Tiyatro
Festivali'nin kitabında Önce için şunlar yazılmış:
"İstanbul ve
Lizbon’da benzer anlamlar taşıyan iki sözcük çalınır kulaklara: Melankoli
duygusuna, acı veren şimdiki anın inkârına, pek çok kültürde rastlanan yitip
gitmiş bir mutluluğa duyulan özleme işaret eden ve de çoğunlukla bir tespit
olarak dile getirilen hüzün ve saudade. Buenos
Aires’de bu his mufa, Moskova’da toska,
Memphis’de blues, Wales’de hiareth, Torino’da mestizia adını
alır, ancak başka hiçbir yerde Portekiz ve Türkiye’de olduğu kadar yaygın bir
tesiri yoktur bu sözcüklerin. Portekizli yönetmen Pedro Penim, iki yıl önce
İstanbul’a taşındığında şehirdeki bu duygu durumunun etkisi altında kaldı. Onu
İstanbul’dayken evinde hissettiren bu sözcükler, yönetmene bu iki duygu durumu
arasındaki benzerlik hakkında yazmak için esin kaynağı oldu. Lizbon ve
İstanbul’a hâkim olan bu duygu, İskenderiye’nin iç sıkıntısından Prag’ın
ürpertisine, Glasgow’un kasvetinden Boston’ın umursamazlığına, ihtişamlı bir
geçmişe özlem duyulan, şimdiki zamanın gerilimlerine tarihin dehlizlerinde
yanıt aranan pek çok başka yerde de kendini gösterir. Önce,
seyirciyi 2017’den başlayarak bir melankoli atlasının kılavuzluğunda zamanda
yolculuğa davet eden bir performans."
Ne çarpıcı bir paragraf!
İlk düş kırıklığım oyuncunun bir buçuk litrelik su
şişesinden yudum yudum aldığı suyu gargara edip yutmasıyla başladı. Bu hareket
defalarca tekrarlandı. Oyuncu boynundaki gerilimi gevşetmek için olmalı gargara
aralarında başını iki yana döndürüyor, ekseninde çeviriyordu. Arkasında flu bir
video dönüp duruyor ben hüzün kelimesinin zihnimdeki çağrışımlarının teker
teker yıkıldığını hissediyordum. Bir süre sonra bir başka oyuncu geldi
sahnedeki iki koltuktan bana göre soldakine oturdu.Hemen arkasından sağ taraftan
verilen yoğun su buharının ardından bir dinazor sahneye girdi.
Pedro Penim arkada dönen videonun
aydınlattığı (bence bu video başka bir işe de yaramadı) önündeki teksti okuyarak
sahnedeki iki karakteri seslendirmeye başladı. Bir dinazor bir psikoloğa terapiye
gelmişti. Doğrusu kendimi biraz toparladım ve bu tiyatral biçimin üzerine kafa yormaya başladım. Karşımda
hayâl perdesinin modern hâli duruyordu. Tipler Karagöz Hacivat'ı hatırlattı
bana. Yalnız burada Hacivat'ın sesi daha kalın çıkıyordu. Sessiz film döneminde
görüntünün üstüne piyano ile çalınan müzikleri hatırladım sonra. Dinazorun
psikoloğa gitmesi fikri şahaneydi. Meraklandım.
Dinazor on sahnelik bir hikâyeden
bahsetti. Tersten başlayarak başa gidecekti. Biz insanlar da öyle değil miyiz?
Hep "önce önce" der dururuz. Bu yaşadığımız ânın gizemini yok eder.
Sanki önce daha iyidir. Öte yandan bu mezarını kazmak gibi bir şey değil midir?
Hele bir dinazor anlatırsa daha anlamlı gelmez mi? Dinazor kendi varlığını
diriltmeye çalışıyor gibi geldi bana, metaforun cazibesine kaptırdım kendimi.
Ama o da ne? 10'dan geriye doğru giderken verilen tarihler ve olaylar Pedro
Penim'in yazdığı tekstin mezarı oluyordu. Hani hoşunuza giden tarihleri arka arkaya
dizersiniz de sonunda "e ne oldu yâni?" dersiniz ya içimde o his
kıpırdadı. Pedro Penim'in dinazoru geriye gittikçe cıvıklaşmış kil içinde kendi
ağırlığı ile batmaya başladı. Dinazor, giysilerinden soyunursa bu kaostan kurtulacağını
anladı sanırım, psikoloğun yardımıyla soyundu, içinden ona benzeyen bir başka
erkek çıktı. İkisi gelip sahne önüne oturdu. Pedro Penim'in anlattığı hikâye
iki (arap?) gay arasındaki ilişkiye dönüştü.
O arada benim kaosum uyandı. Ne oluyoruz neden buradayız dedim kendime.
Hüzün hüzün deyip, tarihin satır başları olup olmadığı size bağlı(bence değil)
bir geriye gidiş buna mı bağlandı? Hani geçmişte kendisine ne gösterilse
gösterilsin aklına "çokomilk" gelen bir
karakter vardı ya Pedro Penim de başta ne söylerse söylesin sonu hep aynı
konuya bağlayacakmış gibi hissettim. Ne hüzün kaldı ne de fado.
"Önce", temeli havada, hoşa
gitmek için seçilen anlardan oluşan, kendi zekâsını ortaya koymaya çalışan bir
aktörün kaleminden çıkmış, ucuza mal olmuş bir festival gösterisi BENCE.
Benim ülkemde "hüzün" demeden ÖNCE Ahmet Haşim'i bilecek, anlayacaksın Pedro! Bilmeden, anlamadan tereciye tere satmak gibi olur yaptığın.
Yemedik.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder