Bu yazı iki bölümden oluşmuştur.Madem ki başladınız özellikle ikinci bölümü, oyunu görmeden okumamanızı öneririz. Zira bu, oyunun ruhunu , yaydığı duyguyu/ kokuyu serbestçe anlamınıza engel olabilir.
Bu oyunda ne anlatıldığından daha çok sizin ne hissettiğiniz önemli çünkü.
Ama asıl çelişki de bu noktada başlıyor. Bu yazı bir beklentiyi yönlendirmekte olabilir. Arkasında ne var ? Neye bakmalıyım ?
En iyisi oyunu seyretmeden önce bu yazıyı hiç okumayın. Oyunun konusunu öğrenmeyin. Yazarı tanımayın.
Çaresiz artık bu yazı paylaşılınca (buraya kadar gelmişseniz önünüze çıkmış demektir ) yapacak bir şey yok. Öyle ya da böyle, yazı bir iz bırakacak . Hatta bu uyarı bile zaten bir hatadır. Ama gene de okumayın. Hatta yan gözle bile bakmayın. Uyarıyı ta başta yaptık..
Oyunu seyretmeden önce önünüze çıkmamasını dilemekten başka bir şey gelmez elimizden.
Kendinizi serbest bırakın ve akışa katılın. Oyunu seyrettikten sonra isterseniz , yazıyı/ ikinci bölümünü okuyun. Oyunun duygusunu , soruları yeniden gözden geçirin.
Not: Bu oyunun afişinde +13 var. Bilet şatışındaki not da şu : “Etkinliğe 13 yaşından küçükler giremez.” Yani “Anne babaya kalmış” denmiyor. Hatırlatması..
1.Bölüm
Yastık Adam , uzun süre bir başka tiyatronun “Gelecek Oyunlar” listesinde kaldı. Sonunda Talimhane Tiyatrosu sahneye getirdi . Oyun, kendi salonlarından başka nerdeyse her yerde oynanıyor.
Oyunun yazarı Martin McDonagh , çevirmeni ve yönetmeni Mehmet Ergen.
Talimhane Tiyatrosu
İnternet sitesinde , “Talimhane Tiyatrosu, yurt dışında sahnelenmiş çağdaş metinlerin Türkiye prömiyerlerine ….. ev sahipliği yapacaktır” deniyor. Gerçekten de bugüne kadar bu ilke yara almadı.
Mehmet Ergen , çok da iyi oynanmış oyunlar sahneledi doğrusu. Acaba bu ilkeyi biraz gevşetip yerli bir oyun sahnelese olmaz mı diye düşünüyoruz.
Zaten o da “Talimhane Tiyatrosu olarak sosyal gerçekçi oyunlar ile ilgileniyoruz. Yaşadığımız ülkenin gerçeklerini konu eden oyunları tercih ediyoruz.” diyerek kriterini ortaya koyuyor.
Oyunu, Mardin’de ellerine “korusun” diye silah verilenlerin dahil oldukları faciayı izleyen günde seyrettik. Belki de “dumanı tüten” düşünceyi gündeme getirmemizin nedeni de bu.
Mehmet Ergen’in bir başka özelliği de yazarlık üzerine harcadığı çabalar. Bu yıl da İstanbul Genç Günler kapsamında düzenlenen , onun yönettiği Yazarlık ve Yönetmenlik Atölyesi ,kontenjanı ilk dolan program oldu. Demek ki takip ediliyor.
Mehmet Ergen, “Genç, yerli oyun yazarlarının ilk oyunlarının seyirciyle tanışması” üzerinde hassasiyetle durduğuna ve hala yerli oyun çıkmadığına göre demek ki tarla verimsiz..
Yazar ve Tiyatrosu
Martin McDonagh , İrlandalı anne babanın ,1970 de Londra’da doğmuş çocuğu. Ayni zamanda film yapımcısı, senarist.
16 yaşından itibaren hayatın özünü ve keyfini anlamaya başlamış.
Kaba ama ironik yerel dil,sembolist anlatım ve kara mizah onu anlatır . O sanki, Synge, Pinter, Mamet’in bir yoldaşıdır.
1996 da en umut vadeden yazar için verilen Eleştirmenler Ödülünü alır. Kısa film, özgün senaryo dallarında da ödüller almıştır.
Yastık Adam çok ödüllü bir oyundur. 2004 Laurence Olivier Award – En İyi Yeni Oyun ; 2005 New York Drama Critics' Circle Award – En İyi Yabancı Oyun .
Ayrıca aday olduğu ödüller: 2004 Evening Standard Award - En İyi Yeni Oyun ; 2005 Drama Desk Award – En İyi Oyun ; 2005 Tony Award – En İyi Oyun
Yastık Adam hayali totaliter ülkede geçen bir hikayedir ve ilk kez 2003 yılında sahnelenmiştir.
McDonagh, anne ve babaları ile sulh yapamamış çocukların “uç”lardaki hikayelerini anlatmaya bayılıyor. Onun “Çocuklar”ı zihinsel olarak çok vahşi olsalar da aslında şefkat ,özlem ve öfkeleri ile içlerinde sıkışmış olarak kalmışlardır.
Bize göre tek cümleyle özetlenebilecek oyunlar yazıyor . Yalınlığı ve sadeliği bundan kaynaklanıyor. Kullandığı her ayrıntı aslında tek bir fikri destekleyen, onu aktarmak için yapılan özel bir tercih ve çabanın ürünü. Kendisinin elbette söylemek istediği bir cümle var ama seyirci nerede oturduğuna bağlı olarak farklı sonuçlar da çıkarabilir.
Oyunlarının çocuksuluğu , ciddiye alınmayan, havuç kafalı ama beyni büyük bir dehanın sonradan algılanan sözleri ile vurgulanıyor. O çocuk, kalın camlı gözlüklerinin altından belki de zor anlaşılır bir dille bir şeyler söylüyor ve siz sırtınızı dönmüş umursamaz giderken kafanızda birden yanan ışıkla ne söylendiğini anlıyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda afacan çocuk başka bir yerde. Galiba “muzip bir dehşet” onu en iyi anlatan tanım. Yazar,oyunları yazarken kendi kendine eğleniyor gibi.
Martin McDonagh’ın tiyatrosunda acı, aile içi şiddet , silik karakterler, çabuk incinen ama vahşi tipler var.
Yastık Adam
Talimhane Tiyatrosu, Yastık Adam için “Martin McDonagh’ın tartışmasız en iyi oyunu” hükmünü vermiş.
Başka oyunlarını da seyretmiş biri olarak bu görüşü paylaşmadığımızı belirtmek isteriz.
Yastık Adam, Türkiye’de sahnelenmiş diğer oyunlarından farklı bir oyun.
Oyun ile ilgili Kara Komedi sınıflandırılması yapılmış. “Acımasız, cesaretli, kör edici”, oyun için kullanılan övgü sıfatları. Ama biz farenin kulağı ısırmasına benzettik. Hani fare ısırdığı kulağı üfleyerek yermiş ya onun gibi bir şey. Mc Donagh üfleyerek acınızı hafifletiyor ama bir de bakmışsınız ki kulağınız yok!
Ağzınız gülüyor ama bir taraftan da beyniniz “Yahu buna da nasıl güldüm ben” havasında.
Hikayeler ne kadar zekice ve fantastik tasarlanmış olursa olsun komedi , oyun karakterlerinin biraz da klişe sayılabilecek diyaloglarından çıkıyor. Bu soytarının ölümünü seyretmek gibi bir duygu . Ölü yıkayıcısının şarkı söylemesi,ya da Yorick’in “sırıtan” kafatası… Ya da tuzla şekeri karıştırıp ağzınıza atmışsınız gibi.
Bu bir “duygu/ruh tiyatrosu” . Ruh anlatılanı anlamasa bile duyguyu kaçırmaz.
Dikkate değer bir not da şu: Yazarın senarist olan gerçek kardeşinin adı Michael. Oyundaki kardeşin adının “Michal” olması bir rastlantı mı?
Şimdi bu noktada durun ve oyunu seyredin . İyi seyirler.
2.Bölüm
McDonagh Türkiye’de oyunları oldukça çok oynanmış bir oyun yazarı. Türkiye’de oynanmış diğer oyunları : Leenane’in Güzellik Kraliçesi(yazılış tarihi-1996), İnishmaan’ın Sakatı(yt-1997) İnishmore’lu Yüzbaşı (yt-2001).
Oyunu seyrettiğimizde Mardin’de 45 kişi katledilmişti. Töre, gelenek gibi olumlu çağrışımları olan kelimelerle açıkladığımız bir olay . Zaten de bir aydır Münevver’in kesik başı ile meşguldük. Onda da bir aşk hikayesi vardı.
O sabah bir hanımın anlattıklarını dinlemiştik.Hastane odasında kocası(adam alzaymır hastası ve felçli idi) kan kusunca içeri kimse girmesin diye odanın kapısını kilitlemiş , kanı temizlemiş ,kısa bir süre sonra kocası ölünce hemşireye gitmiş “Biz hastamızı kaybettik” demiş üzüntülü bir yüzle.Kapıyı kilitlemesini bir çözüm olarak görmüş.Sanki o an kapıya birisi gelse açmayacak. Ama neden anlatıyordu? Aylardır evde baktığı ama öldüremediği kocasını hastane odasında ölüme terk etmeye nasıl gönlü razı olmuştu? Hastaneye götürmüş olması , konu komşuya söz bırakmamak için mi idi? (“Kocasına da gül gibi baktı,hastanelere taşıdı”) .
Ölmesini istemediğimiz ama o haliyle yaşarsa yaşayacağımız maddi ve manevi sıkıntılar nedeniyle “Ölse kurtulsa “diye anlattığımız ama aslında “Ölse de kurtulsak” dediğimiz bir durum.
Kafamızda ve yüreğimizde olumlu ile olumsuz, sevgi ile sevgisizlik ayni anda var olabiliyor ve ortaya çıkan bu yeni duygunun ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Zıt ”Uç”lar karşı karşıya geliyor. Anlayamadığımız duygular var. Oyunda da karşımıza çıktı böyle bir duygu.
Yastık Adam’da, politik bir sorgulamadan başlayan oyun giderek hayali hikayelerin tetiklediği çocuk cinayetlerinin ipuçlarını vermeye başlar. (Hikayeler gerçekleşsin diye mi yazılmış? Yani bu zor-anlar-kardeşin de “kullanılması” mıdır? )
Sanki yazar masasına oturmuş ve oyunun açılış sahnesi için totaliter rejimlerde “sıradan” sayılan bir soruşturma sahnesi tasarlamış.
Mezbahada çalışan ( “temizleyen ama öldürmeyen” ) bir hikayeci (Katurian), bir dedektif ve bir polis tarafından sorgulanır. Yazdığı hikayelerden örnekler adamın suratına vurulur ve sanki adama işlemediği bir suç yapıştırılmaya çalışılmaktadır. Adam ne yapmışsa ne söylüyorsa altından bir suç çıkabilir, olmazsa yaratılabilir. Adamların kendi aralarındaki ayrıma göre biri “iyi” diğeri “kötü” polis . İçlerinden biri kendisinin detektif olmasını polis olan arkadaşı yanında daha çok önemsemekte.
İlk izlenim suçsuz bir adama yapılanların acımasızlığı. Bu içimizdeki şifrelere de tam anlamıyla uyuyor. Gene bildik bir hikaye. Ama iyi polis, bir takım isimleri ortaya attı. Hikayeci onları tanıyor muydu?
McDaugh, sanki oyunun tümü hakkında hiçbir fikri yokmuş, sanki yazarken aklına gelmiş de ekliyormuş gibi , annelerin çocuklarına uykudan önce uydurdukları hikayelere benzer bir oyun geliştiriyor. Annenin hikayesi ertesi akşam başka ilavelerle yeniden yazılır ya onun gibi bir şey. Yazar o an aklına geldiği gibi hikayeyi genişletiyor, açıyor . Oyun , oyun kahramanı/ mezbaha işçisi-hikayeci Katurian Katurian Katurian’ın yazdığı hikayelere benziyor.
Sahneden sahneye geçişler bir soru ile oluyor. “Şunu tanıyor musun? Kardeşin nerede şimdi? Kız yaşıyor mu?” Yazar bir sahneyi diyaloglarla götürüyor sahne tıkanma eğilimi gösterince bir soru ortaya atıyor ve yeni sahne ile oyun akışı birden yön değiştiriyor. Görünüşte o da nereye gideceğini bilmiyor . Aklına estiği gibi “takılıyor”.
Oyunun bütününe bakıldığında sahneleri farklı günlerde ve farklı atmosferler içinde yazmış sanki.
Seyirci , gidişata tam kendini uydurmuşken ani bir kavşak değişimi ile beklentisini bulamamanın şaşkınlığı içinde yeni bir ruh durumuna kendini uyarlamaya çabalıyor.Ama herkes, sahnedekiler bile nereye gideceklerini bilememenin tedirginliği içindeler. Oyuncular da bu hali çok da güzel ortaya koyuyorlar. Sanki herkes ama herkes -tepedeki ışıkçı dahil- şimdi ne olacak tedirginliği içinde.
Katastrofik(feci) hayat hikayeleri ile sahnedeki 4 adam, kaotik bir dünya içinde var olmaya çalışırlar. Aslında ortaya konan fecidir ama insanların onlarla baş etme yolları farklıdır. Farkları yaratan , hikayeyi sindirme biçimidir. Hepsi hem kendilerine hem de dış dünyaya karşı bir oyun içindedir. Gerçek mi düş mü?
Dayak meraklısı alkolik bir baba, oğluna yıllarca tecavüz etmiş başka bir baba, kendi çocuklarına yıllarca işkence etmiş anne ve baba , Yastık Adam’ın “ gerçek” hayattan aldığı hikayelerin kahramanları. Bu hikayelerin yanında Katurian’ın fantastik hikayeleri sanki eğlencelik olarak kalır. Onları ciddiye alan ise anlama zorluğu olan kardeş Michal’dir. Cinayetler de onun , hikayeleri hayatta denemesinden, gerçekleştirmesinden ortaya çıkar.
Oyunun her iki yarısı da Katurian’ın anlattığı hikayeler ile biter. Tam siz “işte son” derken Katurian yerinden kalkar size başka bir pencere açar. Bu sanki her gördüğünüze inanmayın, aynanın arkasına baktınız mı demektedir. Hikayeler mi hayatı yaratır yoksa hayat mı hikayeleri. Katurian, anlattığı hikayelerle başka bir gerçeklik yaratmaktadır aslında.(Yazar da…)
Oyundaki Hikayeler
Fareli Köyün Kavalcısı’nın onun tarafından yazılan versiyonunda ayak parmakları kesildiği için yürüyemeyen ve bu nedenle kavalcının peşine takılamayan çocuğun hayatı kurtulur.
Yastık Adam, ilerde yaşayacakları ızdıraplı hayattan kurtarmak için çocukları intihar etmeye razı eder.
Yeşil renginden dolayı gurup dışında kalmaktan şikayetçi olan domuzu , diğerleri gibi pembeye boyarlar . Ama bir gece gökten yeşil yağmur düşer ve tüm domuzları yeşile boyar. Ama o, şimdi pembe olduğu için gurup dışında kalmıştır gene.
Hz.İsa olduğu düşünülen bir küçük kız vardır. Bakıcı ailesi ona “yakışanı”(?) yapar. Başına dikenli tellerden bir taç konulup , işkence edildikten ve de çarmıha gerildikten sonra diri diri gömülür ve 3 gün sonra dirilmesi beklenir.
Yıllarca mutlu hikayeler yazan bir çocuk bir gün, ailesi tarafından uydurulan vahşet seslerinin etkisinde kalarak vahşet hikayeleri yazmaya başlar. Aslında bu o büyük bir yazar olsun diye ailesi tarafından uygulanan bir deneydir. Kapısının altından atılan bir notta duyduğu seslerin nedeninin yan odada kardeşine yapılan işkence olduğunu öğrenir. Kapıyı kırar ve yan odadaki anne, baba ve kardeşinin ona oyun oynadığını ve işkence yapılıyormuş duygusunu vermeye çalıştıklarını anlar. Yıllar sonra ayni yere döndüğünde Katurian, bir şilte altında kardeşinin cesedi ile karşılaşır ve kardeşinin avucunda tuttuğu hikayenin kendi hikayelerinden de güzel olduğunu öğrenir. O hikayeyi yakar. Kendi yazdığı hikayede odaya girmiş, kardeşine işkence yapan anne ve babasını, yüzlerine yastık bastırarak öldürmüş ve zor anlama özürlü kardeşine sahip çıkmıştır.
Kendi suçunu bilmeden ölen suçlu, elmaların içine gizlenmiş jiletleri yiyen kız oyunda anlatılan diğer fantastik hikayelerin kahramanlarıdır.
Bu hikayelerdeki kontrol altına alınamaz bir hayal gücü karşısında hayranlık duyar ama ayni anda da dehşete kapılırız.Her biri ayrı bir oyun konusu olacak bu hikayelerin ardı ardına önünüze düşmesi oyunun hem güçlü hem de zayıf tarafıdır.
Kendi hayatı pahasına hikayelerini sahiplenen bir yazara mı yoksa biraz da gecikmiş de olsa “yastık adamlığa” soyunan bir kardeşe mi sempati duyarsınız ?
Ama başka bir amaçla başlatılmış bir sorgulamada ortaya çıkan unutulmuş bir cinayet ve neden olunan yeni bir cinayeti gördüğünüzde o yaşananlar neden yaşandı dedirten bir hayıflanma çıkar ortaya.
Bu, İnishmore’lu Yüzbaşı’daki bir kedinin ölümü ile yaratılan dehşetin anlamsızlığı ile geçen 2 saat sonunda kedinin yaşadığını öğrenmemiz , Mc Daugh’un “sudan” bir konudan nasıl bir 2 saat yaratabildiği ve oyun sonundaki acılı ironiyi hatırlatır.
Ergen , oyundaki bazı küçük karakterleri çıkarmış. Keşke kızı da çıkarsaydı.
Oyun sonunda kızın sahneye fiziken getirilmesi bizi gerçek ile yüzleştirdi derken o sahnedeki ışık düzeni bu duyguyu desteklemedi. Oysa totaliter düzenin iki polisinin hala kendilerince bir senaryo yazdıklarını düşünmeye, hikayecinin itiraflarını, “mecbur kalınmış itiraflar” mı diye sorgulamaya devam edecektik.
Metaforlar
Oyundaki metaforlar da ilginç. Katurian kardeşini temizlemeye çalışıyor. Mezbahada yaptığı iş de bir nevi “temizleyicilik”. Kardeş Michal , Katurian’ın hikayelerine bayılıyor,hatta onlarda sakinleştirici bir yan buluyor ama cinayetlerin esin kaynağı o hikayeler.
Oyunda çizilen karakterler: Mezbaha işçisi hikayeci , hikayede anlatabilen totaliter düzenin dedektifi , hikayeleri saklayan totaliter düzenin polisi ve hikayeleri gerçeğe dönüştüren zor-anlayan kardeş. Yani hepsi bir taraflarından “hikayeye bulaşmış”. “Hikaye” başlı başına bir metafor.
Anne, baba ve kardeş yüzlerine yastık bastırılarak öldürülüyorlar ama yastık adam sonradan yaşanması muhtemel ızdıraplı bir hayatı önlediği için olumlu algılanıyor.
Oyuncular
Murat Karasu’nun Tupolski’si çok dikkate değer bir oyunculuk gösterisi. Onun başını çektiği oynama uslubu diğerlerinin performansını yönlendirmekte sanki. Ancak yazar, Tupolski’ye bir ayrıcalık tanımış gibi. Sağır çocuğu tren altında ezilmekten kurtarma hikayesi ona ayrı bir sempati katıyor.
Michal ‘in sözlerinin anlatılmak istenen karaktere uymadığını düşündük zaman zaman. Yurdaer Okur da karakteri çizerken karakter hakkında söylenene göre mi ağzından çıkana göre mi oynasın “iki ara bir dere” konumunda kalmış.
Bilinçli olmasa da hikayeleri kurtaran polis Ariel’de Bekir Çiçekdemir , başlangıçta tedirgin idi. Oyun sonuna doğru açıldı. Ama söyledikleri bazen anlaşılmıyor.
Serhat Tutumluer ise iniş çıkışı bol olan zor bir rol oynuyor . Oyun içindeki değişim onun üzerine kurgulanmış. Hem inandıracak hem aldatacak. Bu arada da seyirciyi Fareli Köyün Kavalcısı gibi sürükleyecek. Doğru yolda.. Oynadıkça rol oturacak.
Dekor
Dekor daha oyun başlamadan ipuçlarını verdi. Keşke iki kardeşin bir araya geldiği sahneye başka bir çözüm getirilseydi.
Karışık duygularla eve döndük. Duygumuza ad koymaya çalışıyorduk. TV’yi açtık .. Mardin’deki katliam tartışılıyordu.
Melih Anık
Not: Dileriz, bu oyun, sezon sonu başlayıp yeni sezonda da devam edecek diye umutlandığımız “ Kız Tavlama Sanatı”na benzemez.
Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/The_Pillowman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder