Oyunun yazarı İsveçli, Lars Norén. Oyunun tanıtımında ‘savaşın yarattığı yıkımın bir aile
üzerindeki etkilerinin izini sürdüğü’ belirtilmiş. Norén(doğum 1944), ‘Strindberg’den(ölüm 1912) sonra İsveç’in en
iyi oyun yazarı olarak niteleniyormuş.’
Strindberg’in ölümünün üzerinden 102 yıl geçti. Norén hakkında
söyleneni nasıl yorumlasam bilemedim.
Oyunun hikâyesi şu: Evin babası savaşa gitmiş. O savaştayken
karısı, kocasında bulamadığı ilgiyi ve aşkı, kayınbiraderinde bulmuş; büyük kız
kötü yola düşmüş, küçük kız da o yolda. Büyük kız uyuşturucu kullanıyor, küçük kız da ilk
denemeleri yapıyor. Yaşanılan ev savaş
nedeniyle(?) toz toprak içinde perişan. Aile için hayat, yeni çizgisinde ilerlerken
askerde öldüğüne inanılmış baba, kendisinden umudun kesildiği bir anda çıkıp eve
dönüyor. Savaşta gözlerini kaybetmiş. İyi kötü bir türlü dengesini bulmuş
hayatların sarsılması ile olaylar başlıyor ve karakterler bu beklemedikleri
yeni durum karşısında, kurtuluş hayâllerini yeniden kurmak zorunda kalıyorlar.
İçinde yaşadıkları ‘kaotik’ hayat tüm kuralların da yıkılmasına neden olmuş. Bu
nedenle onlar artık yeniden bir ‘aile’ olamayacaklarının farkında.
Babanın fiziksel körlüğü, onun edilgen olmasına ve kendisine
‘gösterilen’ hayatın içine sıkışmasına
neden oluyor. Gerçekleri gözleri açıkken bile ‘göremediğini’ anladığımız
babanın şimdiki durumu daha da zor. Babayı savaştan kör olarak geri getirmese
yazarın metni çökecek gibi duruyor. Zira babanın körlüğü olayların akışının
temel çıkış noktası. Bu bana basit bir kurgu gibi geldi. Evin annesinin kayınbiraderiyle
olan ilişkisine baktığımızda kadının ihtiyaç duyduğu ilgi ve aşkın ortaya
çıkmasını, annenin kendi mutluluğunu yakaladığı ailelerde ailenin çocuklarının
yoldan çıkmasını savaşa bağlamak ancak oyunun adı Savaş olursa ya da tiyatro
topluluğuna sempati duymak zorunda hisseden bir eleştirmenseniz mümkün. Anlıyoruz ki kadın savaştan
önce de kocası ile yaşadığı hayattan memnun değilmiş. Koca askere gidince kalbindeki
boşluğu kayınbiraderiyle doldurmuş. Çocukların da bozulmuş aile düzenindeki
yoldan çıkışları sadece savaş nedeniyle olmuyor. Kadın ve çocuklar savaş gazisi
babanın geri dönmesi ile savaşı falan unutuyor ve kurdukları yeni hayat
hayâllerinin bozulmasına içerliyorlar sanki. Bizim gibi Yeşilçam filmlerine
alışık toplumlar için Savaş bana çok da çarpıcı bir hikâye gibi gelmedi. Oyunun
ismi Savaş olmasa bu hikâyeyi savaşa bağlar mıydık emin değilim. Bu nedenle ‘savaş çok kötüdür’ hissini içimde
canlandıramadım. Belki de Avrupalı, dünyaya ‘uzaktan baktığı’ için farklı bir
hassasiyetle ‘görüyordur’. İsveçli bir yazar için hayâl edebileceği en yıkımcıl
savaş durumu bu olmalı.
Oyundaki savaşı hatırlatan efektler bir savaş izlenimi
edinmemizin istendiğini gösteriyor ama yukarda da belirttiğim gibi tüm bu
ayrıntılar metindeki hikâyeyi ‘savaş ’a bağlayarak oyunu evrenselleştirmek gibi
bir yapay durumu ortaya çıkarıyor. Denemek istiyorsanız oyunu savaş bağlantısı
dışında düşünün.(Örneğin baba, yurt dışındaki şantiyeden iş kazası geçirerek
evine dönmüş olsun.) Göreceksiniz ki çok fazla bir şey değişmeyecek. Mekânın da
bu tarz mezbelelik olması yönetmenin resmi daha vahim hâle getirmek için
zorlaması gibi duruyor. ‘Performans üretiminin’ gereği mi acaba? Bence
gereksiz.
Yönetmen Serdar Biliş ortada kurguladığı oyunda mekânın
döşemesini beyaz renkli kum(?) benzeri bir malzemeyle örtmüş. Bunun nasıl bir
gerekçeden doğduğunu anlamadım. Bazı sahne geçişlerinde evin küçük kızı
elindeki fırça ile kumu itekleyerek döşemede bir iz açıyor. Bunu çeşitli
şekillerde yorumlamak mümkün. Geçen zaman(üstten bakarsanız bir saatin akrep
yelkovanı olarak okumak mümkün), ya da küçük kızda simgeleştirilmiş geleceği
temizleme ihtiyacı. Ancak küçük kız da yoldan çıkmış. Bana kalırsa o beyaz
kumun kaldırılması bu oyuna çok şey kaybettirmez. Yerdeki kumun kişilerin
üstlerine yapışması ve evin her tarafına yayılmasıyla ortaya çıkan görsel bir
kirliliğe bu oyunun ihtiyacı yok. Bence fazla bir ayrıntı. Videodaki
görüntülerin de neyi anlattığı da meçhul. Gereksiz bir ‘süsleme’.
Ortada oynanan oyunlarda ister istemez bir bakış yönünün
dominant(belirgin) olması kaçınılmaz bir durum. Savaş’ta da bu belirgin açı var.
Dolayısıyla ortada oynamanın bir anlamı yok.
Oyunun tüm oyuncularının (Tilbe Saran, Sermet Yeşil, Damla
Sönmez, Ecem Uzun, Erkan Avcı) oyunculuk düzeyleri, oyunun düzeyinin kat ve kat
üstünde. Onlar için bu metin, çerez gibi. Onlar da kendi rollerini zorlanmadan
oynuyorlar. Ama metin öylesine sıradan ki oyuncuların güzel oyunculukları 'fazla' kalıyor. Benim üzerinde durmak istediğim oyuncu Ecem Uzun. Ecem
Uzun bu yıl ödül jürilerinin dikkatini çekti, ödüllendirildi. Fotoğraflarından
kendisinin çok mutlu olduğunu gördüm. Ben de tebrik ediyorum. Oyun içinde Uzun’un
canlandırdığı karakterin 12 yaşında olduğu belirtiliyor. Ecem Uzun, 12
yaşındaki karakteri 12 yaşındaki bir oyuncunun çok üstünde bir başarıyla
oynuyor. Bu nedenle de jürilerin ve de seyircilerin beğenisine mazhar oluyor. Eve
döndüğümde Ecem Uzun’un yaşam öyküsüne baktım, Uzun 22 yaşında. Çok dikkatli
bakarsanız Uzun’un canlandırdığı karakterin beden devinimleri, tonlamaları 12
yaşın üstünde ki bu da çok doğal. O zaman ödüller ne için verildi? 12 yaşındaki rolü 22 yaşın bedeniyle oynadığı
için mi? Ödüllerin, mesleğinin başındaki Ecem Uzun için yanıltıcı olmamasını
diliyorum.
‘Bir performans üretim
oluşumu olduğu söylenen’ Pürtelaş, ilk oyununun
karşılığını, eleştirmenlerin coşkulu(!) yazıları, jürilerden aldığı ödüller ile buldu sanırım. Bana öyle geldi ki Pürtelaş hangi oyunu oynasa aynı desteği görecekti. Ama bu oyununa bakarak Lars Norén’in, Strindberg
ile karşılaştırılmasını doğru bulmadığımı belirtmek isterim.
Savaş, bence bir savaşın acımasız dokunaklılığını yansıtan oyun olmaktan daha çok bir Yeşilçam filmi gibi.
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
Yöneten/Çeviren: Serdar Biliş
Oyuncular: Tilbe Saran, Sermet Yeşil, Erkan Avcı, Damla
Sönmez, Ecem Uzun
Yönetmen Yardımcıları: Pınar Bekaroğlu, Tamer Can Erkan
Tasarım: Gamze Kuş
Işık: Cem Yılmazer
Hareket: Candaş Baş
Ses Koçu: Susan Main
Ses tasarımı: Mustafa Özdemir
Video: Ali İhsan Elmas, Mehmet Sami
Asistanlar: Su Şanad, Pınar Akyüz
Koordinatör: Pınar Fidan
Sahne sorumlusu: Dilara Akın
Fotoğraf : Mehmet Çakıcı, Özgür Onan
Işık kumanda: Mert Kulbak
Ses kumanda: Deniz Keresteci
Video kumanda: Onur Gürçay
Casting: Banu Kuruoğlu Stage Beauty Casting
Işık asistan: Erkan Tosun
Afiş fotoğraf: Mehmet Çakıcı
Görsel tasarım: Emrah kavlak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder