2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında Sahne ve Gösteri Sanatları başlığı altında yapılan çalışmaların yönetmeni Prof.Dr.Dikmen Gürün.
Herşeyden önce Prof.Dr.Dikmen Gürün’ün çabalarını alkışlıyoruz. Özellikle 15-30 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen Türkiye Üniversiteleri Tiyatro Şenliği 2009 için yaptıklarını takdir ediyoruz. Ancak danışmanları ve yardımcıları da olsa , görünen gerçek şu ki tüm yük Prof.Gürün’ün omuzlarında kalmış. Bu onun tercihi mi yoksa çaresizliği mi bilmiyoruz. Temenni etmiyoruz ama bu şekilde devam etmesi hem o hem de hedefi 2010 olan organizasyon için sağlıklı olmayacak.
Bu yazımızda Türkiye Üniversiteleri Tiyatro Şenliği kapsamında 28-29 Mayıs 2009 tarihlerinde İstanbul Küçük Sahne’de düzenlenen “Tiyatro Eğitiminin Dünü,Bugünü,Yarını” başlıklı sempozyumdan söz etmek istiyoruz.
Amblem
Şölenin amblemi olan ve dokümanlarda kullanılan, gözü bantlı ve kaldırdığı sol elinin ayasında tek göz olan kız neyi anlatmaya çalışıyor ? Bizce açık ve net olmayan , dolambaçlı bir anlatım seçilmiş.
Sempozyum Nedir?
Sempozyum, bilimsel, sanatsal ya da düşünsel bir konunun, alanlarında uzmanlar tarafından izleyici önünde sunulmasıdır. Bir bilgi alış-verişi niteliğini taşıdığı için sempozyum, alandaki diğer insanları ilgilendirir. Dinleyici kümesi ,daha çok alandakiler ve alana ilgi duyanlardır.
Sempozyumda açıkoturumdaki gibi bir başkan konuyu açıklar ve konuşmacıları tanıtır, söz söyleme sırasını belirler, sonunda da konuyu özetleyip soru sormak isteyen izleyicilere söz verir. Konuşmacılar konuyu ele alış biçimlerine göre sunarlar.
Burada amaç tartışmak değil durumu saptamak veya çözüm getirmektir. Sempozyum bir kaç gün sürebilir. Bu konuşmalar ve varılan sonuçlar bilimsel bir değer taşıdığı için yazıya geçirilerek sonradan yayımlanır.
Şekil olarak yukarıdaki tanıma ait gerekler yerine getirildi (bazılarının salt fikirsel çerçeve hazırlıkları vardı) ama “durumu saptamak ve çözüm getirmek” konularında amaca ulaşıldığını söylemek pek doğru olmayacaktır.
Doğrusunu isterseniz bu, düzenleyiciler ve konuşmacılarla sınırlı değil. Geniş bir sektörel / toplumsal katılım ve “temiz” bir iklim istiyor.
Katılım
2 gün süren toplantılarda katılım, salonu ancak doldurur sayıda idi. (200 kişi)
Medyamızın (tv, gazete, dergilerde resimlerini ve yazılarını, internet sayfalarında “kavga”larını okuduğumuz ) temsilcileri yoktu. Sektörün tüm temsilcileri yoktu. Türkiye’de sanat eğitiminin düzenlemesi ile görevli olan , sorumlu kişiler yoktu.
Salon, “yoklama” korkusu ile “kalabalık” yapmak üzere zorla getirilen öğrencilere kalmıştı . Onlar da “just for a change-ders olarak hocalarını dinlemek istemedikleri” için “sıkıldılar” ve salonda adap bilmeyen hareketleri ile umudumuzu tükettiler ve yoklamaya imza atıp sıvıştılar.
Bizi en çok şaşırtan ise Hocalarını (hani sıkışınca yaptıklarının tanıklığını ve de onayını istedikleri) yalnız bırakanlar oldu.
Dizi çekimleri vardı , turnedeydiler , gece geç yatmışlardı , hastaydılar, daha önce çoookkk dinlemişlerdi, ödüller başlarını döndürmüştü, “facebook” daki sayfalarındaki “tık”ları sayıyorlardı , oyunları kapalı gişe oynamıştı , “olmuş”lardı, sponsorları sırtlarını okşamıştı , artık onlar da “Hoca”ydı, Avrupa fonları üzerinde “konuşlanmış”tılar , konuşulanlar basılır oradan okuruz diye düşündüler. “Hem canım onlara neydi?”
Mesaj
Sempozyum, katılımcılarının kişilikleri ile bir mesaj veriyordu: “Tiyatro eğitimi üniversitelerin işidir” . Bu mesajı “sahiplenme” olarak anlamak da olanaklı.
İşte bu, başlı başına bir katılmama, “yok sayma” nedeni olmuştu bazıları için herhalde.Kendileri yok sayılmıştı,onlar ve “öğrenci”leri de “yok saymak” zorundaydılar.
Onlar , oyunculuk eğitim kursu ya da konservatuara hazırlık kursu düzenleyenler, “her tiyatro zaten bir okuldur” anlayışı sahipleri , “konservatuar eğitimi gereksizdir” hükmünü verenler, gencecik çocukları kendisi öğrenmeye muhtaç yeni mezunların elinde oyuncak edenler, başka üniversitelere itiraz eden başka üniversiteler vb idi.
Onları tanımış olduk bir kez daha.
Ülkemizde Tiyatro Eğitim Kurumları
Ülkemizde 36 adet tiyatro ile ilgili bölüm var. Ama sorular ve sorunlar daha çok:
O kadara yetecek öğretim elemanı var mı? Çoklu disiplinli bir eğitim için üniversite yapısı uygun mu? Tiyatro , sahne sanatlarının değil iletişimin içinde mi olmalıdır? Tiyatro eğitimi görenlerin diğer bölüm derslerinden yararlanması mı ,yoksa diğer bölümlerde okuyanların tiyatro dersleri ile kendi mesleklerini daha iyi yapma olanağına kavuşturulması mı amaç olmalı? (Örneğin tiyatro dersi almış halkla ilişkilerci,işletmeci..) Sağlam bir edebiyata dayanmayan tiyatro olur mu? Nerdeyse her evden bir oyuncunun çıktığı ülkemizde tiyatro bu kadar çok eğitim fakültesi ile halka götürüldü mü ? Tiyatrolar içinde bulundukları çevreye(okullara) eğitimcileri ile tiyatroyu götürüyorlar mı? Deneyimli oyuncudan yararlanılıyor mu? Uluslar arası iletişim için yeterli maddi kaynak var mı? Eğitimde “minimum”lar standardı var mı?
Yapısal olarak fakülte statüsünde olanlar da var konservatuar statüsünde olanlar da.Vakıf üniversiteleri,sertifika dağıtan kurslar var. Model sayılanlar daha o model “rüştünü” kanıtlamadan başka kuruluşlara model olmuş. (20 yıllık bir eğitim rüştünü ispatlamış bir model sayılamaz. ) Lisans üstü eğitimler verilmeye başlanmış. Başka eğitim disiplinlerinden gelenler tiyatroda yollarına devam ediyorlar.
Öğrencilerin Kaderi
Ama tiyatro seyretmemiş , geldiği yöre kültürünü bilmeyen,geleneklerin var ettiği,bir oyunu bir kere okumaktan sıkılan, dizi arasında eğitim alan(?) , “bohem sanatçı” havalarında , ezberci eğitimin “defo”lu ürünü ,tarihi kendisi ile başlamış sanan, “derdi” ve felsefesi olmayan, çok oyunda oynadıkça keşfedeceğini ve sanatçı olacağını düşünen, güdülmeye alışmış,kendini kurtarma telaşında vb olan öğrenciler önce “adam” sonra “tiyatrocu” yapılmak zorunda. (Heykeltraşın elindeki “çamur”…!)
Bu çocuğa tasavvur ile tahayyülü anlatmak çok zor olacak eminiz ki.”Kaliteli ihanet”i “Kurtlar Sofrası” ile mi anlatsak!
Kaldı ki Adorno, Guy Debard,Locke,Burke ,Alice Robinson, Richard Schechner , “abi ve abla”lara, ”Hocacık”lara bile zor geliyor.
Tüm çabalarla “şekil” verilenlerin pek çoğu batıyı kopya eden ; bilmediği için,kendi özünden yaratamayan ; “sığ ve cahil” olduğu için yerelleşmenin anlamını bilmeyen “Apoletli Balon”!
Sektörün takip etmediği bu çocuklar “sinekler” gibi oradan oraya uçarak şişenin çıkış ağzını bulmaya mahkum edilmişler.
“Yaratıcı, özgün, özgür, öğrenci odaklı özel ” eğitim , kulağa güzel gelen bir düş sadece! “Hepimizi” sarmalamış atmosfer içinde akademik, kültürlü tiyatro sanatçısı nasıl oluşacak? “Eseri yeniden çiçeklendiren” dramaturji neyle beslenecek? Sempozyumda bu düşü dillendirenlerin kendileri ve yaydıkları hava “geleneksel”den besleniyor sanki ! Bu, bazı konuşmacıların tez savunması yapar gibi ön iki sıraya konuşmalarından başlıyor. Belki de “öyle “olmak zorunda .
Oturumlar
İki başlık altında toplanan oturumların, iki başlığın (“Tiyatro Eğitiminin Yapısı ve Sorunları” ile “Yeni Olanaklar ve Beklentiler”) hakkını verdiğini söylememiz zor. Bu oturumlar içine şenliğe katılan üniversitelerin temsilcilerinden oluşan bir oturum ile “konfeksiyoner”lerin oturumunun katılması belki “okul” anfisi havasını dağıtırdı. Kültürü ve eğitimi planlayanların katılacakları oturum da iyi olurdu.
“Konfeksiyonerler”
Ama en önemlisi üniversite şemsiyesi dışında kalanların (yani “konfeksiyon” oyuncu üreten ticari işletmelerin ) da “sayılması” konusudur.
Zira ne kadar uzakta durulmaya çalışılırsa çalışılsın ,tiyatroyu besleyen kaynakları kimine göre bulandırıyor(”gündelikçi”) , kimine göre zenginleştiriyor (”bir eksikliği dolduruyor”) olsa da ülkemizin (belki de dünyanın) “gerçek”lerinden birine kapımızı kapatmalı mıyız?.
Öte yandan “Konfeksiyonerler” de bilmeli ki içine girmeye çalıştıkları “dünya”, üniversitelerdeki o hocaları dinliyor ve dinleyecek. Ya da o Hocalar ne kadar güçlü olursa saygınlık görürlerse o ülke tiyatrosu o derece saygın olacak.
Şenlik Programı
Şenliğe 90 başvuru arasından seçilen 42 üniversiteli tiyatronun içinde tiyatro bölümleri olan kaç tanedir bilmiyoruz. Ama 42 topluluk içinde 16 yerli oyun ; 6 Brecht, 3 Shakespeare ,3 Dürrenmatt; 10 soyut oyun olmasını ve de gurupların nedense içinde yaşadıkları çevre , kültür ve folklora ilgi duymamalarını nasıl anlamalı ve anlatmalıyız acaba? (2 adet de “Tanrı” oyunu var)
Ama önce üniversite tiyatrolarının hedefi ne olmalıdır sorusuna da cevap aramak gerekmiyor mu? Tiyatro onlar için “Yaşamlarını anlamlandıran bir uğraş” mıdır sadece?
Tiyatronun Gerçeği
Üniversitelerimiz maddi olanaksızlıklar ile boğuşurken onlardan deneme sahneleri açmalarını istememiz çok mu “lüks” olur ?
Sempozyumun son gününde Prof.Mehmet Birkiye’nin “Ben mutfağından geliyorum” sözü bilerek yapılan bir vurgulama mı idi bilmiyoruz ama çok da önemli bir “gerçeğin” ortaya konması açısından anlamlı oldu. O, “Hangi seyirci için?” sorusunu konuşmasına temel almıştı. Bu tiyatronun zenaat yönünün sanat ile nasıl birleştirilmesi gerektiği hususunu önümüze bıraktı. Kültürel fakirleşme içinde sanatı, hem dış(gişe/seyirci ) hem de iç (dizi oyuncuları ile tiyatro yapmak) dinamiklerle nasıl ayni potada eriteceğiz? Kim için tiyatrocu yetiştireceğiz ? “Manzara resmi içinde piknik mi yapacağız?”
Bu konuda sanayi ile buluşamayan akademi sorunu, ülkemizin en baş sorunlarından biri. Üniversitelerimiz , araştırma ve deneyimlerini “gerçek” tiyatro hikayeleri üzerinden kazansalar nasıl olur ?
Belki de üniversitelerdeki tiyatro bölüm sayıları azaltılmalı ,her bölüm kendi tiyatro anlayışını geliştirmeli. Özel/ ödenekli tiyatrolar da akademik söylem ile beslenen “kişilikli”,”trend yaratacak” okullar olmak zorunda.
Tiyatronun 50 Yılı
Katılımcılar kendi aralarında uzlaşabilecekleri yol haritasına sahip değillerdi .İçinde yaşanılan ortam , ekonomik ve kültürel iklim, özlem ve hayaller için çok “karmaşık” olsa da , sahnede Türk Tiyatrosu’nun son 50 yılı vardı. Beğenseniz de beğenmeseniz de onların , olanaksızlıklar içinde başardıkları yadsınamaz bir gerçektir. Kaldı ki şimdi ortalarda “Ben yönetmenim, ben sanatçıyım vb” diye dolaşanlar, “algılanmalarını” o hocalara borçlular. Keşke gelselerdi de kafaları karışsa da ortaya konulan fikirlerden yararlansalardı , zihinlerindeki “yenilenmenin” keyfini yaşasalardı. (Artık basılınca bildirileri okurlar(?))
Gelecek Senenin Provası
Gelecek seneki uluslar arası tiyatro buluşması için prova niteliği taşıyan bu şenliğin edindirdiği deneyimin çok iyi yorumlanması ve şimdiden kolların sıvanması gerekiyor. Görünen şu ki , bu yılki çabalar gelecek seneye yetmeyebilir. Özellikle de genel tanıtım, gösterilerin yapıldığı salonlardaki flama ve bayrakların hazırlanması , şenliğin imajı üzerinde ciddi bir çalışma yapılması gerekebilir. Ev sahipliğinin üniversitelere paylaştırılması ; uluslar arası alana görsel bir zenginliğin sunulmasının hedeflenmesi ile müracaatlar beklenmeksizin üniversitelerin ilgi ve olanaklarına göre, toplulukların seçilerek tekil ya da ortak gösteriler için alt yapının hazırlanması ; kurum ve gurupların bugünden görevlendirilmesi, yönlendirilmesi , yönetilmesine başlanılması ; oturum konularının geniş bir ilgi alanına seslenmesi amacıyla düşünülmesi gerekir. Örneğin “Tiyatronun iş hayatında kullanımı” başlıklı oturum hem sponsor hem de seyirci bulur.
Sonuç
G.Kaufman “Synecdoche , New York” filminin bir yerinde “Tiyatro düşüncenin başlangıcıdır. Henüz konuşulmamış gerçekliktir.Bir kavanoza kıstırılan insanın hissettikleridir. En büyük karmaşa içindeki , aşktır” diyor.
Ülkemizde toplumsal imge, çağrışım yok oluyor. Düşünme’yi yeniden öğrenemezsek hepimize yazık olacak. Tiyatronun görevi ve sorumluluğu ağır. Şenlik , ateşin yakılması ve yeni bir ivmenin kazanılması için bir olanak olabilir.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder