“İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli!” (Vasıf Öngören)
Aslı Öngören rejisi ile
sahnelenen Zengin Mutfağı, öncelikle yazarı ile gündeme gelmelidir. Her ne
kadar Sevda Şener “Hoca”, 2003 basım tarihli “Gelişim Sürecinde Türk Tiyatrosu” isimli kitabında Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu ile başlattığı ve Nâzım Hikmet, Reşat Nuri Güntekin, Cevat Fehmi
Başkut, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Kudret Aksal, Melih Cevdet Anday, Aziz
Nesin, Güner Sümer, Orhan Kemal, Oğuz Atay, Dinçer Sümer, Sedat Veyis Örnek,
Murathan Mungan, Memet Baydur’dan geçirdiği “gelişim sürecinde” Vasıf Öngören’e(1938-1984)
bir bölüm ayırmamış olsa da ben Öngören’in kısa hayatında en az yukarda ismi
anılanlar kadar Türk Tiyatrosu’nun gelişimine katkı sağladığını hatta onların
pek çoğundan daha yeni bir ufuk açtığını söylemek zorundayım. (Bu arada
Haldun Taner , Sermet Çağan, Asaf Çiğiltepe, Bilgesu Erenus vb güme gitmiş!)
Vasıf Öngören, 1958’de Fizik
Bölümü’nde okumak için geldiği İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu’nda
oyunculuk ve reji çalışmaları yaptı. 1959’da Türk Milli Talebe Federasyonu
Gençlik Tiyatrosu’na girdi ve 1962’ye kadar burada çalıştı. 1962’de Almanya’ya
gitti. Berliner Ensemble topluluğunun provalarına izleyici olarak katıldı.
1965’de ilk oyunu Göç’ü yazdı. 1966-68 tarihleri arasında askerliğini yaparken
Asiye Nasıl Kurtulur’u yazdı. 1969’da Türk Tiyatrosu’nun unutulmaz
topluluklarından biri olan Ankara Birliği Sahnesi’ni kurdu. Göç oyunun yeni
biçimi olan Almanya Defteri’ni yazdı. 1972-74 de “Tiyatroda gizli örgüt”
kurduğu iddiasıyla tutuklandı, askeri mahkemece altı yıl sekiz aya mahkûm edildi.
Genel afla iki yıl sonra salıverildi. Hapishanede ”Oyun Nasıl Oynanmalı”yı yazdı.
1976’da İstanbul Birlik Sahnesi’ni kurdu. Faşizmin Korku ve Sefaleti ile Sezuan’ın
İyi İnsanı isimli oyunları yönetti. Zengin Mutfağı’nı sahneledi. Kızı Aslı Öngören’e adadığı Masalın Aslı’nı
yazdı. Aynı yıl, Nâzım Hikmet’ten Memleketimden İnsan Manzaraları’nı
oyunlaştırdı. 1980’de Batı Berlin ve Amsterdam’da çalışmalarını sürdürdü.
Hollanda’da Vasıf Öngören Tiyatrosu kuruldu. Oyunları yurt içi ve dışında pek
çok ödül kazandı. 14 Mayıs 1984’de 46 yaşında öldü.(Mitos-Boyut, kitaptan özet)
Vasıf Öngören tiyatro yaparken
ülkenin geçtiği süreci, okuyanların insaf ve takdirine bırakıyorum. Vasıf Öngören,
isimleri Türk Tiyatrosu tarihine kaydolmuş tiyatrocular ile birlikte tiyatro
yüzünden başı derde girmiş tiyatroculardan biridir. Ufkuma, ülke sevgimin
oluşmasına, yurttaşıma merhamet duymama ve vicdanımın şekillenmesine katkısı
olan Vasıf Öngören’i sevgi ve saygıyla
anıyorum. Onun sayesinde olur olmaz protestoları anlamaya ve onlara Öngören’in kendisine karşı olana bile nasıl
insanca ve büyük bir yürek ile baktığını, yurdunu nasıl sevdiğini anlatmaya
çalışıyor, belki hatalarından dönerler diye bir umudu içimde yeşertmek
istiyorum. Bu nedenle Zengin Mutfağı’nı hepimizi içine hapseden toz duman
içinde birbirimizi anlamamıza engel olan kaosu aydınlatan bir oyun olarak
görüyorum. Dünün rolleri farklı isimlerle geleceği şekillendiriyor. Biliyorum
ki yazıldığı dönemde yaratılan rollerin yerini şimdi başkaları aldı. Ve o yeni
roller hayatımızı tehdit ediyor. Uyanma zamanıdır.
Piyes, Türkiye’de önemli bir işçi
hareketi olarak hatırlanan “15-16
Haziran 1970 Olayları”(açıklama notlarda verildi) üzerine kurulu. Oyun, olayların
çaktığı ışığın bir zenginin mutfağı ve çalışanlarını “aydınlatması”. Olaylar,
takip eden yıllarda görülen siyasi atmosferin habercisi olmasıyla da önemli.
Sağ-sol çatışmaları diye evrilen ama
yükseklerden ve uzaklardan bakıldığında açıklanması kolay olmayan, ülkeyi
meşgul ve tehdit eden, aileyi
parçalayan, arkadaşları karşı karşıya getiren, taraf olmaya zorlayan bir dönem bu.
“Sınıf olma, sınıfına sahip çıkma” o günlerin temel meselelerinden biri. Vasıf
Öngören olayların analizini tiyatro
diliyle çok ustaca yapmış. Bugün aradan geçen 40 yıl sonra Zengin Mutfağı’nın
değeri daha da anlaşılıyor. Gösterilen hassasiyetlere bakılınca “eskimemiş”.
Ama ZENGİN MUTFAĞI, hepimiz için bir hoşgörü sınavı; Türk Tiyatrosu'nda öngörü
ve bilgiyle donanmış, çağdaş biçimi ve zengin içeriği ile bir öncü.
Oyunun beş kişisi Aşçı Lütfü Usta,
Kız, Ahmet, Şoför Seyfi, Kız’ın nişanlısı Selim. İçlerinde ait olduğu sınıfı “bilen”
bir tek Ahmet var. Oyunun anlatıcısı,
Lütfü Usta, olaylara ve kişilere iç
güdüleri ile yaklaşıyor, duyguları ile tartıyor; kendisinin nereye ait olduğu, üzerinde düşünülmesi gerekli bir şey değil
onun için. Tipik bir Anadolu insanı. “Ekmeğini
veren Kerim Bey’in aşçısı” olduğu için hem patronundan hem kendinden
emin. “Dinsiz imansız, anarşist, komunist
hergelelerin” işten çıkarılması karşısında üzülen biri. Bozukluk mu var? “Basacaksın sopayı!” Kendisi de işçi ama
soruyor: “Ne istiyor bu işçiler?” “Onun patronu işçilerden korkmaz” “Ama ya basarlarsa evi? Onlar gibi görünmeli!”
Selim’e sahip çıkan(!) Kerim Bey, “soylu adam, insan adam, baba adam, forslu
adam”. Tehlikenin ‘Kız’ına ulaşma ihtimali karşısında içinde yaşadığı dünyayı
“hissetmeye” başlıyor. “Selim de kendi de
patronun adamı. Oysa onlar aynı mı?” Lânetlediği
faşizm, onun için “kötü bir şey”. Lütfü Usta “Ben böyle faşizmin anasını avradını, icat edenini soyunu sopunu….” derken bile bostanına dadanmış ve ürünlerini
yok eden bir “süne zararlısı”na küfrediyor sanki. Kız ve nişanlısı Selim’in
kendileri için düşledikleri bir gelecek var. Onlar kendilerinden yana . Selim’in
değişmesi, naif bir mutluluk, daha iyi bir hayat hayâli ile başlıyor. İhbar
ettiği Ali’nin öldürülmesi ile sarsılan Selim “bilsem yapar mıydım” pişmanlığı ve saklanma ihtiyacıyla örgüt
üyesi, ”tam bir vatansever”(?)
oluyor. Paranoyaları ile korkutucu hale geliyor. “Çarşafcı kadın da köpekleri zehirleyen de komünist.” Ama birden bire içine düştüğü açmazın
sürüklediği Selim onu “kullanan”ların elinde kuklaya dönüşüyor ama “bizsiz yapamazlar” ile de içinde yer
aldığı fotoğrafı algılayacak durumda olmadığını gösteriyor. “Ya bizdensin ya karşıdan. Bizden olmayan
cezalandırılmalı.” Kız (kadının orada da adı yok!) Selim’den Rusların
devleti yıkmak istediğini öğrenince soruyor: “Onların devleti yok mu?” Herkesin değişme sürecinin ana repliği farklı.
Oyunun “esas suçlular”ı kendi düzeninin peşinde ve “sahnenin dışında”. Vasıf
Öngören’in Lütfü Usta’yı esas karakter yapması, esas soruyu ona sordurtmasının
nedeninin o, “arada kalmış” insanlara yön göstermek olduğunu düşünüyorum. Zira
cephesini seçenden geri dönüş beklemek bir hayâl, hele o günlerde. Ama zaman
içinde hayatta kalanlardan çıkan çok “dönek” gördük. “Kendince devrimci” Şoför
Seyfi, Ahmet’in “öğrencisi”.. Onun
verdiği kitapları okuyarak “aydınlanma” sürecinde. Selim ve Ahmet o günün
söylemi ile “anti tez”. Lütfü Usta “zengin
mutfağında” çalışıyor ama oyun bize “Zengin Kerim Bey’in ‘mutfağı’nı ” gösteriyor.
Zengin Mutfağı’nın çeşitli sahnelemelerini görenler,
aralarındaki farkların ne olduğunu iyi bilir. Ben hiçbir zaman metnin içinde
görmesem de sahnede hem mesajın hem de tiyatral türün çok “sert, sivri” yorumlarını,
uygulamalarını gördüm ve “duygu” aradım. Bugün Aslı Öngören’e “ Metnin
ve Epik sistemin özünü kısık ateşte sınamaya çalıştık. Bunu yapmak için de en
çok kendi ağır ezberlerimizle, iyi bildiğimizi sandığımız pek çok içerikle
yüzleşmemiz gerekti” dedirten
gerekçe de beni doğrular. Geçenlerde bir mağazanın vitrininde gördüm: “Akıl duyguyla yönetilir”. Zengin
Mutfağı bu sözü doğrulayan bir rejiyle sahnelenmiş. Aslı Öngören, “Epik yöntemin kılavuz çizgilerinde
ilerlerken, ona yaraşır biçimde açık düşünceli, sorgulayıcı, naif ve
diyalektikçi olmaya gayret ettik.” derken aslına bakarsanız Vasıf
Öngören’in yüreğinin öne çıkarılmış olduğunu anlatır. Zira “Eğlendirerek öğreten, duygulandırarak
değiştiren bir tiyatronun peşinde yolculuğumuz.” Aslı
Öngören’in rejisi ile Zengin Mutfağı işte bu özellikleri ile de öne çıkan bir
oyun.
Aslı Öngören, Aşçı Lütfü Usta’ya
nişan kurdelesini satır ile kestirerek, Pehlivan Lütfü Usta’nın “el ense”si ile
Selim’i yere yıkarak, ufak dokunuşlarla oyunu “derin”leştirmiş. Aslı
Öngören bu kez oyuna müzik katmış. Aslı Öngören’in şarkı sözleri
o ana kadar yaşananların özeti , seyircinin aklından geçenler sanki.
Sanki seyirci sahneye çıkmış gibi . Akışa “es verirken” seyircinin düşünmesini sağlıyor. Oyuncunun rolüne “yabancılaşma”sını, durumun
seyirciye yaklaşmasını sağlıyor. Böylelikle
oyunun anlatıcısı durumunda olan Lütfü Usta, yalnız kalmıyor. Müzik
işlevsel olarak çok iyi kullanılmış, oyuna katkı sağlamış. Belki de icra edilen
müziği çok sevdiğimden ilk perdede daha çok olan müziğin ikinci perdede de aynı çoklukta olmasını
istedim. Müzik Çiğdem Erken’e ait. Erken,
oyunun ruhunu yakalamış, seyirciye hem dönemi hem de duyguyu aktarmada çok
mahir. Piano-keman ikilisi eşliğinde söylenen besteler, içinde gizli bir “humor”u
da saklıyor ki bu rejinin diğer ögeleri, özellikle oyunculukla uyum içinde. Ben
onun (keşke olsa) kabare oyunlarında da çok başarılı olacağını düşünüyorum. Zaman
zaman radyodan duyulan sesler o dönemi yüreğimize çakıyor. Teknik bir sorun ama
müzik bahsinde hatırlatmak isterim bence
hoparlörün yeri yanlış. Sesin gelmesi gereken yer ile geldiği yer birbirine çok
uzak.
Murat Garipağaoğlu’nun rolünü
sevdiği çok belli, rolü giyinmiş sanki. Onun etrafında dönen hayat onun
oyunculuğunun sıcak, sempatik olması ile çok daha inandırıcı oluyor. Ali Mert Yavuzcan rolün değişimini bilinçle ve
incelikle vererek çok iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Selim rolü
Yavuzcan’ın seyrettiğim en iyi kompozisyonu. Irmak Örnek “adı olmayan”, silik
bir karakterin(kadının) gizli gücünü doğru bir “okuma” ile hissettiriyor. Oyun
sonunda Lütfü Usta’nın özetlediği hikâyede, Kız’ın o noktaya doğru gittiğini görmesek de Irmak Örnek bize onu, oyunun son sahnesine
geldiğimizde vermişti, varoştan gelme saf, samimi kızdan o değişim beklenirdi
zaten. Selçuk Yüksel sınıfını “bilen” ama bilinci konusunda çok da emin
olamadığımız işçi Ahmet’i pek güzel canlandırmış. Ozan Gözel, rolü öylesine
dikkatli oynuyor ki bana tanıdığım makam şoförlerini hatırlattı, öylesine
gerçek yâni. Tüm oyuncular çok güzel
şarkı söylüyor.
Sahne Tasarımı(Aysel Doğan) göze
batan ters merdiveni ile ilk bakışta yadırgamanıza neden oluyor ama oyun
ilerledikçe mekân kullanımının nasıl bir ustalıklı metin “okuma” olduğunu
anlıyorsunuz. Ters merdivenin "epik" bir öge olarak algılanması çok güzel. Işık Tasarımı (Kemal Yiğitcan) genel ve nokta aydınlatmaları ve de aydınlatma şiddetindeki
farklılıklar ile oyunun ruhunun oluşmasına katkı veriyor. Kostüm Tasarımı(Nihal
Kaplangı)’nın katkısı oyuncuların rolü hissedişlerindeki rahatlık ile yansıyor.
“Rol”ün içine girilmesinde içine girilen kostümün de önemli bir rolü var. Tankut Yıldız, Nurdan Gür ve Zeynep Ceren Gedikali
yönetmen yardımcıları olarak görev yapmış.
Aslı Öngören’in oyunda tutturduğu
çizgi ve söylem ön ve masa başı çalışmasının titizlikle yapıldığını gösteriyor.
Bu oyuncuların üslubu, dekor tasarımı, kostüm, aksesuar, müzikte aynı dilin kullanılmasından çok belli. Tam bir ekip oyunu. Ama benim en çok beğendiğim özellik, oyunun slogana kurban edilmemiş olması. Oyunun son şarkısı ile söylersem, “Bir
oyundu bu evet, kırk yıl önceden/ Eskimemiş ne tuhaf, yeni de değil”
Bugün, oyuna yönelik protestolar,
“oynanan OYUN”un değişmediğini gösteriyor. Bugün gösterilen tepki, düne sahip
çıkmak anlamına gelebilir. Oysa herkesin DÜN'ü aşağı yukarı birbirine benzer. O
“dün”den hepimiz şikâyetçiyiz. Kaybedilenlerle hepimiz bir şeyler kaybettik.
Bugün gene Selim’ler, Lütfü Usta’lar, Kerim
Bey’ler var. Dünün rolleri farklı isimlerle geleceği şekillendiriyor. Piyes,
tarihte silinemeyecek yerinde duruyor. Kitabı yırtmak, yakmak, piyesi sahneden
indirmek onu yok etmeyecek. ZENGİN
MUTFAĞI, hepimiz için bir hoşgörü sınavı. Öte yandan bugün dünya “biz ve onlar”
ile anlatılamayacak kadar karmaşık. Ama temelde yok edilmesi gereken “insanın
insana kulluğu”dur ki bunun “sağı
solu” yok! Uyanın hey uyanın!
Aslı Öngören rejisi ile ZENGİN MUTFAĞI, dünü
yargılayan değil yarını uyaran bir oyun olmuş. Mutlaka seyredilmeli.
Melih Anık
Notlar
Oyun dergileri oyunun "prömiyer"inde hazır olsun.
Merdiveni yerine iyi çakın ki ilk basamak oynamasın.
15-16 Haziran Olayları
“1970'te, çalışma yaşamını ve
temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı,
Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin işbirliğiyle önce Millet Meclisi
ardından Senato'dan geçirildi. Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme
özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi.
Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onaylamasıyla yürürlüğe
girdi.
Kanunlaşan tasarı esas olarak
Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı. DİSK ve bağlı
sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu
yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı ve iptal
davası açtı.
DİSK'li sendikacıların ve
yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul'un belli başlı
merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi. Son 1,5 yıldır
bazı büyük fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişleri sürmekte
olduğundan birçok fabrikada ve işçi semtinde gerginlik artmıştı. 15 Haziran
1970'te patlak veren olaylar da bir nevi dışavurum oldu. Kentin Anadolu
yakasında başlayan yürüyüş Kartal İlçesi'nden yürüyüşe katılan işçilerle Ankara
Asfaltı (E-5 karayolu) boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da
katılanlar oldu. Göztepe dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile DMO
işçileri de onlara katıldı ve yürüyüş saat 17:00'ye kadar sürdü.Bir başka
yürüyüş kolu da Beykoz ve Paşabahçe'den Üsküdar'a doğru oluştu.16 Haziran'da
ise Gebze'den başlayan işçi yürüyüşü, Kartal'dan katılan işçilerle birleşerek
Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı'na kadar ulaştı.
Avrupa Yakası'nda ise 15 Haziran
1970'te, Bakırköy - Topkapı - Sağmalcılar güzergahında yürüyüş yapıldı.1 6
Haziran'da da, kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip,
Aksaray üzerinden önce Sultanahmet'e, oradan Cağaloğlu ve vilayetten (valilik)
geçip Eminönü'ne geldiler.Valilik Haliç üzerine yer alan o zamanki iki köprüyü
de açtırarak, eylemcilerin Beyoğlu tarafına geçmesini engelledi.Levent ve
Beyoğlu'nda da küçük yürüyüş kolları oluşmuştu.
Gösterilere pek çok fabrikadan
75,000 dolaylarında işçi katıldı.Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi
işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda Türk-İş işçisi de toplu halde
katıldı.Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim
ilan etti.DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim
mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar.Kadıköy'de meydana gelen
olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi.16 Haziran'da Ankara,
Adana, Bursa ve İzmir'de de küçük çaplı olaylar yaşandı.
Olayların ardından CHP Genel
Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına,
TİP'den ayrı olarak Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.Anayasa Mahkemesi, yasa
değişikliği konusunda açılmış olan davaları daha sonra karar bağlayarak, söz
konusu yasa değişikliklerini iptal etti.” ( http://tr.wikipedia.org/wiki/15-16_Haziran_Olaylar%C4%B1)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder