Kızıl Ötesi Aydınlık’ın ilk hâlini yazıp tamamlamıştım ki Ezgi Atabilen’in Civan Canova ile yaptığı röportaj yayımlandı Hürriyet Keyf’de(17 Mart 2013). Civan Canova o anda masamda yayımlanmayı bekleyen iki oyununu(Kızıl Ötesi Aydınlık ve Evaristo) anlatmış açık açık. İçimden keşke anlatmasaydı diye geçirdim. Onun kendi oyunlarını yönetmesini de doğru bulmadığımı söylemiştim yüzüne. Zira yönettiğinde metnin zenginliği içinden çıkabilecek farklı “okumalara” kapılar kapanmış; şimdi de oyunlarını anlatarak seyirciyi şartlandırmış oluyordu. Oysa o “seyircilerin/okurların hayâl gücüne teslim etmemiş” miydi oyunlarını?
Bir hafta içinde Canova’nın iki oyununu arka arkaya seyretme olanağı buldum, önce Kızıl Ötesi Aydınlık sonra Evaristo. Kızıl Ötesi Aydınlık’ın yazılma tarihi 1996, Evaristo ise 2013 tarihli en son oyunu. Arada nerdeyse 20 yıl var ama her iki oyun da Civan Canova’nın ruhunu yansıtıyor. Bu oyunları yazmak için Canova’nın çoğu oyununu okudum. Yazarını bilmeseniz bile tüm oyunların aynı kişiye ait olduğunu hissedersiniz. Onu böylesine “özel” yapan ne?
Civan Canova oyununda “Fransa sarayında tuvalet yok”,” dünyayı
sırtlayan Herakles”, “can yoldaşı kurt köpeği”
gibi bilgiler ve de “korkaklık çağdaş bir kusurdur”, “Alman kurdu
olduğunu bilmeyen Alman Kurdu” “Maranta olduğunu bilmeyen Maranta”, “insan aynı
lokmayı yiyemez” “her yurttaş mantığını istediği gibi yürütme hakkına sahiptir”
“düşünmek eşittir yapmak” “ olumsuzlukların doldurulduğu bir çöp kutusudur
hayat”gibi sözler ve de oyunlarla
renkleyip zenginleştirdiği kendine ait bir dünya kuruyor. Diğer oyunlarında da benzer kurguyu
görürsünüz. Özellikle tiyatrodan beslenen bu kurgu daha küçüklükten sahne ve
tiyatro ile haşır neşir olmuş biri için çok doğal. İçinde tiyatro olmayan oyunu
yok gibi.
Canova samimiyetinden şüphe etmeyeceğiniz bir kişi. Son
derece hızlı düşünüyor ve çok hızlı olarak konudan konuya çağrışımlarla
geçiyor. Çağrışımlar onun birikiminin zenginliğini ve derinliğini gösteriyor. Bu zenginlik, hiç ilgisiz gibi görünen iki
konunun bağlanmasına neden oluyor. İlk duyduğunuzda “ne alaka?” diyeceğiniz bir
bağ, unutmayıp hatırlarsanız –zira o tür bağlar bombardıman gibi arka arkaya
geliyor- çakan bir şimşek gibi sizi mest
eden bir akıl oyununa dönüşüyor. Bu özelliğin yazar açısından kötü bir tarafı
da var tabii, yeterince anlaşılmamak. Öte yandan daldan dala atlarken
yazarın kendi zihin dünyasına normal
gelen bir olay zinciri, normal yaratılmış insan zihni için takibi zor ve
yorucu ve de bir yerden sonra ucu bırakılan
bir beyin jimnastiği oluyor. Oyunun derinliğine ad bulmak zorlaşıyor ve bence
Canova’nın oyunlarının hak ettiği derinlikte değerlendirilmesine engel oluyor.
Bu nedenle örneğin Kızıl Ötesi Aydınlık’ın neden “kızıl ötesi” olduğunu
düşünmeden oyun , “biri ötekinin yaşlılığı/gençliği olan iki insanın
konuşmaları” diye özetleniyor. Hatta sonda hatırlatmasa oyunun, öldürülmüş iki
genç insana yazılmış bir ağıt olduğunu da kolaylıkla atlarsınız. Bunda elbette
yazarın da kabahati var. Zira oyunları zaman zaman odaklanma sorunu yaşıyor;
içinden birden fazla oyun çıkacak bir oyun aynı sandığa tıkılmış çeyiz
bohçaları gibi kırış kırış kalabiliyor ya da sandığın dibine ulaşmak da zor
olabiliyor. Ben Civan Canova’yı yakaladığı bir fikri yazmak için makinasının
başına oturmuş ve yazarken dünyayla ilgisini kesmiş olarak hayâl ediyorum.
Günler(belki de aylar) sonra birisi onu zorla çekerse gerçek dünyaya dönüyor ve
o sırada da oyunu bağlaması gerektiğini düşünüyor. Kendisi de söylemiş “Oyun yazarken klavye üzerinde parmakları frene basmakta zorlanıyor”. “İlkin
çok farklı nedenlerle oturmuştum masa başına “Ful Yapraklarını” değil başka
şeyleri yazacağımı umuyordum” ifadesinden yola çıkarsak ilk cümlesinin
havaya fırlattığı fişeğin ne renk ve şekilde “havai” olacağı kestirilemiyor. Zaten
o da demiyor mu “Bazen sinirlendim yazara
lafı uzattığı için”
Kızıl Ötesi Aydınlık
bu durumdan nasibini almış bir oyun. Oyunun akışını belirleyen sıralamanın
dönüm noktaları şöyle: Şiir, gazete
fotoğrafları , Yaşlı Adam’ın anı defterini okuması ve de en sonda basılı metinden farklı
olarak oyunun çıkış noktası olan olayın Civan Canova’nın sesinden duyulması. Bu
dönüm noktaları arasında “oyun”lar var. Ayrıca oyun içinde paranteze alınmış
sahneler yaratılmış.(Fikri sabit, teşrifatçılık vb) Katmanları çok bir oyun bu. İlk iki dönüm noktası soyut ve sanki bulmaca
içersin istenmiş gibi. Oyun sonunda olay aydınlanıyor. Ama bence çok geç. Zira
oyun sonunda olayın anlaşılmasına kadar geçen süre içinde nedeni çok da iyi
anlaşılamayan Genç Adam- Yaşlı Adam
hesaplaşması sayılabilecek oyunlar var. Önceden ve de sonradan oyunu
okumamış biri için tüm o oyunlar ilk bakışta piyesi “varyete” haline getiriyor.
Seyirci salondan çıktığında elbette olayı anlayacak ama oyun içindeki oyunların
nedenini, neyi anlatmak istediğinin farkına varamama, lezzetine ulaşamama riski ile karşı karşıya. Genç Adam’ın dünyayı unutması için oyunlar
oynanması, Yaşlı Adam’ın oyunlara saklanması gibi şahane bir metaforu hemen
algılayamayacak. (Yaşlılığın gençliğini oyunlarla avutması nasıl bir metafor
bakar mısınız!) Teşrifatçılıktan başlayıp oyun karakterinin seyirciyle
paylaştığını, oyundaki rolün bilmemesi; tiyatronun sevişmek olması; Yaşlı Adam’ın Genç Adamı sorgulaması sahnesi; Othello, İago vb pek çok ayrıntı şahane dokunuşlar ama maalesef odaklanma
sorunu nedeniyle kendi başlarına bütüne hizmet etmekten uzak yapyalnız
kalmaktadır. “Fikri sabit” ile başlayan ve “fikri sabit” ile biten sahne de
aslında oyunun bütününe çok benzemektedir.
İlk “fikri sabit” bugüne ikincisi düne aittir. Yazar önce fikri ortaya
atmakta o fikrin neye bağlanacağı sonda anlaşılmaktadır. Benzer sahne gelişimi
“haminne- ‘kendi kendine/kendimle’ - Othello- İago- ambulans- Genç Adam’ın kâbusu” şeklindeki kurguda da
vardır. Seyirci, en son söylenen akılda kaldığı için Maranta çiçeği ile yapılan
konuşmayı hatırlayarak salondan çıkacaktır. “Duaçiçeğigillere” ait olan Maranta,
oyunun(ve de yazarın) ruhuna uygun ama yükünü çekemeyecek kadar hassas bir
çiçektir.
Ben yüksek bir
tepeden kayarak aşağı inerken geçmem gereken kapıları kaçırdığım bazen “neden
bu kapıdan geçtim” dediğim bir hızlı slalom
inişi gibi seyrettim oyunu, önceden okumuş olmama rağmen. Sonradan tekrar
gözden geçirdiğimde atladığım çok nokta buldum. Bence kendi oyununu kendisinin
yönetmiş olması da buna neden oluyor. Her ne kadar budanmış olmasına rağmen
bence yönetmenin kıyamadığından ve ona normal gelenin herkes tarafından
kolaylıkla anlaşılacağını düşündüğü için oyun anlaşılmayı değil anlatmayı ön
plana alıyor. Bana göre Canova oyununu bir başka yönetmen yönetse -dramaturjik yapısını bozarlar ihtimaline
rağmen ki hak veriyorum- her yeniden sahnelenişinde oyunlar bir başka özelliği
ile ortaya çıkacak ve biz aynı oyundan
her seferinde bir başka keyif almanın mutluluğuna ulaşacağız.
Vardiya Oyuncuları oyunu şöyle tanımlamış: “Faili
meçhullerin genç bir adamın ruhunda yaptığı tahribat, üzerine yıkılan
“aydınlık” hayalleri, 12 Eylül döneminin yarattığı paranoya ve korku atmosferi,
şahit olmanın getirdiği suçu paylaşma duygusu, çağdaş dünyanın zalimliğiyle baş
edememesi” Bence unutulmuş olan bir ek var: “Civan Canova faktörü”. Zira Canova bu duyguları kişilerin ağzından
sızlanma olarak vermiyor, başka başka olaylar arasında gidip gelirken ortaya
bunların çıkacağını düşünüyor. Yukarıdaki açıklamayı okuyan biri için bile
kolaylıkla süzülemeyecek bir durum bu!
“Zemin kattaki gamzeli kızın yemyeşil gözlerinin” anı defterini yıllarca işgal
etmesi dünde mi kaldı yoksa yarın mı yazılacak? “Ses kayıt cihazları ve
kameralarla donatılmış Hamlet’in sarayında Hamlet’in tabancasını şakağına
dayayarak intiharı”; “İçindeki kokuşmuş havayı boşaltıp uykuya dalacak komşu”;
“Uykuyu öldüren Macbeth”; “Dionizos ayinlerine uzanan teşrifatçılık”; “kendi
kendine konuştuğu için ambulansa tıkılan İago”; “Alman kurdu olduğunun farkına
varmayan Alman kurdu” anlık olarak hoş ve zeki göndermeler. Ânı hoş geçirip
eğlenerek salondan çıkarsınız. “Çünkü
dünya kurulalı beri bizler omurgalı saldırganlar güneş tayfındaki belirli
renkleri görmek üzere yaratıldığımızı sanmışız. Hiç zorlamamışız kendimizi
başka bir renk görebilmek için. Ve sanıyoruz ki evrenin bize göstermek istediği
renkler aydınlık bu kadar. Belki de çok uzaklardaki kızıl ötesi aydınlık,
samanyoluna bile ulaşmamış henüz. Bu yüzden göremiyoruz onu.” “Kafa yormaya gerek yok”
Ama kafa yormak isterseniz, oyunun isminden başlayarak
düşünmeye başlarsınız. Çıngıraklı yılanların kafasında ısıya olan duyarlılığı
belirsiz olan bir çift
kızılötesi algılayıcı çukur bulunur. Pitonlar,
bazı boa türleri, vampir yarasalar, bazı
böcekler , koyu renk pigmentli kelebekler ve kan emici böceklerin de ısıl
algılayıcıları var. Kızılötesi ile dürbün hedefi görür kullanıcıyı saklar; bomba
hedefini bulur; kızılötesi ısıtır, bilgi
iletir, tabloların alt katmanlarını ortaya çıkarır. Sizin kızıl ötesi
algılayıcınız var mı? Varsa ne?
Oyun Genç Adam ile Yaşlı Adam arasında geçiyor ve iki rolün
birbirileri ile olan ilişkilerinin değişimine paralel gelişiyor. Bu nedenle her
bir rolün kendi içinde yürürken kendi repliğini tonlaması çok önemli. Oyunun başında her ikisi birbirinden uzak iken
oyun sonuna doğru “bir”leşiyorlar. Oyun başında Yaşlı Adam, Genç Adam’a “Öldün
sanırım” derken aslında hatırlıyor, kendi kendine konuşuyor. Oyunun başında Genç
Adam “yaşarken”, “hayâl ederken” Yaşlı Adam
“hatırlıyor”. Genç Adam , “Yoktun burada” derken gelecekteki kendisi ile karşı
karşıya, hesap verir. Genç Adam aynaya
baktığında Yaşlı Adam’ın “Merhaba sevgili görüntüm” repliği sarkastik bir
hatırlamadır. Genç Adam aynı zamanda gelecekte benzemeye korktuğu Yaşlı Adam’ı hayâl eder. Figüran
kalmış Yaşlı Adam fikri Genç Adam’ın kâbusu ve gelecek korkusudur. Yaşlı Adam
“Başkası değilim ben” dediğinde
Genç Adam’ın “Elbette başkasısın
geberesice” demesi kafasında olmaktan korktuğu geleceğine zihninde yaşadığı bir
isyandır. Yaşlı adam yaşanmışlığın verdiği rahatlıkla gençliği ile dalga geçer.
Yaşlı Adam ile Genç Adam arasındaki en
önemli fark “acıları ifade ediş şekillerinde” görülür. Genç Adam ne kadar olayların içinde kaybolmuş
ise Yaşlı Adam o kadar dışındadır. Yaşlı Adam: “Ben hep gelecekteki yıllarımı düşünürdüm çocukluğumda…”; Genç Adam: ”öyle bir dokunsam ve büyüyüversem ansızın” replikleri ile oyun
içindeki konumları özetlenir. Bu aynı zamanda onları “bir”leştiren bir
repliktir de. Birleşme Genç Adam’ın “Her şeyle dalganı geçtiğini sanıyorsun aklın
sıra… Oysa dünyayı değiştirecektik” repliği ile vurgulanmış olur. Zaten
Genç Adam’ın incinen ayağı Yaşlı Adam’da sızlar. “Korkaklık çağdaş bir
kusurdur” oyunun başında Yaşlı Adam tarafından; İago’lu sahnenin sonunda Genç Adam tarafından
tekrar edilir. Aynı şekilde “Alman kurdu
olduğunu bilmeyen Alman kurdu” ile “Maranta olduğunu bilmeyen Maranta” oyun
içinde kurulmuş dengelerden ikisidir.
Ama yazar, Yaşlı Adam ile Genç Adam’ı oyun finalinde ayırır. Civan Canova oyunu Yaşlı Adam’ın “uyu
bakalım genç adam” repliği ile başa bağlar ve tekrar tekrar görülecek kâbusları
haber verir. Ama bağladığı yer, oyunun girişi değil Genç Adam’ın şiir yazdığı sahnenin hemen ertesidir. Zira o
geceki hesaplaşma ile bir şeyler değişmiştir ve Yaşlı Adam’ın kişiliğinde gördüğümüz unutma/alışma/küllenme başlamaktadır.
Oyunun içerdiği bu
ayrıntılar nedeniyle oyunun nerdeyse her
repliğinin duruma göre seslendirilmesi zorunluluğu hissedilir. Genç Adam” Bağırma dedim sana “ metne göre
“bağırarak” söylenir” Oysa bence fısıltı olmalı. Zira Yaşlı Adam “Asıl sen
bağırma” dediğinde Genç Adam, Yaşlı Adam’ın zihninde bağırmaktadır.
Altan Gördüm ve N.Cihan Aksoy oyunun iki oyuncusu. Her
ikisini de kutluyorum.
Altan Gördüm’ün sahnede hep olmasını diliyorum. Onun
kıratında oyuncu maalesef pek az şimdilerde.
Oyunculuğunu şahane buldum, onun gibi bir oyuncuyu seyretmiş olmaktan
çok mutluyum. Oyun süresince rolden role geçiyor; seyretmesi çok keyifli, sıcak, sempatik, çok
renkli bir oyunculuk sunuyor. Öte yandan verdiği bir röportajdaki şu ifadeleri
ile ilgili görüşümü paylaşmak istiyorum. Gördüm, Kızıl Ötesi Aydınlık hakkında
şunları söylemiş.: “Nasıl opera seyircisi
operayı bilerek gidiyordur, bu oyuna da biraz tiyatro seyircisi gerekiyor. Bu da biraz sanat oyunu oldu, sanat filmi
gibi.” “Seyirci açısından da birbirini
belirleyen bir süreç söz konusu. Tiyatroya gitmek istiyorsun, gidiyorsun
tesadüf kötü bir oyunla karşılaşıyorsun. Bir daha gidiyorsun bir daha oluyor,
üç, dört derken kumanda elinde altında, dizilere başlıyorsun, üstelik bedava.” Bu
ifade “anlayan gelsin” demek değil mi? Kızıl Ötesi Aydınlık’ı yerleştirdiği
düzey seyirciye yapılmış bilinçli kışkırtma, bir düello çağrısı olabileceği
gibi onu tv dizileri başından kaldırmayacak bir mazeret haline de gelebilir.
Öte yandan Gördüm’ün ifade ettiği
derinliğe ulaşamazsa bile sıradan seyircinin bu oyundan alacağı keyf var ve tiyatrocu seyirciyi korkutmamalı. (Eleştirmen
korkutabilir!) Para kazanmak amaç olmasa da seyircisiz kalmak kötü. Ben Vardiya
Oyuncuları’nın yaşamasını istiyorum.
Piyesi önceden okuduğum ve Genç Adam’ı önceden tanıdığım
için N.Cihan Aksoy’u, ağzından çıkan ilk replik ile beğeneceğimi anladım. Ses
tonu, tonlaması, beden dili ile zihnimdeki Genç Adam’a çok yakındı. Oyunun
sonuna kadar da çizgisini değiştirmedi. Altan
Gördüm gibi çınarın karşısında olmak da zor hani. Bundan kaynaklanan bir hata
fark etmedim. Ben oyunculuğunu başarılı buldum.
Gördüm ve Aksoy son
derece dikkatli olmalarına ve de rolleri ayrıntılı deşifre etmelerine rağmen zaman zaman aralarında gerçek bir
dialog havası oluşuyor ki ben oyunun hayâl-hatırlama vurgusunun daha belirgin
olmasını bekledim.
Oyun Vardiya Oyuncuları tarafından Vahide Gördüm’ün
süpervizörlüğünde sahnelenmiş. Önce bir
oyunculuk okulu açılmış. Üç yıldır
oyunculuk okulu, Akademi 35 Buçukta oldukça aktif bir şekilde çalışıyorlarmış.
Vahide Gördüm’ün yönetiminde çalışan Cuma
Vardiyası okulun mezunlarından oluşuyor.
Eğitim gören öğrenciler derslerine girmeden önce, oluşturulan bir takvim doğrultusunda düzenlenen şiir,
öykü okuma ve plak dinleme etkinliklerine katılıyorlarmış, 27 Martta şenlik
düzenliyorlarmış. Öğrenciler Akademiye
sadece ders için gelip gitmesinler, burada, oyunculukları için gereken birikimi
katılımcı olarak sağlayabilecekleri bir kültürel ve sanatsal paylaşımın içinde
olsun isteniyormuş. Vardiya Oyuncuları Cuma Vardiyası’nın bir nevi devamı gibi,
geçen Ekim’de doğmuş. Altan Gördüm, “Vardiya Oyuncuları bir kurumsal kimliğe bürünsün; her sezon en az iki
tane çocuk oyunu, iki tane de oyunu yapsın; Avrupa turnelerine gitsin, gerekirse yurtdışından gruplar getirsin; sanata
bakışı ve dünya görüşü net bir oluşum olsun; bir kimliği olsun; bunu yerleşik
ve tutarlı bir hale getirmek istiyoruz” demiş. N.Cihan Aksoy da “Vardiyanın
aslında gemi de tutulan nöbetten gelen bir anlamı var. O sebeple sanat için
nöbetteyiz sloganını seçtik. Biraz son dönemde tiyatrolara yapılan baskı ve
saldırıya gönderme yapıyoruz ama esas
olarak sanat için durmaksızın çalışacağımızın altını çizmek istedik.” demiş.
Yolları açık şansları bol "nöbetleri" daim olsun.
Bence bu yılın dekor tasarımcısı Başak Özdoğan’dır. “6 Üstü Oyun” Projesinin
tüm oyunlarının dekor tasarımı onun tarafından yapılacakmış. Ben şu ana kadar
iki oyunun dekorunu gördüm. Eskişehir Büyük Şehir Tiyatroları’nın oyunu,
Troyalı Kadınlar’ın dekoru ona ait. Kızıl Ötesi Aydınlık’ın dekor ve kostüm tasarımı
Başak Özdoğan’ın. Çok yakın aralarla arka arkaya seyrettiğiniz zaman dekor
tasarımları bir tasarımcının retrospektifi gibi gelmeye başlıyor size. Metnin ruhunu ve de ana damarını oluşturan imgeyi yakalıyor,
atmosferi oluşturuyor. Malzeme, nesne kullanımı geniş bir ufuktan geliyor. Bence en belirgin özellik, Başak Özdoğan
kendini tekrar etmiyor. Kızıl ötesi Aydınlık için yazarı oldukça ayrıntılı bir
dekor tanımı yapmış. Sahnedeki ile karşılaştırdığınızda, hem de yazar, oyunun
yönetmeni olduğu halde Başak Özdoğan dekora kendi damgasını vurmuş. Boş kısmı (yani
arkası görünen) dolu kısmından fazla olan çerçeve düzenli bir dekor tasarımı
bu. Duvara iliştirilmiş kâğıtlar, yerde bir tablo, köşede ayakları olmayan bir
zamanlar koltuk olan bir oturmalık metindeki dekor tanımında olmayan ögeler. Dekor
oyunda da izi olan “ölü hayatı”(durdurulmuş
hayat- “stil life”) sembolleştirmiş sanki. Kostüm tasarımında Genç Adam ve
Yaşlı Adam’ın durumunu ortaya çıkaran belirgin
bir fark algılamadım. Metinde saklı zaman ve duygu zenginliğini ve de değişkenliğini
kostüme yansıtmak da kolay(mümkün) değil.
Oyunun ışık tasarımı Yüksel Aymaz’a ait. Mekânın ışığı, masa,
kapı ve mutfak tezgâhı üstünden ve de perde açıksa pencerenin dışından geliyor. Mekânın, zihnin
karanlık koridorları olarak tasarlanmasına, az ama karanlık olmayan bir ışıkla
katkı veriyor Aymaz.
Oyunun hemen başında duyulan piano sesi iyi bir giriş ama
müziğin oyun içinde etkili bir kullanışını hatırlamıyorum. Akılda söz kalıyor. Görev dağılımında müziğin sahibi de yok.
Yazının başında Civan Canova’nın kendi oyununu yönetmemesini
tercih ettiğimi belirtmiştim. Ama onun yönettiği bu oyun, benim yazarı daha iyi
tanımamı sağladı. Kendi adıma memnunum.
Oyunun iki kişisi Yaşlı Adam ve Genç Adam duvara iğnelenmiş
kâğıtlar gibi dekora tutturulmuş sanki. Zaman bugün mü dün mü yarın mı? Oyun
başlayıp ilk birkaç sahne oynandıktan sonra zihninizde aynı soru tekrarlanacak:
Genç Adam, Yaşlı Adam’ın dünü mü yoksa Yaşlı Adam Genç Adam’ın ilerde olmaktan
korktuğu yarını mı? Bu soru seyrederken sizi istim üstünde tutacak ve
replikleri dikkatle dinleyip hangi sözün hangi duruma göre söylendiğine
odaklanmaya çalışacaksınız. Bu, Civan
Canova’nın zekice kurguladığı bir “oyun”, hatta oyun içinde oyun. Bir tiyatro
oyunu, kızıl ötesi aydınlık yaratarak görünmeyeni görünür kılar. Hüznü mizahla
harman etmiş oyunda “kızıl ötesi aydınlık”, Civan Canova’nın zihinselliğine çok
uygun zira o bir başka ışık altında dünyaya bakıyor. Sizin de o aydınlığın
içine girmeniz, (hele bir de piyesi okursanız)
size de çok şey kazandıracak.
Gerisi Evaristo’ya..
Melih Anık
Civan Canova- Bütün Oyunlar 1- Cinius Yayınları
Civan Canov- Bütün Oyunlar 2- Cinius Yayınları
Civan Canova- Bütün Oyunlar 3- Cinius Yayınları
Yazılarınızı zevkle okuduğumu belirtmek isterim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Ben de sizin yazılarınızı keyfile okuyorum.
Sil