Jez Butterworth’ü Nehir isimli oyunu ile tanıdım. Oyunda
bulduğum derinlik beni çok etkiledi. Benim bulduğumu tiyatro camiası bulamadı
ki oyunun üstünde çok durulmadı. Bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum
hâlâ. 19.İstanbul Tiyatro Festivali
programında ‘Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’i
görünce heyecanlandım. Oyun Tiyatro Stüdyosu tarafından Ahmet Levendoğlu
çevirisi ve rejisi ile sunulacaktı. Hemen not aldım ama festival programındaki
günlerde İstanbul dışına çıktığım için seyredemedim. Haziran ayında sayılı
sayıda oynanacağını öğrenince yeni sezona kadar bekleyemedim.
Metni, oyunu seyretmeden önce hızlı bir okumayla okudum.
Ayrıntılı okumayı seyir sonrasına bıraktım. Ahmet Levendoğlu rejisinin bana
göstereceklerine emin olarak gittim. Metin daha bir güzelleşti zihnimde,
kendimce sırlarını çözdüm. Bu arada ‘keşke’ ile başlayan cümleler kurdum. Bu
yazı zihnimde açan çiçekler ve ‘keşke’lerim üzerine.
‘Her Yıl Kuşlar Geri
Gelir’in anlatmaktan daha çok hissettirmek üzerine kurulu olduğunu düşündüm.
Olaylar ve konuşmalar, oyun sonunda zihninizde takılı kalmış bir düşünce,
kalbinizde isimlendiremediğiniz bir his yaratmak için aracı. Gerçek, düş, hayâl
içinde gidip gelen bir ‘şey’ yaşıyorsunuz. Nasıl bir dünya bu? Dönüşen(?)
kentler, yıkımlar ile/ve yitirdiklerimiz.. Görmediğimiz için yitirdik
sandıklarımız. Muhafaza etmek için uğraşırken kaybettiklerimiz… Kendimizi iyi hissettirecek diye yaptığımız sabah
sporları, hep ‘yarın sabah başladığımız’ dietler.. İçinde yeniden doğacağımıza inandırıldığımız birbirine
benzeyen evler.. Farketmediğimiz kapılar.. Fabrikasyon mobilyalarla kurduğumuz
yalancı cennetler.. Gitgide artan korkularımız, kuşkularımız.. Tekrarlamaktan
yorulmadığımız ‘mantra’lar.. Düşlerimizi şekillendiren reklâmlar.. Beynimizi
kuşatan klişe sloganlar.. ‘Reality show’lar.. Mucize ilaçlar, formüller.. Kurbağanın haşlanması? Akıp giden nehrin(Nehir?) içinde aradığımız tutunacak
dallar.. Elimizde kalanları yitirmenin farkındalığı ama bir şey yapamamanın telâşı..
Sanal
dünya,sanal gerçek, sanal aşk.. Yapay, yapmacık, taklit.. Hatta evlilik, komşuluk ve arkadaşlıklar da.. ‘İnsan yalnız
bir ormandır.’ Başka bir dünya kurulurken güvenilmezlikler içinde sürüklenen hayatların
çaresizliği... ‘Her şeyin yok olduğunu’
görmenin tedirginliği..
Oyunu orijinal adı ‘Parlour Song’. ‘Parlour music’,”Amatör şarkıcılar ve piyanistler
tarafından, orta sınıf evlerinin ‘parlour’unda(oturma odası) icra edilen
popüler müziğe”’ verilen bir isim. 19.yy’da tasarrufları ile evlerine müzik
aleti satın alan orta sınıfın, evlerinde yaptıkları amatör müzik. (http://en.m.wikipedia.org/wiki/Parlour_music
) Jez Butterworth orta sınıfa dokunuyor.
Orta sınıf, yâni kendi kaderini tayin
edemeyen sınıf. Bir örnek inşa edilmiş evlerinin bahçelerine kurdukları kuş
havuzlarına geri gelen kuşlarla hayatlarını anlamlandırmaya çalışan; ‘Ikea’dan aldıkları mobilyaları ailece monte
ederek (u)mutlanan ve yaşadıkları hayatın sanallığını ‘gerçek’ sanan insanlar.
Ya da bir zamanlar orman olan yerlere inşa edilen evlerde oturan ama çevre
duyarlığı çok(!) olan insanlar. Ben İstanbul’daki Göksu Evleri’ni hatırladım
birden. Orada oturan bir arkadaşım İstanbul’da ormanların katledildiğinden
yakınır hep. Oturduğu evden karşı tepelere bakıyormuş, bir zamanlar yemyeşil
olan tepelerde şimdi beton yığınları varmış. İşte o hissin oyunu ‘Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’. Başka nasıl anlatayım?
Ben son yıkımlardan sonra
Taksim’e ilk çıktığımda Gezi Parkı’nın altındaki dükkânların yıkılmış o
alanın bomboş olduğunu görünce tuhaf bir şeyler hissetmiştim. Beynimin radar
dalgaları şaşırmıştı sanırım. İşte o hissin oyunu ‘Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’. Başka nasıl anlatayım?
Çevrenin dengesini bozduğunuzda hayatların da dengesi
bozulur. Aradığınızı bulamazsınız, eksilirsiniz. O çevre ile yeni dengeleri
kurmak, gençseniz yıllar alır, yaşlı iseniz imkânsızdır. İşte o hissin oyunu ‘Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’. Başka nasıl
anlatayım?
‘Her Yıl Kuşlar Geri
Gelir’ bir tür ‘imsonia’nın(uykusuzluk) oyunu. Belki de uyur gezerliğin
size yaptığı bir oyun. Uyuduğunuzu bilmiyorsunuz belki de. Kalbinizle
kafanızın, vicdanınızla ahlâkınız arasında kalmanızın oyunu. İşte o hissin oyunu ‘Her Yıl Kuşlar Geri Gelir’. Başka nasıl anlatayım?
Ben rejinin ‘uyur gezerliği’ esas almasını bekledim.
Karanlık içinde aydınlanan insanlar, kendine mi yoksa karşısındakine mi
konuşuyor anlaşılmıyor; orada birlikteler mi yoksa herkes kendi dünyasında mı? Akan
bir nehir içinde zamanın durduğu anlar vardır. O nehrin akışına kapılmış balık
ne yapar? Bunlar, oyunu çok karmaşık hâle getirecekti
eminim. Bunun için Ahmet Levendoğlu tiyatral
oyunlardan kaçınarak hikâyeyi doğrudan anlatmış. Ben sahnede, tv’lerde gördüğüm
mal pazarlama programları tonu hissettim, hayatlar pazarlanıyordu (sanki). İçinde siz de varsınız! Tüketim toplumu vurgusuna dikkat çekilmiş
gibi geldi bana. Bugünün seyircileri olan tüketicilere bu tarzda bir anlatımı
çok da yanlış bulmuyorum. Bu açık anlatım düzeni. Levendoğlu, hem doğrudan(düz)
anlatarak hem de sahneyi çok ışıklı yaparak (Işık tasarım: F.Kemal Yiğitcan) bence
hikâyeyi ‘çok aydınlatmış’. Oysa metnin
içinde gölgeler gördüm, siyah beyaz arasında grinin onlarca tonunu gördüm.
Zengin bir kadın biliyorum, müze yaptığı evde eşyaların gölgeleri kaybolacak
diye duvarlara, tavanlara, döşemelere o
eşyaların gölgelerini çizdirmiş. Ben oyunda dekora sinmiş gölgeleri görmek
istedim. Seyirci olarak bana, kendi kendime tamamlayabileceğim bir şey kalmadığını
düşündüm. Bence metnin özelliği, gizemli
kalmasında ortaya çıkıyor. Bazen aklımızdan geçenleri yaşadım sanırız ya ben
öyle ‘okudum’ bu metni.
Oyunun dili, kitabî geldi bana. (Günlük konuşma dilini
tercih ederim.) Ama ilişkilerin yapaylaştığı bir dünyayı düşünerek kabul ettim.
O düşünceyle baktığımda zaman zaman Şerif Erol çok yumuşak kaldı. Ziya Kürküt
oyun boyunca aynı çizgiyi sürdürdü. Şebnem Sönmez’i ilk perdede çok sert buldum
ikinci perdede yumuşadı. Genel olarak oyunculukların Ahmet Levendoğlu’nun
rejisi ile uyumlu olduğunu düşünüyorum.
Videolar çok başarılı. Dekor(tasarım: Taciser Sevinç)
yeterli ama bazı sahnelerde ışık oyunu ile ‘kaybolması’nı tercih ederim. Sahnenin
iki yanındaki yeşillikler bence gereksiz. (Zira kimse bir yere gitmiyor(?) Bence
bakmak ve hayâl etmek üzerine kurulu oyun.) Arka fonun aydınlanması iyi bir
düşünce ama benim kafamdakine uymuyor. (Bu kadar söyleyebiliyorum) Ama
Levendoğlu rejisinde ‘öyle’ olması gerektiğine katılıyorum.
‘Her Yıl Kuşlar Geri
Gelir’i seyrettiğime memnun olarak eve döndüm. Ertesi sabah duvara bakan arka penceremin
önüne bir kuş havuzu koydum. Kuşları bekliyorum.
Melih Anık
Şiir gibi anlatmışsınız...
YanıtlaSilGitmek, görmek, hissetmek vacip oldu bana :)
Teşekkürler ...
Oyunu dün akşam seyrettim. Bir oyun ancak bu kadar güzel anlatılır. Bir oyun hakkında ancak bu kadar keyifle okunan bir yazı yazılır. Teşekkürler. M.Ali Doğançay
YanıtlaSil