26 Şubat 2013 Salı

İBBŞT Edebî Kurul Üyesi Dilek Tekintaş’a Sorular


İBB Şehir Tiyatroları’na yaptığım yazılı müracaatı takip eden bir saat içinde Dilek Tekintaş beni telefonla aradı. “Benim sizi tehdit ettiğimi söylemişsiniz, sormak için aradım” dedi. Sözlü olarak  kimseye bu anlamda bir şey söylemedim.  Tehdit edilseydim,  İBB Şehir Tiyatroları’na yazdığım mesajda “tehdit edildiğimden” MUTLAKA bahsederdim, etmedim.  Ben “tehdit”i, “hakaret”ten daha çok önemserim, bence daha büyük suçtur. “Hakaret”  kendinizi, “tehdit” karşınızdakini “yok etme”ye yöneliktir. Takdir ederseniz ki ikisine de aynı karşılık verilmez, ben de vermem, bu hususta ihmalkâr davranmam.

Dilek Tekintaş, yorum yazdığı gibi konuşuyor. Daldan dala atlıyor, hesapları karıştırıyor. Bulunduğu yerden de nedense telefonu “yankı yapmadan” çekmiyor; ses, hoparlör açıkmış gibi yansıyor. O nedenlerle  telefonda kendisi ile anlaşmak pek mümkün değil. Birbirimizi “anlamadığımızı” düşündüğüm  o konuşmadan o bir şeyler anlamış ki ardından iki yorum yazmış. Bu kez yorumların altında Dilek Tekintaş imzası var. Zaten isme tıkladığınızda “google+” hesabına ulaşıyorsunuz. Dilek Tekintaş’ın “twitter” hesabı yok ama “google+” da hesabı var.

Yorumuna benim telefonda ona sorduğum soruya  gönderme yaparak başlamış.  Sorum şu(ydu): “ ‘Dilek’ imzalı yorumu siz mi yazdınız?”  Dilek Tekintaş “Benimle ilgili kanaatleriniz oluşmuş ve üstüne de bir çok yazı yazmışsınız. Bu sebepten sorunuzu yanıtlamıyorum.”  Yâni  önce ne “evet” ne “hayır” diyor “Çünkü benimle böyle bir iletişim kurmak istemiyormuş”.  Ama yorumunun içinde bir “cevap” var. “Adım ve soyadımla yazıyorum size” “Yukarda yazan yorumu da bana atfetmişsiniz. Ne denir bilmiyorum. Galiba haksızlık.”
“Dilek” imzalı hakaret içeren yorumun bulunduğu yazı şu: http://melihanik.blogspot.com/2013/02/ibbstda-dramaturjik-duzeltme-turkiye.html
“Suçlama içeren yorumun bulunduğu yazı da bu”: http://melihanik.blogspot.com/2013/02/ibbst-bas-dramaturgu-dilek-tekintasn.html

Dilek Tekintaş, suçlama içeren yorumun altına yorum yazarak “yukarıdaki yorum” bana ait değil diyor. İlk yazıdaki hakaret içeren ve  altında “Dilek” imzası olan yorumun henüz sahibi yok. Şimdi elimizde iki “adsız” var.

Yukarda yazan yorumu da bana atfetmişsiniz. Ne denir bilmiyorum. Galiba haksızlık” ifadesi, bu nedenle anlamlı. “Hakareti içeren yorum bana ait de ikincisi(suçlayan) bana ait değil” diye de anlamak mümkün. “DA” dan o çıkıyor.  Ne dersiniz? Kısaca Dilek Tekintaş, “top çeviriyor”. Bazen çevrilen toplar da bir cevaptır. Ben ANLADIM. Bazı soruları çok üstelememek gerekir zira cevap çoktan verilmiştir. Kanıt bulana kadar beklemek gerekir. Yanlış anlamışsam Dilek Tekintaş düzeltir.  Cevap da vermeyecekti ama verdi. Ben bu tür durumlara temkinli yaklaşırım.  ‘Dilek’ imzalı yorumu yazan Dilek Tekintaş mı? Dilek Tekintaş, kendi ismi ve “google+” kimliği ile yorum  yazacağını da gösterdiğine göre “yazsaydım bunu yazdığım gibi kendi hesabımdan yazardım” demeye getiriyor.  Bu durumda bana hakaret eden bilmediğimiz(?) bir ‘Dilek’ var. Bu nedenlerle benim Dilek Tekintaş başlıklı yazılardan altında Dilek Tekintaş imzalı yorum olan için özür dilemem gerekiyor.  Bu arada Dilek Tekintaş “baş dramaturg” değilmiş ama “Edebi Kurul” üyesiymiş. O kendisini biliyormuş. Doğrusunu isterseniz kendisiyle yaptığımız ilk telefon konuşmasına kadar olduğunu bilmediğim , İBB Şehir Tiyatroları’nda “baş dramaturg”luk pozisyonunu bana  Dilek Tekintaş söylememiş demek ki! Telefonda baş dramaturgun ismini söyledi. İsmini hatırlarsam gerçek baş dramaturg kimse ondan  özür dilerim. İyi de Baş Dramaturg bu olayın neresinde? Ona soran yok mu?

Önce bazı düzeltmeleri yapayım: Dilek Tekintaş ya da her hangi bir kişiye karşı “mücadele içinde” değilim. Dilek Tekintaş hakkında “başka sitelerde” yazılan yazılarla ilgim yok, ben yazdırmıyorum.  “Yargılamak üzerinden” yazmıyorum ama “eleştirmek”  için yazanın bir yargısı olmalıdır. Yargısı olmayan insan nasıl karşı çıkar? Bu algı biçiminden kaynaklanan  toplumsal bir zafiyet. Düşüncelerimizi belirtmek, karşımızdakini yargılamak olarak anlaşılıyor. “Masa başı” çalışmalarını değil sahnedeki oyun hakkında düşüncelerimi paylaştım ama “masa başı” çalışmalarının eleştirisi olmaz“  ne demek, doğrusu anlamadım. Örneğin Dilek Tekintaş benim “masa başı” çalışmalarımı eleştirmiyor mu? Benim Yeşim Özsoy Gülan, Galata Perform, Ve Diğer Şeyler Topluluğu ile her hangi bir şekilde bağım, ilişkim yok. Atölye çalışmalarının telif haklarına yönelik sonuçlar tamamen kendi düşüncelerimden çıkan bir meseledir.

 Dilek Tekintaş, adı soyadı ve kimliği ile imzaladığı ikinci yorumunda  benim yaptığım akıl yürütmeye karşı çıkıyor  ve Türkiye Kayası ile ilgili yaşanan sürecin telif ile ilgili kısmına yönelik hususları anlatıyor.  Aşağıdaki sorularım içinde bu konuya değineceğim için ayrıntıya girmiyorum.

 Artık karşımda “İBB Şehir Tiyatroları Edebi Kurul Üyesi” ve  ”projenin(Türkiye Kayası) Şehir Tiyatroları sorumlusu” Dilek Tekintaş’ı “bulmuş”ken sorularımı muhatabına sorma fırsatımı değerlendirmek isterim. Gerçi bazı “argümanlar”, Türkiye Kayası üzerine yazmış olduğum yazının içinde var ama özetlemek daha iyi olacak gibi görünüyor.

1.      Dilek Tekintaş, “ANCAK YÖNETMEN İSTERSE METNE DAİR ÇALIŞMA YAPILIR. TÜRKİYE KAYASI İÇİN DE BU ÇALIŞMA YAPILMIŞTIR.” diyor.  Dilek Tekintaş çok ince bir nüans ile konuyu ifadeleştirmiş:  “Yönetmen isterse” diyor.  Oyunu okunan ve  repertuara alınan Fehime Seven, oyununun sahneleneceğini öğrenince birden yanlış yazdığını anlayıp metin üzerinde çalışma yapmamıştır, zaten yapılmasını isteyecek en son kişi de o olmalı.  Ama acaba “Repertuar  Kurulu tavsiyesi dikkate alındığı takdirde oyun oynanabilir” notu olduğu için mi Fehime Seven oyunu üzerinde çalışma yapılmasını kabul etmiş? 

2.       Dilek Tekintaş , “METNE DAİR ÇALIŞMA YAPILIR” demiş. “Yazar metne dair çalışma yapar” dememiş. Peki “yapılır” fiilinin sorumlusu kim? Kim başlatır bu çalışmayı? Genel Sanat Yönetmeni, yazar, yönetmen, dramaturg?

3.         “ANCAK YÖNETMEN İSTERSE” ifadesi Türkiye Kayası ile ilgili çalışmaların “Yönetmen”in isteği ile yapıldığını ima ediyor. Oyun dergisinde dramaturg Gökhan Aktemur ile birlikte çalışarak oyunun “düzeltildiğini” öğrendik. Dilek Tekintaş, şöyle bir düzenden bahsediyor: Oyun Repertuar Kurulu tarafından repertuara alındı; yönetmen seçildi/bulundu; yönetmen oyunun düzeltilmesini istedi. (“Şu şu düzeltmeler yapılırsa oyunu yönetirim” de demiş olabilir.) Seçilen dramaturg yönetmenin istekleri doğrultusunda değişiklik taleplerini yazara bildirdi; yazar “düzeltmeyi” kabul etti, oyununu talepler doğrultusunda düzeltti. Her yazar “emriniz olur oyunumu arzularınıza uydurayım” der mi? Demezse ne olur?  Ödenekli bir tiyatroda yönetmen bu kadar özgürse, istediği oyunu BU ÖLÇÜDE  “düzelttirebiliyorsa”  geçen seneden beri İBB Şehir Tiyatroları’nda kopan fırtınanın anlamı ne?  Yönetmen  Şükrü Türen’in , yazarın dramaturgla yaptığı çalışmalardan ve de  oyunun tüm versiyonlarını okuduktan sonra Fehime Seven’in yaptığı “son düzenleme”yi sahneye koymayı kabul etmesi  olasılığı  var mıdır?

4.       Bildiğime göre Repertuar Kurulu, Türkiye Kayası metninin genel durumu değerlendirildikten sonra sahnelenmesi durumunda nelere ihtiyaç olduğu belirledi ve bunların yazarına da bildirilmesine karar verdi. Yâni Repertuar Kurulu oyun daha yönetmene gitmeden taleplerini belirtti. Bir anlamda önceden “sınırlar” çizildi. Bu nedenle “ancak yönetmen isterse” sözü havada kalıyor.  Ya da daha önce de belirttiğim gibi iki dereceli düzeltmeden bahsediyoruz, önce Repertuar Kurulu “dokunuyor” sonra  yönetmen elinde kalan üzerinden “hükmünü” icra ediyor. Bu oyunla ilgili Repertuar Kurulu Değerlendirme Raporu’nu paylaşmanız mümkün mü?

5.       Yazımda da belirttiğim için oyundaki değişiklikleri(düzeltmeleri)  içeren hususları sadece hatırlatmakla geçeceğim: Birinci perde finali, 15 yaşındaki Güneş’in Sevginur’a anlattığı hikâye, Sevginur’un intiharından önce babanın tokadı, Sevginur’un kolyesi, Güneş’in gammazlığı, “3500 tl gümrük vergisi-yasa değişti”,  Saşo ile ilgili sahneler, Gümrük Memuru’na verilen rüşvet, “oynak” Gümrük Memuru,  oyunun finali. Türkiye Kayası ile ilgili sık sık belirtilen “tiyatronun-sahnenin gerektirdiği değişiklikler ve de   sorumlulukla dikkat edilmesi  gereken ihtiyaçlar” nelerdi? Örneğin yazarın tanımladığı 15-20 yaşlarındaki rollerin  iki kat yaşlardaki oyuncular tarafından oynanması;  oyunda yazar, Azizov’un ismini anmasına  rağmen ‘Zühtü’ şarkısı nasıl bir “ihtiyaç”tan doğdu? Bu hususlar, yazara nasıl bir saygı gösterildiğinin göstergeleri? “Shakespeare’e, Özakman’a, Dilmen’e ve oyunlarına hangi saygıyla bakıyorsam, sana ve senin oyununa da aynı saygıyla bakıyorum” demenin tercümesi bu mu?   İkincisi ilkinden daha iyi olmadığı halde ilkini “tiyatro jargonu”nun büyük lafları ile küçümserken aslında yeni bir yazara da haksızlık ettiğinizi düşünmüyor musunuz?

6.       Eşit olmayan durumlarda daha güçlü olan diğeri için de düşünmek zorundadır. Bu nedenle sorumluluğu daha ağır olur. Bunu herkesin bilmesinde yarar var. Bu bir tür ebeveyn duygusudur. Düzeltilmesi mutlaka gereken ile göz yumulmasında çok da büyük bir risk/fark olmayan iki seçenek  arasında yapılması gereken tercihten bahsediyorum, ANLIYOR MUSUNUZ?  Sizler görevinizi yaparken bu duyguya ne kadar önem ve değer veriyorsunuz?

7.       Oyun dergisinde oyunun geçmişine ilişkin bilgilerin açıklanmamasının nedeni nedir? Siz “görmezseniz” yok mu olacak?   İlk metnin Galata Perform(Ve Diğer Şeyler Topluluğu) bünyesinde çıkartıldığının belirtilmemesinin nedeni ne? Madem ki ikinci metin birincisinden “farklı”dır  birincisi için harcanan emeği görmezden gelmenin anlamı ne?

8.       Yapılan “düzeltme”lerden sonra İBB Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen metin ile ilk metni karşılaştırır ve mülkiyet hakları açısından ilişkisini açıklar mısınız? Yâni “metin düzeltme” ile mülkiyet hakları açısından değişen nedir?

9.       Bir atölye çalışması kapsamında yaratılan eserlerin mülkiyet hakları konusunda yapılması  gerekli düzenlemeler hakkında ne düşünüyorsunuz? İBB Şehir Tiyatroları’nın, kendi  “atölyeleri”nden çıkan çalışmaların mülkiyet hakları ile ilgili nasıl bir yöntem benimsediği hususunda bilgi verir misiniz?

Dilek Tekintaş yorumunun sonunda “keşke”lerle süslenen “kurum edebiyatı” yapmış. Ben “keşke”lerimi  içinde “keşke” olmadan yazdım. Dilek Tekintaş, bir zahmet okusun ve “topu taca atmadan” yukarıdaki sorularıma cevap versin. Ama dikkat etmeli artık, zira sadece Dramaturg Dilek Tekintaş değil, O, “İBB Şehir Tiyatroları  Edebi Kurul Üyesi” Dilek Tekintaş!

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder