12 Şubat 2019 Salı

‘Kutsal Canavar’ Ali Poyrazoğlu ve Tak Tak Takıntı


‘Usta’  peruğunu, küpelerini çıkardı, rolden çıktı kendisi oldu, yaldızlı yıldızları seyircilere üfledi,  dakikalardır onu alkışlayan seyircileri 'oyuncu'nun en yalın hâliyle selamladı. Diğer oyuncular onun yanında tek sıra oldu. O akşam da gemiyi limana sağ salim ulaştırmanın keyfiyle ve saygıyla eğilerek alkışlara teşekkür ettiler. Geriye doğru dönüp sahnede onlarla aynı platformda  onları izleyen bizleri  selamlamadan önce geçen on onbeş saniyelik anda yaşadığım hazzın zevki  ile tiyatroya teşekkür ettim.  Sanki ben de yüzümdeki makyajı silmiş en çıplak hâlimle sahne ışıklarının sıcaklığını yüzümde hissetmiş, salona yayılan yıldız tozlarından payımı almıştım. 




‘Usta’  Ali Poyrazoğlu  ‘diğer oyuncular’ Melih Ekener, Eser Ali, Güneş  Berberoğlu, Güneş Emir, Hasan Akdemir ve Aylin Dönmez idi. Ali Poyrazoğlu birkaç gece önce 60 kişilik bir salonda ortada oynadıkları oyunu büyük salona taşırken sahneye koyduğu koltuklar ile salonu sahnede tamamlamış oyun yerini gene ‘ortaya’ almıştı. Laurent Baffie’nin Tak Tak Takıntı ismiyle Türkçeleştirdiği Toc Toc isimli oyununu  bu ikinci sahneleyişinde Ali Poyrazoğlu  oyuna yeni bir boyut katmak istemişti.  Böylelikle Tak Tak Takıntı oyununu sahneye konulmuş koltuklardan seyreden 40’a  yakın seyirci  salonu dolduran seyirciler ile birlikte rejinin parçası, hep birlikte grup terapisinin takıntılı hastaları olmuştu.

Oyun, kapımızı çalıp durarak zorlayan takıntılar üzerine idi. Yalnızlıklarımızda zihnimizde ürettiğimiz âdeta bizi kendi kuralları ile teslim alan ve tuhaflıklar içine hapseden takıntılarımız bizi kendimizin işkencecisi yapıyor.  Çözüm empati yapmaktan, başkalarının hayatının farkında olmaktan geçiyor. İşte o zaman sadece bir birey değil  içinde yaşadığımız ülkenin bir yurttaşı olarak toplumsal  takıntılarımızı da tedavi etme şansımız var. Ali Poyrazoğlu oyunu ‘Türkçeleştirirken’ salt oyun kişilerini ‘bizden’ yapmıyor aynı zamanda toplumsal takıntılarımızdan, ön yargılarımızdan kurtulmamızın çözüm yollarına ilişkin öneriler yapıyor, toplumu ‘birleştirecek' olanı seyircinin tepkisine sunarak sınıyor. Kendi sorduğu “1938’den 1881’i çıkarırsan kaç kalır?” sorusuna verdiği ‘Cumhuriyet kalır’ cevabına seyirciden gelen coşku ve heyecan  Ali Poyrazoğlu’nun  çok inceden yaptığı bir göndermeye örnektir ve de sınamanın doğrulanmasıdır. Doğrusunu isterseniz ben her Ali Poyrazoğlu oyununda seyirci profiline dikkatle bakmaya çalışıyorum. Bu seyirci her yaştan ve her kesimden kadın ve erkeklerden oluşuyor ve Poyrazoğlu’nu hiç yalnız bırakmıyor salonları dolduruyor. Poyrazoğlu o seyirci ile çözülmesi zor bir ilişki kurmuş. Ben buna ‘ölçülü bir ölçüsüzlük’ diyorum. Sanki ölçüsüzmüş gibi duran takılmaların, dokundurmaların, taşlamaların altında önceden düşünülmüş, yıllardır denene denene olgunlaşmış bir ölçü var. Evet bu bir çılgınlık gibi delilik gibi görünebilir  ama zaptı raptı olan bir çılgınlık Poyrazoğlu’nun yaptığı.  Çoğumuz için büyük bir cesaret isteyen bir şey. Geçmişinde başka örnekler de var. O her dönemde bireyin ve toplumun sınırlarını zorlamış bir sanatçı. Bir lastiği kopma noktasına getirmeden defalarca  germek ve gevşetmek  gibi bir şey. Toplumsal bir denge oyunu. Ben bunu iş hayatımda birlikte çalıştığım iş adamlarında gördüm.  Ali Poyrazoğlu sahneye çıktığı akşamın birkaç saat öncesi bir şirkete verdiği eğitimden dönmüş. Bu, tiyatro yapıcı Poyrazoğlu’nun keşfettiği bir alan.  O, dünyada ve ülkede olup biteni izleyerek içselleştirdiklerini içinde  yaşadığı topluma veriyor. Tiyatro iş eğitimlerini, eğitimler tiyatrosunu besliyor. Poyrazoğlu tiyatrosunun kendine özgü bir okul olmasının en önemli nedeni de bu. Ali Poyrazoğlu tiyatrosu düşündüren, güldüren kimi zaman ağlatan  ‘komedi sanatı' üzerine inşa edilmiş. Tiyatro yazılarını büyük bir keyifle okuduğum  Tilda Tezman’dan öğrendiğime göre   Fransızlar büyük komedi ustalarına ‘kutsal canavarlar’ dermiş.  Ali Poyrazoğlu  ülkemizde, yaşayan en büyük ‘kutsal canavar’ bence.


Tak Tak Takıntı oyununun çok iyi bir kadrosu var. Tamamla Bizi Ey Aşk oyununun ardından gelen ikinci terapi oyununda oyunculuğunda bulduğum kalitenin, yazar ve yönetici kişiliğinin olgunluğundan beslendiğine inandığım  Melih Ekener;  bir süredir ortalıklarda görünmediği için üzüldüğüm, Beyaz Fil oyunundaki oyunculuğu ile zihnimde yer etmiş  Eser Ali (tadı damağımda kaldı oyna şu oyunu bir daha); uzunca bir süredir bir oyunda görmediğim, Türk tiyatrosunda eksikliğini hissettiğim ve tiyatroya dönüşüne çok sevindiğim  Güneş Berberoğlu; mühendislik eğitimi üzerine tiyatro eğitimi almış, tv seyircisinin de çok yakından tanıdığı, bir seyrettiniz mi unutmayacağınız Güneş Emir;  bu oyunla ilk profesyonel oyunculuk deneyimini yaşayan ama sahnede sanki yıllardır varmış gibi oynayan Hasan Akdemir ve kısa rolünün hakkını veren  Aylin Dönmez bir ‘ensemble’ yaratmışlar, ekip olmanın keyfini yaşayıp yaşatıyorlar.

Tak Tak Takıntı’nın tadı ‘Usta’nın onu bu şekilde yoğurmasından kaynaklanıyor. Herkes de kolay kolay yapamaz.

Melih Anık  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder