19 Şubat 2025 Çarşamba

Bir Ütopya'dan Çıkan Önemli Bir Oyun : Lorem Ipsum(Peri Peti - Efe Yeşilay)

 Yazıma bir yazarımızdan bir cümleyi tornistan ederek başlayayım: Bir oyun seyrettim gündemim değişti.  Oyun Peri Peti’den seyrettiğim Lorem Ipsum. Bir cümle içindeki iki yabancı ifade kafa karıştırıyor. Benim gibi kafayı takmaz  sıradan bir seyirci gibi ‘aman ne güldük eğlendik çok keyif aldık’ diye oyundan çıkarsanız oyun hedefine varmış dersiniz. Evet oyun güldürüyor eğlendiriyor keyifli ama benim için oyunun önemi bunlardan çok daha başka. Bazı oyunlara eleştiri şarttır. Bazı oyunlar için eleştiri doktorun yazdığı reçeteye benzer. (Eleştirmen de tiyatro doktoru oluyor bu durumda :))) Seyirci merak eder okursa oyundan aldığı ufku açar. Jüri üyesi ise ezbere ahbap dost işi seçim yapmaz bilerek oyun seçer ve  seçiminin gerekçesini iyi yazar. Muhtemelen oyunu yapanlar belli etmez ama yazımı  okur. Onlara da faydam olursa ne mutlu bana.



Grubun ismiyle başlayayım. Peri Peti ne? Aristoteles’e mal edilen anlamı karakterin alın yazısında ortaya çıkan ‘baht dönüşü’. Özellikle tiyatroda ‘öngörülmeyen olay, kaza’
  anlamında kullanılıyor. ‘Âni, tam dönüş, tersine dönüş’  Ben yeni kurulan topluluğa çıktıkları yolda açık ve şanslı kazasız belasız bir baht diyorum.

İkinci ifade oyunu ismi: Lorem Ipsum.  Google’da tam bir karşılık bulamayacaksınız. Yayıncılık hayatında kullanılan bir ifade. Örneğin sayfa mizanpajı yaparken  boş kalan yere ‘buraya içerik gelecek’ anlamında genellikle anlamı olmayan sözcüklerin belirlenen harf fontlarıyla yazılmasına başka bir ifade ile boşluk dolduran parçaya Lorem Ipsum deniyor.  Taklit yazı bloğu da denebilir. Bu tanımlardan yola çıktığınızda oyunun anlamı netleşmeye başlıyor.  Oyun tiyatro dünyamızdaki boşluğa bir gönderme ve doldurma amacı taşıyor.

İçerik oyunun en can alıcı yeri. Oyun afişinde ‘Yazan Efe Yeşilay’ı görüyorsunuz.  Oyun tekstinin başında ve afişte  Edward Bellamy’nin 1888 tarihli ‘Looking Backward 2000-1887’ adlı romanından esinlenilerek yeniden yazılmıştır” yazılı. “Geriye Bakış 2000’den 1887’e”Fadime Kahya tarafından tercüme edilmiş ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmış

Edward Bellamy 1850-1898 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir yazar. Hukuk okumuş. Gazetecilik yapmış. 1888’de yayımlanan Geriye Bakış romanı bir milyondan fazla kopya satmış ve ekonomik kriz pençesindeki bir halktan alıcı bulmuş bir modern ütopyadır. Yazdıkları çeşitli siyasi oluşumlara ve onun ideallerini savunan ulusalcı bir partinin kurulmasına ilham vermiş. Geriye Bakış’ın devamı olan Equity adlı eseri 1891’de yayımlanmış.(Kitap arkasından) İşte Peri Peti’nin Lorem Ipsum’unun önemi bu eserden geliyor. Efe Yeşilay’ın böyle bir romandan yola çıkarak bir oyun yazmasını çok zekice buluyorum. Beni de bu konuda ayrıntılı okumaya ve araştırmaya yönlendiren bir oyun oldu. Gündem yaratması ufuk açması tiyatro sanatının hem keyfinin hem de gücünün göstergesi. Ben bu tür oyunları seviyorum beğeniyorum. Bu yazıyı yazmak da bana keyif veriyor.

Modern ütopyalar, on dokuzuncu yüzyılın sadece toplumsal değil, aynı zamanda siyasal koşullarının da bir yansıması olan hayal âleminin birer tasviridirler. Bu açıdan bakıldığında on dokuzuncu yüzyıl ütopyacılarının hem benzer hem de farklı birçok yönü bulunmaktadır



 Ancak hepsinde bulunan ortak yön, on dokuzuncu yüzyılın değişime ve devrime açık, umut yüklü bir çağ olduğuna beslenen inançtır. Bazılarında rüyadan uyanma teması etrafında şekillenen geçmiş duygusundan yoğun olarak beslenir. Bu kurgulardan biri de Edward Bellamy’nin Geriye/Geçmişe Bakış (Looking Backward) adlı eseridir. On dokuzuncu yüzyılın sorunları, örnekleri, araçları, çözümleri, açmazları, çelişkileri, diğer eserlerde olduğu gibi bu eserde de hep ön plandadır. Geriye/Geçmişe Bakış’ta ana karakter Julian West, yaşadığı Boston kentinde 1887 yılında bir manyetizma profesörü tarafından uyutulduktan sonra gözlerini 2000 yılının Boston’unda açar yüz on üç yıl sonra (yüz on üç yıl üç ay on bir gün) aynı kentte uyanır. Uyandığında dünyanın bambaşka bir yer olduğunu görür. Daha kestirmeden söyleyecek olursak, Bellamy’de uyanış teması aslında, umudu çağıran, eşitlikçi, yeni bir düzen hayalidir. Bellamy, pek çok yazarda olduğu gibi kendi düşüncelerini anlatmak için roman kurgusunu araç olarak kullanır. Geçmişe bakarak inşa edilen gelecek beklentileri, Bellamy’de, umutlu ve güçlü bir dünya tasarımı yaratır.

Elektriğin kömürün yerini aldığı, endüstri ve ticaretin çıkarcı özel tekellerden kurtarılıp ortak çıkara ve herkesin yararına hareket eden tek bir tröstün elinde toplandığı, tasarrufların ve kârın tüm yurttaşlar arasında eşitçe pay edildiği, devrimin şiddet değil ikna yoluyla gerçekleştiği, ordunun ortadan kalktığı, yurttaşların isme çıkarılan kredi kartlarıyla kamu mağazalarından ihtiyaçlarını giderdiği yeni bir dünyadır burası. Ulusun hizmetine adanmış bir “sanayi ordusu” fikrini ütopyasının omurgasına yerleştiren Bellamy öyle isabetli öngörülerde bulunmuştur ki.

 Amerika’da şu güne kadar yayınlanmış en dikkat çekici kitapların başından gelen bu sanayi ütopyasının inanılmaz başarısını ve yoğun etkisini anlamak için Krishan Kumar’ın yaptığı uzun döküme kısaca göz atmak bile kafi.“1888’de Geriye Bakış sadece Birleşik Devletler’de çeyrek milyon kopya sattı… On dokuzuncu yüzyıl Amerika’sında Tom Amcanın Kulübesi’nden sonra en çok satan roman ve Amerikan edebiyatında bir milyon kopya satan ikinci romandı. Yayımlandığından bu yana Birleşik Devletler’de baskısı hiç tükenmedi… yayınlanışını takip eden bir iki yıl içinde dünyadaki tüm büyük dillere çevrildi… Amerikalı felsefeci John Dewey ‘Tom Amcanın Kulübe’si kölecilik karşıtı hareket için neyse, Bellamy’nin kitabı da pekâlâ yeni bir toplumsal düzene yönelik yaygın kanının şekillenmesi için o olabilir’ diye yazıyordu…. Birçokları için Bellamy’nin gücünün en etkileyici ispatı Leo Tolstoy gibi bir kişinin Geriye Bakış’ın ilk Rusça çevirisinden sorumlu olması gerçeğinde yatar

Her şeye rağmen ütopyalar başka bir yaşamın mümkün olduğuna dair içimizdeki umudun ateşin alevini canlı tutmaya devam ederler. Yine Mumford’un sözleriye: “Bugün, ileri endüstriyel uluslar Bellamy’nin işaret ettiği çukurların bir çoğuna düşmüşlerdir. Öyle ki, bugün teknolojinin bize sunduğu gerçek avantajları kuşatacak başka bir yaşam tarzı tasarlamak pek çok insana güç gelmektedir. Gerçekte teklif edilen gelir, görev, özveri ve fırsat eşitlikleri o kadar adil ve ‘demokratik’ o kadar zararsız ve faydalı gözüküyorlar ki bu şemada eksik kalan bir unsur –‘Sistemin kendisine karşı hiçbir alternatif yok’- gözümüzden kaçmaktadır. Çünkü bizler onu kaybetmeye dünden razıyız 

Böyle kapsamlı bir romanı didaktik olmadan ve seyirciyi sıkmadan yazmak ve sahnelemek için romandan belli bir fedakarlık etmek gerekiyor. Efe Yeşilay ‘Kendi yükümüzü başkalarına yükleyerek yaşama kuralının çok iyi bir uygulayıcısı oldum’ diyen dededen zengin West’in  (Bellamy) ağzından,  esinlendiği romandan çok belirgin olarak at arabası metaforunu almış. Bellamy özet olarak 1887’deki sosyal durumu özetlemiş ve 2000’deki hayal(ütopik) topluma gelmiş. Metaforun tablosal ifadesi şöyle:

Efe Yeşilay’ın romandan aldığı bu arabayı şöyle replik yapmış:

Arabanın sürücüsü yoksulluk ve açlıktı… Kemikleri sayılacak kadar zayıf, bitap bir sürücü düşünün. (Yönetmen imayı fark eder, hızlıca Asistanla yer değiştirir.) Dikenli, yokuşlu, tozlu, çamurlu bu yolda arabayı çekmekten başka bir çaresi yok. Arabanın tepesinde de bir yığın insan 4 olurdu. Yolun tozundan, çamurundan uzak, manzaranın ve güzel havanın tadını çıkarıyorlar. (İşçiler) Arabayı terk edip bize başkaldırarak adalet isteyecek bir eylemi akıl edemiyorlar henüz. Arabanın tepesindeki nihai amacımız, yerimizi çocuklarımıza veya istediğimiz birine bırakabilmekti. Bunu başarana kadar yerimizi sımsıkı tutmak ve başkasına kaptırmamak için elimizden geleni yapmamız gerekiyordu. Çünkü yoldaki bir engebede arabadan düşebilir, yerimizi kaybedebilirdik. Böyle talihsiz kazalar yaşamamak için dualar ederek diken üstünde yolculuk yapıyoruz diyebilirim. Bunun stresini yaşamak hiç de kolay değil! Nihayetinde işin ucunda arabanın üstünde temiz havanın keyfini çıkarırken bir anda sürücülük için rekabet etme ihtimaliniz vardır.

2000 yılındaki düzen ütopyasında Bellamy şöyle diyor ki seyircinin repliklere dikkat etmesini öneririrm. Doktor doktorluk yapmadığı için ceza yemiş. Şu an ev hapsinde… Eğer mesleğini yapabiliyorken yapmıyorsan hapse giriyormuşsun. Herkes devlet için çalışıyor.

Efe Yeşilay’ın oyuna eklediği Dümbüldekoğluuu Turşuları, stres çarkı,’Bas gaza’şarkısı ve alternatif tiyatroya yaptığı gönderme ve özellikle ‘Doktor Rolü’ çok zekice dokundurma ve buluşlar.

Yeşilay esinlendim diyor yâni oyun bir uyarlama değil. Bu nedenle romandaki hacmi aynen sahnede beklemiyor(d)um. Gölge oyununun kullanılması oyuncuların oynama biçimleri tulûat tarzını öne çıkarıyor. Sanki eski Direklerarası’ndayız. Oyunun 2025'e dokunması güzel. Tek beklentim bir ütopya ile bitmesi.

 Acemi oyunculuk oynamak zor bir iş. Beceremezseniz çiğ kaçabilir ama dört genç oyuncu çok iyi oynuyor. Enerjileri, aralarındaki uyum ve biçim birliği oyunun seyrini daha da keyifli hâle getiriyor. Bir perde üzerine çizilmiş kapı pencere  dekor elemanlarının oklarla gösterilişi  Lorem Ipsum. Oyunun ismiyle uyumlu.  Fikir oyunun dekorunda da kullanılmış. Tiyatro ‘mış gibi yapmak’ değil mi zaten. Kostümlerin ve müzik seçimlerinin de acemi tiyatro konseptine çok uygun olduğunu düşünüyorum. Afiş tasarımını sevdim. Işıklar da iyi çalıştı. Her mekanda aynı olmasını dilerim. 

Seyircinin oyunun şen şakrak atmosferinde oyuna hak ettiği kıymeti vermesi için bu yazıyı yazdım. (Yazımı okuyan var mıdır? :)))

Oyun romanı okutacaktır diye düşünüyorum ve diliyorum. Seyircinin ve jürilerin oyunun hakkını vermesini dilerim.

Melih Anık



Künye:

Yapım: Peripeti Yapım
Yazan-Yöneten: Efe Yeşilay
Oyuncular: Burcu Akyürek, Gökhan Dost, Kübra Yeşilay, Efe Yeşilay
Özgün Müzik: Önder Helvacıoğlu
Işık Tasarım: Arman Serkizyan
Dekor Tasarım: İlhan Topaloğlu
Kostüm Tasarım: Meltem Yeşiltaş
Görsel Tasarım: Zeynel Öney

Yazıda italik olan bölümler aşağıdaki belgelerden alınmıştır:

Lorem Ipsum oyun metni

Roman:  Geriye Bakış: 2000’den 1887’ye-  İş Bankası Kültür Yayınları -Edward Bellamy

Bellamy Geçmişten Günümüze Bakış (https://www.academia.edu/34975349/BELLAMY_GE%C3%87M%C4%B0%C5%9ETEN_G%C3%9CN%C3%9CM%C3%9CZE_B%C4%B0R_BAKI%C5%9E)

Rüyada Kalkınma: Bellamy’de Yönetim Düşüncesi (https://dergipark.org.tr/tr/pub/fsecon/article/982637)

7 Şubat 2025 Cuma

Selam olsun Yaşar Kemal'e ve Dengbejlere: Ağrı Dağı Efsanesi(İBBŞT- Yiğit Sertdemir)

 

Yiğit Sertdemir’i tanımam 444 ile başladı. Beyoğlu Oyuncular Kahvesi’nin küçük bir odasında seyrettim oyunu. Sertdemir Türk Tiyatrosu’nda yeni bir soluktu. Bakış açılarımız uyuşmuştu. Bence bir matematiği vardı oyunun.  Sertdemir’in zeka ve ironisi gülümsetirken düşündürüyordu. Ülkenin meseleleri hakkında düşüncelerini farklı bir söylem ile anlatıyordu. Sonra onu takip etmeye başladım. Altıdan Sonra Tiyatro neredeyse ben oradaydım. Oyunlarını en çok yazdığım yazarlardan biridir Sertdemir. Hiçbir tiyatroya güvenmeyen ben onun tiyatrosuna sezonluk üyeliğe para yatırdım. Bu arada bir taraftan Altıdan Sonra Tiyatro ile Kumbaracı’da sürdüğü tiyatro hayatına  İBBŞT’da yönetmen-oyuncu titrini ekledi.  444’ü takip eden oyunlar ve heyecan  Sertdemir’in bence çok çalışma ile gelen rahatsızlığı ile durakladı ve düşüşe geçti. Ben korkarak gittim düşüşteki oyunlarına ve çok da memnun olmadım seyrettiklerimden. 444’de gördüğüm ışık sönükleşmişti. Sanıyorum o  bir arayış dönemi içinde  idi.  Benim tonumdaki değişiklik onun ile aramızdaki sıcak ilişkiyi de soğuttu. Oyun sonlarındaki fuaye sohbetleri de yara aldı ister istemez. Ama bu arada hikâyenin başını bilmeyenler Sertdemir’i beğeniyordu. Aksine ben  yönettiği Tartuffe’de ve Cadı Kazanı’nda  onu bulamadım. Ağrı Dağı Efsanesi çıkınca içimde aldım verdim. Oyun hakkında duyduklarım genellikle oyunun çok uzun olduğu yolunda idi. Hazırlıklı  olarak oyuna gittim. Oyun 15’de başladı 17:35’de bitti. Arayla birlikte 2 saat 35 dakika. Bana uzun gelmedi.


Yaşar Kemal ülkenin efsane  yazarı. Eserleri Türk Edebiyatı’nın gururu yüz akı ama Nobel’ciler başkasına,Türk halkı Yaşar Kemal’e ödül verdi. Eserlerini Türkçe yazan ve dünya dillerine çevrilen Yaşar Kemal Ağrı Dağı Efsanesi ile diğer eserlerine oranla hacmen küçük  ama ellerini ayaklarını Anadolu’ya basan, kültür ve inanç farklarını bir potada eriten bir kitaptır. Gülbahar ve Ahmet’in aşkını anlatırken ülke bütünlüğünü dile getiren destansı bir öyküdür. Bazı özellikleri ile kolaylıkla ayrımcılık yaratabilir. Baharatını ve ateşini  iyi ve doğru vermeniz gereken bir yemektir.



Daha önceleri Ağrı Dağı Efsanesi’nin filmi oyunu yapıldı. Ben seyrettim. İyi örneklerdi. Sertdemir’e ilave bir sorumluluk yüklemiş olduğunu düşünüyorum.  Eseri uyarlayan ve oyunu yöneten Sertdemir akılda kalacak bir oyun çıkarmış. Ben oyunları seyrederken not tutarım. Gözüme batan hususları kaydederim. Bu oyun sonunda o kadar az  not almışım ki onlar da keyfe keder. Dengbej söylemi çok doğru. Dengbej bir çeşit meddahtır. Sertdemir dengbeji birden fazla oyuncuya dağıtmış. Ahmet Gülbahar ve Mahmut Han dengbej değil. Oysa onların da dengbej olması ana felsefeye uyacak. Hikayeyi tek bir dengbej anlatsa dengbej tüm karakterleri oynayacak değil mi? Onlara Ahmet, Gülbahar ve Mahmut Han da dahil olsa bir bütünlük olacak.  Gözüme batan ikinci husus bazı sahnelerde at geriyi maskeliyor. Yerini değiştirmek gerek. Yönetmen seyircinin solundan sahneye baksın derim. Attan bahsetmişken Seda Balaban’ın ismini vurgulamak lazım. Balaban çok başarılı bir kuklacı. Onu Surname’den hatırlıyorum. Bu oyunda kostüm tasarımları da çok işlevli ve başarılı. At’ı canlandıran Özge Midilli’ye ayrı bir satır açmak gerek. Kukla güzel de canlandıran da güzel oynuyor. Aynı şekilde oyunun müzik direktörü Burak Çöllü’yü de alkışlıyorum. Bir oyuna canlı müzik yapmak bu zamanda maddi olanakları zorlayan bir iş. Her tiyatronun harcı değil. Her ne kadar playback ile desteklenmiş bile olsa müzik Ağrı Dağı Efsanesi’nin soluğu. (Yazımı okuyan orkestradan müzikte playback desteği olmadığına ilişkin bir mesaj aldım. Tüm müzik canlı icra imiş. Ben de bu hususu düzeltiyorum. ) Dedim de aklıma geldi. Bir eseri(roman hikaye) sahneye uyarlamak kolay gibi görünen zor bir iştir. Sahnede ruhunu kaybetmiş romanlar hikâyeler seyrettim. Sertdemir ve tabii ki dramaturg kağıt üzerindeki ruhu sahnede öldürmemiş. Bu yazara saygının bir ifadesi.    

Oyun bazılarının çok kullandığı gibi bir ‘ansamble’ başarısı Uyumlu tutarlı sade ama görkemli bir gösteri. Yıllar önce Surname için yaptığım öneriyi bir daha yazıyorum.  İstanbul’da yaşayan bir yabancı tiyatro özlemini  nasıl giderir? Mesela Macaristan’da dünyaya onların tanıttığı ‘black theatre’  yapan mekânlar vardır.  Turistler mutlaka gider.   Bizde neresi var? Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni bize özgü oyunlara tahsis edin. Ve Sûrname, Ağrı Dağı Efsanesi gibi oyunları ‘İngilizce surtitle-üst yazı’ ile orada oynatın. Türk Tiyatrosu’na ve turizme de katkınız olur.  Aslında bu girişim başka oyunları tetikler ve maddi fon da getirir. Bence dua da alırsınız. J)

Özet olarak Ağrı Dağı Efsanesi seyredilmesi keyifli ve yararlı bir oyun. Gençleri teşvik edin çocukları yanınıza alın gidin seyredin. Ama önceden onlarla konuşun Yaşar Kemal’i ve efsaneyi anlatın. Oyundan sonra çocuklarınızla konuşacak bir konunuz olur.

 Selam olsun Yaşar Kemal'e ve dengbejlere. Oyunun ömrü çok olsun.

Melih Anık


Künye

Yazan: Yaşar KEMAL

Uyarlayan / Yöneten: Yiğit SERTDEMİR

Müzik: Oğuzhan BALCI

Dramaturg: Sinem ÖZLEK

Dekor Tasarım: Barış DİNÇEL

Kostüm ve Kukla Tasarım: Candan Seda BALABAN

Işık Tasarım: Osman AKTAN

Koreografi: Senem OLUZ, Özge MİDİLLİ

Oyun Müzik Direktörü: Burçak ÇÖLLÜ

Ses Tasarım: Gökhan SUNA

“Gül Diyem Bahar Diyem” Şarkı Sözü: Yiğit SERTDEMİR

“Gül Diyem Bahar Diyem” Gazeli: Cihan KURTARAN

Oyuncular:

Arda ALPKIRAY: Kervan Şeyhi-Musa Bey-Rüstem Paşa-Halife İbrahim-Dengbej-Dağlı- Kürt

Beyi Mahmut Han Ases-Çoban

Ayşe GÜNYÜZ DEMİRCİ: Baş Dengbej-Gülriz-Dağlı

Besim DEMİRKIRAN: Memo-Dengbej-Dağlı-Çoban-Mahmut Han Ases-Hoşap Beyi Ases

Can TARAKÇI: İsmail Ağa-Dengbej-Dağlı-Çoban

Cian KURTARAN: Ahmet-Çoban

Emrah Can YAYLI: Yusuf-Dengbej-Kürt Beyi-Çoban-Dağlı-Mahmut Han Ases

Emre YILMAZ: Baş Dengbej-Hoşap Beyi-Dağlı

Ertan KILIÇ: Demirci Hüso-Dengbej-Çoban-Dağlı-Kürt BeyiMahmut Han Ases

Hakan ÖRGE: Mahmut Han-Çoban

Murat ÜZEN: Dengbej-Zilan Beyi-Molla Kerim-Dağlı-Cellat-Mahmut Han Ases

Özge MİDİLLİ: At-Dengbej-Çoban-Anne-Dağlı

Serkan BACAK: Dengbej-Kürt Beyi-Mahmut Han Ases-Molla Muhammed-Cellat-Dağlı

Uğur DİLBAZ: Sofi-Dengbej-Çoban-Dağlı-Hoşap Beyi Ases

Yeliz ŞATIROĞLU: Gülbahar-Çoban

Zeynep Ceren GEDİKALİ: Baş Dengbej-Gülistan-Dağlı

AĞRI DAĞI EFSANESİ

 Orkestra:

Şef: Burçak ÇÖLLÜ

1.Keman: Ayla ÖZKAN, Seçil IŞIKSOY 2. Keman: Buse EFSEN,Kerim BALKAN

Viyola: Eylül Sade KARAŞİN, Ceren YILMAZ Çello: Orcan KOÇ, Emre ÖZER

Kontrbas: Utku AKINCI Obua: Buğra ÖZGÜN Klarnet: İnci Gonca BEKER

Flüt: Ekinsu EMİNAĞAOĞLU Fagot: Defne BAYRAK Kaval: Baran ASLAN

Perküsyon: Murat GÜREÇ, Ali Furkan YARGICI Piyano: Güliz TEKELİOĞLU

Yönetmen Yardımcıları: Arda ALPKIRAY, Irmak ÖRNEK, İrem ARSLAN, Oya PALAY,

Yunus Erman ÇAĞLAR

Dekor Uygulama: Sırrı TOPRAKTEPE, Batuhan BOZCAADA

Kostüm Uygulama: SİBEL USANMAZ

Butafor Asistanı: Beyza TOSUNOĞLU

Işık Uygulama: Gökhan DAVULCU, Uğur AKSU, Burak KAPLANOĞLU

Orkestrasyon ve Mikrofon Uygulama: Gülsüm MUTLU, Yiğitcan EFE

Sahne Terzileri: Mehmet SOYLU, Nezahat TUNA, Nedim GÜNEŞ

Aksesuar Sorumluları: Bilal Zafer KURUOĞLU, Yasin KAYA, Üzeyir YILDIRIM, Mehmet

ASLAN, Uğurcan BOZKURT, Ömer ÖZGÜVEN

 Sahne Teknisyenleri: Seyit KIRDI, Recep KAYALAR, Mustafa AKGÜN, Kazım KAY-

ALAR,Koray SATIR, Burak YILMAZ ,Mehmet ATAY, Dursun SARIAHMET ,Devran

 DEMİR, Emirhan GÜNGÖR, Taner KIRANOĞLU, Ömer PARLAKKILIÇ

Saç- Makyaj Uygulama: Oya SELİM

Kuaförler: İbrahim AYDEMİR, Adil UPRAK

Tanıtım Videosu: Enes Altuğ AVŞAR

Fotoğraflar: Sadi AYAN

 

İlk oyun: 1 Ekim 2024 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi

Süre: 2 Perde 165 Dk.

 

Kostüm ve kukla tasarımında kıymetli desteği için Efe Arslan’a; müzik ve orkestra provalarındaki kıymetli katkılarından dolayı Oğuz Kabakuşak’a; danışmanlık ve bilgilendirme için bize değerli vakitlerini ayıran Mesut Alp ve Sultan Bingül’e; atölye çalışması için Ayşegül Uraz’a çok teşekkür ederiz.


5 Şubat 2025 Çarşamba

Savaş ve Barış (Tolstoy) Büyük İş Ama Popovski Cepten Yemiş (İBBŞT)

 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun büyük işlerinden biri Savaş ve Barış benim seyir listeme aldığım oyunların başında geliyordu. Hem eser hem de yönetmen Popovski oyunu benim için cazip kıldı. Popovski benim beğendiğim bir yönetmen. Türkiye’de çok ödüller verildi kendisine. Onu ilk kez  İBBŞT’da yönettiği Tehlikeli İlişkiler ile tanıdım. Benim bir oyunu birden fazla seyrettiğim olmaz ama bu oyunu üç kez seyrettim. Oyunla ilgili yazım blogumda duruyor. İsteyen okuyabilir. Popovski  Türkiye’yi Türkiye de Popovski’yi  sevmiş olacak ki daha sonra  yönettiği Bir Yaz Gecesi Rüyası,  İmparatorluk Kuranlar,   Üç Kız Kardeşi Beklerken geldi.  Ama Popovski’nin performansı giderek düştü.  Gene de Tehlikeli İlişkiler’de tanıdığım yönetmenin temellerinin sağlam olduğunu düşündüm. Savaş ve Barış bu açıdan onun yeniden doğması olabilirdi. 



Popovski’nin bu oyunu yönetmesi daveti  İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni  Ayşegül İşsever’den  gelmiş. İşsever’in oyun seçimi ve Popovski’yi  davet etmesi çok yerinde. Büyük oyunlar büyük yönetmenlerle yapılır. Popovski’nin de böyle bir ünü var.  

Popovski oyun dergisindeki yazısında bu oyun için 370 oyuncu izleyip kadro yaptığını yazmış. Romanın dünya edebiyatındaki yerini ve hem sayfa hem de içerik açısından hacmini düşündüğünüzde  büyük iş tanımını hak eden cesaret isteyen  bir oyun ile karşı karşıyayız. ‘Klasikleri genç seyirciye çağdaş bir dille tanıtma fikri benim için çok önem taşıyor.’ demiş Popovski. Geçmişine baktığınızda Popovski’nin  bunun altından kalkabilecek bir yönetmen olduğunu düşünürsünüz. 


Bu duygular içinde perde açılıp ilk sahneyi gördüğümde tamam dedim kendime doğru oyundayım. Oyun kadrosunun sahneye tek tek gelip bir fotoğrafın içinde yer alışları, bir kanepede oturan ve ölmek üzere olan Kont’un ‘Su..Su’ diye bağırışları , derme çatma dekor perdelerinin yıkılışı Popovski gene yapmış dedirtti bana. Ama bu düşüncem kısa sürdü. Rusya’nın metaforları diye gördüklerim meğer o kadarmış. Popovski basit metaforlarla göz boyamak istemiş. Düello sahnesinde olaylara gözünü kapayan kalabalıkların siyah gözlük takması, Moskova’da yangın sahnesine geçiş için Napolyon’un kibrit çakması(ki yolda söndü) çok basit metaforlardı. Bir sıra oyuncunun yangına kova kova su taşıması da çağdaş dil gibi gelmedi bana. Eline bastonunu sopa gibi verip Prens Bolkonski’yi  salonda neden dolaştırdınız Allah aşkına? Özellikle beyaz çarşaflar ve hava pompaları ile şişirilerek tepeler yapılan kar kaplı sahnelerin Popovski’nin Türk seyircisini tanıdığını ve onların oyun sonunda ayaklara fırlayarak bu görsel tabloları bravo nidalarıyla alkışlayacağını bildiğini gösterdi bana. (Öyle de oldu) Popovski tribüne oynamış yani.


Popovski romandan ‘Önemli bulduğumu seçtim’ demiş. Kendisi seçtiyse uyarlayanın(Eva Mahkoviç) kabahati yok. Maalesef ortaya bir magazin programı çıkmış. Ali Ayşeyi seviyor, sevmiyor vb.. Ben bir de bizdeki davullu zurnalı askere yollama sahnesi bekledim. Geleneksel de girerdi sahneye.  Birkaç  asker üniforması  ve tüfekle SAVAŞ olmuyor. Savaş olmayınca BARIŞ da olmuyor.  Tarih akmıyor sahnede. Tarihte ve romanda ağırlığı olan Napolyon figüran olmuş. Sahneye semaver getirince Rus bozkırları canlanmıyor gözünüzde,  o ruhun kokusu gelmiyor. Aynen sahneye sürat botu koyduğunuzda dil çağdaşlaşmıyor. Eminim ki Popovski A. Neuman, E.Piscator, G.Prüfer tarafından yapılmış Savaş ve Barış uyarlamasından haberdardır. Tolstoy’un eseri sürekli bir anlatıcı olmadan olmaz.  Oyun sıkıcı didaktik olur ama gereklidir. Bu oyunda fondan video akıtılabilirdi. Popovski'nin uyarlamasında anlatıcı yetmemiş. Keşke bahsettiğim uyarlamayı kullansa idi.  O  uyarlamadan aldığım şu satırları  hatırlatmak isterim: 

"Bizim için tiyatro kansız-cansız, yürek¬siz, sadece kendi için yapılan bir sanat de¬ğil, geleceğin haberciliğini yapabileceğimiz ayakta kalmış son kürsü, düşüncelerimizi açıklayıp içimizi dökebileceğimiz, insanları yargılayıp sarsabileceğimiz bir tartışma ala¬nıdır." (Türkçesi Cevat Çapan) Sevgili Popovski kendiniz için sanat yapmışsınız. Gelecek haberlerinin kürsüsü yok. İçimizi dökemedik düzeni yargılayıp sarsamadık. Oyundan çıkan(eğer yarıda çıkmamışsa) kaç kişi romanı merak eder de okur? Oyun bu merakı uyandırmıyor. 

Oyuna emek vermiş tüm oyunculara teşekkür ederim. Onların yaptığı büyük fedakarlık büyük emek büyük eserden büyük oyun olarak sahneye geçmemiş.  Son söz Popovski’ye :  Biz Türkçede buna cepten yemek diyoruz.  Savaş ve Barış sizin kariyeriniz için öyle olmuş. Yeni oyunlarınızı  merakla bekleyeceğim. Buluşmak üzere.

Melih Anık


Tehlikeli İlişkiler yazım:

https://melihanik.blogspot.com/2010/10/tehlikeli-iliskiler-istanbul-bb-sehir_14.html


Oyun Künyesi

Yazan: Lev TOLSTOY

Uyarlayan: Eva MAHKOVIC

Çeviren: Aslı ÖNAL

Yöneten: Aleksandar POPOVSKI

Müzik: Kiril DJAIKOVSKI

Dramaturg: Başak ERZİ

Dekor Tasarımı: Sven JONKE, Vanja MAGIĆ

Kostüm Tasarımı: Canan GÖKNİL

Işık Tasarımı: Osman AKTAN

Efekt Tasarımı: Erhan AŞAR

Yardımcı Yönetmen: Juš Andraz ZIDAR

Yönetmen Yardımcıları: Cem BAZA, Çimen BATURALP, Yunus Erman ÇAĞLAR, Deran ÖZGEN

Suflör: Zeynep KÖYLÜ, Özer KÖSE

Dekor Uygulama: A. Murtaza DEMİR

Kostüm Uygulama: Aynur KOPUZ

Işık Realizatörleri: Zafer ÇITAK, Fatih KARA

Efekt Uygulama: Gökçe SELİM

Aksesuar Sorumluları: Ömer ÖZGÜVEN, Bilal Zafer KURUOĞLU, Serdar DİKMEN, Serkan İŞERİ,

İlyas ÖZCAN

Sahne Teknisyenleri: Seyit KIRDI, Mert Ali METİN, Yusuf ŞAHİN, Burak YILMAZ, Dursun

SARIAHMET, Fatih ÖZKARDAŞ, Mustafa AKGÜN, Recep KAYALAR, Kazım KAYALAR,

Selçuk KESKİN, Ömer PARLAKKILIÇ, Tayfun ERDAĞ, Koray SATIR

Terziler: Nezahat TUNA, Mehmet SOYLU, Selman BADUR

Saç Uygulama: Oya SELİM, İbrahim AYDEMİR

Kuaförler: İbrahim AYDEMİR, Aykut AKKOÇ, Yakup KARATAŞ

Fotoğraflar: Nesrin KADIOĞLU, Sadi AYAN

Video Fragman : Enes Altuğ AVŞAR

Afiş Tasarımı: İzel KÜÇÜKEKENCİ

Broşür Uygulama: Aleyna YAŞAR

İlk Oyun: 4 Ekim 2023, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi

Süre: 200 dakika / 2 perde

Değerli katkıları için gönüllü reji asistanları İrem YILDIZ ve Umay TUĞBAY’a teşekkür ederiz.

Oyuncular

Anna Pavlovna: Ayşegül İŞSEVER

Kont Bezuhov: Mutlu GÜNEY

Pierre Bezuhov: Cem EYÜBOĞLU

Prens Nicolay Bolkonski: Can BAŞAK

Andrey Bolkonski: Ahmet KAHVECİOĞLU

Marya Bolkonskaya: Berfin BERBER

Prens Vasili Kuragin: Ali Rıza KUBİLAY

Helene Kuragina: Dilara DEMİRDÜZEN

Anatol Kuragin: Boran BAĞCI

Kont Ilya Rostov: Murat BAVLİ

Kontes Natalya Rostova: Defne GÜRMEN YÜKSEL

Nataşa Rostova: İpek UĞUZ

Nikolay Rostov: Ersin BAĞCIOĞLU

Sonya: Yağmur TOPÇU

General Kutuzov: Doğan ALTINEL

Dolokhov: Ogeday ERKUT

Heidi: Melisa DEMİRHAN

Napoleon Bonaparte: Mesut ÇIRAK

Liza: Berfin BERBER

Askerler ve Hizmetliler: Deran ÖZGEN, Salih ŞİMŞEK, Sefa TURAN, Osman KABA


2 Şubat 2025 Pazar

Gök Kubbe (İBBŞT) : 'Spoil' İçeren Bir Yazı

 Gök Kubbe İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu repertuarında  ilgimi çeken oyunlardan biri idi. Oyunu seyretme isteğim öncelikle yönetmenden(Ali Gökmen Altuğ) kaynaklanıyordu.  Altuğ’un daha önce yönettiği oyunlardaki titiz, ayrıntıya önem veren yönetim tarzı bu oyunu seyretme isteğimi arttırdı. Bu arada gittikçe düzelen İBBŞT internet sayfasındaki oyun broşüründe hem yönetmenin hem de dramaturgun(Sinem Özlek)  okuduğum yazıları da beni etkiledi. O yazılarda:

Yönetmen ev işlerinden kafalarını kaldırıp gök yüzüne bakamayan kadınları vurgular.  Kadınların toplumdaki yeri kadınlık halleri kadına verilen toplumsal rollerden bahseder.  Oyunda  kadın bedenlerinin konumlanışı ve kadın bedenine müdahale edilmesinin çok önemli bir eleştiri oluşunu söyler. Çok güçlü dramatik yapıyı, suç hikâyesini çözmeye çalışırken metnin katmanlı yapısını ve  dehlizlerde gezindirmesinin altını çizer. Yönetmene göre oyun yazarın yaratıcılığının ve dehasının dehlizlerine yapılan bir yolculuktur.

Dramaturga göre  gök yüzüne bakmaya vakit bulamayan kadınlar adalet bulamamışken adil bir sonuca varmak zorunda bırakılmıştır. Farklı eğitim ve statü seviyelerindeki yetkili ve etkili herkes eğitimsiz olduğu için değil bildiği kadarını mutlak doğru sandığı için cahildir. Çoğunluk kadınlar olduğunda odanın tek erkeği ötekileştirir.  Oyun adil olan ne olurdu sorusunu n cevabını seyirciye bırakır. Zamanı geçip bizim zamanımıza kadar gelir. Adaletsizlik kavramını ele alır. Sorumluluk ile haklar arasındaki terazi şaşarsa yeniden adaletten söz etmek için nereden başlamalı?

(Yazılardaki kilit hususları koyu renkle gösterdim. Yönetmen ve dramaturg tekste bu açılardan bakmış.)

Bu oyunu mutlaka seyretmeliyim dedim. İlk kuşkum oyunu seyretmeden önce oyun tekstini okuduğum zaman başladı. Bu yazıyı oyunu seyrettikten ve teksti bir daha okuduktan sonra yazıyorum. Yazı spoil (açık veriyor)içermektedir. Oyundan önce okuyacak olanları uyarıyorum. Bu noktada yazıyı okumayı bırakabilirler.   

Yazının başında tekste göre yönetmenin elinden geleni yaptığını oyuncuların iyi oynadıklarını dekor kostüm ışık ve müziğin iyi olduğunu söylemeliyim.  Oyunda çok  emek var.  Ama bir oyundan beklenen çok emek verilmiş olması mıdır? Her oyunda çok emek var. Tiyatro öyle bir iş. Ama bir oyunun başarısı emekten gelmez.

Oyun 1759’da geçen bir hikâyeden yola çıkıyor. Adı bir cinayete karışan kadın eğer hamile ise asılmaktan kurtulacak ve sürgüne gönderilecektir. Bu nedenle 12  kadından oluşan bir jüriye kadının hamileliği konusunda karar vermesi görevi verilir.

Oyun dört aydan sonra evine dönen Sally’nin kocası ile dialogu ile başlıyor. Kadın eve başkasından hamile olarak dönmüş. Bu davranışını da gördüğü hayale bağlıyor. Biriktirdiği parasını almaya gelmiş. İnandırıcı mı? Bence yüzsüzlük  ve arsızlık. Kadının evini kocasını terk edip gitmesi ve bir başkasından hamile olarak gelmesi kocasının kadına dil dökmesi normal mi?  Oyun ilerledikçe  Sally’nin suçları bir bir çıkıyor ortaya. Hem cinayet ortağı hem de başka bir cinayetin suçlusu. Sally  4 yaşında çocuğu da sömineye itmiş.  Ayrıca hırsızmış . Kadının tutulacak yeri yok.  Gerçekleri bilenler de jüri üyesi olmuş. Yazarın yaratıcılığı ve dehası bu mudur?

İkinci sahnede  Elizabeth’i  jüriye çağıran mübaşir Coombes ile Elizabeth arasındaki dialogu seyrediyoruz. Yargılanacak kadın Sally,  doğurduktan sonra Elizabeth'in başkasına verdiği kızı.  Elizabeth kızının idamla yargılanacağını öğrenince hiç tepki vermiyor.  Onu tanımıyor. . Oyuncu renk vermiyor diyelim. Bu yönetmen tercihi midir? Bence tekstte de bir şaşırma hâli yok. Mübaşir de bilmiyor bilmezden geliyor. Ufak bir kasabada bu normal mi? Yazar gerçekleri  sona saklamış. Anne kız (Elizabeth ile Sally) birbirlerini biliyormuş meğerse.  Elizabeth Sally’e ‘En az beş yıl oldu görüşmeyeli’  derken Sally  “Geçen sene Frida’ya beş gün boyunca sancı çektirdi” diyor Elizabeth için. ‘Sana defalarca yalvardığı halde beni geri almamışsın’ Sally  annesi ile yüzleşiyor (Elizabeth  oyunun kötü kişisi Wax'dan mı hamile kalmış?  Sally'nin babası wax mı? Cinayet ortaklığı o öfkeyle mi yapılmış? İntikam duygusu yâni? Bu konu oyunda yok. Elizabeth gizliyor sanki. Wax'in evinde yattığı adamı bilmiyor mu? Mazereti karanlık.) Sırrı açık eden, konuşmayı unutmuş kadın(Sarah Hollis).  Mahkemeye çağrıldığında dili tutulduğu konuşmayı unuttuğu için  başını sallayarak yemin eden Sarah birden konuşmaya başlıyor.  Onun dilini  çözen ne?  Allahın işi mi diyelim?  Anne de kızı Sally gibi oynak bir kadın.  O da mübaşirle kırıştırıyor. Jüri başkanı olan kadın kimliğini saklayan bir kadın. Mahkemede  takma isimle nasıl jüri oluyor?Adaletin jüri seçmesi(bizim bilirkişilere benziyor)  üzerine mi düşünelim? Bunu yazarın adaleti sorgulaması diye mi alalım? Yazar gerçekten adaleti böyle mi sorguluyor?   Bir oyunun ne yaptığı seyirci üzerinde bıraktığı iz ile ölçülür.  Bu oyun seyirci üzerinde ne etki bırakıyor? Adalet mi sorgulanıyor evi bırakıp giden ve başkasından hamile kalan sefil bir suç makinası olan Sally mi?

12 kadının olması jürilerin oluşması için gerekli bir sayı. Böylelikle yazar oyunu bir mahkeme ortamına taşıyor.  (Benzerini 12 Öfkeli Adam’dan biliyoruz.)  Bence oyundaki rol sayısı 18 ama oyundaki 8 rolün(Sally,  Elizabeth,  Sarah Hollis, Coombes, Charlotte, Fred, Doktor, Mrs.Wax)  dışında, jüri olan kadınları tek rol yapmanız mümkün. Sally hakkındaki can alıcı bilgilere sahip kadınlar dışındakiler  sadece sayıyı jüri sayısı yapan roller karakter değil.   Ben o rollere ‘boş rol’ diyorum. Replikleri kimin söylediği önemli değil.  Fred doktoru, kadınlardan biri de Mrs.Wax’ı oynadığına göre oyuncu sayısı daha da azalabilir  8  kişiyi de 6 oyuncu ile oynamanız mümkün. Tek rolde birleştirilebilecek kadınların anlattıkları hikayeler farklı ise de statüleri aynı. Bunu yazarken bir orkestra için  tasarruf  olsun diye enstrüman sayısını  tek tek enstrümanlara indiren adam ile ilgili anekdotu hatırladım gülümsedim. Hani adam aynı melodiyi çalan kemanları, çelloları  vb tek bir kemana bir çelloya vb indirir ya öyle.  Bir oyundaki roller orkestradaki enstrümanlara benzer. Farklı partisyonlar çalmalı. O zaman oyundaki çok seslilik ortaya çıkar. Gök Kubbe’de bu unutulmuş. Oyun başında farklı işler yapan kadınların yargıç önünde  kendilerini tanıtırken anlattıkları hikayelerine  bakmayın.(Fondan konuşan yargıcın aynı şeyleri tekrar etmesine bir çözüm getirilmeli.Gereksiz tekrarlar oluyor.)   Ayrıca kadınların hikâyelerinin farklı olması statü yaratmıyor. Statü toplum içindeki işgal edilen mevkiden ve toplumsal sorumluluktan  gelmeli.  Örneğin ebe Elizabeth,  mübaşir Coombes, doktor Willis, şahit Sarah Hollis vb. Oyunun bence en tuhaf tarafı kadının hamile olup olmadığına karar vermesi gereken kadınları jüri diye toplayıp oyunun büyük bir bölümünde konuşturup oylama yaptırıp kadının hamile olmasına çağrılan doktorun karar vermesi.  Kadınlardan jüri yapıp kararı doktora verdirmek sadece bana mı tuhaf geliyor?  Bu kadınların beceriksizliğini  mi ortaya koyuyor kadınlara olan güvensizliği mi? Yazar cahil erkekler diyor ama kararı veren doktor erkek. Bugün ultrasonla (Doktorun da kendi özel aygıtı var.)  beş on dakikada kadının hamileliği bilindiği gibi o günlerde de bunu bilen güvenilir kadınlardan bahsediyor yazar.  Oyunda ebe var ama ebe de taraflı. Oyun bugüne getirilse oyun olmayacak. Kadının hamile olup olmadığı  ultrasonla anında bilinecek.   Yazar tekstte bir not düşmüş:  Oyuncular 1750’ler İngiltere’sinin nüfusunu değil oyunun oynandığı zaman ve yerdeki nüfusu yansıtmalı’ Oyun bugün Türkiye’de oynanıyor. Bu dilek nasıl gerçekleşecek? Oyun Türk toplumundaki farklı kökenlerden gelen statüleri farklı  kadınları nasıl yansıtabilir? Şiveleri farklı olsa? Kostümleri farklı olsa olur mu? Olmaz. Benzer şeyleri söyleyen/söyleyebilecek kadınlar statü yaratmıyor çünkü.

Ülkede bir çocuğun öldürülmesinden daha büyük kötülükler oluyor. Küçük bir kızın ölümünün yasını tutmaya pek  heveskâr olanlar yetişkin bir adamın yasını tutmaya hiç hevesli değiller.” diyor bir kadın  Narin’in öldürüldüğü bir ülkede bu sözler tuhaf değil mi?  Kolyesi ve yüzüğü için öldürülmüş ve bedeni parçalara bölünmüş parçaları farklı yerlerden çıkmış bir kız çocuğu var. (Kızın üstünde beyaz ipekten bir elbise ve parmağında etrafı incilerle çevrili bir yüzük vardır.) Bunu kaç seyirci anladı bilmiyorum. Seyirciye sorar mısınız? Coombes’in bir kolu neden sarılı? Çatıdan düşmüş. Neden? Kol kırık olmasa ne olurdu? Coombes’ın karısı kaçmış. Bunun kolunun sarılı olması ile ilgisi ne? Yazara sorun bence.

Şömineye tıkılmış iki çuval içindeymiş kızın cesedi. Kadınlardan biri “Wax ailesinden bir çocuğun baca temizlemeye en çok yaklaştığı andır herhalde’ ‘Wax bütün hizmetçi kızlarını becermeyi üzerine vazife sayıyor’ diyor. Wax ailesinden nefret ediliyor o ülkede. Wax gaddar bir herif. Araziye el koyuyor adam astırıyor. Kızı öldürülmüş ne olmuş yâni?(Benim düşüncem değil.)  Kızın ölümüne neredeyse sevinecek kadınlar. Kadınlar bu kadar vicdansız olabilir mi? Ne ile açıklayalım? Bunlar da jüri üyesi.  Amaçları intikam.  Katil İskoçyadan gelmiş. İngilizlere göre ‘onlardan’ değil. Jürideki İskoç kadın bizdeki dizilerdeki yarışma programlarında vb olan  türbanlı kadına benziyor. (Jüride o da olsun da eşitlikçiymiş gibi görünelim) ‘Suçlayacak bir kadın varken kimse Tanrıyı suçlamaz. Para onlarda soyulmayı hak ediyorlar’  diyor bir başka kadın. Adalet duygusu içinde bu repliklerin yeri ne? Fakir bir camiada geçiyor oyun.  Fakirler dişlerini satıyor. Sally  Zengin olsaydım doktor tutardım’ diyor. Unutmayın ülke olarak biz yazarın ruh halinde  ve geçmişiyle hesaplaşması durumunda değiliz. Onlar için sıradan olan bir şey bizde başka türlü anlaşılır algılanır. 

Oyunda Elizabeth ve Sally’nin duygulara oynadığı tiratlar var. Devamlı hatırlatılan kuyruklu yıldız, kadınların göğe bakmaması konusu var. Göğe bakmak bir özgürlük olarak anlatılıyor. Bu kadınların esir hayatının simgesi.  Ama maalesef bu yama gibi duruyor. Yazar bulduğu bir motifi beğenmiş metafor olarak kullanmak istemiş.  Mesela Sally gök yüzüne baksa ne olur? Bakmadığı için mi katil, yalancı, hırsız ve edepsiz? Sally’e mazeretler  uydurmak mümkün. Terk edilmiş bir çocuk. Hayatın kurbanı.  Her hayat kurbanı şefkat alamamış kişi mazur mu görülecek? Sally toplumsal bir kurban değil. Doğmamış çocuğun hakkını korumak için yapılan yargılama bize adalet kavramını tartıştırır mı?  Mübaşirin zenginden rüşvet alarak Sally’nin hamileliğini bitirmesi  toplumsal bir eleştiri midir? Tüm müşavirler işte böyle satılıktır der miyiz?



Sally ağlayarak annesinden onu öldürmesini istiyor. Sally’nin acıklı tiradı karşısında seyircinin içi sızlamamıştır umarım/sanırım.  Anne Sally’e göğe bak diyor. Kız yukarılara bakmak için  boynunu açarken annesi kızını eşarbı ile boğuyor. Basit bir trük.  Oyunun sonu da duygu sömürüsü ile bitiyor. Yazar çok yakışıklı replikler koymuş oyuna:  Bir şeyin uzak bir ihtimal olması imkansız olduğu anlamına gelmez. Kuyruklu yıldız hakkında bildiklerimiz bir kadının vücudunun işleyişi hakkında bildiklerimizden fazla.  Bir ruhu temizlemek yerleri temizlemek kadar kolay değil’ Bu replikler oyunu parlatmıyor yama olarak kalıyor. Bence oyunun çatısı sorunlu.  (Yönetmen yazarın dehasından bahsediyor. Ben öyle bir deha görmedim.) Yazar seyirciyi avlamak istemiş.

Gök kubbe altında hepimiz zavallıyız deseydi keşke oyun.  Anlatılan hikâye kendine o kadar uzak ki seyirci kendine bundan bir mesel çıkaramaz. Akıllarda katil Sally kalacak.

Her oyun oynandığı ülke için yapılır yapılmalıdır.  Basit sorular:  Bu oyun seyirciye ülkemizdeki adalet sistemini sorgulatır mı kadın sorununu yargılatır mı çocuk cinayetlerini düşündürür mü?

Elbette benim düşünce yoluma karşı çıkanlar olacak. Ben de yazarken kendime muhalefet ettim.  Her şeye bir karşı şey bulunabilir. Ama sonuç bize ne diyor? Oyun uçucu kül gibi. Bir üfledin mi küller havada uçuşup kayboluyor.

Böyle bir oyuna harcanan emeğe acıdım. Ben de seyretmek için  6 saat 6000 adım harcadım.  Oyunu yazmak için verdiğim emeği saymıyorum. Bana da yazık. J))

"Bizim için tiyatro kansız-cansız, yürek­siz, sadece kendi için yapılan bir sanat de­ğil, geleceğin haberciliğini yapabileceğimiz ayakta kalmış son kürsü, düşüncelerimizi açıklayıp içimizi dökebileceğimiz, insanları yargılayıp sarsabileceğimiz bir tartışma ala­nıdır." (A. Neuman, E.Piscator, G.Prüfer tarafından yapılmış Savaş ve Barış uyarlamasından bir paragraf paylaştım.  Türkçesi Cevat Çapan) Gök Kubbe’nin bu tanım içindeki yeri nedir?

Melih Anık

 

Not:  Ufak bir hatırlatma:  Elizabeth’in evinde Coombes bir tabureye oturup sahne duvarına dayanıyor. Dayanmasın. O duvar dekora dahil değil.

Genel Sanat Yönetmeni’ne mesajımdır. Fuayede oyun kadrosunun fotoğraflarını koyuyorsunuz. Çok güzel. Lütfen oyuncunun isminin yanına oyundaki rolünü de yazar mısınız lütfen. Aslında fotoğraflarının da oyun kostümleri ve makyajları ile olması daha iyi olur.

Sonradan ek: Kuyruklu yıldızı oyundan çıkarsak ne eksilir? Bir kaç replik o kadar.   

Oyunun Künyesiu

Yazan: Lucy KIRKWOOD

Çeviren: Özden GÖKÖZ

Yöneten: Ali Gökmen ALTUĞ

Müzik: Emrah Can YAYLI

Dramaturg: Sinem ÖZLEK

Dekor Tasarımı: Barış DİNÇEL

Kostüm Tasarımı: Gamze KUŞ

Işık Tasarımı: Mustafa TÜRKOĞLU

Efekt Tasarımı: Metin KÜÇÜKYILMAZ

Hareket Düzeni: Senem OLUZ

Video Tasarım: Enes Altuğ AVŞAR, Mehmet SÖNMEZ

Yardımcı Yönetmen: Onur DEMİRCAN

Yönetmen Yardımcıları: Aslı ŞAHİN, Özge KIRDI, Emre ERTUNÇ

Suflör: Zeynep KÖYLÜ

Dekor Uygulama: Sırrı TOPRAKTEPE, Batuhan BOZCAADA

Kostüm Uygulama: Aynur DURAN

Işık Uygulama: Gökhan KONUR, Murat ÇEVİKEL

Video Uygulama: Mehmet SÖNMEZ

Sahne Terzileri: Nermin KÖKSAL, Ömer KARAGÖZ

Sahne Teknisyenleri: Celal AKKOÇ, Burak BALCIOĞLU, Anıl SELLER, Göktuğ

ERBAŞ, Yılmaz SALMAN, Şakir ÇAKMAR

Sahne Aksesuar: Kadir KARATAŞ, Mehmet USTABAŞI, Ahmet Talha BAKIR

Barış AKGÜN

Sahne Kuaförleri: Mahmut TUNÇ, Eray KABİLOĞLU

Efekt Uygulama: Hanefi TOPRAKTEPE, Caner ÖZDEMİR

Fotoğraflar: Sadi AYAN

Broşür Uygulama: Aleyna YAŞAR

Oyuncular

Mary Middleton: Ada Alize ERTEM

Elizabeth Luke: Aslıhan KANDEMİR

Katy Luke: Asya KALE-Deniz Şiir BOY

Helen Ludlow: Ayşem Yağmur ULUSOY GÖKTÜRK

Sarah Hollis: Betül KIZILOK BAVLİ

Kitty Givens ve Leydi Wax: Canan Kübra BİRİNCİ

Frederick Poppy ve Doktor Willis: Çağlar POLAT

Charlotte Cary: Demet BOZKAYA ŞALT

Bay Coombes: Eraslan SAĞLAM

Ann Lavender: Eylül SOĞUKÇAY

Judith Brewer: Ezgim KILINÇ

Peg Carter: Fatma İNAN

Hannah Rusted: Gözde İpek KÖSE

Emma Jenkins: Işıl Zeynep KARAALP

Sally Poppy: Serap ÖZTÜRK

Sarah Smith: Zeliha GÜNEY

Yargıç(Dış Ses): Mutlu GÜNEY

Süre: 2 saat 15 dakika.