21 Ocak 2009 Çarşamba

Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı

Polonya tiyatrosu
"Polonya Tiyatrosu'nun 20.yüzyılda önemli bir tiyatro haline gelmesinde ,hiç kuşkusuz tiyatro sanatında değişik biçimler arayan sanatçıların rolleri büyüktür.Polonya tiyatrosundaki devrimci hareketler,her şeyden önce ,deneysel tiyatronun ortaya çıkması için verimli bir toprak oluşturmuştur.Romantik ve antik tiyatroyu bünyesinde barındırma hayali ile Wyspianski; düşsel ve şiirsel bir tiyatro düşüncesini benimseyen Micinski ; anlama sorumluluğunu tamamen seyirciye bırakan Witkiewicz; Mrozek,Tadeusz gibi geleceğin absurd tiyatro yazarlarına yol gösteren Gombrowicz; laboratuar tiyatrosunun kurucusu Grotowski ve "Yoksul Tiyatro" Polonya Tiyatrosu'nun dünyaya armağan ettiklerinden bazılarıdır.1968 yılında Rusların emri ile Çekoslavakya'ya asker göndermek pek çok Polonyalı'yı derinden yaralamış.Sansür ,pek çok yazarın ülkesini terk etmesine neden olmuş.1970'lerde ardı arkası kesilmeyen grevlerle çalkalanmış ülke.Bu dönemin çocukları ne savaşın zorluklarını yaşadı ne de Stalinizm'in katı kurallarına boyun eğmek zorunda kaldı.Ancak yine de özgür değillerdi.Polonya Tiyatrosu 1960'larda doruklarını yaşadı. 70 lerde bu artistik arayışlar hız kaybetti.Bu dönemde Helmut Kajzar oyunları ile düşle gerçek arasındaki sınırı aşmanın peşinde idi.Mrozek gerçeğin tüm katmanlarında absürdün varlığını keşfediyordu.Dönüşsüz bir yolculuğa çıkan kahramanın dramını grotesk bir biçimde anlatıyordu. Rozewicz ise eserlerinde uygarlık ,kültür ve tarih karşısında insanın yalnızlığını önemli bir motif olarak alıyordu. "Happening" tiyatrosunun öncüsü,rejisör,ressam,sahne tasarımcısı,yazar,tiyatro kuramcısı ve aktör Tadeusz Kantor, "Ölüm Tiyatrosu" adını verdiği kendi modeli üzerinde çalışmaya başladı.1981 yılında ülkede sıkıyönetim ilan edildi.Tıpkı 1939-1945 yılları arasında olduğu gibi kültür yeniden yeraltına indi.Bu dönemde aydın kesim, işçi ve köylü tarafından destekleniyordu. Herkes geçmişi anlamanın ,tarihten ders çıkarmanın peşine düşmüştü. Rosewicz,Mrozek yine sahnedeydi. Kayjar,Lubienski,Bardijewski yeni oyunları ile mücadeleyi yeraltında sürdürüyorlardı.1990 da Polonya'da politik düzen değişti.Polonya Tiyatrosu'nda yazarlar kadar rejisörlerin de önemi arttı.2000 li yıllarda Oscar Onur Ödülü alan Wajda; Dürremant'tan Mayakowski'ye kadar pek çok önemli yazarın yapıtlarını başarıyla sahneleyen Jarocki; Polonya klasiklerini çağdaş yorumlarla sahneleyen Swinarski; Polonya Tiyatrosu'nun "kötü çocuğu" Hanuszkiewicz; "Tembel bir İsyancı" Grzegorzewski; James Joyce'un Ulisses'ini sahnelemeye cesaret etmiş Hubner; "Sanat gerçeğe teslim olmaz" diyen Zurowski ; "Aktör seyirciden bağımsız ama her zaman seyirci için olacaktır" diyen Lupa; Shakespeare yorumları ile ünlü Warlikowski; Thomas Eliot ve Witkacy gibi yazarları sahneleyen Zadar, Polonya Tiyatro'su tarihindeki yerlerini almışlardır.Polonyalı tiyatrocular sözlü,sözsüz oyun alanından,kukla dans tiyatrosuna kadar yeni denemeleri , tiyatro uygulamalarında kullanmaktan çekinmediler.Özgürlüklerin kısıtlandığı dönemlerde bile bağımsızlık peşinde olan sanatçıların düşüncelerini savunduğu bir arenaydı sanat."(Neşe Taluy Yücel-"Yeni Arayışların Tiyatrosu"-Mitos-Boyut 305)Testosteron'u tercüme eden ,Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Leh Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Neşe Taluy Yücel'in Polonya Tiyatrosu'nu inceleyen kapsamlı yazısından özetlediğimiz yukardaki satırlar içinde Testosteron'un yazarı Andrzej Saramonowicz'in adının geçmemiş olması bizim tercihimiz değildir.Neşe Taluy Yücel bahsetmemiş. Zira Saramonowicz öncelikle bir senaryo yazarı ve sinemacıdır.Testosteron, başlangıçta tiyatro sahnesinde görünmüşse de(2002) ilgi çekmesi herhalde sinemada 2 milyona yakın kişi tarafından seyredilmesinden (2007) sonra olmuştur.
Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi
Haluk Bilginer ,Türkiye'de tiyatroya ilgi duyan herkesin hemfikir olduğu gibi ,Türkiye'nin övündüğü tiyatroculardan biridir. İsmi ile oluşmuş haklı gurur tablosu , onun değerini anlamış seyircinin sevgi ve saygı dolu hayranlığının bir sonucudur. O , herhalde tiyatroyu anlayan kişilerin başında gelir ve neyin ne olduğunu da bilir.O, fuayesine astığı (desteğine teşekkür ettiği seramik şirketini bir yana bırakacak olursak) "Bu tiyatro salonu özel ve kamu hiçbir kurum ve kuruluştan destek alınmadan yapılmıştır" sözleri ile bir "duruş"un temsilcisi olmuştur.O :"Ben derdimi anlatamadıysam sahnede sorun bende. Seyirciyi geri zekâlı yerine koyup "Burada bir şey yapıyorum bak anlamayacaksın sen şimdi" diyemem. Bu ne iktidardır. "Anlamadım" diyenlere de "Gel, anlatayım" diyorlar. Güzel kardeşim sahnede anlatacaksın meyhanede değil. Neyi deniyorlar bir bilsem ben de deneyeceğim. 'Deneysel' tiyatro yapanlar natürmort çizmeden Picasso olmaya çalışıyorlar." diyecek kadar idealist ; "Biz Cihangir Cumhuriyeti'ne oyun yapmıyoruz. 30-40 kişiye, 'deneysel', neyi denediği belli olmayan tiyatro sahnelemek tiyatro yapmak anlamına gelmiyor" diyecek kadar lafını sakınmaz;"Bizim oyunu Ayşe Teyze'yle Ahmet Amca anlamıyorsa bir yerde yanlış yaptık demektir. Çünkü biz onlara oyun yapıyoruz, ama tüm bilgi ve birikimizi sahnede kullanarak." diyecek kadar da iddialı bir kişidir.Onun bu ödün vermez tavrı, yanında çalıştırdıklarını da "Kendi paramızla tiyatro yapıyoruz. Bu, dünyanın en keyifli işi. Arkana devletin konforunu alacaksın sonra özgün sanat yapıyorum diyeceksin... Ödenekli tiyatrolarda yapılanlar ne özgür, ne özerk, ne de sanatsal açıdan ağırlığı var" "Türk tiyatrosu için çıkışı İngiltere'de aramak, orada bulunan çözümü kendine giydirmek için budala olmak lazım" diye söyletir. (Efnan Atmaca söyleşisi-18 Mayıs 2006)O "Oynanmadık Shakespeare oyunu kalmasın" ve "Her yıl bir Shakespeare" sloganıyla yola çıkan ve 2004 den bu yana Othello, Atinalı Timon ve Hırçın Kız'ın yanına Cimri, Azrailin Gözyaşları,Ermişler ve Günahkarlar,Jeanne D'Arc'ın Öteki Ölümü,Evlilikte Ufak tefek Cinayetler'i koyan bir tiyatronun Sanat Yönetmeni'dir.İşte bu yönetmen , Polonya Tiyatrosu'nu, onun dünyaya armağan ettiği değerleri bilmez mi? Bilir elbet. Bilir de neden Testosteron'u seçer?
Testosteron ve Yazarı : Andrzej Saramonowicz
Testosteron (rejisörü,metni,dekoru,kostümü,oyuncusu,rol dağılımı olduğuna bakmayın) "tiyatro"ya "uzak" bir gösteridir.Yazarın esas mesleğinden gelen bir alışkanlıkla senaryo tekniği ile yazılmış , zekası az, komiklikler seçkisidir."Okuyucu bulursa her konuda ve her koşulda rahatça yazabilme yeteneğine sahip olduğu söylenen" yazar ,Testosteron'u mutlaka "Oynayan bulunur mu?" merakı ile yazmış olmalıdır. Yazarın kendi ifadesiyle "Testosteron,görevi gereği seyirciyi eğlendirmek ve onu mutlu etmek durumunda olan başarılı bir komedidir.Seyirci biraz gülecek ama belki de kafasında bir şeyleri oturtacak.Çünkü benim oyunum cinsler arası ilişkiler konusunda doğru düzgün,sosyolojik bir derstir tümüyle" (Kendine geçer not veren yazara da pek sık rastlanmaz hani !) Saramonowicz örneğin kavşakta yanan kırmızı ışığın caddeye çıkılmaması gerektiğini bilmek gibi,farklı şeyleri bilmenin de iyi olduğunu söylüyor . Testosteron'da yaptığı gibi bilinen "klişe"leri ordan burdan toplayarak diyalog yazmakla tiyatro yapılamayacağını da biliyor herhalde,içine doğduğu köklü ve dünya çapında bir tiyatro ekolünden geldiğine göre. Bilinen sahne trükleri gösteriyi sürüklüyor(körüklüyor). Sahnelerde devamlılık yok. Sahne sahneyi hazırlamıyor. Oyuncu ortadan dalarak başka bir "fıkra"ya geçiyor.Hep bilinen, ayni olayın "acemi" tarafından tekrarlanmasının yarattığı komiklik ; yıllar sonra ortaya çıkan oğul ; ya da iki erkeğin ayni kadın ile ilişkiye girmiş olmasının anlaşılması.... Ama hakkını da yemeyelim. Kitaptaki metne bakacak olursak içinde yaşadığı topluma göndermeler yapabiliyor:Örneğin "Bu ne ulan helanın yolu mu Wilczy Szaniec'in planı mı?" derken Hitlerin gizli sığınağına;"Evet siz "Balladyna'nın musluğunu açmışsınız" derken Polonyalı romantik ozan Slowacki'nin trajik kahramanına;(Oyun Atölyesi Macbeth'in kanlı ellerini anıyor burada. Onlar da o kadarını bulabilmişler!)"Malysz'i geçtin" derken uzun atlama ve üç adım şampiyonuna;"Pilotaj kursundaki Araplar" derken 11 Eylül'e;"Mann ile Materna'nın talk show'u" derken tutulan bir tv programına;"Orada kargaşa,kalabalık kıyamet,korumalar falan…. Miller gelmiş" derken Başbakan'a;"Baba bırak şimdi Linda'yı oynamayı" derken abartılı oyunculuğu ile Polonyalı bir aktöre;"Wodecki'nin sürekli şakıması gibi" derken paparazilerin hedefi olan bir şarkıcıyagöndermeler yapıyor.(Testosteron/Mitos-Boyut 305)Oyun Atölyesi'ndeki gösteride zaman zaman yapılan tuluat ile "zararsız" dokundurmalar yapılmıyor değil. Ancak Shakespeare oyunlarına fütursuz bir cüretle "takla attırmakta" kendini "özgür" gören "Tiyatro Yöneticisi"nin nedense bu gösteride "nutku tutulmuş". Sahne, sanki "Olabileceğiniz kadar komik olun" talimatı almış 7 erkeğin kontrolden çıkmış çılgınlıklarının arenası haline gelmiş. Allah için her biri yeteneğinin sonuna kadar içindeki "cevheri" çıkarmaya uğraşıyor. Abartılı oyunculukları birbirlerini o kadar etkilemiş olmalı ki sahnede "ayni" olan 7 erkek var. Hepsi iç çekerek ağlıyor, hepsi ayni tonlamayı yapıyor; ayni beden dili ile deviniyorlar, ayni trükleri kullanıyorlar. Sırası gelen oyuncu kendi "stand –up"ını yapıyor. Ama sahnede 7 kişi olmalarına rağmen, "Ayni enstrümanı üfleyen 7 kişiden" orkestra çıkmasının olanaksızlığı nedeniyle ortaya tekdüze "Soytarılar Panayırı" çıkıyor.(Keşke gerçekten "soytarı" olabilselerdi diye de geçiriyoruz içimizden!) Gösteri, erkeklik hormonu üzerine… Ama inanın bazı değişikliklerle bu , ayni yapı kullanılarak 7 kadın gösterisi de olabilirdi. Bu sefer de erkekler kendi hallerine gülerlerdi herhalde.Polonya Tiyatrosu'nun özellikleri ile gösteri daha da zenginleştirilebilir miydi? Bu çabaya değer mi idi kuşkuluyuz.
Konu
Gösteri , nikahta reddedilen bir damadın çevresinde yapılan "Erkekçe geyik muhabbeti". Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan .. Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar! Bu tür muhabbetlerde,erkeklerin askerlik anıları,kadınlar ve futbol ile sınırlandırılan "kültür" düzeyi, bu gösteride inceliksiz,kaba ve zaman zaman sözde Tarantino'vari(?) sert bir sahne cambazlığı ile verilmek istenmiş.İnternette yapacağınız kısa ve kolay bir yolculukta bulacağınız Tarantino- Saramonowicz ilişkilendirmesi de, bu sahne saçmalığına(ve de tiyatro yöneticisine) bir "felsefi derinlik" katmak için yapılmış olmalı. Ancak başlangıçta ekrandan verilen Rezervuar Köpekleri filminden sahneler , çizgili pazen pijamasından başka bir giysi içinde rahat etmeyen adamı smokine sokmak gibi anlamsız duruyor, olayı "kurtarmıyor".Alkış,kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan eden seyirci ,gösterideki baba-oğul dialoglarının onda biri kendi başına gelse ne yapacağını algılamıyor. Ama ertesi sabah uyandığında , seyrettiklerinden geriye kalanların ne olduğunu anlatamayacaktır bile. Üzerinde konuşmaya değer bir şey yok da ondan. Amaca ulaşılmış,herşey anında tüketilmiştir.
Peki Neden?
Saygın bir Sanat Yönetmeni , her şeyin farkında olmasına rağmen ,Ayşe Teyze ile Ahmet Amca'nın algılarının bu düzeyde olduğuna kanaat getirdiği için mi bu gösteriyi seçmiştir acaba? Öyle olsa bile dünya tiyatro tarihinde ekol olmuş bir tiyatrodan çıkarabileceği bu kadar sınırlı ve dar bir ufuk mudur?Geçmişten gelen tiyatro çizgisine bakılacak olursa bu gösterinin, Oyun Atölyesi'nde bir dönüşüm noktası olacağı kesindir.Belki de yaşanan tecrübeler ile Haluk Bilginer , Ayşe Teyze'sine Ahmet Amca'sına "Hakettiğin budur " diyerek "Bir tabak buharlı su" ikram etmektedir.
Tiyatroya Yardım
Testosteron 2008-2009 yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan ,63000 YTL ile en yüksek yardımı alan "proje"lerden biridir.(Salonu destek almadan yapmakla övündüğünü belirten tiyatro ayakta kalmak için yardım almaktan çekinmediğine göre artık fuaye duvarındaki yazıyı kaldırmalıdır.)Gösteriyi seyrettikten sonra Bakanlığımızın hoşgörüsüne, özgürlük anlayışına saygı duyduk ama bu proje için sunulan dosyayı da merak ettik doğrusu.
Pantalonlar Aşağı ve +18 ve de Tiyatronun Pazarlanması
Gösteri afişlerinde ve de program dergisinde yer alan indirilmiş pantalonlar ile çektirilmiş fotoğraf ve de "+18" ( 18 yaşın üstündeki seyirciyi anlatmaktadır.) pek muhtemeldir ki seyircinin "hayal gücünü ve beklentisini" arttırmak için yapılan bir "pazarlama"dır. Tiyatro Yöneticisinin program dergisindeki yazısında, alıntılar yaparak "olayı" büyütmeye yönelik girişimi de yararsız bir çabadır. Alıntıyı "fallus" ile ilişkilendirip politik söylem olarak işkence,dayak,savaş kelimelerine bağlama çabası havada kalmaktadır. Bülent Somay'dan yapılan alıntı yerine oturmamıştır.Bizim seyrettiğimiz gece salonda kendi sözleri ile "Selçuk Abisi"nin kanatları altında gösteriyi seyreden (kapı görevlisi kızlar tarafından "zaten her gösteriye geldiği" söylenen) 11 yaşındaki erkek çocuğun hayat derslerine(yazarın söyleyişi ile sosyoloji derslerine), gösterinin ikinci yarısında devam etmesine engel ve alelacele salondan "itina" ile uzaklaştırılmasına neden olduğumuz için üzgünüz.(!) Ancak salt o geceye mahsus olmadığı anlaşılan bu alışkanlığa karşı çıkmamazın bir işe yaramadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çocuk, çoktan alacağı dersleri almış ve ders vermeye başlamıştır herhalde. Kendini gösterinin havasına kaptırmış ama yanlarında oturan çocuğu görmeyen(?) seyirciye de şaşkınlıkla baktık. Acaba onlar da mı 18 yaşından küçüktüler?
Ticari Başarı
Oyunların kapalı gişe oynaması ticari bir başarıdır. Örneğin 30 gün içinde 10 defa oynarsanız 3 ay kapalı gişe oynama ; 3 ay sonrasına bilet satmakla talebi kışkırtma şansınız da yükselebilir.Ya da TV'de çok tutulan bir dizi oyuncusunu tiyatronuzdaki bir oyunda misafir etmeniz de başarılı bir taktik olabilir.Toplumun zaaflarını kullanmak da bir yoldur, medyada "editoryal" köşeler açmak ve abartılı alkışlar da..Gösterilere ilgi çekmek için yapılanlar, "Bir pazarlama başarısı" olarak algılanabilir(hatta sonuçlanabilir) ama tutulan yolun, uzun vadede, tiyatromuz üzerindeki muhtemel etkilerini kamunun dikkatine sunuyoruz.Tiyatrolarımızın ilgi görmesini elbette isteriz. Ancak tüm strateji ve taktiksel planlamalarda "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma" riski de vardır. Bu anlamda tiyatro dünyamıza, dönemsel "başarı"lar için seyirciyi sonuna kadar "kullanmamalarını" öneririz.
Kostüm
Gösterinin kostümleri inanılmayacak kadar perişan bir halde idi. Ucuz kumaş, dikiş kullanılmış ve her gece ayni toz dumanın içinde kaldığı için artık eskicinin bile almayacağı kadar yıpranmış ceket ve pantalonlar ; nerdeyse tektekçiden alınmış gibi duran boyasız, derisi sıyrılmış ayakkabılar… "Adamlar kavgadan geliyor" diyenleri duyar gibiyiz. İyi de kavgaya seyirci olanlar da "düğünden" geliyor.
Oyuncuların Emeği
Gösterinin sonunda salonun yüksek sesli beğenileri(?) arasında en ön sıradan sesimizi duyurabildiğimiz oyunculara "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" diyebilmiş olmanın huzuru içindeyiz. Bu gösteriyi ve onun meslekleri içindeki yerini yeniden düşünmelerini öneririz.

Eleştirilerin "Pelesengi"
Belki biz gösteriye "katkıda" bulunanlardan bazılarının hocası olsak , her zaman yaptığımız "klasik" değerlendirmemiz ile "Zekice kotarılmış özenli bir sahneleme ve yaman bir oyunculuk gösterisi izliyoruz" diyerek bu yazıyı bitirirdik. Öyle bir durumda kalan bir hoca olmadığımıza ve ayni pelesengi tekrar etmek zorunda kalmadığımıza şükrediyoruz.
Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder