İstanbul Devlet Tiyatrosu "aile prodüksiyonu"
sunar: Günün Çorbası
Yönetmen Taner Tunçay çevirmiş, yönetmiş, eşi Nermin Koçak
Tunçay ile şarkı sözlerini uyarlamışlar, Taner Bey'in hayâli baş rolde eşini
oynatmakmış, oynatmış. Bu cümlenin sonunu şöyle bağlamak geçiyor içimden:
İstanbul Devlet Tiyatrosu da "hani bana hani bana" demiş. Devlet
Tiyatroları'nın bu tür çalışmalara açık(yol geçen hanı) olduğunu öğrenmiş
olduk. "Canım ne var bunda? Sen oyuna bak. Oyun iyi olmuşsa bize ne
aileden!" diyenler olacaktır. Oyun ile ilgili düşüncelerim de olumlu
değil.
1939 yılında New York'un ünlü restoranlarından biri
"Günün Çorbası" ile ün kazanmıştır. Çorbanın tarifi sır gibi
saklanmaktadır. Bir araştırmacı gazeteci, bir yemek köşesi yazarı tarifin
peşine düşer. Sosyetik bir evlilik yapmak üzere olan restoranın sahibi, aile
mirası olan çorbayı düğün gecesi spesyalitesi olarak sosyetik misafirlerine
ikram etmek istemektedir ama ortada büyük bir sorun vardır. Tesadüflerin,
olayları ve tabii ki oyunu yönlendirdiği bir akış izleriz. Sonunda sorunlar
çözülür, aşk yön değiştirir, mutlu sona ulaşılır.
Nermin Koçak Tunçay, Onur Ertaman, Ozan Uçar, Selmin
Artemiz, Gözde Türker, Aykan Aydın'dan oluşan ve müzik eğitimleri olduğu
anlaşılan kadrodan seyrettiğim oyun, şaşaalı dekoruna(Behlüldane Tor) eli yüzü
düzgün sayılabilecek müzik icrasına(Direktör: Melikcan Zaman, Orkestra: Doğukan
Hürkan, Reşat Gülsün, Umut Şengün, Fatih Mehmet Görcün, Hakkı Biçer, Zeynep Er)
rağmen bende "seyretmesem de olurdu" duygusu bıraktı.
Her şeyden önce iki mekânda geçen oyunda sık sık mekân
değiştirmeler müzikalin temposunu çok etkilemiş. Doğru dürüst sahnesi yok İstanbul
Devlet Tiyatrosu'nun, sinema salonunda tiyatro yapıyor. Bir de Amerikan müzikali yapmaya soyunmuş. Amerikan müzikallerinin Türkiye'de
sahnelenmesinde aynı sorun hep karşıma çıkar. Bu müzikaller belli bir formül
üzerine kuruludur. Bu formül, oyuncunun ses tonu, rengi, beden hareketleri ve jestlerini, dekor, ışık gibi teknik alt yapıyı da içeren bir karmadan oluşur.
Bu karmadan çıkan sonuç, nasıl ki batılı bir grup tarafından icra edilen
arabesk doğuluya tuhaf gelir, ona benzer. Her şey tamamdır ama bir şey eksiktir. Bizim şarkıcılarımızın
gırtlağından yansıyan sesler, bedenlerinden çıkan figürlerdeki ayrıntılar, anlık jestler taklit taklit
kokmaktadır. Bu husus, müzikal alanında kendi üslubumuzu yeşertememiş olmaktan
kaynaklanıyor bana göre aynı durum operada ve balede de var, alttan alta
sırıtıyor. (İstisnalar hariç) Sanıyorum bunun 'dna'larla ilgisi var ve 'dna'ların formülünü değiştirmek sadece çok
çalışmaya da bağlı değil. Çarpıklığın sonucu, kültür emperyalizminin üstümüze
yağdırdığı küllerdir.
Türkiye'de yıllar önce Şan müzikallerinde Egemen Bostancı
bize özgü tarzı yakalamıştı. Onun ölümüyle bir şeyler yarım kaldı. Biz
Cumhuriyetin ilânından bu yana ne zaman müzikli oyun hayâl etsek Lüküs Hayat'a
çıkar yolumuz. Uzun yıllar rakipsiz olan
Lüküs Hayat, karakterleri ve tınısıyla bizden müzikaldir ama neden bir başkası
yoktur? Devlet Tiyatroları bu konuda
öncülük edeceğine bir Amerikan müzikaline kaynak ayırmaktadır. İstanbul BB
Şehir Tiyatroları da aynı konuda sınıfta kalmıştır. Al birini vur ötekine! Ödenekli
kurumların görevi besteci, söz yazarı ve oyun yazarlarından oluşan ekiplere
oyun sipariş etmektir. Yapan var mı? Yok. Düşünen yok, hayâl eden yok. Görev ve
sorumluluk üstlenen yok! Günü kurtarmak işleri güçleri. Salon dolunca becerdik
sanıyorlar!
Günün Çorbası'nı sahneleyen Devlet Tiyatroları ironik olarak
"ödenekli tiyatrolar çorbası"nı hatırlatıyor bana!
Melih Anık
Bir eleştiriden faydalanalım diyen varsa pişman oluyor hakikaten. Bu nasıl bir yazı böyle oyunu seyretmesek haklısın diyeceğim. Memlekette eleştirmen yok yetişmiyor da bu yüzden. Nur yerlitaş misali her şeye burun kıvırmak mı gerekiyor yani? Akşam akşam ödev yapma isteği falan bırakmadınız...
YanıtlaSilEleştirin için teşekkür ederim. Bir önerim (tavsiyem) var: Eleştirinin altına imzanı atmaktan korkma ki seninle maskesiz tartışalım. Sen 'vurkaç' yapıyorsun. Bir de ricam var: Oyunun eleştirisini sen yaz ben okuyayım.
Sil