması daha
iyi anlaşılabilirdi. Belki sahnede
ekranda sabitlenmiş köşeler yaratmak daha doğru olabilirdi. Işık tasarımında(kime ait?) kullanılan “trük”ün
karşılığını ben dekor tasarımında bulamadım. Pek iyi çalışmamakla birlikte
sahnede, farklı dönemler için farklı aydınlatmalar kullanılmış. Yani
sahnede kim varsa ona göre ışıklandırma düzeni yapılmış. Ancak ışıkta da genel bir dağınıklılık hâkim.
Örneğin Sevengül’ün salonundaki “vitrin
ışığı” salona dağılmış. Rum kız kardeşlerin evinde ise tavandan aydınlatan
abajur var.İki dönem bir araya gelince bu vurgu çok da iyi yansımıyor.
Okan Urun’un
canlandırdığı travesti kompozisyonunu(Sevengül) başarılı bulduğumu ancak oyunun
mesajının önüne geçme riski taşıdığını belirtmek isterim. Özellikle yatak
sahnelerinin abartılı(gereksiz mi?) olduğunu düşünüyorum. (Oyunun böyle bir özelliği olduğunu da belirtmek isterim.)
Oyunda üç yaşam, üç farklı dönem ve hayat veriliyor. Bu
nedenle her dönemi canlandıran
oyuncuların kendi aralarındaki oyunculuk tonlarının farklı olması; Markiz ile
Eleni, Sevengül ile Rizgar ile Dağlı ve Ahmet(Bertan Dirikolu) ile Turgut
Usta(Batur Belirdi) eşleşmelerindeki dönemsel farkların oyunculuklarda da
ortaya çıkarılmasına dikkat edilmesi iyi
olurdu. Bu açıdan baktığımda Eleni
rolündeki Ceren Demirel’in ile Markiz
rolündeki Yeşim Özsoy Gülan’ın ve
Ahmet ile Turgut Usta ikililerin ortak
dil yaratan oyunculukları ait olduğu
dönem ve toplumsal sınıf açısından da doğru geldi bana. Sevengül ve Rizgar
arasında geçen sahnelerde ise bu uyum diğerlerine oranla daha geride kalmış
gibi. Aslına bakarsanız bu da bir tür
yorum sayılabilir. Karakterlerin “farklı” oluşları da bunun bir nedeni olabilir. Zira
son dönemlerde resimlerde bir bozulma da var. Artık “dönem”siz tipler
çoğalmakta.
Müzik tasarımı( Özüm Özgülgen) akılda kalıcı değil. Oyuna
katkısı, yoruma etkisi bence ihmal edilebilir bir boyut ve nitelikte.
Kostüm tasarımı(Tülin Kermen) bahsinde elbette Sevengül’ün
giysileri dikkat çekiyor. Bununla ilgili ben olsam öyle yapmazdım diyeyim de
anlayan ne anlarsa onu anlasın. Diğerlerinin
(özellikle Turgut Usta’nın giysisini beğendim) rollerine uygun bulduğumu
söyleyebilirim.
Oyunun olmazsa olmazı elbette sinematografik dramaturji
(Ceren Ercan) anlatımın en önemli
parçalarından biri belki de en önemlisi. Çok da yorucu bir iş olduğunu takdir ediyorum. Görüntü
yönetmeni( Ferhat Öçmen), teknik yönetmen( Ömer Özkan), teknik sorumlu( Halil
Özok), sahne amirinin(Mustafa Dileklen) ulaşılan düzeyin sahipleri ve sorumluları. Bu düzeyin tam ve yerinde olmayışını, işin “yeni” bir deneme
oluşuna ve zorluğuna veriyorum. Zaman
zaman görüntüdeki dalgalanmaların “yeni”likten ve
olanaklardan kaynaklandığını düşünüyorum.
Oyuna katkı veren
diğer isimler ise şöyle: Reji asistanları: İrem Aydın, Merve Kalgıdım,
Onur Çöçelli, Hazal Erulusoy; idari işler direktörü: Nilüfer Dönmez; iletişim
koordinatörü: Ezgi Düzenli, fotoğraflar: Hande Göksan.
İz, kurgusu ile
yenilikçi bir oyun; dokunduğu konularla geçmişi
yeniden düşünmemizi, yaşadığımız hayata farklı bakmamızı sağlıyor, hayatı
okumamıza yardım ediyor.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder