17 Şubat 2019 Pazar

Reji Başarısı : Kosovalı Peer Gynt (İstanbul Devlet Tiyatrosu)


İstanbul Devlet Tiyatrosu Kosovalı yazar  Yeton Neziray’ın(1977) Kosovalı Peer Gynt oyununu Senem Cevher çevirisi ile  Saydam Yeniay yönetiminde sahneledi.
Kosovalı Peer Gynt, ülkesindeki savaştan kaçarak Avrupa’da bir ülkeye iltica etmek isteyen Peer Gynt’ün serüvenini anlatır. Oyunda savaş atmosferi var. Baba’nın sözlerinden içinde yaşanılan atmosferi anlamak mümkün: “….. evde yiyeceğimizin olmaması önemli değil. Bizim özgürlüğümüz yok. O yüzden bize köpek muamelesi yapıyorlar. Onun için çok kan dökülecek.” Baba’nın kinayeli sözlerinde Kosovalının serüvenine yapılan göndermeyi anlıyorsunuz:  Vatana yardım etmek, Avrupa caddelerinde dolaşmaktan daha iyidirPeer İsveç, İngiltere ve Almanya’ya iltica için  müracaat eder. Hepsinden de reddedilir. Yazarın Avrupa’daki sözde demokrasiye, ırkçılığa, önyargılı ve iki yüzlü tutuma eleştirel bir bakışı olduğunu anlıyoruz. Peer hep ‘kürkçü dükkânına’ iade edilir. Orada da savaş onu karşılar. Yıllar sonra(2014)  Peer, Stockholm’de oğluyla buluşur. Cebinde babası ile alay konusu olan soğan, yanında yapay bacaklarının yerine geçen  koltuk değnekleri vardır. Oğluna ‘zor zamanlar için soğanı’ verir.

Bazı tekstler şanslıdır iyi yönetmenlerin eline düşer. Yeton Neziray’ın Kosovalı Peer Gynt’ü de böyle şanslı bir tekst. Saydam Yeniay’ın eline düşmüş ve tekstin çok üstünde bir reji ile seyre değer bir oyun çıkmış ortaya.

Tekstin talihsizliği öncelikle isminden kaynaklanıyor. İçinde ‘Peer Gynt’ bulunması insanı ister istemez  yönlendiriyor ve İbsen’in Peer Gynt’ü ile karşılaştırma yapmaya doğru itiyor. Karşılaştırma Kosovalı Peer Gynt’ün aleyhine sonuçlanıyor ve tekst zihinde kötü bir ‘taklit’ izlenimi bırakıyor. Kosovalı Peer Gynt ile orijinal Peer Gynt arasında benzerlikler yok mu? Var. Peer Gynt ve annesi arasındaki diyalog, Peer Gynt’ün diyar diyar dolaşması, soğan ve sürrealizm zorlamaları. Peer Gynt’ün  değirmenin çatısına çıkardığı annesini Kosovalı sırtına alıyor ya da bir apartmanın ikinci katına çıkarıyor. Peer Gynt’ün dünyayı dolaşmasından felsefi derinlikler çıkıyor, ‘ben kimim?’ gibi bir sorunun peşinde İbsen. Kosovalı ise Avrupa’da sığınacak ülke arıyor. İkisi de uçabiliyor. İbsen’in Peer Gynt’ü zaman içinde uçuyor Kosovalı olanı ise sınırlardan uçarak(?) geçiyor.  Savaş sahnesinde Kosovalının üstüne sürrealizm olsun diye minyatür tank gönderiliyor. İbsen’in sürrealizmi ise akımın başlamasına neden olmuş neredeyse. İbsen Shakespeare’e gönderme yapıyor Neziray İbsen’i çok kolayından(hafife) almış. Bu etkilenmekten daha ziyade onunla dalga geçer bir durum yaratıyor. İbsen Peer Gynt’e ‘Bir at için krallığımın yarısını veriririm’; Neziray da Baba’ya  Bir soğan, bir soğan, bir soğana krallığım. dedirtiyor. Peer Gynt’deki soğan felsefi ‘katman’ları olan bir metafor Kosovalıda ise biber gazına karşı koklanan bir sebze. 


Oyunun metninde   Oyundaki olaylar 1990 – 2014 yılları arasında geçmektedir” yazıyor. Oyunun arka planını bu tarihlere bakarak bir yerlere oturtmaya çalıştım. Kosova 1945’de Yugoslavyanın bir eyaleti olmuş.Yugoslavya 1992’den itibaren parçalanmaya başlamış. 1995 yılında Sırp ordusu Kosovaya girmiş ve birçok sivilin ölmesine neden olmuş. 1999’da Kosova Nato müdahalesi ile Sırbistandan koparılmış Birleşmiş Milletlerin yönetimi altına girmiş. Kosova Bağımsızlığını 2008’de ilan etmiş. Kosova'da bağımsızlık ilanının ardından, denetim, Birleşmiş Milletler'den Avrupa Birliği'ne geçmiş. Kosova'daki Avrupa Birliği temsilciliği, bundan sonra Uluslararası Sivil Temsilcilik adı altında hizmet vereceğini açıklamış. Böylece Birleşmiş Milletler'in de 1999 yılından itibaren Kosova'da üstlendiği yönetim sona ermiş. Kosova'da Avrupa Birliği ülkelerinden 1900 polis ve yargı mensubu görev yapacakmış. Kosova bu şekilde Avrupa'nın 50. ülkesi olmuş.(Vikipedi)


Oyunda çok açık olmamakla birlikte Kosovalının babasının Sırplara karşı mücadele içinde olduğunu tahmin ediyoruz. Tarihi akışı bilmezseniz, yazarın çizdiği Avrupalı ülkeler resmine ve Kosovalının ‘mücadelesi’ne(!) takılırsanız Kosova Avrupa ile savaşıyor diye anlarsınız. Kosovalı, ‘soğan sevici’ dediği babası ülkesi için bir mücadele içindeyken iltica edecek ülke arıyor. Kendi ülkesindeki savaş nedeniyle mülteci durumuna düşen insan imgesi ile iki yüzlü, alaycı ve ırkçı Avrupa resmi insanın aklını karıştırıyor. Kosovalıya mı acıyalım Avrupa’ya mı kızalım? Yoksa Kosovalıya kızıp Avrupa’ya mı hak verelim?  Bu bildiğimiz, acı çeken bir mülteci hikâyesi de değil. Kosovalı Peer Gynt kötü arkadaşı olan esrarkeş ve hırsız bir karakter. Sanki bu olaylardan eğleniyormuş gibi yaşıyor hayatı. Kendini bulmak gibi bir meselesi de yok. Kendisi sorunlu bir insanın, ülkesinde özgürlük savaşı varken onu almadılar diye ırkçı Avrupa ile mücadelesi(!) çok inandırıcı değil.  Kosovalı bir yazarın Kosovalı bir karakteri böyle yazması da bana ilginç geldi. Kendi yurttaşı ile dalga mı geçiyor yoksa? Bu tekst sanki yazar Avrupa’ya küsmüş de bu oyunu yazmaya oturmuş dedirtiyor insana. Ama yazar oyunu 2014 yılında Stockholm’de bitirerek Avrupa ile barışmış gibi. Kosova Avrupanın üyesi olmuş Kosovalı Peer de Avrupa’ya girmiş. Yazarın oyun başında rüya gibi çizdiği Avrupa’nın bir ironi olduğunu oyun sonunda kendinizi zorlayarak da olsa  anlamaya ramak kala Neziray Kosovalı Peer’i daha önce reddedildiği İsveç’te bir parkta oğluyla buluşturuyor. Baba Peer oğul Peer’e cebinde taşıdığı  soğanı veriyor ve kendi  babası ile aynı yere geldiklerini ima ediyor ve mücadelenin devam ettiği önerisi yapıyor. Kim? Kosovalı! Hadi canım! Kosovalı Peer Gynt’ün tekstinin fikirsel anlamda iyi inşa edilmediğini, niyet iyi bile olsa ‘anlatamadığını’ düşünüyorum.  
Neziray’ın oluşturduğu tekst diyaloglu sahnelerden ve araya katılmış ‘anlatan’ paragraflardan oluşuyor. Yazar kendi eleştirisini kendisi yapıyor zaten: ‘Oyunda anlatım çok fazla ama sahnede bu olayların çoğu sergilenmiyor.’ Oyuncuları oyuna müdahale ettirmesi de oyunun çıkış noktasının anlatımcı epik tabiatta olduğunu gösteriyor. Ama tekstteki esas sorun da bu sahnelerden oluşuyor. Bu, tekstteki tıkanma noktalarını açmaya yönelik bir nefes aldırma denemesi. ‘Bu oyun burada bitmiyor’ gibi bir sahne  ile yazar oyunu içine düştüğü karanlıktan çıkarmaya ‘mutlu son’ ile ironi yapmaya çalışıyor. Yazar denize düşmüş epiğe sarılmış.
 Yönetmen Saydam Yeniay metne sadık kalmış ama tiyatro kokan bir reji yapmış, tiyatro dilini çok iyi kullanmış. Her bir sahneyi kendi başına çok başarılı mizansenlerle aktarmış. Başarıyla kurguladığı sahneler teksttin boşluklarını, çelişme ve eksikliklerini örtmüş.  Yönetmen öncelikle iyi bir kadro kurmuş. Uzun yıllar bölgelerde gözlerden uzak olan iyi oyuncuları gün ışığına çıkarmış. Çok doğru bir mekan düzenlemesi yapmış. Ülkeden ülkeye geçen Kosovalı için zaman zaman bürokrasinin soğukluğu, kimi zaman ülkelerin aşılmaz duvarları, hapishane, göz altı, labirent, yeraltı anlamlarına gelebilecek üç parçadan oluşan hareketli bir çelik konstrüksiyon kurmuş. Kosovalıyı ‘fare’ gibi dehlizlerinde dolaştıran ortam da böyle bir şey zaten. İki katlı bu dekor tasarımı(Behlüldane Tor) otoritenin üstten bakışını anlatmak için de kullanılmış. Koreografinin(Alpaslan Karaduman) katkısını unutmamak gerek. Eldeki bavulların bir aksesuvarın ötesinde bir anlatım aracı olarak kullanılması çok başarılı. O dar ve engelli sahneye rağmen dekor parçalarının hareketleri dans figürleri gibi. Parçalı dekorun  oyuncular tarafından hareket ettirilmesi de maceranın içindeki ‘action’ı çok iyi ortaya çıkarmış. Bu canlılık ve enerji oyuncuların performanslarıyla tepe noktaya çıkıyor. Oyuncuların bireysel ve ekip hareketlerinden oluşan estetik etkileyici. Canlı mizansenin en büyük yardımcısı müzik(Türkü Deyiş Çınar). Balkan ezgileri üzerine oturmuş çok güzel bestelerin yanı sıra  müzik, sahnelerin duygusuna bağlı olarak şekil alıyor, tempoyu ayarlıyor, tempoya uyuyor. Müziğin bu anlamda oyuna yardımcı olması zaten olması gereken ama bizde az rastlanır bir durum. Efektler çok başarılı..  Işık tasarımı(İ.Önder Arık) ortak duygunun anlatılmasına ve ruhun belirginleştirilmesine çok katkı veriyor. Kostümlerin tasarımı(Mihriban Oran) ve seçilen renkler karakterlerin çizilmesine çok yardım ediyor. Sahneleri birer tablo haline getirmekte ve görünmeyeni ortaya çıkarmakta seçilen renklerin yararı çok. Oyunun teknik donanımı ve aralarındaki uyum ve koordinasyon bir yönetim başarısı. ‘Yönetim’ kapsamı altında yönetmen yardımcısı Funda Eskioğlu’nu, dramaturg Yeşim Gökçe’yi, sahne âmiri Mahsuni Yılmaz ve  ışık kumanda Seda Özyurt ve Kaan Eman’ın  isimlerini de  belirtmemiz gerekiyor.

Oyun metninde bir mizansen yok, kaba bir mekân eylem tanımı var. Sahnede görülen mizansenler bir yönetmen yaratıcılığı ve başarısı. Bunlar içinde Memur’un açıklamalarına eklediği müzisyen, enstrüman seçimi ve çalan müzik parçaları(‘song of joy’) yönetmenin ‘ince’ düşüncelerinin bir eseri. Savaş sahnesindeki bavulların içinden çıkarılan tozlu eşyaların havaya savrulması ve ani bir hareketle sahnenin donması ile ortaya çıkan tablo sadece estetik değil aynı zamanda seyredenin içinde bir şeylerin kıpırdaşmasına neden oluyor ki bu duygu aktarımı iyi yönetmenliğin temel maddelerinden biri. Araba sahnesi alkışlanacak bir reji başarısı. Oyun sonunda genç Peer’in soğanı düşürmesi de ince bir yönetmen yorumu. Minyatür tankı görmediğim için de memnunum. Havada uçan şemsiye sürrealizmin doruğu. Daha önce de bir rejisini seyrettiğim Saydam Yeniay beni şaşırtmadı.    
Tüm bu teknik alt yapı üzerinde iyi  oyunculuklar seyrediyorsunuz. Epik anlatıma uygun oyunculukların iyi olması rejinin başarısında en önemli etken. Rollerinde hepsi başarılı ama bazı oyuncular rollerin verdiği imkânla da daha önde. Erşan Utku Ölmez(Peer) ile Hakan Şahin(Bac) grubun bir adım önünde. Canlandırdıkları rollere gerçekten ‘can vermişler’. Karşılıklı oynadıkları sahnedeki uyumları çok güzel. Hakan Şahin’in oyunculuğu onu bu sezon dikkat çekmesi gereken oyuncular arasına sokuyor. Fatma Öney(Anne) rolünün tanımına çok uygun bir oyunculuk gösteriyor. Ses tonundan anne şefkati yansıyor sanki. Funda Eskioğlu(Yaşlı Kadın) iki ayrı yaşlı kadın yorumundaki oyunculuğu epik oyunculuk dersi örneği olur. Yener Sezgin(Baba)’in ateşli  militan kompozisyonu çok iyi. Ozan Dağara(Memur’lar), Volkan Işılay(Polis), Duhan Şahin(Bela), Yusuf Can Sancaklı(Avukat), Nazime Birben Akbulut(Halk), Duygu Aydoğmuş(Halk), Zekayi Metin(Alman Polis)  gerek bireysel rollerinde gerekse toplu sahnelerde oyunun iyi ve başarılı olmasına neden olan oyunculuklar sergiliyorlar. Tüm oyuncuların istekli, işi benimsemiş olması oyuna ve seyirciye çok olumlu yansıyor.  
İbsen’in Peer Gynt’ünü bilmeden ve teksti okumadan ve de  tekstin zihninizde açtığı soruları kafaya takmadan oyunu seyredin. Kendinizi çok zorlarsanız Kosovalı Peer Gynt ülkesindeki savaştan kaçan Suriyeli erkeklere benziyor dersiniz. Ama onların da gerçek Peer Gynt ile ilişkisi yok.
Kosovalı Peer Gynt öncelikle bir reji başarısı. Teksti yükselten bir reji bu. Bu kapsamda değerlendirdiğimde  içinde bulunduğumuz sezonun(2018-19) çok başarılı tiyatral işlerinden biri Kosovalı Peer Gynt.
Melih Anık
Not: İstanbul Devlet Tiyatrosu Şubat programında verilen oyunun künyesinde Yaşlı Kadın’ı Nurhayat Boz’un oynadığı belirtilmiş ama Funda Eskioğlu oynuyor. Funda Eskioğlu’nun oynadığı gösterilen İsveçli Memur da Ozan Dağara. Nurhayat Boz nerede?














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder