Gökhan Erarslan takip ettiğim bir yazar. Sondan önceki oyun Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’ü hastalık nedeniyle seyredemedim. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması seyir listemde olan bir oyundu.
Gökhan Erarslan o yazımın altına bir yorum yapmış. ‘Yeren kişiyi de dinlemek lâzım. Bizim tiyatro camiasının dramaturgi cahili olduğu aşikar’ demiş. Gerçi sonradan sana demedim diyor ama demiş bir kere. Ben de ‘Bu sezonun en başarılı oyun yazarı olarak gördüğüm Gökhan Erarslan için üzgünüm’ diyerek yazarı yâni onu sahnelenen oyundan ayırmıştım. O oyun yazar ödülü aldı. Jüriler ve seyirci de beni dinlemiyor korkmayın. Oraların raconu başka.
Gökhan Erarslan adıma imzaladığı kitabında ‘Kimi zaman eleştirilerine katılıp kimi zaman katılmadığım ama muhakkak okuyup imtina ettiğim(mesafeli durduğum)Melih Anık’a pek çok oyunu beraber izleyip üzerine konuşmak dileğiyle’ diye yazmıştı. Yâni bu mümkün. Gökhan Erarslan ile arkadaşlığımız tatsız başladı ama tatlı devam ediyor. Ben ona küsmedim o bana küsmedi. Birlikte kahve içtik sohbet ettik. Bugüne kadar benimle konuşan beni anladı zaten. Bunu not etmek istedim. Zira oyunlarını beğenmediğim ‘bazı’ları eleştiri işini ‘düşmanlığa’ ve ‘savaşa’ çevirmekte.
Oyunun ismi ile başlayayım. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması yerine Halide ile Nazım’ın Tuhaf Bir Buluşması olur muydu? Olurdu elbette. Yazar öyle de diyebilirdi. Böyle dediğine göre bir amacı var. ‘Bir tuhaf’ ile ‘bir buluşma’ arasındaki fark Türkçe bilenler için açık değil mi? Bence ‘bir tuhaf’ bu oyuna uygun.
İkinci konu Halide ve Nazım. Akla kimler geliyor? Biraz edebiyat bilgisi olanlar anlıyor. Ne alaka mı diyorsunuz? Internet haberlerine bakın. Haber nasıl veriliyor? Öznesi olmadan ya da özne saklanarak. Amaç ne? ‘Tıklatma’. Merak unsurunu kışkırtmak köpürtmek esas hedef. Gökhan Erarslan’ın yaptığı ‘tık almak’ değil. Zaten nasıl alacak? Bu, seyirci çoğaltır mı? Bence hayır. Bizim seyirci okumaz düşünmez oyuna gıdıklanmak için gider. O zaman Gökhan Erarslan’ın yaptığının zamanımızın sosyal medyasına bir eleştiri olduğunu da anlamaz. Ben eleştiri okuyana dikkat çekiyorum. Oyuna gitmeden önce eleştiri de okumaz ya o da ayrı.
Benim gibi oyunu seyretmeden okuyorsanız önceden bazı şeyleri biliyorsunuz. Ama yazarın bana gönderdiği tekst ile sahnede seyrettiğim tekst arasında ufak bir fark var: Yazar oyuncuları değiştirmiş. Kadın’ı Erkek Erkek’i Kadın oynuyor. Başka bir gösteride gene değiştirebilir. Zira yazar tekstin başında bu oyunu iki kadın iki erkek de oynayabilir cinsiyetlerin önemi yok diyor. Neden mi? Ancak bir engelim var. Bu oyunu yazarken ‘açık etmeme’ye çalışıyorum. Oyunu seyredin anlayacaksınız. İki erkek ya da iki kadın oynayınca da aynı şey ortaya çıkacak. Bu kadar yeter. Ben seyrettiğim oyunu okuduğum tekstten daha çok beğendim.
Gökhan Erarslan’ın kafasında yarattığı arzuladığı tiyatronun çok eskiden, Vakti Geldi ile başladığını düşünüyorum. O oyunda da istasyon olduğu için değil yazarın memleket meselelerine kafa yormasının göstergesi olduğu için. Etik Nedir?, Orijinal Günahlar bu yolda giden oyunlar. Ben Eskiden Küçüktüm’ü seyretmedim ama hakkında okuduklarım o oyunun da aynı noktadan ateşlendiğini söylüyor bana. Halide ile Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması zincirin son halkası. Ben Gökhan Erarslan’ın oyunlarını o nedenle beğeniyorum. Memleketin dertlerini dert edinen bilinçli ve düşünen bir yazar. Bunu nasıl yapıyor? İşte orası da önemli. Yazar sessiz bir devrimci. Slogan atmıyor. Yumruğunu havaya kaldırıp yürümüyor. Seyircinin zihnine soktuklarının seyirci tarafından o anda hemen farkına varılması ve salondan devrimci olarak çıkmasını beklemeyin. Seyirci zihninde açılan çentiklerin nedenini müsebbini bilmeden yaşayacak, yüzüne tutulan aynanın ufak tokatlar olduğunu hafif hafif anlayacaktır diye düşünüyorum. Mesela mülkün temeli adalet kavramı, yeni çağın laneti, kötü kader, bölünmüş siyasi görüşler, eylemsel duruş olmayan protesto hakkı, lümpen aktivistlik, züppe burjuva, ‘tosikko’, sosyal medya, hürrıyet, korku duvarları, sonuca gitmesi bilemeyen aktivistlik, zihinlerine ket vurulup susturulan insanlar, zindanda çürüyenler, karşıt fikirler, ön yargılar, eylem diye insanların ölümüne neden olmak, doğal seleksiyon, yaratılış, ‘langusishing’, sokaklardaki insanlar, sorumluluk isteyen özgürlük, terörist eylem mi protesto mu, içeridekiler, kadere inanmak, kolektif bilinç, sömürülen insanlık vb. Bir Türkiye fotoğrafı çıkıyor ortaya. Bu arada Türkiye’de yapılan tiyatroya da dokunuyor yazar. Gökhan Erarslan imalarla, çağrışımlarla zihinlere giriyor. Anlamayan için oyuna verdiği ara ile seyirciyi sarsıyor.
Oyun genellikle dramatik üslubunu bildiğimiz yazarın bir epik tarz denemesi. Ben başarılı buldum. Hedefe ulaşıyor.
Reji(Gökhan Erarslan) ve iki genç oyuncunun (Ayşegül Karademir ve Yusuf Nebioğlu) performansları tiyatro severleri memnun edecek diye düşünüyorum. Sahne, giysi, hareket ve ışık tasarımları sade, yalın ve oyuna uygun. Oyuncuların temposu, birbirine uyan ritmi ve yetenekleri hem onların becerisi hem yönetmenin onları ve teksti ince ince işlemesinin sonucu.
Eminim ki oyuna yakışan Bulutsuzluk Özlemi’nin şarkıları dilinize takılacak.
Kulaklarınızı ve algınızı açık tutarsanız ‘her şeyi anlarsınız’. ‘Ben yok biz varız’
Yazarın eleştiri diline örnek vermek için yazımı oyundan bir replik ile bitireyim: ‘Doğruları söylemek için neden Hamlet oynamak zorunda kalıyoruz?’
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
Yazan ve Yöneten: Gökhan Erarslan
Yönetmen Yardımcısı: Ünal Hakverdi
Sahne ve Giysi Tasarımı: Oğuz Şahin
Işık Tasarımı: Ayşe Sedef Ayter
Müzik: Bulutsuzluk Özlemi
Hareket Tasarımı: Ezgi Erarslan
Afiş Tasarımı: Irene Andersen
Sahne Amiri: Hilal Şirin
Yürütücü Yapımcı: Turan Yel
Koordinatör: Barış Atalay
Reji Asistanları: Aleyna Çavuş, Ayşegül Kaplan, Neslihan Çetinbaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder