19.İstanbul Tiyatro Festivali için Türkiye’ye gelen
Ostermeier, Bir Halk Düşmanı hakkında yazılan eleştirilere bakarsam
İstanbul’dan ‘fırtına’ gibi geçti; seyrettiğim oyuna bakarsam ‘hayâl kırıklığı’
oldu.
Ostermeier’ın yaptıklarını sık sık görmediğim için(daha önce
Hamlet’i ekrandan izlemiştim) düşüncelerim Bir
Halk Düşmanı ile sınırlı; ünlü yönetmenin mesleki izi içinde oyunun yeri
üzerine lâf etmem olanaksız. Ben
Ostremeier’i değil Bir Halk Düşmanı’nı
eleştirmeye çalışacağım. Bu arada klâsik
bir eseri yeniden yorumlama üzerine de bir şeyler söylediğim
anlaşılacaktır(umarım).
İbsen’in Bir Halk Düşmanı ile başlamak doğru olacaktır.
Ostermeier de onunla başlamış.
Dr. Tomas Stockmann, bir kaplıca kasabasında üç çocuğu ve
eşiyle birlikte yaşamakta, kasabadaki
kaplıcanın doktoru olarak
çalışmaktadır. Araştırmalarında kaplıcanın halk sağlığına zararlı kimyasallar
içerdiğini keşfetmiştir. Başlangıçta Dr.Stockmann’ın arkasında olan kasabanın
gazetesi ve kanaat önderinin desteği(ki oyunda bu başat çoğunluk olarak isimlendirilir) doktorun ağabeyi ve kasabanın
Belediye Başkanı olan Peter’in müdahale etmesi ile taraf değiştirir. Tehditleri
ile korkutarak(Peter’i Hitler’in ön örneği gibi algılayanlar var) halkı da
etkileyen Başkan, doktorun ‘bir halk
düşmanı’ olarak ilân edilmesine neden olur. Başlangıçta Dr.Stockmann'ı
destekleyen başat çoğunluk, onun
karşısına geçer. Zira herkes ‘kendinden
yanadır’. Dr.Stockmann’ın evi taşlanır, çocukları okuldan uzaklaştırılır,
kendisini destekleyen Kaptan işsiz kalır. Olaylar sürerken doktorun kayınpederi(ki
kaplıcanın kirlenmesinde en büyük pay onundur), doktor ve karısına miras bırakacağı
parayla kaplıcanın değeri düşen hisse senetlerini toplamıştır. Hisse
senetlerini doktora verir. Bunu haber alan kasabanın gazetesi ve kanaat önderi,
doktorun ucuz yolla hisse senetlerini toplamak için kaplıcanın kirlendiği haberini
yaydığını açıklayacaklarını söyleyerek doktoru tehdit eder ve doktoru kendi
çıkarları doğrultusunda bir anlaşmaya zorlarlar. Doktor bu tehditlere karşı dik
durur ve onun yanında mücadele etme kararlığında olan ailesi ile birlikte
kasabadaki çıkar çevreleri ve iktidar ile savaşmaya karar verir.
İbsen bu eseri 1882 yılında yazmış. Yazıldığı tarihten 132
yıl sonra eser, yaşadığımız dünyada geçerliliğini korumakta. Türkiye’de gündem yaratabilecek bu oyunu
Almanca seyretmek zorunda kaldık. Öncelikle bu hususun altını çizmek
istiyorum. Bunun Ostermeier için bir övgü olduğu umarım anlaşılmıştır. Ama
oyunu bizim için yapmadığına göre kendi ülkesinde de bizimkine benzer sorunlar
yaşanmakta olduğu açıktır. Bu açıdan ‘yok aslında birbirimizden farkımız’!
Ostermeier, İbsen metnini esas almış, metni kendi tiyatral
ve politik anlayışı doğrultusunda yeniden kurgulamış.(Ben buna ‘cover' yapmış diyorum) Ama ne dediği karmaşık ve karışık. İbsen’in 1882’de
söylediğini hatırlarsanız ‘yeni’ değil. Ben Ostermeier’ın ‘yeni’yi bulmasını isterdim. Yola çıkarken oyununun dünyadan ilgi
göreceğinden de emin olarak oyunun sunulduğu ülkeye bağlı olarak ekleme
yapılabilecek noktaları açık bırakmış ve oyuncuya doğaçlama olanağı vermiş. Bu
arada sahneyi kayıt ettiriyor. Bu bir anlamda ‘laboratuar sonuçlarını’ sonradan
analiz etmek için olmalı.
İbsen’in metninin pek çok yol ayrımları var. Seyirciyi oyuna
katan Ostermeier’ın, ‘nafile denemeler’ yapacağına İbsen’in metnindeki bu dönüm
noktalarını kullanabilmesini ve oyunu farklı yollardan sonuçlara ulaştırmasını dilerdim. Bu çok zor
bir şey ama Ostermeier’e de bu yakışırdı. Yapamamış olmasına üzüldüm.
Öncelikle Ostermeier’in metinde yaptığı değişikleri
belirtmek isterim.
Ostermeier, İbsen’in üç çocuklu ailesi yerine doktorun ‘çekirdek’
ailesini doktor, karısı ve yeni doğmuş bebekten oluşturmuş. İbsen’in metninde
yetişkin olan büyük kızın bazı repliklerini doktorun karısına söyletmiş; ev içinde
‘çocukları için saçını süpürge eden anne’
durumunda olan doktorun karısı doktorun ‘hayat
arkadaşı’ durumuna gelmiş ve bir bakışla ‘modernleşmiş’(?), çalışan kadın olmuş. Ancak İbsen’in metninde,
başta karşı çıkmasına rağmen yaşananlar karşısında ‘evinden dışarı çıkma’ ve
kocasının yanında mücadele etme kararı
alan ‘evin annesi’nin değişimi
ortadan kalkmış. Büyük kızın replikleri anneye verilince genç anne, İbsen'de bile olmadığı halde gazete
editörü ile öpüşmüş ama bu hareketin kocasının içine düştüğü duruma elinden
gelen katkıyı yapmaya çalışan genç kadının fedakârlığı yerine onu, kocasını
aldatan bir kadın durumuna düşürmüş. İbsen ‘aile birliği’ni vurgularken
Ostermeier için bu ayrıntı olarak kalmış. Kadının dünyadaki durumunun –Almanya bile
olsa- bizimkinden çok da farklı olmadığını sanıyorum. Bu nedenle Ostermeier’in,
kadını İbsen’den bile geriye atmasını ve o ‘tuhaf öpüşmeyi’ çözemedim.
Ostermeier, doktor, karısı ve gazete çalışanlarını birlikte
müzik yapan bir topluluk olarak göstermiş. Akıllı bir adam olarak gözüken
doktorun kasaba medyası ile içli dışlı olması da yadırgatıcı bir durum, hele oyunu
bugüne getiriyorsanız. Medya ile dost(!) olan doktorun çok
‘saf’ olduğunu anlıyorum ki onun kendi başına gizli yürüttüğü
araştırmaları yapması ve mücadele adamı olması
bana ikna edici gelmiyor. İbsen bile gazete yazı işleri müdürüne
söyletiyor ‘gazetecilerden adam
çıkmayacağını’. Ostermeier’ın oyununda herkes iç içe.
Ostermeier, oyunun sonunu ‘açık’ bırakmış. Doktor ve karısı
ellerindeki hisse senetlerine bakarken perde kapanıyor. İbsen’in doktoru ise -ailesi
yanında- ‘parti kabile reislerinin kökü
kazınmalı’ diyor ve mücadele
edeceğini haykırıyor. İbsen’i tercih ederim. Zira bence umut hâlâ ailede, hele
Avrupa’da yaşıyorsanız!
İbsen’in metninde halkı temsil eden oyuncular var.
Ostermeier en radikal değişikliği, onları kaldırarak yapmış. Oysa o halk(rolleri),
Başkan ve yandaşları tarafından ‘güdülerek’ doktoru ‘bir halk düşmanı’ olarak ilân ediyor. Ostermeier’in kurgusunda halk
ortadan kalkıyor, başkan ve işbirlikçileri (gazete editörü ve kanaat önderi) doktoru
‘boyuyorlar’ (boyalı balonları fırlatıyorlar.) Bu boyalar biraz önce beyaza boyadıkları duvarları da karartıyor. Ama o boyaları atanlar
işbirlikçi, kışkırtıcı grup. Önemli olan halkın katkısının (oynaklığının)
gösterilmesi. Ostermeier o sahnede
seyircileri oyuna ‘halk’ olarak katmayı planlamış. Oyundaki kanaat önderi,
doktorun konuşmasının arasına giriyor ve seyirciye yönlendirici sorular soruyor
ama seyirci ‘sazı eline alıp’ oyunla ilgisiz şeyler söylüyor. Bizim gibi hassas bir gündemle yaşayan
insanlardan oyunun akışı ile ilgisiz pek çok yorum geliyor. Herkes ‘daha çok kim alkış alır?’ konuşması
yapmaya çalışıyor. Şu kesin ki
Ostermeier ve ekibinin Türkiye hakkında bir kanaati var ama çok ‘uzaktan’, kulaktan dolma. Bir tiyatrocu hele ismi Ostermeier'se bunu yapmamalı. Bu
gündeme hâkim olamayan moderatör için tehlikeli de. Seyircilerden biri ‘oyunun içinde miyiz dışında mıyız?’
mealinde bir soru sordu ki bence en anlamlı katkı oydu. O sonuçsuz
‘forum’dan(?) sonra seyirci ‘boşalmış’ oldu. Bu modern çağın ‘katarsis’i mi?
Oyun o forumdan hiçbir katkı almadan bilinen akışında devam etti. Öyleyse neden
o forum yapıldı?
Ostermeier, metinde bugünün seyircisinin aşina olduğu ‘yenileştirmeler’ yapmış. Bunlar genellikle
idari prosedürlerle ilgili çağlar arasındaki değişiklikler üzerine kurulu. Doktorun
kızının çevireceği öyküyü bilimsel bir makale yapması da bu değişiklerden biri.
İtirazım yok. Doktorun halk karşısında yaptığı konuşmanın ilk bölümü tercümenin
de yetersizliğini dikkate alırsak bence fazla(gereksiz) derindi(?) Oyunda
doktorun aile dışındaki tek destekçisi olan Kaptan rolünün kaldırılışı doktora ‘daha iyi salon vermediler’ dedirtiyor.
Oysa ki o salonu konuşması için doktora, kaptan veriyor. Dekorun gelişigüzel
boyanmasının işbirlikçiler tarafından yapılması da onların doktora mekân
hazırlayarak konuşma şansı verdiklerini
gösteriyor ki bu da yanlış bir tercih. Zira doktorun karşısında olanlar doktoru
konuşturmamaya kararlı. İbsen'in Kaptan'ı evinin kapılarını doktora açıyor. Kaptan doktora
yardım ettiği için işinden oluyor. Bu iktidarın doktor üzerinde kurduğu baskıyı
ve çemberin daraldığını da gösteriyor.
Ostermeier gereksiz bulmuş.
Ostermeier farkında mı bilmiyorum Almanca oynanan oyunun
tercümesinde ‘çapulcu’ kelimesi kullanılıyor
ve tabii ki alkış alıyor. Bir başka yerde ise danışmanın “tekmesi ve raporuna” gönderme var. İkinci hususu Almanca anlayanlar
anlayabiliyor, ben de bir arkadaşımdan öğrendim. ‘Çapulcu’nun işgüzârı kim?
Türkçeye tercüme edilmeyen tekmecinin ‘raporu’ ile kime ne demek isteniyor?
Sadece Almanca anlayanlara yönelik bu hususu, tiyatral anlamda seyirciyi oyuna
katmayı düşünen yönetmenin hangi ‘ulvî-cin’
düşüncesi diye anlayayım? Tiyatroyu böyle kullanmanın amacı ne? Bence bunlar
Ostermeier’i ‘popülistleştiriyor’. Değer mi?
Oyuna katılan köpek, doktorun
elindeki kağıtları yere dağıtarak atması, duvara yazılan zaman, duvara çizilen radyo, duvardaki tebeşirle
çizilmiş radyo düğmesinden sesi kısılmayan (radyodan sesi gelen) müzisyenin
uyarılması, duvarların oyuncular tarafından beyaza boyanması, oyuna şarkılı
girişin sonradan ‘unutulması’, doktorun evin bir eşyası gibi taşınması, sahne
önüne indirilen delikli perde bence popülist
bakışın yansımaları. Ostermeier’e çok hayransanız birtakım ‘boncuklar’
bulursunuz belki ama bunlarda seyircinin hoşuna gitmekten (hayran bırakmak)
başka bir ‘değer’ yok. Seyirciye anlatmayı hedef edinmiş gibi görünen bir ünlü
yönetmenin siyah duvarlara çizdirdiği resimlerin ne anlama geldiği ise meçhul, ‘süsleme’
olarak duruyor.(En anlaşılır olan ‘çocuk odası oku’) Şarkıların kullanımındaki gelişigüzellik/süreksizlik
de Alman tiyatrosu’nun bu ‘âsi’ pozlu yönetmeni için umut kırıcı. Masanın, ilk sahnede, sahne önü ve arkası arasında ‘araf’ta
kalışı, bölme duvarın arkası ve önünün ne için yaratıldığı anlamsız.
Oyunda altı çizilmesi gereken çok önemli hususun gözden kaçması
ise bence en vahim bir unsur. Kendi yanında olduğu zaman ‘başat çoğunluğa’ sarılan doktorun karşısında olduğu zaman ‘başat çoğunluk’ karşısında olması
İbsen’den kaynaklanan bir husus. Ben oyunda ‘başat çoğunluk’ anlayıncaya kadar bireyin ortaya attığı haklı
düşüncelerin öneminin vurgulanmasını isterdim.(İbsen bunu çok güzel vurguluyor)
Zira bu oyundan çıkarılabilecek en önemli düşünce bu bence. Ostermeier için
önemsiz olsa da..
Çok disiplinli ve ne yaptığını bilen bir tiyatro olarak
saygı duyduğum Alman tiyatrosu için Bir Halk Düşmanı iyi bir örnek olmadı.
Melih Anık
"Bir Halk Düşmanı'nın (Thomas Ostermeier) Ardından"a bir derkenâr!...
YanıtlaSilDünya, görsel toplum çılgınlığını bir alışkanlık hâline getirdi!... Kendisi değil de, babası kazanmış kişinin, nasıl ki, har vurup harman savurması kanıksanmış bir durumsa, kendisi oturup oyun yazmak yerine, "puzzle / bilmece-bulmaca" başındaki şımarık çocuğun savruk ruhuyla hareket eden yönetmenler de, "Ibsen'siz Ibsen" yönetme cambazlığı gösteriyor!
Halkların üzerine Shakespeare'i boca etmiş estetik diktatör "Goethe'nin güncel sürümünün izdüşümü görünümündeki Thomas Ostermeier",
süte su katıp, yumurtasız omlet yapar gibi, "Ibsen'siz Ibsen" yapmayı da başarabilmiş. Melih Anık'ın bu yazısı, bize uyarı fişeği gibi geldi! Ancak, tiyatro dünyasını renklendirerek, zenginleştirmek yerine, resmî kaşeli mütalâa yazmayı yeğleyen işlevsiz eleştirmenler, her türlü düzeysizliği okurlara pazarlarken, "Ibsen'siz Ibsen" yapmayı ciddî bir yetenek sanan Ostermeier adlı meta estetiği üreticisini pazarlamaya da can atıyorlar!...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz