Yıldıray Şahinler’in şahane rejisi, başarılı teknik yapı ve
de mükemmel oyunculuktan keyifle
seyrettiğim Doğum Günü Partisi, benim Harold Pinter’e olan sempatimi
arttırmıştı. Bir Pinter oyunu olan Kutlama’yı seyretme arzumun
“kabarmasına” o oyunun neden olduğunu
söyleyebilirim. Gri Sahne’yi tanıma isteğim böyle bir oyunla yan yana gelince
Kutlama’yı seyrettim.
Pinter’in metni durağan. Ayrıntıları “deşmezseniz”, metnin
içine girip kendinizi kaybetmezseniz ortaya “radyo tiyatrosu” çıkıyor. Ben bu
genç ekipten mekân kullanımı, dekor, kostüm, ışık, müzik, mizansen, oyunculuk
olarak daha “uçta” bir Pinter bekliyordum. Oysa onlar Pinter’i ve de piyesi anlatan ifadelerin, piyes olduğu gibi “oku”nursa,
ortaya çıkacağını sanmışlar sanki. Kutlama
metni, kendisine dikkatle davrandığınız zaman ses verecek bir büyük balon. Balon
dediysem seyir balonu demek istiyorum. İçine sıcak havayı zamanında ve
yeterince dolduracaksınız, boşaltacaksınız, iplerini zamanında çekip
bırakacaksınız; içini fazla
doldurmayacaksınız ki dengesi yerinde olsun, rüzgâra bırakmayacaksınız ki
sürüklenmesin, havada nazlı nazlı dans etsin ve yere indirirken öyle usta olacaksınız
ki sepet hızla toprağa çarpmasın. Yani her şey sizin kontrolünüzde olacak ki balon
turu, havalandığınız zaman çevrenin güzelliğini göstersin ve de balon kendi
güzelliğini de ortaya koysun. Bunu yapmazsanız balon, yerde yatan bir kumaş parçası oluyor. (Aslında
bu tüm oyunlar için geçerli değil mi!) Belki Necatigil’i hatırlamanın sırası
“bazı piyesler bekler bazı yaşları”. Belki de Pinter ile buluşabilmek için
belli bir yaşanmışlık gerek.
Kutlama, Pinter’in “Pinteresque” olarak tanımlanan üslubunun
bir örneği, Pinter “es”i, Pinter “hareket”i
ve Pinter “diyarı”ndan oluşuyor. Bu, Pinter’i
anlatmadan önce “sindirme”yi zorunlu kılıyor. Pinter,
50 yıllık yazarlık hayatında güç savaşları, insanlar arasındaki şiddet,
sonuçsuz kalan dialog çabaları, duygusal işkence , zalim bir dil ve hâfızanın doğasına “dokunan” piyesler
yazmış. Görünürde herkes birbirine nazik
ve saygılı iken alttan alta saldırgan bir tutum(yanardağ) patlar, ağızlardan (lav) dışarı fışkırır.
Kutlama’da bu çok açık görülür. Herkes gündelik hayatın kelimeleri ile dilin
gücünü kullanarak karşısındaki alt etmeye, yok etmeye çalışır.
Kutlama, pahalı bir
lokantada geçer. Bir masada evlilik yıldönümü kutlamaya gelmiş iki kız kardeşle
evlenmiş iki erkek kardeş vardır. Masadaki erkekler “strateji uzmanı”
olduklarını söyler. Piyeste anlaşılır ki hayatları “strateji”dir. Eşler ve
kardeşler “dehşet”(!) bir geçmişi paylaşır. Diğer masadaki çift de sanki
geçmişlerinin muhasebesi için oradadır. Geçmişten bahsederlerken birden akıl
oyunlarına döner iş. Giderek lokanta görevlilerinin de katılımıyla komik bir
resim ortaya çıkar. Geçmiş muhasebesini yapan çift arasındaki dialog da evlere
şenliktir. Suki, o ambiyans içinde “karaktersiz” dediği kocasından “orospu” cevabını alır. Karşılıklı olarak bu
hakaretleri hiçbir şey olmamış gibi yutarlar. Kurban ve katil ayrımı yok olur sanki. Bu
arada adamın karısının geçmişini hiç bilmediği ortaya çıkar. Ama adam da
karısını aldatmıştır. Oyunda herkes birbirini bir türlü aldatmıştır zaten. Birinci sınıf bir akşam yemeği, aslında tüm
kirlerin ortaya döküldüğü bir çöplük olur. Herkes yalnızdır, korku içindedir.
Lokanta onların saklandıkları bir sığınak olur. Geçmişin üzerine kurulu olan
oyun “bugün”de biter. Çiftler sanki
hiçbir şey olmamış gibi salonu terk eder gündelik yaşamlarına geri döner.
“Nostaljik” Garson dünya içinde kaybolmuştur sanki, umutsuzdur,
toplumun bu yeni çağın eşiğinde kaybolmuş değerlerini dile getirmeye çalışır. Bu aynı zamanda seyirciler için de bir
hatırlatmadır. İşte bu noktada belirtmek gerekir ki seyirci olayı iyi kavrayamazsa
oyun ile kendi toplumu arasında bir bağ kuramaz. Ama öte yandan Türkiye için üzerinde
tartışmasız hemfikir olunan değerler var
mıdır? Biz öyle bir dönemden geçiyoruz ki her yer toz duman, değerleri “eğelemekle” meşgulüz. Oyun sonunda anlarız ki
Garson, çıkmaz bir sokakta, çaresizlik ve umutsuzluk içinde yapayalnızdır. Seyirci
sadece üç aptal çifti değil kendi durumunun çaresizliğini de anlamalıdır.
Kutlama’da toplumsal sınıfın mı yoksa insanın mı öne
çıkarılması bir reji tercihi. Gri’nin
yorumu insan üzerine kurulu gibi geldi bana. Kutlama’nın karakterlerinin
davranışları sınıfsal kimliklerinden mi gelir yoksa insanî özellikler her sınıfta aynı mıdır?
Müşterilerle lokanta görevlileri arasındaki farkın önemi nedir? Bu husustaki
titizlik rejinin derinliğini arttırır. Pinter, Kutlama’da sanki daha yerel
olmak istemiştir.Ama şuna inanıyorum ki reji, oyunun sahnelendiği toplumun algısı dikkate
alınarak yapılmalıdır.
Gri Sahne, oyunu tanıtım yazısını şöyle yazmış.
“ 20. yüzyıl en önemli
yazarlarından, Pinteresque akımına adını veren Nobel Edebiyat Ödülü sahibi
Harold Pinter’ın 2000 yılında yazdığı son oyunu “Kutlama”, Türkiye’de ilk kez
GRİ tarafından sahneleniyor.
Herkesin birbirinin
canını yakarak kendi varlığını “kutladığı” bir akşam yemeği. ‘Ambiyansın insanı
çepeçevre sardığı’ bu restoran üstünlük
elde etmek için birbiriyle acımasızca çarpışan bireylerin savaşına sahne
oluyor. Her şeyin giderek sanallaştığı, gerçeklik algısının durmadan değiştiği
dünyada; anlamı kaybeden, acı çekmeyi hatta mutlu olmayı bile reddeden birey
ait olduğu sınıfın dinamikleriyle neye dönüşüyor? Yine de hâlâ gerçek olan bir
şey var mı? Geriye kutlanacak bir şey kaldı mı?“
Ben de ancak bu kadar güzel yazabilirdim. Ama yazmak başka
ANLATMAK başka. Tiyatro “anlatma” üzerine kurulu bir sanat. “Herkesin birbirinin canını yakması”nı
anlatmak için herkesin birbiriyle “küs” gibi oturması mı gerekiyor? “Kendi
varlığını kanıtlamak”, sırası gelenin konuşması sonra susması mı? “Üstünlük elde
etmek” için bağırmak mı gerekiyor? “Gerçeklik” algısının değiştiğini göstermeyi
Pinter’in sözlerine bırakmak yeterli mi?
“Ait olunan sınıf” ne?”Çepçevre saran ambiyans” nerede?
Salona girdiğinizde oyuncuların, iki masa etrafında yerlerini almış sizi beklediğini
görüyorsunuz. Hâlleri tuhaf, sanki rollerine yabancılaşmayı gösteriyorlar bize
ama asıl yabancılaşma, kendi yaşadıkları toplumla, yâni dışarıdaki hayatla.
Hepsi çok önemli şeyler söyleyecekmiş gibi duruyor. Sanki hayatlarının son
konuşmalarını yapmaya hazırlanmışlar. Sahne ışığı yanınca Garson’un bir vakarla
ağır ağır salona girişi merakı arttırıyor ama ilk replikler ile birlikte tüm o beklenti
yerle bir oluyor. Zira konu “Kim ne
ısmarladı?” Böylesine günlük sözlerle gelişen bir “sohbet”e(?) oyuncunun
doğallığı katması gerekiyor. Zira her bir oyuncunun “yüksek dağları ben yarattım” havasına
ihtiyaç yok, ortaya “yüksek dağları yaratanların” resminin çıkarılması
gerekiyor. Konuşmalar doğal değil, sanki Beckett karakterleri Pinter’in içine
sızmış. Bu karakterler ekibin diğer oyunu ‘Kısalar’da olmalıydı. Tüm roller
aynı tonlama ile konuşuyor. Işığın
kararıp aydınlamasıyla iki masa arasında gidip geliyoruz. Kararan taraf
sabitleniyor. Bence karartmaya gerek yok. Rolü olanın öne çıkarılması gerek.
Her şey aşağı yukarı belli bir düzen içinde geçerken bir masadaki Lambert diğer
masadaki Suki’ye el sallıyor. Lambert, fiziken, seyirciye doğru elini sallıyor
ama arkası dönük Suki selamı görüyor. Yani bu sahnede bir tiyatral trük
kullanılmış. Oyunun genel reji anlayışı buna uygun mu? Değil. Müşteri olan
kadınlar “ambiyansa” nispeten uyan abiye kostümleri içindeyken müşteri olan erkekler kot pantolon, ayakkabı
ve gömlek ile son derece spor. Garson papyon kravatlı, Sonya
pantolon askılı, Richard müşterileri utandırmamak için olacak onlar
gibi. Oysa lokantadaki ambiyans ve kostümler şaşaalı/zengin ama tiplerin
düzeylerinin “fakir”liği yansıtılmalı.
Tüm rollerin ismi var ama Garson’un adı yok. O zaman Garson, diğerlerinden
“çok” farklı olmalı. Garson iki kez
araya giriyor sonda da oyunu bitiriyor. Piyesi bölen bu Garson girişlerinin
bence gidişata tesiri olmalı, görülmeli. Piyesi geliştirmeli, “ambiyansı”
sarsmalı. Sonya’nın Rus aksanı gerekli mi? Richard, Sonya ve Garson aslında o
ambiyansın taklit modelleri. Hani kendi sınıflarına uymayan zengin yerlerde
çalışan tezgâhtarlar vardır ya çalıştıkları yeri “giyinir” ama giydikleri
“sakil” durur, onlar gibi olmalılar. Zaten gerçekten “parası olanlar” ile
lokanta çalışanlarının sahte pozlarının ayırımı iyi verilmeli. Parası olan,
kendini “ezen” o atmosferde farkını ancak “bahşiş” vererek “patron”un kim olduğunu
göstererek ortaya koyuyor.
Kutlama’yı Ümit Doğan yönetmiş. Yukarda yönetim hakkında ne
düşündüğüm anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Ama başta da belirttiğim gibi yönetmen
“yoğurdu böyle yemek” istemiş. Ben kendime
göre yorum yaptım. Ben olsam salonu lokanta haline dönüştürür,
makyajı abartır, oyunculukları coşkulandırır, kostümleri renklendirir, sahneleri ışık oyunları ile bölerdim, öne
çıkmasını istediğim repliklerin altını kalınca çizerdim, müzik kullanırdım. En
önemlisi piyesi Londra’dan İstanbul’a getirirdim.
Dekor uygulama(Haluk Yüz) hakkında da demek istediklerim
yukarda var. Kostümün sorumlusu belirtilmemiş. Her ikisi için de “ambiyans”
sözü anlamını bulmamış. Sahne Asistanı ve Işık Kontrol olarak görev yapan Şükran
Aktı’nın ismini atlamayayım ki sorumluluktaki payı unutulmuş olmasın.
Oyuncular ve rolleri de şöyle:
Can Özden(Lambert), Seda Yüz Doğan( Prue), Yasemin Yüksel (Julie),
Ömer Acar (Matt), İpek Seyalıoğlu (Suki), Ümit Doğan (Russell), Özgür Şahin(Richard),
Melis Özdemir (Sonya), Mehmet Zeki
Giritli (Garson)
Oyundan benim aklımda
Melis Özdemir ve Mehmet Zeki Giritli’nin oyunculuğu kaldı. Melis
Özdemir’in Rus aksanlı konuşmasını, Mehmet Zeki Giritli’nin fazla “içe dönük” oynamasını yadırgadım ama
iyi oyuncular olduklarını düşünüyorum. Diğer oyuncuların, ya yanlış rol ya da yorum kurbanı olmaları
yüzünden gerçek oyuncu kişiliklerini gösteremediklerini düşünmek onlara bir
şans daha verilmesi dileğimin ifade edilmiş şekli. Tüm ekipte sanki ilk defa sahneye çıkmışların
tedirginliğini gördüm. Ben olsam rol
dağılımını yeniden gözden geçirirdim.
Yazımı okuyan oyunu
beğenmediğimi düşünecektir. Başlıkta da belirttiğim gibi oyunu “gri” buldum
yani ne siyah ne beyaz. Bu da bir tercihtir ama ben bu metnin vurgulu ve “taraf”
olarak hatta biraz da abartılarak anlatılmasından yanayım. Oyunun sesini “cılız”
buldum. Metnin içindeki “gürültü”nün yansıtılmadığını düşünüyorum. Ama Türkiye’de ilk defa sahnelenen Kutlama’nın
görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Neden derseniz, her şeyden önce bir Pinter oyunu
görürsünüz, tiyatrocu iseniz bir rejinin artı ve eksilerini dışarıdan
görme fırsatınız olur. (Zira bazı yazar ve oyunlar sahnede anlaşılır ve esin
kaynağı olur.) Ayrıca şehrin içinde iyi bir mevkide düzgün bir salon ve
işlerini ciddiye alan genç tiyatrocuları tanıma ve selamlama olanağı
bulursunuz. Ben onların seçimlerine ve de bu kararlılıklarına bakarak geleceklerinden
umutluyum.
Melih Anık
Yıldıray Şahinleri’n rejisinden seyrettiğim Doğum Günü
Partisi yazım:
Kutlama - Türkçesi: Prof.Dr. İbrahim Yerebakan- Mitos Boyut
382
“Harold Pinter: Celebration” By Dilek Inan
Merak edenler için
oyuncuların öz geçmişi:
Ümit Doğan
Ümit Doğan yurtdışında ACTT (Avustralya), IUGTE (Rusya),
GITIS (Rusya), Actor's Centre (İngiltere), Mim Studio (Belçika), Actor's Space
(Almanya) gibi tiyatro ve organizasyonlarda oyuncu olarak çeşitli atölyelere ve
çalışmalara katıldı. Oleg Liptsin, Sergei Ostrenko, Jack Waltzer,
Yan Hurts gibi yönetmen ve oyuncu
eğitmenleriyle çalıştı. Türkiye'de Şahika
Tekand yönetimindeki Studio
Oyuncuları'ndan mezun oldu. Yurtiçi ve dışında bazı özel tiyatrolarda oyuncu
olarak görev aldı. Şu an GRİ Sahne adlı bağımsız tiyatroda yönetmenlik ve
oyunculuk yapmaktadır.
Seda Yüz Doğan
1985 yılında İstanbul'da doğdu. Tiyatroya 2000-2002 yılları
arasında Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde oyunculuk eğitimi alarak başladı. Daha
sonra Semaver Kumpanya'da oyunculuk çalışmalarına katıldı. Marmara Üniversitesi
Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdikten sonra 2009-2011 yılları arasında
Şahika Tekand Studio Oyuncuları'nda eğitim aldı. Şu anda GRİ Sahne'de oyuncu
olarak görev yapmaktadır
Can Özden
2001'de girdiği İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarını
2003'te bırakarak Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Hala
aynı okulda tarih masterı yapmaktadır. Ve Diğer Şeyler topluluğunun Yola
Çıktığım Gün Sakin Serin Bir Sabahtı oyununda yönetmen yardımcılığı yapan Can Özden
2012 'de GRİ Sahne' ye dahil olmuştur. Hala Studio Oyuncularına devam
etmektedir ve şu an Kutlama ve Kısalar oyunlarımızda oynamaktadır.
Yasemin Yüksel
2009 yılında DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikoloji
bölümünden mezun olmuştur. 2010-2011 yılları arasında MSM'de tiyatro eğitimi
alan Yasemin Yüksel şu an Şahika Tekand Yöneticiliğinde oyunculuk eğitimi
almaktadır. Bir çok kısa film ve dizi tecrübesi vardır. Bu sezon GRİ Sahne'nin
hem Kısalar hem de Kutlama oyunlarında oynamaktadır.
Ömer Acar
1979 İstanbul doğumlu Ömer Acar, İstanbul Üniversitesi
Fransız Dili ve Edebiyatı mezunudur. Ayla Algan'dan oyunculuk dersleri almıştır
ve halen Şahika Tekand yöneticiliğinde oyunculuk dersleri almaktadır. Çeşitli
kamera önü tecrübeleri vardır. GRİ Sahne'de Kutlama oyununda oynamaktadır.
İpek Seyalıoğlu
Aynı zamanda bir yazar ve şair olan İpek Seyalıoğlu Boğaziçi
Üniversitesi'nde İngilizce Eğitmenliği yapmaktadır. Pera Güzel Sanatlar
Oyunculuk ve Pantomim eğitimi almış ve 2007-2011 yılları arasında Studio
Oyuncularına devam etmiştir. Yurtdışında ve Türkiye'de bir çok oyunculuk
atölyesine katılmıştır. Çeşitli kısa filmlerde ve yabancı performanslarda rol
almıştır. Bu sezon GRİ Sahne'de Kutlama oyununda oynamaktadır.
Mehmet Zeki Giritli
2009-2010 arasında devam ettiği Akademi Kenter'den yüksek
derece ile mezun olmuştur. Oyunculuk eğitimine Şahika Tekand'ın Studio'sunda
devam etmektedir. Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları mezunu
olan Mehmet, şu an Bilgi Üniversitesi'nde İngilizce dersi vermektedir. Mimesis'te
tiyatro eleştirileri yazmaktadır. Çeşitli tiyatro oyunlarında ve reklamlarda
oynamıştır. Bu sezon GRİ Sahne'nin her iki oyununda da oynamaktadır.
Özgür Şahin
1982 Ankara doğumludur.İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi
bölümü mezunudur. İstanbul'a gelerek Şahika Tekand yürütücülüğündeki oyunculuk
atölyesinde eğitim almıştır. GRİ Sahne'de hem Kısalar hem de Kutlama
oyunlarında oynamaktadır.
Melis Özdemir
1987 yılında İzmir'de doğmuştur. Galatasaray Üniversitesi
İşletme bölümünden 2012'de mezun olmuştur. Üniversitedeyken eş zamanlı olarak
Studio oyuncularında eğitim almıştır.
Yurtdışında ve Türkiye'de çeşitli oyunculuk atölyelerine katılmıştır.
2012 yazında Yarım Kalan Mucize isminde bir sinema filminde oynamıştır. Bu
sezon GRİ Sahne' de Kutlama ve Kısalar oyunlarında oynamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder