24 Ocak 2025 Cuma

Sürprizli Bir Oyun : Oyun (Tiyatro Oyun Kutusu)

 Oyun yazar, oyuncu, dramaturg, yönetmen  Canan Sanan tarafından yazılmış ve yönetilmiş. Parla Şenol ve Alişan Özkan oynuyor.



Canan Sanan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği bölümlerini bitirmiş. Oyunculuk, yönetmenlik, yaratıcı drama eğitmenliği yapmış dramaturg olarak çalışmış. Tiyatro eleştirisi radyo programı yapımcılığı ve sunuculuğunu üstlenmiş yazılar yazmış. Filmlerde oynamış
 film ve dizilerde seslendirme çalışmalarında bulunmuş. Herman Vinck, Stephan Fischer-Fels, Kirsten Hess, Robert Sturua, David Adams gibi yönetmenlerle atölye çalışmalarına katılan Canan Sanan seminerler vermiş.  

 Alişan Özkan Saint-Benoit Lisesi, Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünü bitirmiş. Seslendirme de yapan Özkan Can Gürzap ve Arsen Gürzap'ın oyunculuk okulunda profesyonel oyunculuk eğitimi almış. Kazım Akşar ve Metin Yavuzoğlu ile oyunculuk derslerine devam eden ve Milli Eğitim'in oyunculuk sınavına girerek mezun olan Alişan Özkan aynı yıl tiyatroda Altkat Sanat hem yönetmen yardımcısı hem de oyuncu olarak tiyatro yapmaya başlamış. Actor Studio eğitmenlerinden Neil Fleckman ile iki yılı aşkın süre boyunca çalışma şansı bulan Özkan Hamlet oyununda Hayalet ve Horatio rolleri ile seyircinin karşısına çıkmış. Eric Morris metodunun uygulayıcısı ve oyuncu koçu Anthony Vincent Bova'nın İstanbul'da verdiği eğitime katılmış. Özkan  reklam filmlerinde tv dizilerinde sinema filmlerinde oynamakta.

 Parla Şenol Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirmiş. Dokuz yıl bale yapmış. Beş yıl solfej bir yıl piyano dersi almış. Bir “artist yarışması”nda ‘çocuk artistler’ kategorisinde 260 çocuk arasından oy birliği ile birinci seçilerek beş yaşında sinemaya başlamış. 38 film çevirmiş. Parla Şenol’ün çocuk oyunculuğu Türk sinemasında unutulmaz zirvelerden biridir. Parla Şenol  ilk Türkçe rap örneğini vermiş. Tiyatro oyunlarında oynadı. Seslendirme yaptı. İtalyanca, İngilizce, Fransızca bilen sanatçı “Profesyonel Turist Rehberi” brövesini alarak üç dilde, sekiz yıl turist rehberliği yapmış. Sanatçı dizilerde de oynadı. Müstesna’yı kim hatırlamaz. Son günlerde Sardunya şarkısı ile gündemde. Bir elinde on marifet olan bir sanatçı Parla Şenol.

Gençlerin dizi oyuncusu olma hayali ile girdiği tiyatromuzda eğitimli birikimli yönetmen ve oyuncuların yer alması benim dikkatle takip ettiğim bir konudur.  Ünlü isimlerin jüri olduğu bir tv oyunculuk yarışmasında ismi duyulan bir genç kıza bir kitapçıda rastlamıştım. Deli gibi tiyatro oyunculuk ve teori kitabı arıyordu. Satıcı ile aralarında geçen dialoga kulak misafiri olmuştum. Satıcı Stanislavski’den bahsetmişti. Kız -kendini satıcının ellerine bırakmış o ne derse sepetine dolduruyordu- onun kitabını da verin derken Stanislavski’nin adını daha önce hiç duymadığını anlamıştım.  Onu kasada eli kolu kitap dolu görmüştüm. Kitaplar tamamdı  okuyunca  oyuncu olacaktı.  Oyun’daki yönetmen ve oyuncuların özgeçmişlerini hatırlayınca o kız geldi aklıma. Konuya dokunmamın nedenlerii var. Tiyatromuzda isim yapmış ustalar da katıldıkları jürilere dikkat etmeli eğlence ile tiyatro eğitimini ayırmalı ve gençleri yanlış yönlendirmemeli.  Türk Tiyatrosu’nun kurtuluşunun yolu eğitimli örnek kişilerden geçer. Oyun’da üç iyi eğitimli tiyatro yapıcı var. Türk Tiyatrosunda avamlık hâkimiyet kurmaya çalışırken kısıtlı imkânlar içinde  genel seviyenin çok üstünde bir reji ve oyunculuk görmek insanı mutlu ediyor.  Bunu not edin öncelikle. Şimdi Oyun’u anlatmaya sıra geldi.

Oyunu seyrettikten sonra günlerdir düşünüyorum oyunu nasıl yazayım diye. Zira Oyun sürprizli bir tekst. Açık vermek, oyunun tadını kaçırmak istemiyorum. Aslında teksti okuyarak oyun seyretme alışkanlığım olduğu için ben bir seyirci olarak olacakları önceden biliyordum. Çoğu kişinin hatta tiyatro oyuncularının bile tercih etmediği, ‘teksti önceden bilerek seyretmek’ benim için büyük keyif. O zaman  dialogların akışına göre  oyuncuların repliklere verdiği anlamı, yüklediği duyguyu hissetmek bana oyunun içine girmişim gibi bir his veriyor.  Kendimi oyunculuklara daha çok odaklıyorum. Dialogların akışı, ses tonları, tonlama, telaffuz(söyleyiş),  mimikler, jestleri takip etmenin keyfi bambaşka. Hele bu oyunda!  İki oyuncunun performansı keyfimi  çoğalttı.

Oyun sürprizli bir tekst. İnsanı içine çekiyor. Bir kadın uyanıyor. Karşısında bir erkek.  Kim bunlar? Birbirlerini tanıyorlar. Araya bir zaman girmiş son buluşmadan bu yana. Erkek, kadının rüyası mı ya da kadın erkeğin hayali mi?   Tekstte yazılı isimleri birinin K diğerinin Y. Seyirci ilk 10 dakika olayı anlamaya çalışıyor. Ne diyor bunlar?  Sonra düğüm açılmaya başlıyor. Sanki bir yün hırka sökülüyor. Biri söküyor diğeri sarıyor.  Yün yumağı kimin elinde çile kimde? Oyunun sonunda seyirci olayı anlıyor. Yazar ilginç bir konuyu işlemiş. Ben düğüm kalsın, oyunun sonunda seyirci kafasında sorularla salondan çıksın isterdim. Kim Y kim K?  Kadının mavi saçları gibi erkeğin üstünde de bir sembol olsa?  Dekor  bir ikili kanepe ve üstünde lambası olan bir sehpadan oluşsa dedim kendime. Oyuncu yere yatmazdı. Bazı replikler iç sesten(fondan) ortaya, her iki oyuncu için de gelse?  Ama yazar böyle istemiş. Çok da güzel yazmış ve yönetmiş. Ne karışırım ben!!!  Ben kendi oyunumu kendi düşündüğüm gibi yaparım. Ama gene de içimdeki Melih durmuyor konuşuyor. J) Daha fazla yazamam gidin kendiniz görün.

Oyun’un ışığı ve müziğine ayrı bir paragraf açmak isterim. Oyun’da her ikisine de önem verildiği belli oluyor. İşinin ehli iki isim var künyede. Biri Önder Arık diğeri Orhan Enes Kuzu. Işık konusunda sınırı, salonun imkânları  çiziyor. Zaman zaman olan aksamaların imkânlardan kaynaklandığı düşüncesindeyim.  Ama özen verildiğini hissediyorsunuz.  Müziğin oyuna boyut kattığını ve özenli olduğunu  düşünüyorum. Kuzu tiyatro müziğini iyi biliyor teksti iyi okuyor.  

Çok iyi oynanan bir oyun Oyun.  Alişan Özkan tiyatromuz için bir kazanç. İnşallah dizilere kaçmaz. Oyunun zirvesi Parla Şenol. Sahnede tüm bedeniyle kendini vererek oynayan oyuncu sayısı çok değil artık. Böyle olağanüstü bir oyunculuk insanı büyülüyor. Şenol’un Türkçenin hakkını vererek mükemmel telaffuz, tonlama ile repliklere can katması, ayrıntılı mimik ve jestlerle duyguları içinize akıtması seyrettiğim en iyi oyunculuklardan birini ortaya çıkarıyor. O oynarken onunla göz göze gelirseniz o ateşi duyarsınız, dediğimi anlarsınız. Bence ödüllük bir oyunculuk. Parla Şenol seyirciye tiyatro keyfini yaşatırken gençlere sanki ders veriyor .

Tiyatro Oyun Kutusu’nun genel sanat yönetmeni ve Oyun’un yapımcısı  Serdar Saatman sadece ünlü isimlerine dayanan, onlarla reklamı yapılan oyunlardan farklı bir repertuar  sunuyor. Büyük fedakârlıklarla yaratılan mekânları ve yaşatılan toplulukları görünce keşke tiyatromuza katkı yapan  topluluklar bol imkânlı salonlar daha ferah olsa diyor insan.  

Oyun’un çok oynanmasını ve seyredilmesini arzu ederim.

Melih Anık

 

Oyun’un Künyesi

Yapımcı / Genel Sanat Yönetmeni : Serdar Saatman

Yazan Yöneten:  Canan Sanan

Yönetmen Yardımcısı:  Ayşegül Sağlam

Dekor Kostüm:  Oğuz Şahin

Koreograf : Eylem Kaçalin

Işık:  Önder Arık

Müzik:  Orhan Enes Kuzu

Reji asistanı: Eren Kaan Atay

Afiş Tasarım/Fotoğraf : Eşref Varol

22 Ocak 2025 Çarşamba

Us’ta Çırak Tiyatro’dan Geleneksel Tiyatronun Uyanışı: Carmen

Ülkemizde geleneksel tiyatromuzu yaşatmak ve çağdaş tiyatroda yararlanmak sık sık gündeme gelen konulardır. Aslında bu konuda pek çok örnek vardır. Benim aklıma hemen Nejat Uygur gelir.  Nejat Uygur’un tiyatrosu gelenekselden yararlanmanın güzel örnekleri ile doludur. Bir diğer isim Haldun Taner’dir. Haldun Taner gelenekseli çağdaş dilde işlemekte çok mahirdir. Geleneksel ögeler seyirciden karşılığını alır.  Seyirci gelenekselde kendini bulur çünkü. Zaman taklitçi tiyatroya prim vermekte. Bu nedenle geleneksel tiyatro gündemde değil şu sıralarda. İşte Us’ta Çırak Tiyatro ve Carmen tiyatromuzdaki bu damarı hatırlattı, canlandırdı. Oyunda orta oyunu, tuluat tiyatrosu, gölge oyunu ve özellikle kukla  tiyatrosu ve de maske kullanımının yerinde ve çok güzel harman edilişini göreceksiniz.

Selçuklularda ve Osmanlılarda kukla oyunlarının olduğu bilinmektedir. Kuklaların nereden, nasıl ve hangi yollarla Türklere geldiği konusunda çok değişik görüşler bulunmaktadır. Bunların içinde kuklanın Orta Asya’da Türkler arasında yaygın olarak oynatıldığı, göçler sırasında Anadolu’ya getirildiği ağırlık kazanmaktadır.

Osmanlı Döneminde çok çeşitli olan kuklalardan biri Çingenelerin oynattığı çok ilkel biçimdeki “iskemle kuklası” dır. El kuklası ve ipli kukla haricinde araba kuklası çok bilinen bir türdür. Araba kuklasında kuklayı oynatan kişi arabanın dibine gizlenip, büyük boy kuklaları sopa ile oynatırlardı. Ayrıca içine insan girerek oynatılan dev kuklalar da bulunmaktaydı.

Türkiyede (Osmanlılarda) yüzyıllar boyunca çeşitli kukla türleri oynatılmıştır. Daha çok 17.yy.’da yaygın olarak kullanılan kukla, 19.yy’ın sonunda batı tiyatrosu, yerli orta oyunu ve tuluat tiyatrosunun karışımından oluşmuş minyatür seyirlik bir oyun niteliğine kavuşmuştur (Hayrettin İvgin 2000)

Osmanlı’da kukla şenliklerde mesirelerde yaygın olarak oynatılmakta imiş. Kukla oyunu1582 şenliklerini anlatan surnamede geçmiş.  1720 şenliklerini konu alan belgelerde geçit törenlerinde kukladan bahsediliyor. Sarayda II.Abdülhamid’in huzunda da kukla oynatılmış. İskelet kuklasını  seyreden   bir  genç sultan bayılmış. O nedenle daha sonraları Saray’a kukla  sokulmamış.




Carmen 1881-83 yılları arasında birkaç kez  İstanbul’a gelen İngiliz kuklacı Thomas Holden’den yola çıkıyor. İstanbul gösterileri sırasında Holden’in kuklalarından biri kayboluyor. Olay gazetelere haber oluyor. (3 Nisan 1882 gazete haberi. Stamboul Gazetesi) Sunay Akın’a göre  kaybolan Külkedisi’nin kuklasıdır. Bir fotoğrafçı çalmış. Meğerse âşık olmuş kuklaya. Yazar Sinem Öztürk’in oyununda kukla Carmen. Bence doğru bir seçim. Zira Carmen  isyankar ve özgür ruhlu bir kadın. İçinde yaşadığı toplumda ayrık otu. Bizde kadın sorununu ve kadının gücünü hatırlatıyor. Bu nedenle kuklayı çalan Onnik Efendi’nin  ve Thomas Holden’in Carmen’e olan aşkları  daha çok anlam kazanıyor.  Carmen tarihi belgesel nitelikleri  ile de dikkat çeken bir oyun. Oyunun fonunda dönem olayları var.  1876’da II.Abdülhamid başa geçmiş ve  I.Meşrutiyet ilan edilmiş 1876 Anayasası(Kanun-i Esasi) yürürlüğe konmuş.  II.Abdülhamid 1877-78’deki Osmanlı Rus Savaşı bahanesiyle 1878’de I.Meşrutiyet’i sonlandırmış.  Meclis-i Mebusan’ı kapatmış.  Anayasa askıya alınmış.  Osmanlı istibdat dönemini yaşamaktadır. Ama gene de sokaklarda Fransız ihtilali’nden(1789)  gelen özgürlük, kardeşlik, eşitlik sloganları duyulmakta. Osmanlı’da Ermeni meselesinin alevlendiği zamanlar başlamış.  Herkese güvenmeyen II. Abdülhamid’in görev verdiği Ermeniler toplumda etkin.   

Oyunda dört oyuncu var. Ermeni ikiz kardeşler(Yartev, Vartev), Onnik Efendi ve Thomas Holden. Tekstte geçen bir oyuncu daha var: Onnik’in annesi Sokak Lambası. Oyuna bir keman ve çello ses katıyor. İsimler Ermeni ama ağız  Rum Osmanlıcası. Ermeni’yi oynayan oyuncu cebinden Karagöz tasviri  çıkarıyor. Repliklerden anladığımız kadarıyla Ermeni kardeşler Karagöz oynatıcısı  aynı zamanda. Aralarında geçen dialogda Yartev  Tiyatroyu yenileyemedik’ diyor Vartev ‘İşte perde işte tasvir. Oynatıyoruz. Neyini yenileceğiz’ diyerek çok anlamlı bir konuya dokunuyor. Onnik devreye girer ‘Derdiniz ne? Uhuvvet(dostluk) mi teatro mu?’  Bunları dönemin ruhunu yansıtması ve de bugüne ışık tutması açısından  anlamlı buldum. Geleneksel tiyatronun yenilenme tartışmalarının tarihi çok eski. Oyuncular maske takınca  Onnik’in iç sesi oluyor.  Oyuncuların boyunlarına takılı Karagöz oyununun en önemli enstrümanı tefleri kullanışları geleneksele yapılan bir yolculuk.  Thomas Holden’in çalgıcılar eşliğinde sahneye girişi sanki bir gölge oyunun üç boyutlu hâli. Oyun girişinde Yartev ile Vartev’in aralarındaki atışmalar, seyirciye sataşmaları Orta Oyunu/tuluat nefesi.  Oyunun oynandığı yer(Balat Yuvakimyon)oyuna özel bir atmosfer katıyor olsa da mekanın imkânları(imkânsızlıkları) oyuna kısıtlamalar getirmiş. Örneğin tekstteki Onnik’in annesi olan Sokak Lambası işlevsizleşmiş ki bence sokak lambasının Onnik’in annesi olması çok iyi bir yaratıcılık örneği ve tiyatro trük’ü.  Işık düzeni de kısıtlamadan payını almış.  Aç kapa olmuş. Tarihsel bir mekândan kaynaklanan kısıtlamalar anlayışla karşılanmalı. 

Oyunda Karagöz ustası Cengiz Samsun’un olması oyuna ayrı bir değer katıyor. Onun katkısını hissediyorsunuz.  Onnik Efendi’yi canlandıran Samsun  Carmen kuklasının  ustası.  Samsun, TC Kültür Bakanlığı Karagöz sanatçısı ve Unesco sanatçısı,  merkezi Paris’te buluna Uluslararası Gölge Oyuncuları Derneği UNIMA’nın da üyesi.

Bir fikrin bulunup, işlenmesindeki incelikli kurgu, akıl ve esprilerdeki zekâ içeren teksti  ve gelenekselden yararlanma özellikleri ile oyunun rejisini başarılı buldum. Dramaturg ve hoca Sinem Öztürk mesleğinin gereklerini doğru uygulamış. Dilerim Carmen yazarlara ve oyun arayan topluluklara örnek olur. Birbirlerinden ayıramayacağım dört başarılı oyuncunun aynı dili konuşan oyunculukları teksti ‘konuşturuyor’.  Geleneksel tiyatro ile tarihe yolculuk yapacaksınız. Zaman zaman detone sesler duyduğum enstrümanlardan gelen sesler sessiz sinemaya eşlik eden pianodan gelen sesleri hatırlattı bana ki oyuna katkısı kayda değer. Sesler içimde ılık bir nostalji rüzgârı estirdi.  Carmen'in yapımında emeği geçen herkesi kutlarım.  

Carmen’i tavsiye ediyorum. Türk Tiyatrosu’na katkısı bence ödüllük.

Melih Anık

 

Not düşeyim: Abdullah Öztürk’ün yazdığı Holden’in Kül kedileri Ankara DT oynamış.


Referans:

‘Türkiye’de Kuklacılık ve İpli Ahşap Kukla Yapımından Bir Örnek’

Mediha GÜLER G.Ü., Mesleki Eğitim Fakültesi Dekoratif Sanatlar Eğitimi ABD. Ankara-TÜRKİYE Melda ÖZDEMİR G.Ü., Mesleki Eğitim Fakültesi Dekoratif Sanatlar Eğitimi ABD. Ankara-TÜRKİYE

Oyunun Künyesi:

Yazan-Yöneten: Sinem Öztürk

Dramaturg: Nagihan Gürkan

Oyuncular: Cengiz Samsun, Hakan Eratik, Mehmet Şerif Tozlu, Mahir Akgündoğdu

Onnik Annesi Ses: Gülsen Tunçer

Hareket Tasarımı: Ceyda Özcan

Carmen Dans Tasarımı: Bahar Aksoy

Işık Tasarımı: Us’ta Çırak Tiyatro

Müzik-

Keman- Mevhibe Kardelen Pınar Çello- Hakan Gügercinoğlu

Carmen Kostüm Tasarımı: Evrim Kayan

Def Ritim Danışmanı: Gökay Süngü

Afiş ve Fotoğraf: Murat Sağlam

Fotoğraf: Ferhat Aslan

Asistanlar: İbrahim Keleş, Usame Varol

Carmen Kukla: Cengiz Samsun

Carmen İpli Kukla: Sinem Öztürk

Kostüm: Us’ta Çırak Tiyatro

Sahne Tasarımı: Us’ta Çırak Tiyatro

Teknik Sorumlu: Onur Yıldız

Asistanlar: İbrahim Keleş, Usame Varol

 

 


20 Ocak 2025 Pazartesi

Gestus'tan Halide ile Nazım'ın Bir Tuhaf Buluşması (Gökhan Erarslan)

 Gökhan Erarslan takip ettiğim bir yazar. Sondan önceki oyun Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’ü hastalık nedeniyle seyredemedim. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması seyir listemde olan bir oyundu.



Gökhan Erarslan’ı ilk kez
Paşa Paşa Tiyatro Yahut  Ahmet Vefik Paşa(İDT)  ile tanıdım.  2014-2015 sezonunun oyunu idi. Oyun yazıma yeniden baktım. Oyundan iyi bir izlenim ile ayrılmamışım.  Oyun için yazdığım yazının son paragrafı şöyle:  Ben aynı anda üç oyunu sahnelenmiş bu sezonun en başarılı oyun yazarı olarak gördüğüm Gökhan Erarslan için üzüldüm en çok. Oyunu anlaşılmamış.’ demişim.

Gökhan Erarslan o yazımın altına bir yorum yapmış. ‘Yeren kişiyi de dinlemek lâzım. Bizim tiyatro camiasının dramaturgi cahili olduğu aşikar’ demiş.  Gerçi sonradan sana demedim diyor ama demiş bir kere. Ben de  Bu sezonun en başarılı oyun yazarı olarak gördüğüm Gökhan Erarslan için üzgünüm’ diyerek yazarı yâni onu  sahnelenen oyundan ayırmıştım.  O  oyun yazar ödülü aldı.  Jüriler ve seyirci de beni dinlemiyor korkmayın. Oraların raconu başka.

Gökhan Erarslan adıma imzaladığı kitabında ‘Kimi zaman eleştirilerine katılıp kimi zaman katılmadığım ama muhakkak okuyup imtina ettiğim(mesafeli durduğum)Melih Anık’a pek çok oyunu beraber izleyip üzerine konuşmak dileğiyle’ diye yazmıştı.  Yâni bu mümkün. Gökhan Erarslan ile arkadaşlığımız  tatsız başladı ama tatlı devam ediyor. Ben ona küsmedim o bana küsmedi. Birlikte kahve içtik sohbet ettik. Bugüne kadar benimle konuşan beni anladı zaten. Bunu not etmek istedim. Zira oyunlarını beğenmediğim ‘bazı’ları eleştiri  işini  ‘düşmanlığa’ ve ‘savaşa’ çevirmekte.

Oyunun ismi ile başlayayım. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması yerine Halide ile Nazım’ın Tuhaf Bir Buluşması olur muydu? Olurdu elbette. Yazar öyle de diyebilirdi. Böyle dediğine göre bir amacı var. ‘Bir tuhaf’ ile ‘bir buluşma’ arasındaki fark Türkçe bilenler için açık değil mi?  Bence ‘bir tuhaf’ bu oyuna uygun.

İkinci konu Halide ve Nazım.  Akla kimler geliyor? Biraz edebiyat bilgisi olanlar anlıyor.  Ne alaka mı diyorsunuz?  Internet haberlerine bakın. Haber nasıl veriliyor? Öznesi olmadan ya da özne saklanarak. Amaç ne?  ‘Tıklatma’.  Merak  unsurunu kışkırtmak köpürtmek esas hedef. Gökhan Erarslan’ın yaptığı ‘tık almak’ değil.  Zaten nasıl alacak? Bu, seyirci çoğaltır mı? Bence hayır. Bizim seyirci okumaz düşünmez oyuna gıdıklanmak için gider. O  zaman  Gökhan Erarslan’ın yaptığının   zamanımızın sosyal medyasına bir eleştiri olduğunu da anlamaz.  Ben eleştiri okuyana dikkat çekiyorum.  Oyuna gitmeden önce eleştiri de okumaz ya o da ayrı.

Benim gibi oyunu seyretmeden okuyorsanız önceden bazı şeyleri  biliyorsunuz. Ama yazarın bana gönderdiği  tekst ile sahnede seyrettiğim tekst arasında ufak bir fark var:  Yazar oyuncuları değiştirmiş. Kadın’ı Erkek Erkek’i Kadın oynuyor. Başka bir gösteride gene değiştirebilir. Zira yazar tekstin başında bu oyunu iki kadın iki erkek de oynayabilir cinsiyetlerin önemi yok diyor.  Neden mi? Ancak bir engelim var. Bu oyunu yazarken ‘açık etmeme’ye çalışıyorum.  Oyunu seyredin anlayacaksınız. İki erkek ya da iki kadın oynayınca da aynı şey ortaya çıkacak. Bu kadar yeter. Ben seyrettiğim oyunu okuduğum tekstten daha çok beğendim.

Gökhan Erarslan’ın kafasında yarattığı arzuladığı tiyatronun çok eskiden, Vakti Geldi ile başladığını düşünüyorum. O oyunda da istasyon olduğu için değil yazarın memleket meselelerine kafa yormasının göstergesi olduğu için. Etik Nedir?,  Orijinal Günahlar bu yolda giden oyunlar. Ben Eskiden Küçüktüm’ü seyretmedim ama hakkında okuduklarım o oyunun da aynı noktadan ateşlendiğini söylüyor bana. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması zincirin son halkası. Ben Gökhan Erarslan’ın oyunlarını o nedenle beğeniyorum. Memleketin dertlerini dert edinen bilinçli ve düşünen bir yazar.   Bunu nasıl yapıyor? İşte orası da önemli. Yazar sessiz bir devrimci. Slogan atmıyor. Yumruğunu havaya kaldırıp yürümüyor. Seyircinin zihnine soktuklarının seyirci tarafından o anda hemen farkına varılması ve salondan devrimci olarak çıkmasını beklemeyin.  Seyirci zihninde açılan çentiklerin nedenini müsebbini bilmeden yaşayacak, yüzüne tutulan aynanın ufak tokatlar olduğunu hafif hafif anlayacaktır diye düşünüyorum.  Mesela mülkün temeli adalet kavramı,   yeni çağın laneti, kötü kader,  bölünmüş siyasi görüşler, eylemsel duruş olmayan protesto hakkı,  lümpen aktivistlik, züppe burjuva, ‘tosikko’, sosyal medya, hürrıyet, korku duvarları, sonuca gitmesi bilemeyen aktivistlik, zihinlerine ket vurulup susturulan insanlar,  zindanda çürüyenler, karşıt fikirler, ön yargılar,  eylem diye insanların ölümüne neden olmak, doğal seleksiyon, yaratılış, ‘langusishing’,  sokaklardaki insanlar, sorumluluk isteyen özgürlük, terörist eylem mi  protesto mu,  içeridekiler, kadere inanmak, kolektif bilinç, sömürülen insanlık vb. Bir Türkiye fotoğrafı çıkıyor ortaya. Bu arada Türkiye’de yapılan tiyatroya da dokunuyor yazar.  Gökhan Erarslan imalarla, çağrışımlarla zihinlere giriyor. Anlamayan için oyuna verdiği ara ile seyirciyi sarsıyor.

Oyun genellikle dramatik üslubunu bildiğimiz yazarın bir epik tarz denemesi.  Ben başarılı buldum. Hedefe ulaşıyor.

Reji(Gökhan Erarslan)  ve iki genç oyuncunun (Ayşegül Karademir ve Yusuf Nebioğlu) performansları tiyatro severleri memnun edecek diye düşünüyorum. Sahne, giysi, hareket ve ışık tasarımları sade, yalın ve oyuna uygun. Oyuncuların temposu, birbirine uyan ritmi ve yetenekleri hem onların becerisi hem yönetmenin onları ve teksti ince ince işlemesinin sonucu.  

Eminim ki oyuna yakışan Bulutsuzluk Özlemi’nin şarkıları  dilinize takılacak.

Kulaklarınızı ve algınızı açık tutarsanız ‘her şeyi anlarsınız’. ‘Ben yok biz varız

Yazarın eleştiri diline örnek vermek için yazımı oyundan bir replik ile bitireyim:  Doğruları söylemek için neden Hamlet oynamak zorunda kalıyoruz?

Melih Anık   


Oyunun Künyesi:

Yazan ve Yöneten: Gökhan Erarslan 

Yönetmen Yardımcısı: Ünal Hakverdi

Sahne ve Giysi Tasarımı: Oğuz Şahin 

Işık Tasarımı: Ayşe Sedef Ayter 

Müzik: Bulutsuzluk Özlemi 

Hareket Tasarımı: Ezgi Erarslan 

Afiş Tasarımı: Irene Andersen 

Sahne Amiri: Hilal Şirin 

Yürütücü Yapımcı: Turan Yel

Koordinatör: Barış Atalay

Reji Asistanları: Aleyna Çavuş, Ayşegül Kaplan, Neslihan Çetinbaş

16 Ocak 2025 Perşembe

Bir Tuhaf ‘Uyarlayamama": Baba (Ara Sahne)


Ara Sahne yapımı Baba  Polonyalı oyun yazarı Artur Palyga’nın Tato’sundan çıkarılmış bir oyun. Tato 2014’de Galata Perform tarafından Polonya Yılı etkinlikleri kapsamında İstanbul’a getirilen oyun yazarları ve gerçekleştirilen etkinliklerle başlayan işbirliğinden çıkmış. Artur Pałyga 1971 doğumlu bir yazar dramaturg gazeteci oyuncu. Demirci yardımcısı, tren temizlik işçisi ve gitar/müzik öğretmeni olarak çalışmış. Engelliler için atölyeler yönetmiş. Yazdığı oyunlar  ona ve yönetmene Polonya’da ödül getirmiş. Galata Peform oyunu önce okuma tiyatrosu sonra da sahnede oyun olarak sunmuş.  Ben oyunu okudum. Bana dağınık geldi. Palyga bir şey anlatmak isterken bir şeyler göstermiş. Esas amacı gösterdiği değil(bence). Ara Sahne’nin uyarlamasından önce onun yazdığı oyuna bakalım.



Oyun oğul Franio’nun ‘Babaları sevmeyiz. Baba diye bir şey yok. Kimse özlemiyor onları’ cümleleri  ile başlıyor. Franio babasının cenazesine gidecektir.  Franio oyundaki anlatıcı. Oyunda 29 başlık var. Bölüm başlıkları yazarın bir şeyler demeye çalıştığını gösteriyor. Bölüm başlıkları piyesin özeti ama yazarın bölüme verdiği başlık altında yazdığı sahneler zorlama metaforlar içeriyor. Sanki gizli bir sır ifşa edilmek isteniyormuş gibi. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla gibi.  Franio’nun babasına dediği ‘Senden niye çekindiğimi bilmiyorum’ oyunun kilit cümlesi. Baba da nedenini soruyor.  Piyes bu cümleyle giriş yapmıştı bu cümleyle de bitiyor. Tekst bir ailedeki çocuğun doğumundan başlayarak hayatını anlatıyor(gibi). Ama bu aile bildiğimiz çekirdek aile değil toplum metaforu. Bunu metindeki başlıklar söylüyor. Daha doğrusu  ima ediyor. ‘Kutsal vaftiz başlığı altında ‘İsa girdi bedenime’ repliği ile çocuğa verilecek ismin Aziz Assisili mi Aziz Sales mi olsun sorusu;  Franio isminin Mesih’i taklit eden ve yoksulluğu kutsayan ve de doğanın bizzat Tanrı’nın aynası olduğunu söyleyen Aziz Assilisi Francis isminden gelmesi; ‘Dua dindar bir kaçış değil sevginin mükemmel bir ifadesidir’ diyen ve haça standart getiren Aziz Sales’in anılması bazı örnekler. ‘Kilise şarkıları’ başlığı altında  anlatılan tavşan hikayesi de bir metafor. İnsanların din başlığı altında ‘avutulmalarını’ anlatıyor. “İsa’ın doğuşu” başlığı altında eve gelen televizyona yeni İsa göndermesi yapılıyor. ‘Kurban benim bedenimdir’ başlığı da İsa’nın bedeni üzerinden yapılan kilise söylemine bir gönderme. O başlık altında ‘Baba oğul kutsal ruh’ söylemi ve ‘göklerdeki ruhun kutsanması’ dinsel dokunuşlar. ‘Tanrım beni sonsuz ölümden kurtar  pantolan gölgesinden korkan ‘İnsan ölünce ne olur?’ diye soran ‘Ama İsa efendimiz uyanmıştı’ diyen  Franio’yu gösteriyor. Babanın ‘İsa dirilmiş olsa nerede olurdu! Gökte bir şey yok safi bulut’ dinden uzaklaşmanın repliklerle  anlatılmış hâli.  Annenin ‘Ağlayan Meryem’ başlığı altında tiradı da dinsel bir gönderme.   Katolik inançlar içinde giderken birdenbire Musa’nın on emrinden ikincisine(gerçekte birinci) ‘Benden başka Tanrı olmayacak’ tüm dinlerin aynı oluşuna bir gönderme. İşte o bölümde oğul Franio’nun ‘Senden nefret ettim. Seni öldürmeye o gece karar verdim’ demesi dinden kaçışın replikleri. Oyunda bir karpuz yeme sahnesi var. Baba eve karpuz getirir. Ve anne ve çocuklara sanki zorla onları aşağılayarak zorla yedirir. Sanki bir nimet vermiştir. (Palyga’dan çıkmıyor ama karpuz Filistin’in metaforudur.) Önemli bir başlık ‘Tanrım beni neden terkettin’dir. Franio ölür. (Sonra dirilecek)  Nietzsche başlığı ‘Tanrı öldü’ diyen ‘Nietzche’nin beşinci incili iyi haberin düzeltilmesi üzerine’yi aklımıza getirir. Oyundaki baba ölüm döşeğinde  tüm peygamberlerin isimlerini sayıp dua etmektedir.  Artık ‘kıyamet’ ve ‘Armagedon’ isimli başlıklı bölümlere gitmekteyiz. Babanın iplerle çekilmesini Guliver’in cücelerce çekilmesine benzetir Franio. Son sözleri söyle: ‘Benden asalak gibi besleniyordu. Çıkıp gitmek istemiyordu. Senden neden çekiniyorum.’ (Allah'tan neden çekiniyoruz?) Franio cesetle birlikte tabutu devirir. Palyga’nın meramı anlaşılmıştır umarım. 

 Ara Sahne bu oyunu uyarladığını söylüyor. Oyunu bizim klasik  baba ve ailesine dönüştürmüş. Bence Palyga’nın metnini kendine göre ‘kullanmış’.  Anadolu’nun herhangi bir polis lojmanından İstanbul’un küçük bir mahallesine memur maaşıyla geçinilen ufak bir eve ” aileyı getirmiş. İçine televizyondaki yemek programlarını Zeki Müren’e yaptırılan yemek tarifini annenin doğum günü pastasını ekleyerek “babalık ve erkeklik kavramlarını evin her tarafına yayılarak yıkılmaya yüz tutmuş bir evin içindeki küfün toplumun her tarafına ayılarak bireyin varlığını çürüttüğü bir sistemin içinde aileyle babayla hatta doğrudan toplumla olan bir ‘hesaplaşmama’ hikâyesine ‘uyarlama’ denilmesine katılmıyorum. Ara Sahne’nin Baba’sının vermeye çalıştığı mesaj açısından Palyga’nın Tato’su ile ilişkisi yok.

 

Oyun özellikle girişi ile beni çok düşündürdü. Anlatmaya çalışayım.

Böyle bir giriş dini açıdan rüzgârdan nem kapan bir ülkede dikkat ister. Ben oyun eleştirilerimi kağıda dökmeden yürürken, otururken önce zihnimde yazıyorum. Bu oyunu seyrettikten sonra günlerce Fügen ile tartışarak özgün metni defalarca okuyarak notlarıma bakarak  yazımı olgunlaştırmaya çalıştım.  Bu arada facebook’da bir takipçim bilmeden gerekli ifadeyi verdi bana: Ölüm ciddiyet ister. Evet  özellikle oyunun girişinde o ciddiyeti aradım. Gençlikte ölüm, uzak olduğu/sanıldığı için komik bir olaydır. Hepimiz ölü evinde nice komikliğe tanık olmuşuzdur. Hatim indiren hocanın çorabındaki deliği diğer ayağıyla kapatmaya çalışması, gözlerinin fer fecir okuyarak cevrede dolaşması, ağzı dua okurken kafasıyla işaret yapması, ikram edilecek börek, helvaya bakarken yutkunması, mırıl mırıl kıpırdanan dudaklardan çıkan seslerin azalıp çoğalırken yapaylığı komiktir. Ara Sahne fuayede yapmacık bulduğum hüznü taklit eden bir ifade ile ‘Ölümüz var, Allah rahmet eylesin’ lafları eşliğinde irmik helvası ikram edip seyirciye ölen adamın fotoğrafını yakaya iğnelemek için dağıttı. Salona girdiğimizde üç kadın sahne önünde yüzlerinde acılı bir ifade taklidi ile bizi karşıladı. Ön oyun devam ediyordu. Sahnede bir cam kutu içinde ölü yatıyordu. Oyun başlayıp sahneye başında takkesi ile gelen imam konuşmaya başlayınca cenaze namazı kılınacağını anladık. İmam ve üç kadın, rollerini mizahi bir tavırda oynadı. Seyirci de zaman zaman kıkırdadı.

 Ölü yere yakın Pamuk Prenses gibi bir cam tabutta idi. Oyuncular üstüne oturdu. Yahu bu bir oyun, sahnede musalla taşı mı yapacaktık diyenler olabilir. O da bir görüştür duyarım ama katılmam. ‘Ruhuna el fatiha’ derseniz musalla taşı da lazım. Aslında hepsi gereksiz. Ben dini vecibeleri yerine getiren biri değilim ama getirenleri incitmek istemem. Bu sahnenin  ilginç olmaktan öte oyuna yararını katkısını anlamadım. Biçimin ilginç gelmesi gençlikte olur. Genç biçime vurulur. Ben de yaptım bir zamanlar. Yaş aldıkça bakış değişir. Namazdan sonra ölü cam tabuttan çıktı üstündeki kefeni çıkardı ve oyun sonuna kadar tükenmez bir öfke ile bağırdı çağırdı çevresinde terör yarattı. Bizim toplum pederşahi yani baba/erkek egemen bir toplum. Zamanımızda azalmaktaysa da erkeğin sonsuz egemen olduğu kadının bu egemenlik altında ezildiği bir toplum. İstanbul’da Ara Sahne’nin seyircisinin  ne kadarı öyledir? Onların çoğu için bu durum vitrinden(uzaktan) bakmaktır. Bu seyirciyi uzaklaştırır. Mesajı eğer büker bozar. Bence oyun seyircisine uygun değil. Anadolu’da oynanması da kolay değil. ‘Baba’ sadece çekirdek aileye ait değil. Biliyorsunuz bir de ‘toplumun babaları’ var. Ben Palyga’nın metninin içeriğinin bizde yapılamayacağını biliyordum zaten ama hiç değise ‘baba’ sembolü altında ‘toplumsal baba’lara gönderme yapılmasını bekledim. Cenaze namazı ile çıkılan yol ve babanın abartılmış öfkesi metaforik göndermenin önünü tıkadı. Babanın bir sahnede(tavşan öyküsü) toplumsal gerçeklere dokunması seyircide gülümseme yaratıyor ve oyunun genel kurgusu içinde yabancı kalıyor. Bence düşündürmesi lâzımdı ama ‘seyirci gülmek istiyor’  Bu oyun babasından nefret eden biri tarafından yazılmış diye düşündüm. Bu oyunla babasından intikam alıyor.

 Özet olarak Tato’nun Baba uyarlaması(?) olmamış. Ama Tato’yu bile oynasanız bugünün Türkiye’sinde hangi derde deva şifa  olur? Polonya dini atmosfer olarak Türkiye’ye benzemiyor. Dinsizliğin normal karşılandığı bir ülke. Franio gibi ceseti tabutu ile deviremeyecekseniz bu ‘uyarlamaları’(?) yapmayın.

 Oyuncuların iyi niyetini çabasını kutlarım. O kadar.

 Melih Anık

 

 

Oyunun Künyesi:

 Yazan: Artur Palyga

Çeviren: Osman Fırat Baş

Uyarlayan : Kayra Babalık
Yöneten : Uğur Uzunel
Yrd Yönetmen: Esra Tarhan
Dekor Kostüm Tasarım : Bengü Şener
Işık Tasarım : Serhat Barış
Müzik : Utku Güçoğlu
Afiş Tasarım : Studio A&
Fotoğraflar : Şeyma Köse, Orçun Kaya
Asistan : Gül Şeniz Yüksel
Oyuncular : Aslı Menaz, Beyza Elçin Işığan, Mert Güngör, Serhat Barış, Sinem Koşar, Tegin Özdemir

 

 Not:

Beni önce bir prömiyere sonra galaya davet eden Ara Sahne yetkilisi kimdir bilmiyorum. Teşekkür ederim.

Ricamı kırmayarak oyunun özgün metnini gönderen Ara Sahne'ye teşekkür ederim. 

İstanbul depremini düşünürseniz bazı salonlar insana korku veriyor. Bunu da buraya not düşeyim.

10 Ocak 2025 Cuma

İstanbul BB Şehir Tiyatrosu’nda Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi?

Uzunca bir süre sağlık nedeniyle  tiyatrodan uzak kaldım. Yeniden başlamak için bir oyun listesi yapmıştım. Tarih sırasına göre Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi en önce geldi. İBBŞT sezonunu bu oyunla açtım.


Evim Caddebostan’da oyun Harbiye Muhsin Ertuğrul’da. İstanbul’un vahşi trafiğini de dikkate alırsanız (hele de benim için) ulaşım büyük fedakarlık istiyor. Oyun bana 7 saate ve 7000 adıma mal oldu. Belki bekleseydin oyun Kadıköy’e(Gazhane) gelirdi diyenleriniz olacaktır. Ne zaman? Muhsin Ertuğrul döner sahnesi olan büyük bir sahne. Ben ancak iki üç ay İstanbul’dayım. Oyun o sırada yakınıma gelir mi? Oyunu döner sahnesi olan büyük sahnede seyretmek istedim. Oyunun tekstini okuduğum ve de Kocaeli versiyonuna ait videolar gördüğüm için döner sahne kullanılmıştır diye düşündüm. Evet
 Kocaeli ve İBB Şehir Tiyatrosu aynı anda aynı oyunu oynadı. Kocaeli versiyonu çok beğenildi ödül aldı. Ben ödüllere aldırmam ama aldıracağını düşündüğüm kardeşlerim adına üzüldüm doğrusu. Bu oyun 100 yılı aşmış bir tiyatrodan çıktığını göstermeliydi.

Okuduğum tekst  oyunun ilk versiyonu idi. Çevirmen Yücel Erten’e göre  o tekst yasaklanmış seyrettiğim versiyona izin çıkmış. Elimdeki tekst arasız  37 sayfa. Hadi aralı tekst 60 sayfa olsun. 60 sayfalık teksten  2,5 saatlik oyun çıkarmak da hüner ister. Ben o hünerleri(!) gördüm sahnede: (herhalde) Yeni metinden kaynaklanan son sahne(gestapo balosu) dekor değişimleri, uzatılmış mizansenler şarkılar  ve de sona eklenmiş video ki bence gereksiz. Aynen Shakespeare’in  55. ve  66.sonelerine duyulan ihtiyacı da anlamadım,  anlamsız buldum.  Fanilanın üstüne papyon kravat takmak gibi olmuş. Oyunun sonunda Gazze, Ukrayna ve Kıbrıs hatırlatmalarını anlamış değilim. Duyduğum kadarıyla oyun içinde abartılan  Yahudilik için gelen itirazlar nedeniyle sonradan eklenmiş.  Sahnelemede Yahudi vurgusu neden yapılmış onu da anlamış değilim. İsrail’e bu oyunla mı ders verilecek! İsrail vahşeti bu oyunla mı protesto edilecek!  Ben o insanlara Yahudi diye değil insan diye baktım.

Aslına bakarsanız oyunu okuduğumda sevdim.  Sempatik bir tekst.  Almanlarca işgal edilmiş Varşova’da(Polonya) bir tiyatro topluluğundaki direnişçilerin adlarını ele verecek bir dosya taşıyan Alman casusu ile mücadelesi anlatılıyor.  Bana bulvar komedisi gibi geldi. Ray Cooney oyunu gibi. Yönetmen bence oyuna büyük bir yük yüklemiş. Çocuk gözünden savaşı  anlatmak istemiş.  Çocuğun oyun başındaki Hitler tanımı çok hoş o kadar. Oyunu kendi halinde akıtsanız komedisi bol bir oyun olacak. O  zaman Adile Naşit  kahkahalarına da acemi aktör rolü yapan oyuncuların abartılı oyunculuklarına da gerek olmayacak. Bu hali ile karmakarışık bir oyun olmuş.  Her oyun her mesajı kaldırmaz kaldırmıyor.  İyi niyetine inandığım yönetmenin oyun dergisindeki yazısı bu karışıklığın en belirgin örneği.

Döner sahne kullanılmayınca sahne arkasındaki tellerin gerisine saklanmış sahneleri ses ve oyun olarak anlamak  güç.  Ben teksti okumuş biri olarak ve ön sıralardan anlamadım arkalardaki seyirci ne anladı merak ediyorum. Yerleşik sahne yerine portatif döner sahne kullanılabilir ve turnelerde kullanılırdı ama döner sahne genel reji içinde ufak bir konu. Polonius Ophelia sahnesi fazla. Şarkılarda ‘playback’ çok belli oluyor. Gölge ile verilen saksofoncudan çıkan müzik yersiz.  Komik olsun diye albayı ‘şişmanlatmak’,  eline boks eldiveni takmak , tenis oynatırken  sözde 30’lu yılların spor kıyafeti diye tuhaf bir kıyafet giydirmek gereksiz. Oyunculuklarda abartılı komik olma gayreti de boş bir çaba. Seyirciyi  gıdıklamak mıdır bunlar!  Tekst bunları istemiyor ki sizden. Hele bir sahne var ki hiç anlaşılmıyor.  Josef Tura ile Profesör Silewski arasındaki ‘gerçek Silewski kim’  sahnesi karanlığa kurban gitti. Josef Tura’nın ne yaptığı anlaşılamadı. (Spoil olmasın diye anlatmıyorum) Gestapo balosu sahnesi de tamamiyle çıksa oyundan hiçbir şey eksilmez. Son sahnede oyuncuların seyirci arasına girmesi ne kadar gerekli? Ucağın havalanmasını kim ne kadar anladı?

Oyunun kapalı gişe oynaması ve oyun sonundaki çılgın(!) alkışlar bravolar bir oyun için başarı kriteri değil bence. Ödenekli tiyatrolar her tip seyirciye seslenmeli fikrine katılıyorum ama yapımlarda güldür güldür ya da çok güzel hareketlerin üzerinde bir şeyler bekliyorum. Tiyatro seyirciyi eğitmeli. Doğrusu daha önce yaptıkları iyi oyunları gördüğüm yönetmen ve oyuncular için üzgünüm. Bu oyunu ben onlara ve İBBŞT’na yakıştıramadım.

Melih Anık


Oyunun Künyesi:

Yazan : Nick WHITBY

Çeviren : Yücel ERTEN

Yöneten : Hüseyin KÖROĞLU

Dekor-Kostüm Tasarımı : Gamze KUŞ

Müzik : Orçun TEKELİOĞLU

Koreograf : Senem OLUZ

Işık Tasarımı : Özcan ÇELİK

Efekt Tasarımı : Kadir ARLI

Yardımcı Yönetmen: Şehnaz BÖLEN TAFTALI

Yönetmen Yardımcıları: Erkan AKKOYUNLU, Deniz Yeşil MAVİ, Özge KIRDI


Oyuncular

Maria Tura: Şenay SAÇBÜKER

Josef Tura: Hüseyin KÖROĞLU

Dowasz: Bahtiyar ENGİN

Anna: Vildan TÜRKBAŞ

Eva Zagatewska: İrem ARSLAN

Rowicz:Emre NARCI

Grünberg: Volkan AYHAN

Stanislaw Sobinsky: Emre ŞEN

Profesör Silewski: Ümit Bülent DİNÇER

Albay Erhard: Tarık KÖKSAL

Walowski / Schweinlich:Erkan AKKOYUNLU

Oyuncular ve Askerler: Deniz Yeşil MAVİ, Özge KIRDI

Genç Grünberg: Rüzgar AŞIKOĞLU, Özgür Ali KURUÇAY

7 Ocak 2025 Salı

Ebeveynler ve Çocukları İçin : Çoğunlukla Bazen (H6 Act & Ara Sahne Yapımı)

 Beklemediğim bir şey oldu. Posta kutumda bir prömiyer daveti buldum. Taksim Ara Sahne’den gelmiş. Kimin aklına gelmişim bilmiyorum. Bana davet çok gelmez. Şaşırdım. Uzun bir süredir Istanbul’dan ve tiyatrodan uzaktaydım. İstanbul’da tiyatroya gitmek bir fedakârlık. Gece kaotik jungle’a girmeye değer mi? Metni temin ettim. Okudum. Metin iyi. Konu ilginç. Kadro iyi.  Fügen ile sezonu bu oyunla açmaya karar verdik. Davetin icabını yerine getirdim. LCV’ye cevap verdim. Davet edenlere teşekkür ederim.


Oyunu  Kendall Feaver yazmış Semih Değirmenci çevirmiş. Orijinal ismi The Almighty Sometimes ve tercümesi Kızımın Ruh Hali Testlerinde Çoğunlukla ‘Bazen’i İşaretliyorum(oyunu özetliyor) ama afiş ismi Çoğunlukla Bazen olan oyun hakkında ilk izlenimim bu zamanda cesaretli bir seçim olduğu yolunda. Oyunun yurt dışındaki tanıtımında(buna yazarın kendisi de dahil)  zihinsel hastalığı(mental illness) olan bir genç kızdan bahsediliyor. Ama gerek metinde gerek de seyrettiğim sahnelemede ben hasta bir genç kız görmedim. Kızın tavırları bana normal geldi. Çok küçükken bir  intihar oyunu oynamış bu arada sevdiği babasının erken ölümünden de etkilenmiş bu yüzden annesinin aşırı titizliği ile doktor doktor dolaştırılmış ve yaklaşık on yıldır psikiyatr gözetiminde olan bir kız(Anna) var baş rolde. Öğretmen anne(Renee), psikiyatr(Vivienne) ve kızın yeni tanıştığı erkek arkadaşı(Oliver) oyunun diğer rolleri. Zaman içinde hepsi kendi dünyaları içinde kıza özel olarak ve anlamak için bakmak yerine kendi dertlerinin esiri olmuş. Oysa kızın yıllarca yazdığı hikayeler çok zengin bir hayal gücünün eseri. Bana göre kız zamanımızın Z kuşağını temsil ediyor ve asıl konu başta anne ile olmak üzere kuşaklar arasında anlaşılmama sorunu.  Bu açılardan baktığınızda oyun hem çocuklara hem de ebeveynlere hitap ediyor. Oyunu seyrettiğim gece salonun yaş ortalaması 20’li yaşlardı.  Gülmek için fırsat kollayan bir topluluktu seyirci. Yanında oturduğum kadın(muhtemelen bir anne) oyunun yarısında sıkıldı. Fermuarlı çantasından telefonunu çıkarıp çıkarıp mesajlarına baktı. (Oyun sonunda ayağa fırlayıp en büyük alkışı da o yaptı.) O gece oyunun cesaretli oluşu hakkındaki düşüncem pekişti. Yolu açık olsun.

Aslına baksanız oyunun dört karakteri de kendi hesaplarının peşinde. Anna büyüyor. Yıllarca kendisi hakkında kararlar verilmiş bir genç kız. Ağır ilaçlarla motivasyonunu kaybetmiş. Hayal gücünü hikâyelere dökmüş. Anne  kendi hayatını yaşamamış hatta unutmuş. Yalnızlığını kızıyla doldurmaya çalışıyor. Kızı iyileşirse o da iyileşecek. Ama tuttuğu yol her ikisini de engelliyor. Anne için her şey ‘inanılmaz’. Kızıyla ortak bir paydada buluşmak ikisine de iyi gelecek.  Bir amaç hedef arıyor. Psikiyatr işe hastayı tedavi ile başlamış ama yıllar içinde hastası ‘klinik vaka’ haline gelmiş, şimdi araştırıyor. Genç adam kendi ailesinde sevgiyi bulamamış bir Y kuşağı. Onu büyütmesi gereken insanların bokunu silmiş. O da kendini arıyor. Ama hepsi için Anna ‘hasta’(?)

Oyun iyi oynanıyor. Selen Uçer, İdil Yener, Sena Kurdoğlu, Ulaşcan Kutlu rollerini ‘giymiş’.  Ufak notlarım var.  Sena Kurdoğlu’nun Anna’yı oynayışını sevdim.  Oyuncu mayası iyi. Selen Uçer, oyunun ilk  yarısında kızına tahammül gösterdiğini, alttan aldığını seyirciye daha çok  hissettirse diye düşündüm. Oyun sonunda tonu bulmuş gibi geldi bana.  Anna ile sahnelerinde Ulaşcan Kutlu’nun gülüşlerini fazla buldum. Idil Yener daha mekanik(duygusu az) olmalı.   

 

Mesele oyunculuğun dramatik olması yanında tercih edilen dekor anlayışından çıkıyor. Ben prova seyrettim gibi hissettim. Eğer seyrettiğim dekor oyunun gerçek dekoru ise  elbette topluluklar  turneyi düşününce az dekor ile idare etmek istiyor diye düşünürüm ama hak vermem. Oyunculuktaki  tercih  dekorda soyutlama yapılmamasını  gerektiriyor.  Aynı mekanın kullanılışı seyircinin algısına bırakılmış.  Anna’nın ve annenin odası, salon, mutfak, psikiyatrın muayenehanesi, hastane odası aynı mekân. Hele Anna'nın masa üstünde yatışını sevmedim. Renee ile Vivienne aynı koltukta oturunca mekânlar karışıyor.  Hikâyeleri okuyanlar için ayaklı  mikrofon da dekorun bir parçası. Sahne geçişlerinin aydınlıkta yapılması da prova havasını güçlendiriyor.  Anladınsa mekanın önemi yok demeyin. Mekân oyunu tamamlar yardım eder.   

Oyun başlamadan fondan gelen müzikimsi ses biteviye. Oyuna mı ait salona mı anlamadım. Oyun içinde kullanılan müzik oyunla aynı nabızda değil. Oyunu büyütmüyor. Olsa da olur olmasa da kıvamında. Kostüm ve ışık tasarımı oyuna özel bir şey katmıyor. 

Sadece psikiyatr mikrofondan hikaye okusa iyi olur diye düşündüm.  Gerekçem de araştırmalarını toplumla paylaşan o. Diğerleri oyun içinde anlatsın, okusun. Mikrofonun yeri de sahnenin tamamen  dışında olsa? (Platformun dışında ama sahneden kopuk olsa?)


Oyun afişini sevmedim. Sadece anne var afişte. Oysa oyun kızın üzerine. Belki her ikisi de olabilir.

Oyunlarda kafa  mikrofonu kullanılmasına alışamadım. Oyuncunun bir yerinde mikrofon görünürse ben garipsiyorum. Sesler de mekanikleşiyor yapaylaşıyor.  Duyurmak değil mesele.  Mikrofon oyunculuğu kolaylaştırıyor belki ama bu oyunun küçük bir sahnede az seyirciyle iç içe ve doğal seslerle oynanmasını tercih ederdim. Oyun öyle bir sıcaklık istiyor. (Anlıyorum ekonomi…)




Metin budanmış oyun tek perdeye inmiş. Yaklaşık 100 dakika. Yurt dışında ara ile birlikte 140 dakika imiş. Bizde ara verilirse seyircinin ne kadarı kalır bilmiyorum. Bence seyredilmesi yararlı ve seyretmeye değer  bir oyun. Anneler kızları ile seyretse ve oyunu tartışsa ne güzel olur. Babalar ve oğullar da tabii ki.

Melih Anık


Not : Oyun ile birlikte 2024'ün kitabı The Anxious Generation'a göz atın. Benzer konuya farklı bakıyor. Temel mesele nesiller arası dialog bence. Ama nesillerin zihinsel bir kaosa girdiği gerçek.

ÇOĞUNLUKLA BAZEN

KÜNYE:

Yazan: Kendall Feaver

Yöneten: Barış Gönenen

Çevirmen: Semih Değirmenci

Oyuncular: Selen Uçer, İdil Yener, Sena Kurdoğlu, Ulaşcan Kutlu

Psikiyatri Uzmanı - Danışman: Zerrin Oğlağu

Işık Tasarımı: Serhat Barış

Müzik Tasarımı: Utku Güçoğlu

Afiş Tasarım: Elçin Özge Açıkbaş, Tuana Çınar

Dekor Tasarımı: Barış Gönenen

Kostüm Uygulama: Bora Çınar

Fotoğraf: Orçun Kaya, Büşra Yeşilay

Reji Asistanı: Beyza Arabacı

Oyun Asistanları: Neşe Eda Ören, Helin Yaşar

Yapım Koordinatörü: Dilan Küçük

Uygulayıcı Yapımcı: Ara Sahne

Yapımcı: Sena KURDOĞLU

Yapım: H6 ACT, ARA SAHNE