Oyunu seyretmeden önce hakkında yazılan ve konuşulanlardan pek
çok dalda ödüle aday olacağını hissetmiştim, seyrettikten sonra pek çok dalda
aday(yapım, yönetim, kadın oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, dekor, müzik, ışık) olduğu açıklandı. Sessizlik, tiyatro
camiasının ama öncelikle “elit”inin çok beğendiği bir oyun oldu. Beğeniler
genellikle kadının bedeni üzerinde söz hakkı olması hususuna yoğunlaştı.
Sanırım iki kadın oyuncunun başarısı, hareketli dekor, ışık da göz aldı. Ancak
oyun hak ettiği tartışma zeminine getirilemedi.
Aslında sorun belki de bu noktada idi. Sessizlik ÇOK şey
söylemeye çalışıyordu. Kadın(lık), kendi kaderinin efendisi olma, insanın kendi
bedeni üzerindeki hakkı, iktidar olmak
ve yönetim, kilise(din) ve gücü, dostluk, arkadaşlık, düşünce gücü, şiddet vb pek çok konuya el atmıştı. Orta Çağ
içinde “söylenen” konular tarih olmadan çıkıp güncel olmaya çalışıyordu. Metin hedefe ulaşabiliyor mu? Hayır. Ya sahne? Ona da hayır.
Sessizlik, katmanlı bir oyun gibi görünüyor, algılanıyor.
Bana göre ise çok şeye dokunan ama dağınık bir oyun. Katman, katlı olmayı akla
getirir, bir düzeni vardır, birbiri
içinden giderek küçülen bebekler çıkan Matruşka da diyebiliriz. Sessizlik, bana göre yatay bir düzlemde gelişen bir oyun, yürüdüğünüz sokakta her dükkâna bakayım derken nereye gittiğinizi unutursunuz ya ona
benzettim.
Sorun öncelikle metinden
kaynaklanıyor bence. Yönetmen, yorumuna uyan bütünü yaratmakla sorumlu, neyi öne
çıkaracağı hususunda bir tercih/seçim yapmak zorunda. Sessizlik’in metni bu sorumluluğu ve zorluğu arttıran bir özelliğe sahip. Oyunun
sahnelendiği ülke seyircisinin algısı, bilgisi daha da önemli hale geliyor. Yorum,
seyirciye nasıl baktığınızla onu nasıl gördüğünüzle çok yakından ilgili. Mehmet Birkiye, Cimri
rejisinde denedi, aradı. O oyunda tasavvur
ettiğini gösterdiği seyircinin düzeyi
çok da yüksek değildi. Anlaşılmak için basit trükler kullanmıştı. Ben, Birkiye,
anlaşılmamış olmaya, seyircinin bu kadar aşağı düzeyde olmasına öfkelenmiş diye
düşünmüştüm. “İşte size lâyık olan bu” der
gibiydi. (Engin Alkan rejilerinde de bunu hissediyorum sık sık.) Bu his oyun dergisine yazdığı yazıda başka türlü ortaya
çıkmış. Sessizlik’de seyirciye anlatmaya
değil biraz da metni gözünde büyüterek(?) metnin hak ettiğini düşündüğü rejiyi bulmaya odaklanırken görselliğe çok
yaslanmış sanki. Seyirciye ve güncele ulaşma ise
ikinci planda kalmış.
Dramaturg Melih Korukçu’nun ifadesi ile oyun “Kadının
kendi bedeni üzerinde söz hakkı olmayışı ve bununla baş etmek için sessizliği
kullanışı”nı anlatıyor. Ona göre bu,
değişik düzlemlerde ele alınıyor. “Doğa/kültür”, “Birey/erk”,
“Ataerkil/anaerkil”, “Tek tanrılı dinler/paganizm”, “Cinsel kimlikler/beden”. Oyunun ilk sahnelerinde Korukçu’nun ifadesini
görüyoruz ama oyun sürdükçe konunun o değişik düzlemlerdeki
çatışmalarını göremiyoruz. Zira o düzlemlerde oyunun konusu dışında başka
çatışmalar da var. (Doğa ile kültür çatışıyor meselâ.) O çatışmalar ana tema
olan ”İnsanın kendi isteği ve iradesi
dışında kendine biçilen yaşamlar karşısında attığı güçlü bir çığlık”ı öne
çıkarmıyor ama zihni dağıtıyor. Öte yandan piyesi Türkçeye çeviren Serdar
Biliş’e göre de “cinsiyet algısına meydan okuma” devreye giriyor ve yazar ”iktidarın
şiddet arzusunun alevlendiği yıkıcı bir dünyada herkesin inançlarını sorguladığı
bir zemin hazırlıyor”. Ayrıca “tarihsel olandan aktüel olanı damıtmaya”
çalışıyor. Dergideki yazısında oyunun yönetmeni Mehmet Birkiye ise anlamını ve yararını
çözemediğim bir şekilde sanki ona yönelik geçmiş saldırıları cevaplamak için bu
oyunu yönetmiş gibi bir izlenim uyandırıyor ve “ister beğen ister beğenme”
havasında.
Sessizlik, hıristiyanlık simgeleri üzerine kurulmuş bir
piyes. Eminim ki dinler tarihi uzmanlarının
metni okuduklarında anlamlandıracakları pek çok simge var piyeste. Apokaliptik
rüya, ahır, mağara, telepatik iletişim, Papaz’ın ifadeleri… Sanki firavun’dan
kaçan Hz.Meryem gizlenmiş piyesin içine. (Hz.Meryem’in hâmile kalması ile
Sessizlik’in “erkekliği” aynı kaynaktan besleniyor sanki.) Öte yandan hikâyenin mistik anlatımı da
piyesin öyle okunmasına yol açıyor. Piyeste papazın simgelediği kilise ile
Ethelred’in simgelediği krallık arasındaki denge de Orta Çağ boyunca hıristiyanlık
dünyasındaki iktidar savaşlarının zemininde yükseliyor. Arada soylular da var. Üç perde(sahnede iki perde) 27 sahneden oluşan oyunda sahneler
kilise duvarlarında resimlenmiş ya da kazılmış hikâyeleri ve heykelleşen karakterleri
hatırlatıyor. Bu haliyle Buffini’nin Sessizlik’inin
hakkını verebilmek(?) İslam dünyasından gelen bir yönetmen, oyuncular ve
seyirciler için çok zor. Bu nedenle
oyunu evrensel mesajı üzerine kurgulamak
gerekiyor ki o da “sessizlik”. “Sessizliğin arkasına saklanmak” bu
piyesin çıkış noktası olarak doğru bir replik bence. Zira piyes karakterlerine
nasıl sembolik anlam verirseniz verin hepsi kendi “sessizliklerinin arkasına”
saklanıyor. Sessizlik metni bu sessizlikleri ifşa ediyor aynı zamanda.
Yönetmen bunu vurgulamış ve anlatmış olsa
metinde var olan anlamlandırması zor hatta olanaksız olan bir hıristiyanlık
vurgusundan ziyade genel değerler çerçevesinde anlaşılır simgeler üretmek mümkün olabilirdi.
Ben oyuna genel olarak baktığımda yorumun bu bilinçle yapıldığını görmedim.
Hatta metnin peşine takınılmış gibi geldi, metnin kontrolü elden kaçmış diye
düşündüm. O nedenle örneğin ilk perdede
olmayan “bir Ethelred bir gurup” şeklinde sıralanan sahnelerde Ymma’nın peşine
takılan Ethelred’in önce zindana düşmesi sonra gemiye binmesi önüne geleni
yakıp yıkmasının anlatıldığı sahneler bütün içinde çok da anlaşılmıyor. (Dramaturjik
olarak da sıkıntılı) Sona yaklaşıldığında sanıyorum Buffini de girdiği
labirentten çıkabilmek için başlangıçtaki kısa sahneler yerine birbirinin içine
giren uzun sahneler yazmış ve oyunun sonunu getirmek için bayağı
“yorulmuş”.
Papaz oyunun başında “ilahi haklar” meselesini bildiğini ve
kilisenin Kral’a göre geride durması gerektiğini belirtiyor: “Kral kaderi belirler”, “Kralın kalitesi sorgulanmaz” Bu Kral’ı
Tanrı’ya ortak etmek demek. Silence ise “kendi papazının her şey sorgulanmalı”
dediğini söylüyor. Altarda kurban kesmek istiyor. Bu bir anlamda
egemenliği ele geçirme niyetini gösterir. (“Kurban ve Egemenlik” sorunsalı
Shakespeare’in Aşkın Boşa Giden Emeği isimli oyununda ele alınır. Sessizlik’in
kurban kesme niyeti bana o oyunu hatırlattı.) Adı Sessizlik(Silence) olan çocuk
diyor ki: “Geçmiş sislerle kaplıysa
gelecek bağırsaklarla yazılır”. Bence oyunun vurgulanması gereken en önemli
sözü budur. Bu sözün nasıl yorumlanacağı ise oyunun çizgisini belirleyebilir. Zira kurban kesme niyeti Sessizlik’in inancı gereğidir ama aynı zamanda
bir egemenliğin simgesidir de. Papaz
bunu duyunca bayılır. Ama öte yandan açıkça
konuşulmayanı dile getirmesi, içinde
bulunulan sessizlik ortamını da anlatır.
Geçmişi açık ve net olmayan
toplumlar gelenek ve inançlarla geleceği inşa etmeye bu arada geçmişi de yenir yutulur hale getirmeye çalışır. Ayrıca Kralın “özel koruyucusu” olan Eadric’in “telepatik iletişimi” hak ettiği
ilgiyi görememiş. (“Düşüncelerin tanrısal
bir ışık gibi doluyor içime”) Agnes’in Ymma’nın kolyesini çalması da
anlaşılmıyor.
Oyunda altı kişi var.(Parantez içleri metinden alınmıştır)
Ymma(Hanımefendi) soyluyu;
Agnes(Hizmetçi) halkı; Eadric (Kralın
adamı. Onun sözleri ile “Ben dindar falan
değilim ben askerim” Kral: “sen benim kuvvetimsin, cellatım, şiddetimin mimarı”)
iktidarın kılıcını(gücünü); Roger (Kendini
Sessizlik’in “arkadaş, kılavuz, ağabey”i gören Papaz) kiliseyi; Ethelred(Kral) iktidarı temsil ediyor.
Hepsinin ortasında ve hepsiyle bir türlü ilişkisi olan Sessizlik adında 14
yaşında bir çocuk var. O da kendini erkek zannediyor ama yaratılıştan kadınmış,
annesi onu toplumdan korumak için öyle yetiştirmiş. Sessizlik, bana göre
oyundaki diğer beş kişinin sessizliği. Zira onların da kendilerine ait itiraf
edemedikleri/bilmedikleri gerçekleri,
sakladıkları bir şeyleri var. Ayrıca onların
da kendilerini ortaya çıkarmanın yolu sessizlik, çok
gürültücü olsalar da. Oyunun
sonunda Kral, gücünü öldüren Hanımefendi(Ymma) ile evleniyor; Sessizlik , özgürlüğünü pazarlık ederek alan Ymma’nın hem sığınağında hem onun sığınağı
olarak Kralın odasına giriyor. Hanımefendi’nin Kralın gücünü(kılıcını) ortadan
kaldırması soyluların Krallık üzerinde gücü
ele geçirmesi de sayılabilir. Kral’ın(İktidar) emrinde görünen ama kendi
bildiğini okuyan papaz “sessizce” ortalığı düzeltiyor/düzenliyor, toplumsal
düzeni kuruyor; Kral’ı evlendirdikten sonra halk (Agnes) ile birleşiyor ve milletin
bağrına/ evine(sessizliğine) çekiliyor.
Oyunda biraz da oyuncunun yorumuyla da pekişen papazın sempatisi aslında
Buffini’nin de amacı gibi geldi bana. Son derece plânlı olan papaz uysal bir
kedi gibi kendini siliyor ama hep ortalıkta. “Son sözü” de o söylüyor. Papaz'ın sessizliği çok önemli. Bu benim “okumam”. Benim önümde metin var,
seyircinin sahneye bakarak bunu çıkarabileceğini düşünmüyorum. Zaten rejinin tercihi de o değil, gayreti de. Herkes metne bakarak piyesi anlamayacağına
göre reji, açık ve net olmalı iletisinde. Metindeki sessizlik iletisi net ama sahnede çok da
anlaşılmıyor. Oyun, Türkiye’de “Tarihsel olandan aktüel olanı da damıtamamış”
İngiltere sınırları içinde kalmış. Londra’da daha iyi anlaşılır diye umuyorum. Farklı bir sonuç elde etmek , metnin farklı değerlendirilmesi ile mümkün. Orta Çağ’ı
yaşamadan Yeni Çağ’ı başlatan(?) bizim gibi milletlere Orta Çağ, etkili bir tablo
gibi geliyor ama içeriği tam da anlaşılmıyor.
Buffini bir anlatı düzeni kurmuş piyeste. Bir hikâye anlatıcılığı
düzeni bu. Zaman zaman karakterler hikâyenin anlatıcısı gibi konuşuyor.
Yönetmenin “koro”su sahnelere tavır koyar gibi değil, dekor taşıyıcısı gibi. (Bana
Şümürz’ü hatırlattı ama Şümürz, anlatımın bir parçası..) Hz.İsa’nın kilise
altarındaki yerine koşarak gelmesi belki de oyun içinde koronun azınlıkta kalan
anlamlı jestlerinden biri. Onlar, rollerin “sessiz” yüzleri olsa, fena mı
olurdu? Platformların sahne üzerindeki
hareketi bana İmparatorluk Kuranlar’ı; oyuncunun altına oturak taşınması da Orta
Oyunu’nu hatırlattı. Ama kullanılan trükler
her sahnenin güzel olmasına yönelik seçilmiş gibi. Oyun içinde söylem
bütünlüğü göremedim. Örneğin koronun yukardan kar atması hoş ama oyuna epik bir
anlatım da katmıyor.
Mehmet Birkiye’nin önemli bir tiyatro insanı olduğunu herkes
bilir takdir eder. Ölümüne’yi yöneten de Birkiye, Macbeth’i yöneten de Birkiye,
Sessizlik’i yöneten de Birkiye. Kısa sayılabilecek bir dönem içinde
yönettiği bu üç oyuna bakarsak "Hangisi gerçek Mehmet Birkiye?" diye
sormadan edemiyorum. Ölümüne’deki “olgun” yorum, Macbeth’de “dağılmış”tı ama kurulan
görsellik ve hareket “platformları”
Sessizlik’de de devam ediyordu, başka trüklerle. Macbeth’de söz,
toplamda geçirilmek istenen bir his bir
atmosferin gölgesinde kalmıştı. Sessizlik’de
metni içerik olarak anlatmaya değil biçimsel olarak sergilemeye daha çok önem verilmiş
gibi geldi bana. Sanki her sahne bir Orta Çağ tablosundan alınmış gibi.(Kimine
göre “başarmış”) ama Orta Çağ'ı zihinlere çakamıyor.(Hele ki bu günlerde) Sözün biçimini aramış dersem doğru bir ifade olur mu acaba?
Hareketi çoğaltarak metnin uzunluğuna çare bulayım derken sahne değişimleri
oyunu daha da uzatmış. Oyunun yönetmen yardımcısı olan Kubilay Karslıoğlu'nun da oyunun bu sahnelenişinden sorumlu olduğunu düşünüyorum.
Oyunun dekoru, durağan
bir tasarımdan(Efter Tunç) daha fazlasıdır, hareketle tamamlanmaktadır.
Hareket, anlatımın bir yardımcısı olarak kullanılmış ama koro tarafından yönetilen
hareketin söze/yoruma katkısı
tartışılır. Ama bu dekor tasarımının güzelliğini gölgelemez. Giysi tasarımı(Şirin Dağtekin Yenen) piyesin içindeki orta çağı
çıkarmayı hedeflemiş ve hedefe ulaşmış. Bence bu oyunun diğer adayları kadar da dikkate değer. Neden seçilmemiş
anlamadım. Işık tasarımı( Önder Arık)
kuşkusuz sahnenin orta çağ ışığının ortaya çıkarılmasında en büyük katkıyı
sağlıyor. Vitray arkasında hareketli
ışıkların sahnede kullanılması yönetim anlayışının bir yansıması. Müzik(Çağrı Beklen) bu atmosferi yaratan değil
ona uyan tarzda idi. Dans görmedim o
nedenle “dans düzeni”nden (Alpaslan Karaduman)
ne kastediliyor anlamadım. Dramaturg’un(M.Melih Korukçu) yazısından
metnin iyi incelendiğini anlıyorum. Ancak çevirmen, yönetmen ve dramaturgun
dergi içindeki yazılarından anladığım kadarıyla ortak bir anlayışa varılamadığı
kanısındayım. Bu da oyuna yansımış.
Oyunun iki ana rolü varmış
gibi algılanıyor: Silence(Funda Eryiğit), Ymma(Oya Okar). (Ama
birisi aday! Profesyonel'i hatırlayın!) Ancak bence bir üçüncü ana rol daha var: Roger(Süleyman Atanısev). Papaz Roger olayların belirleyicisi
durumunda. Olayları düşündüğünüzde onun karışmadığı bir gelişim yok. Oyundaki
her karakter üzerinde doğrudan bir etkisi var. Sanki tarihi tek başına yazıyor.
Her üç oyuncunun da başarısını övüyorum. Ancak kadın oyuncuların biri diğerinden az
olmayan güzellikteki oyunculuklarını şahane diye nitelemek isterim. Süleyman
Atanısev’in oyunculuğunu beğenmekle beraber karakterin bu yumuşaklıkta
yorumlanması hususunda onunla (ve yönetmenle) aynı kanıda değilim. Din adamının,
tarihi bu kadar belirleyici konumda gösterilmesini gerçekçi bulmuyorum. Öyle
hayâl edilmesinin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Olayları düzelten, yoluna koyan papaza, metnin
verdiği görevi de sevmedim. “Kadınlar
biraz salaktır. Kadının ruhu eziktir. Şeytana uymaya meyillidir. Yeryüzündeki
bütün ıstıraplarımızın sorumlusu onlardır” diyen Papaz’ın bu kadar
“sempatikleştirilmesi”ni anlayamadım doğrusu. Hele “kadın” üzerine bu kadar
hassas olan bir oyunda. Savaş Özdemir(Eadric), Münir Can Cindoruk(Ethelred), Nimet İyigün(Agnes) piyesin verdiği imkân
oranında kendilerini gösteriyor; biz onların iyi oyuncular olduğunu anlıyoruz.
Bence onları tek başlarına değil oyunun bütünü içindeki konumları ile değerlendirdiğimde
beni tatmin etmeyen hususun yönetim anlayışından kaynaklandığını düşünüyorum. Koro (Yiğit Çelik, Tuğrul Karanfil, Suzan
Sabancı, Gökçe Aktaş, Murat Usta, Can Bora, Ferhat Akgün, Ömer Utkan) canlı ve
enerjik bir ekip oyunculuğunu başardı. Ama epik ögenin “dışarıdan bakan” gözü
ve aklı olamadılar. Ben onlarda sahnedeki karakterlerin çatışmasını görmek isterdim.
Piyesin yazarı Buffini’yi düşündüğümde Sessizlik, metin olarak sıralamada Şölen’den ve Ölümüne’den sonraya koyduğum bir oyun. “Yılın oyunu” mertebesine çıkarılması ile hem fikir olamadım. Ama “yılın tiyatro olayı” hâline gelmekte olduğu için “tiyatro severim” diyen herkes tarafından seyredilmesi gerekiyor.
Piyesin yazarı Buffini’yi düşündüğümde Sessizlik, metin olarak sıralamada Şölen’den ve Ölümüne’den sonraya koyduğum bir oyun. “Yılın oyunu” mertebesine çıkarılması ile hem fikir olamadım. Ama “yılın tiyatro olayı” hâline gelmekte olduğu için “tiyatro severim” diyen herkes tarafından seyredilmesi gerekiyor.
Melih Anık
Sessizlik’de işlenen konuyla ilgili olarak aşağıdaki kitabı
tavsiye ederim:
“Kurban ve Egemenlik” - Gilberto Sacerdoti - Türkçesi Zuhâl
Yılmaz- Dost Kitapevi
(Umarım kadrodaki oyunculardan biri hastalanıp sahneye
çıkmamış ya da onun yerine başkası oynamamıştır. Ya “2 Dilbaz 3 Göktay” çıkıp
beni mahcup ederse ne yaparım!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder