29 Aralık 2012 Cumartesi

Tiyatro Boyalı Kuş’tan Jale Karabekir Rejisiyle Matmazel Julie(Strindberg)


Bu yazıya Ertuğrul Muhsin ile başlamak bir vefa borcu ödemektir. Zira Strindberg’i Türkiye’ye tanıtan Ertuğrul Muhsin’dir. Tercümesini yaptığı 1937 tarihli Baba isimli piyesin önsözünde, 1916 yılında Almanya’ya gittiği zaman Alman sahnelerine hâkim tek yazar olarak Strindberg’i tanıdığını yazmış. Diyor ki “Bir takım muharrirler vardır ki eserlerini sahnede görürsünüz, hoşlanırsınız, geçer gider. Strindberg o muharrirlerdendir ki yalnız bir eserini okutmakla da insanı bırakmaz, ondan kurtulamazsınız.”  Ertuğrul Muhsin, “İsveç’te Strindberg’in natüralizmin babası sayıldığını” belirtir. Baba, “1936-1937 tiyatro mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda temsil edilmiştir.” (“Tiyatro mevsimi”nin güzelliğine bakar mısınız! )

Strindberg(1849-1912), İsveç edebiyatının doruklarından biri. “Nev-i şahsına münhasır”, bence ona çok yakışan bir ifade. Aynı zamanda da hayranlık uyandıran bir kişilik.  Shakespeare onu tanısa “Bu delilik ama zaptı raptı olan bir delilik” derdi. Strindberg’in yaptıkları  için çok şey söylenmiş ama 1926 Nobel Ödüllü İsveçli kimyacı  Theodor Svedberg’in onun bilimsel denemeleri için söylediği, en neşeli olanı: "Little masterpieces of plausible idiocy" (“alkışlanabilir aptallıkların küçük şahaserleri”) Elbette bu tanıma neden olan Strindberg’in takıntıları, özellikle de bilim alanında. Yenilikçi, öncü karakteri ile zamanında da büyülemiş, şimdi de.  Sosyo-politik alandaki polemiklerin, psikolojik iç gözlemlerin adamı o. Döneminin geçerli ruhunun ve de entelektüel ikliminin önde gelen temsilcilerinden biri.  Ahlâk, sosyal sınıflar, gücün yapısı, aile içi politikalar konusundaki görüşleri bugün için bile hâlâ anlamlı. Özgür düşünce ve ifadeye olan düşkünlüğü bugünün dünyasında örnek gösterilecek kadar ileri. O bir romancı, hikâyeci, şair, gazeteci, oyun yazarı, ressam, fotoğrafçı ve hatta bir Sinolog(Çin bilimci). Fırtınalı geçen özel hayatını işinden ayırmak da mümkün değil. Fakir bir ailede doğmamasına rağmen çocukluğunun fakirlik ve ihmaller içinde geçtiğini anlatır. Annesinin erken ölümünden sonra babası ile de arası açılmış ve 1876’da yaptıkları bir münakaşa sonrasında bir daha birbirlerini görmemişler. “The New Kingdom” isimli eserinden sonra sürgüne gitmek zorunda bırakılmış. Feminizme doğrudan saldırdığı “Getting Married” isimli toplu hikâyeler nedeniyle hakaret davaları açılmış ve yazarın hayatı dengesiz ve paranoid bir hâle gelmiş. Strindberg’in evlilik hayatındaki krizleri, kadın hareketinin en canlı olduğu yıllara denk gelmiş ve belki de bu yüzden kadınlara yönelik küçümseyici tavrının nedeni olmuş. Strindberg, 1891’den sonra Paris yıllarında görünmez düşmanlarla ve halüsinasyonlarla mücadele dönemine girmiş. Bu dönemde doğal bilimler ve simya ile ilgilenmeye başlamış. 1907’den sonra sosyal eleştiriler yazmaya başlamış ve “Strindberg Feud” diye anılan bir kültürel tartışmanın içine girmiş. Ancak ölümünden sonra, hayatını kurumlarla mücadele etmekle geçirmiş bu yazarın değeri anlaşılmış ve hakkında parlak sözler edilmeye başlanmış.

Strindberg, alışkanlıklarını aristokratlaştırmış bir baba ile alalâde bir halk kadını olarak kalmış bir anneye sahipmiş. Anne, hizmetçilere teklifsiz davranıyor baba ise çizmesini boyayan uşağını bile eldiven giymeye mecbur ediyormuş. O kadar ki uşağının elini, çizmesine dokundurmayacak kadar pis bulan bir adammış.  Matmazel Julie ve Jean’ın şahıslarında nerdeyse anne ve babasının hayâllerini görürüz. Strindberg eğitim ve görgüsü açısından yakınlık duyduğu yüksek sınıfla anasının kanı dolayısıyla aktığı aşağı tabaka arasında kaldığı kararsızlık içinde “sallanıyormuş”.  Strindberg kendi yazdığı kitaba “Hizmetçinin Oğlu” ismini vermekle aşağı tabakadan olan annesini ruhunda daha kuvvetli hissettiğini göstermiştir. Zamanının ihtilâlci karakterlerinden biri imiş.

Baba isimli oyununu Emile Zola’ya tavsiye eden Nietzsche imiş. Oyun hakkında Emile Zola “Sizin şahıslarınız yalnız fikir ve ruh taşıyorlar. Benim beklediğim, istediğim hayat kendilerinde yok” demiş.

Strindberg’in eserlerini şu başlıklar altında toplamak mümkün: Romanlar, özgeçmişler, hikâyeler, şiirler, tarihi eserler, ilmi eserler, derlemeler, dramlar.  Oyunları da üç kategoride toplanabilir: Tarihi oyunlar,  natüralist oyunlar, peri masalı oyunları.

 Strindberg , Mesmerizm’in yakın takipçisi olmuş. Dr.Mesmer hipnozun iyileştirici gücü üzerine çeşitli denemeler yapmış, iddialar ortaya atmış. Strindberg de hipnoz ile yakından ilgili imiş. Hipnoz, Matmazel Julie’yi seyretmeden önce bilinmesi gereken ayrıntıdan daha ötede bir özellik.

Matmazel Julie, natüralist sınıfına giren oyunları arasında. Çeşitli kademelerdeki, farklı sosyal sınıflar, kadın erkek arasında güç mücadelelerini konu alır.  Özetlemek gerekirse, aristokrat Julie, hırslı uşak Jean’ın baştan çıkarması ve manipülasyonları ile intiharın eşiğine sürüklenir. İçerikte pek çok konu vardır: din, toplum, toplumsal sınıflar, burjuva ahlâkı, aristokrasi, kadınlık, erkeklik, şeref, namus gibi kavramlar tartışılır. Matmazel Julie’nin İbsen’in Nora’sına karşı yazıldığı belirtilmiştir.  Oyun bir yaz dönümü gecesi, Kont’un(yani iktidarın) evden gidişi ile dönüşü arasında geçer. Strindberg sadece içerikle değil biçim ile de ilgili ustalığını gösterir. Alt sınıfın yaptığı işe yabancılaşmasını alt sınıf karakterlerinin pandomim ve bale yapması ile verir. Bu şekilde oyun gerçeklikten uzaklaşır, fantastik bir havaya girer. Sahnede üç kişi görünmesine rağmen Kont oyunun dördüncü kişisidir.  Hikâye gerçek, hayâl arasında gidip gelir. Julie’nin çıkış yolunun ölüm olarak seçilmesi dönemi için bile gerçekçi bulunmamıştır. Bu eylemin Nora’ya cevap olarak seçildiği yorumlanır.

2006 yılında USA’da Matmazel Julie’yi metni olduğu gibi oynayan bir topluluktan seyretmiştim. Doğrusu beni çok da sarmamıştı. Zira içinde Newton, Freud, Mesmer, sınıf mücadelesi, kadın-erkek mücadelesi, feminizm vb olan metnin  “doluluğu” yeterince değerlendirilememişti.

Olaylar bir yaz dönümü gecesi Kont’un mutfağında 3 kişi arasında geçiyor. Uşak, aşçı ve Kont’un cinsiyeti dikkate alınmadan yetiştirilmiş kızı Julie. Yaz dönümü geceleri önemli, zira o gecelerde insanların yer altına inerek ergenliğe geçtiğine inanılırmış. Olaylar Kont’un evinin en alt kattaki mutfağında geçiyor. Julie’nin buraya inmesi yer altına inmesi ile paralel. Julie’deki değişimi de bir türlü “büyüme” diye anlamak olası. Bazı yorumlarda oyunda bahsedilen mekânların özel anlamları var. “İd, ego ve super ego”nun belirlendiği mekânlar “mutfak, bahçe ve üst kat”. Sahnenin açılışında Jean’ın sahne önüne getirip bıraktığı çizmeler(sahnenin fonunda ışıklı olarak var), bahçedeki Cupid heykeli(sahnede yok), oyunda bahsedilen çiçeklerin, şarabın, bombeli bardağın, böbreğin bir anlamı var. Oyun metaforlarla dolu. Oyunun ilk yarısında Julie hipnozdaki Jean’a, ikinci yarısında Jean hipnoza girmiş olan Julie’ye hükmediyor sanki. Oyun rüya, trans, hayâl, gerçek arasında gidip geliyor. Çözümü daha zor olan, karakterlerin iç ve dış konuşmalar, kafa sesleri. Örneğin Julie konuşurken  Jean’ın verdiği cevap, Julie’nin Jean’ın ne söylediğini düşündüğü ya da Jean’ın trans halinde mırıldandıkları olabilir. Karakterlerin bahsettikleri gerçek mi yoksa kendilerini gördükleri hayâl mi ?  Julie’nin “elimi öp, çizmemi öp” komutları trans halinde birine verilen emirler. Julie, Jean’a “ne yapacağımı söyle” derken trans altındaki biri dışarıdan komut beklemektedir sanki.

Bence yazıldığı gibi okunduğunda oyunun çok da ikna edici olmayan değişimleri kısa bir süre içine sığdırmış olduğu görülür. Strindberg, mesajı ile ilgilidir ve çok “dolu” olduğu için de pek çok konuya değinme çabası içindedir. Paylaşmanın yolunu tiyatroda bulmuştur.  “Oyun yazarını, yaşadığı dönemin düşüncesini tiyatro izleyicisinin temel direği olan orta sınıfın kafasını karıştırmadan ona işin özünü kavratacak biçimde onun anlayacağı dille anlatmaya çalışan bir sözcü olara görürüm” demesine rağmen döneminde de kolay anlaşılan bir yazar olmamıştır. Ama oyunun Jean ve Kristin arasında geçen sahneyi tüm (özellikle “yeni kuşak”) oyun yazarlarına tavsiye ederim. Bu sahne diyalog yazılmasını anlatan bir ders gibidir.   

Yağmur Sıkıntısı ve Matmazel Julie üzerine yapılan bir değerlendirmede “Oktay Rıfat’ın  ‘Yağmur Sıkıntısı’ ve ‘Matmazel Julie’ oyunları birlikte okunduğunda, toplumsal alanda yaşanan değer değişiminin, birey üzerindeki etkisi gibi ortak izlekler dışında, aksiyonun ve karakterlerin gelişiminde, zaman ve mekânın kullanılışında belirgin paralelliklerin izini sürmek mümkündür. Makalede, Oktay Rifat ve Auguste Strindberg’in aynı izlek üzerine kurdukları oyunlarını işleyiş biçimlerindeki parallellikler ve farklılıklar üzerinde durulmuştur. Özetleyecek olursak, farklı dönemlerde, farklı tiyatro anlayışlarının temsilcileri olan yazarlar tarafından kaleme alınmış olan söz konusu oyunlar, iki farklı toplum insanının yaşadığı değer değişimi ve sonuçlarını işler. Oktay Rıfat ve August Strindberg’in aynı izlek üzerine kurdukları oyunlarında işleyiş biçimlerindeki paralellikler ve farklılıklar ait oldukları tiyatro anlayışlarının ipuçlarını taşımaktadır.” denilmiştir. Bir de bu pencereden Matmazel Julie’ye bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum.  

Kendi yaşadığı dönemde ilgi görmesine rağmen eserlerinin halk için anlaşılmayacak kadar yüksek olduğu belirtilen Strindberg’in Matmazel Julie’si bu saptamayı doğrulayan bir örnek olarak verilebilir. Oldukça karmaşık olan oyun yapısında yönetmen Jale Karabekir,  ışıklar, müzik ve oyunculuk ile dikkatli, titiz, rafine bir metin okuması yapmış. Bazı durumları metinden farklı okumuş, bazı replikleri budamış, bazen karşılıklı konuşmaları paralel akış halinde vermiş. Sahnenin mekânsal kullanılışı, uyuma ve uyanış arasında gidip gelen “black-out”lar, sahne fonunda üzerinde mutfak unsurları olan siyah perdeler,  aksesuarların sahne önünde toplanışı bütünsel bir anlayışın tutarlı öğeleri. Siyah beyazdan oluşan dekor tasarımı(Aylin Ominç) oyunda kullanılan  gölge oyunları ile uyumlu. Gölge oyunları da rüya, hipnoz, uyku vb duygu ve durumları hatırlatıyor. Müziğin oyunun bir karakteri gibi kullanılması tam isabet. Müziğin anlatıma katkısı çok. Parça seçimleri çok iyi. Kostümler(Burcu Rahim) de oyunun her öğesi gibi rafine ve bütüne hizmet eder nitelikte. Koreografinin(Gökmen Kasabalı) gölge oyunu düşünülerek yapılması dansların hareketle sınırlı kalmasına neden oluyor. Sahnede Kristin’in dansı kısa, sokaktan geçenlerin dansları yok. Bence önemli olan bir ayrıntıdan vazgeçilmiş, sokak, seslerle verilmek istenmiş.(Muhtemelen kadro kısıtlılığı  yüzünden.)  Mutlaka bir hesaba dayandırılmış ve belki de uygulama nedeniyle yansımayan ışık tasarımını(Erdem Çınar) ise anladığımı söyleyemem. Kadroda “Oyuncu koçu”nu(Esra Çizmeci) gördüğüm ilk oyun bu. Doğrudan katkısını çözememekle birlikte fikir olarak doğru olduğunu sanıyorum. Görevi öğrendikçe düşüncelerimi açıklayacağım elbette. Öte yandan oyuncu koçunu belirten bir programda dramaturgluk işinden bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum. “Reji”nin dramaturgiyi de içerdiğini anlıyorum. Yönetmen ile dramaturgun aynı kişi olmamasını tercih ederim.  Reji asistanından(Hafize Balkan) nasıl yararlandırıldığı hususu  –her oyunda olduğu gibi-  bence muamma. (Sekreter midir  meselâ? Yönetmen olmak isteyenin geçtiği bir basamak mıdır?)

Oyunda övmek istediğim bir husus, piyesin çevirisi(Rüstem Ertuğ Altınay).  Oyunun İngilizcesi, Aziz Çalışlar’ın Türkçesi ve Altınay’ın çevirisi arasında gözüme çarpan, bazı repliklerden ve sahne dili açısından kulağıma yansıyanlardan çıkarsadığım kadarıyla Altınay’ın çevirisini tercih ederim.

Jale Karabekir’in bir başarısı da oyuncu seçiminde gizli. Bu aynı zamanda Karabekir’in şansı da. Zira Yeşim Koçak(M.Julie), Mehmet Aslan(Jean) ve Asiye Dinçsoy(Kristin) hem tek tek hem de ekip olarak çok iyi bir oyunculuk sunuyor. Çok belli ki yönetmenin çizdiği çizgilere uyarken oyuncular kendi nefeslerinin özelliklerini de ortaya koyuyorlar; oyuncu “kalitesinin” ne kadar önemli olduğunu da gösteriyorlar. Seyirci, oyun sonunda o rolleri o oyuncularla zihnine çakmış olarak çıkacak salondan. Oyunu seyretme nedenlerimden biri Yeşim Koçak’tı. Oyun sonunda, hem beğendiğim bir oyuncunun(Yeşim Koçak) çok özel oyunculuğuna hem de çok iyi oyuncular Mehmet Aslan ve (sinemada ödüllü) Asiye Dinçsoy’un oyuna katkılarına ; özellikle Jale Karabekir’in her repliğin ve her ânın hakkını veren,  tiyatronun yüz akı saydığım reji başarısına tanıklık etmenin keyfi ile içim dopdoluydu.  Matmazel Julie, entelektüel seviyesinin yüksekliği ile beni çok memnun etti.

Aynı “tiyatro mevsiminde” Emre Koyuncuoğlu rejisi ile İbsen’in Hedda Gabler’i ve Jale Karabekir’in rejisi ile Strindberg’in Matmazel Julie’si ile karşılaşmak büyük bir şans. Döneminin ve dünya tiyatrosunun tepe noktasındaki  aynı bölgeden iki  yazarın aynı döneme ait kadın odaklı  iki oyununu iki kadın yönetmenin lezzetleri farklı ama “üst düzey” yorumları ile seyretmek büyük bir keyif ve gurur kaynağı.        

Tiyatro sever, klâsik olmuş metinlerin “okuma”larındaki zenginlik ile mest olmaktan başka ne bekler. Yaşasın Tiyatro! Teşekkürler “Matmazel Julie” ve “Hedda Gabler”!

Melih Anık


“Göstergebilimsel Yöntemle Strindberg’in Matmazel Julie Oyununun İncelemesi ve Sahne Yorumu” Neslihan Çögürcü- Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ana Bilim Dalı Tiyatro Yönetmenliği Yüksek Lisans Tezi
“Strindberg  and Suggestion in Miss Julie”- John L. Greenway- South Atlantic Review http://www.jstor.org/stable/3199346
“Oktay Rifat’ın Yağmur Sıkıntısı ve Auguste Strindberg’in Matmazel Julie Adlı Oyunlarını Birlikte Okumak”-  M. Elif Tüfekçi (Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi, D.T.C.F. Tiyatro Bölümü)
Matmazel Julie -Türkçesi: Rüstem Ertuğ Altınay- Agora Kitaplığı
Matmazel Julie- Türkçesi : Aziz Çalışlar- Mitos Boyut 190
Baba- Türkçeye çeviren: Ertuğrul Muhsin- Remzi Kitabevi 1937
“Facts About Sweden- August Strindberg” Published by Swedish İnstitute

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder