Fehim
Paşa Konağı, İBBŞT'da 2013 yılında sahnelenen Ocak'dan sonra 2015-16 sezonu programına
alınan ikinci Turgut Özakman oyunu. Yerli bir yazarın iki oyunu bu sezon
repertuvarında seyirciye sunulma sırasını bekliyor. Ocak 1962, Fehim Paşa
Konağı 1980 tarihli. Bir başka bakışla Ocak(Sahici Oyun ismiyle) 1960 ihtilâlinden,
Fehim Paşa Konağı 12 Eylül'den önce yazılmış. Tiyatro seyircisinin bu iki oyunu
tarihsel vizyonları göz önüne alarak seyretmesini öneririm. Zira belki de benim
vurgulamaya çalıştığım vizyonu çok bilinçli olmasa da bir araya getiren tesadüf
seyirci için bilinçli bir değerlendirmeye yol açabilir. Bu vesile ile Turgut
Özakman tiyatrosu hakkında bir bakış açısı elde edebilirler. Ayrıca iki oyun, türü itibariyle birbirinden farklı. Ocak, Turgut Özakman'ın benzetmeci oyun,
Fehim Paşa Konağı göstermeci oyun dönemlerine ait örneklerden. Bir bakıma bu
iki oyun, Türk tiyatrosunun gelişim çizgisi hakkında bilgi verir.
'Oyunda
olaylar, 1908 yılında, II. Meşrutiyet’in hemen öncesinde başlamakta,
meşrutiyetin ilanın ardından kısa bir süre sonra son bulmaktadır. Süre net
olarak ifade edilmemekle birlikte olayların birkaç haftalık bir zaman diliminde
gerçekleştiği düşünülebilir. Olayların belli bir tarihsel dönemecin hemen
öncesi ve hemen sonrasında geçmesi, bu tarihsel dönemecin kişilerin temel
davranış özelliklerini değiştirmediği tespitine olanak sağlamaktadır.'
Eski kabadayı Rasim, Karagöz oynatan, taklitci oğlu
Yusuf'u Fehim Paşa Konağı'na kapılarsa orada kendi gibi bir kabadayı olacağını düşünür. Yusuf, oyuncu özellikleriyle Fehim Paşa
Konağı'na kabul edilir. Bu arada Paşa'nın kızına âşık olur. Rasim oğlunun aşkından
düştüğü duruma acıyarak Fehim Paşa'dan kızını ister ama reddedilir. Fehim Paşa,
bu hadsize ağzının payını vermesi için kabadayısını gönderir. Ancak Yusuf hiç
istemediği halde ve hiç beklenmedik bir şekilde kabadayıyı yener. Bu onu halk
ve hürriyet kahramanı yapar. Ama Yusuf'un gönlü oyunculuktadır
" Bu yazımı hazırlarken çok yararlandığım tezinde
Murat Çağlar 'Eski gitmekte, yeninin ayak
sesleri duyulmaktadır ama yeni denilenin eskiden hiçbir farkı yoktur. Oyunda
güç ve iktidar yarışı kabadayılıkla özdeşleştirilir.'diyor.
Oyunun yorumunda ben bu anlayışı ('yeni denilenin eskiden hiçbir farkı yoktur')
buldum. 'Güç ve iktidar yarışı
kabadayılıkla özdeşleştirilir.' cümlesinde karşılığını bulan anlayışa ise
dikkatle yaklaşıldığı izlenimi edindim. Bu tutum, oyunu dikkatli bir denge
üzerine inşa etme titizliğinden geliyor sanırım.
Kemal Kocatürk rejisinde önemli bulduğum hususları paylaşmak
isterim. Tekstte Anlatıcı'ya verilen diğer roller Ayvaz, Hadi Bey ve Temsilci
iken değişiklik yapılarak Ayvaz ve Hadi Bey ondan alınmış onun yerine
Pertev Bey ve Temsilci rolleri verilmiş. Bunun çok yerinde bir 'okuma' olduğunu
düşünüyorum. Zira bu Fehim Paşa ile Deli Suat Paşa'yı ve de Nuri Bey ile Hadi
bey'i aynı kişilere oynatması kurulmak istenen paralelliğe ve vurgulamak istenen anlayışa çok uygun bir tercih. Bu kişilere aynı ceketin ters çevirilerek oynatılması
da bence çok iyi bir metin 'okuma'sı.
Öte yandan Ayvaz'ın ayrı bir oyuncuya oynatılarak Yusuf'un karşısına
çıkarılması da ince ve kaba sanat arasındaki ayrımın verilmesi açısından çok
başarılı bir reji denemesi. Rejideki paralel anlayış dekor tasarımında da
kendini gösteriyor. İki ayrı konağın sahnenin iki yanında yer alması, haremin
ortada kurulması bence çok tutarlı.
Anlatıcı, tekste göre oyun sonunda Fehim Paşa’nın Bursa’dan
Yenişehir’e kaçarken linç edildiğini, kendisininse İttihat ve Terakki’de sağlam
bir yer edinmiş olduğunu anlatır. Oyunda bu replik kaldırılmış bence çok doğru yapılmış. Kaldırılmamış olsaydı oyun(ve kurmaca
da olsa tarih) bir yandaş tarafından anlatılmış olacaktı. Bu oyuna çok ince ve
doğru bir ayar.
Bu tercihlerde elbette oyunun çok tecrübeli dramaturgu
Hilmi Zafer Şahin'in adını anmadan geçmek olmaz.
Oyunda içime sinmeyen hususları da şöyle sıralamak
isterim. Oyunun rejisinde geleneksel, modern, epik ve dramatik anlayışlar
arasında kalınmış. Bu bence reji bütünlüğüne engel oluyor. Aziz ve Arif
rollerinin aynı kostüm içine sokularak rollerin ikişer kişi tarafından oynatılması ve
parçalanmasında Commedia d'ell Arte havası buldum. Çok gerekli olmadığını
düşünüyorum. Ayrıca da seyircinin bu parçalanmış repliklerden çok şey
anladığını da sanmıyorum. Oyuncuların tekerlekleri kırık bir araba görüntüsü
verilmiş bir arabada oturtulması (gezici kumpanyaya bir gönderme), anlatıcı ve
oyuncular arasındaki diyalog epik, oyuncuların devam eden diyaloglara tepki
vermesi, oyuncuların kendi aralarındaki
diyaloglar, orta oyunu samimiyetinde. İkisinde de yabancılaşma var ama 'ruh'ları
farklı. Benzer şekilde yeni dünya ile kurulan orta oyunu düzenine sofitadan
inen simgeler ile mekân oluşturulması, farklı anlayışların ürünü. Sofitadan
inen iki simge bina maketi iken diğer iki simgenin (birisi cezve diğeri kadın
külâhı) ifade açısından farklı oluşu da bana karışık geldi. Yeni Dünya'nın seçilen
boyutları, kapı olarak kullanıldığı zaman oyuncuların boyun eğerek içinden geçmeleri durumunu
ortaya çıkarıyor ki ben bunda özel bir anlam bulamadım. Yeni Dünya'nın sadece kapı olarak kullanılması da daraltılmış bir anlayış. Orta oyunu ve epik
anlayışın hâkim olduğu bir oyunda sahnelerin oyuncular dışındaki görevliler
tarafından kurulmasını garipsedim. Aynı şekilde bazı kostümler sofitadan inerken
Aziz ve Ariflerin arkada giyinip gelmeleri de bütünlükteki sorunlardan biri
gibi geldi. Yusuf'un Karagöz oynattığı sahnede gerek tasvirlerin boyutları ve gerekse sahnedeki
duruş yeri açısından mizansende yanlış olduğunu düşünüyorum. Müziklerde
güzel derleme yapılmış ama orta oyunundaki kişilere özel seçilmiş müzik anlayışı yok. Oyuna ilâve edilen Kavuklu
Pişekâr sahnesi bence fazla. Ancak çok da itiraz etmem. Ama türlü değişiklikleri yaptıktan sonra 'yazar bu sahneyi böyle yapmış' denmesini de doğru bulmadım. Fehim Paşa Konağı oyunundaki
geleneksel oyunlara ait sahnelerin, o türün lâyıkıyla verilmesi için bir fırsat
olduğunu düşünüyorum. Oysa bu sahneler dramatik benzetmeci usülle oynanıyor. Bunu oyunculuk eğitimimize bağlıyorum. Oyunda benim düşünceme göre geleneksele uyan iki oyuncu var, Selçuk Soğukçay ve
Nevzat Çankara. Her iki oyuncuyu da çok beğendiğimi belirtmek isterim. Diğer
oyuncular gelenekseli taklit ediyor. Elbette Turgut Özakman'ın gelenekseli, modern anlayışla yazmış olduğu
düşünülürse bu durumun bir yere kadar mâkul karşılanması mümkün. Bu, geleneksel tiyatromuz üzerine daha çok düşünülmesi gerektiğini söylüyor bana. Bu bahsi Turgut Özakman'ın sözleri ile
sonlandırmak isterim: "Nasıl halk müziğini çok seslendirerek çağdaş
Türk müziği yapılamıyorsa, geleneksel tiyatromuzu da 'çok seslendirerek' çağdaş
bir tiyatro yapılamayacağına inananlardanım. Ulusallık, yeni bir alaşım ve
dökümü gerektirir. Her yeni, çağdaş olmadığı gibi, her eski de ulusal değildir."
Oyunu seyretmeden önce teksti yeniden okuduğumda ben
olsam oyunu şu cümle üzerine kurarım diye düşündüm: Paşa
da olsanız ancak hayâl perdesine düşen gölgenizde yaşarsınız. 'Hayalî'lere iyi
davranın.
Bu düşüncemin izlerini Hayalî Yusuf'un şu sözlerinde buluyorum:
'
Hiç kimse sevda şarkısı söylemiyor. Ela gözden, güzel yüzden, çiçekten,
böcekten söz eden yok. Yalnız çığlık atıyoruz. As, kes, vur, kır, döv, söv,
yak, yık, saldır, daldır, öldür.! Ee bu böyle giderse, mutluluğu uğrunda silaha
sarıldığımız halktan geride tek canlı kalmayacak. Kan gölünde nilüfer açar mı? Toprağı yüz bin insanın göz yaşıyla sulasak bir tek çiğdem yeşertebilir miyiz? En bilekli el diye okşayan ele derim; en
yürekli kabadayı da herkesi yüreğine sığdıran insandır.'
Yusuf'lar olmasa kan gölünde nilüfer açar mı, tek çiğdem yeşerir mi, hangi Paşa'nın adı yaşar?
1951 yılında sahnelenen ilk oyunu Pembe Evin Kaderi ile
tiyatro dünyamızın en önemli mihenk taşlarından biri olan Turgut Özakman
yaklaşık 50 yıllık tiyatro geçmişine rağmen Çılgın Türkler romanı ile halkımız
tarafından tanınmış bir yazardır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatroları'nda iki oyununun aynı anda yer alması vesilesiyle 1957 yılında Güneşte On Kişi isimli oyunun İstanbul
Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından reddedilmiş olmasını şimdi tebessümle
hatırlayalım derim.
Fehim Paşa Konağı seyredilmeye değer bir oyun. Oyunu seyretmeden
önce ve sonra yazımı okuyacak olanlara yazdıklarımla farklı bir algı verebilirsem
ne mutlu bana.
Melih Anık
Künye:
Kaynak:
'Turgut Özakman'ın Oyun Yazarlığı'- Murat ÇAĞLAR- Doktora
Tezi, Çukurova üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
'Bütün Oyunları 5 -Turgut Özakman' Bilgi Yayınevi
Not:
1. Uzun süreden sonra çağrıldığım Gala'da Genel Sanat
Yönetmeni'nin oyun sonunda bir oyuncunun
şahsında tüm kadroya buket vermesini ve kısa sözlerle teşekkürünü çok beğendim.
Bu önceki dönem alışkanlıklarından farklı bir anlayışın İBBŞT başında olduğunu
gösterdi.
2. Yönetmenin merhum oyun yazarını alkışlatması da ahte vefa
örneği. Beğendim.
3. Oyunun 'Fehim Pasha’s Mansion' adlı İngilizce çevirisi
varmış. Refik Erduran tarafından yapılan bu çeviri, 2002 yılında Kültür
Bakanlığı tarafından yayımlanmış. Turistler hedeflenerek bu oyunun programının
yapılması ve pazarlanması doğru olur diye düşünüyorum.
4. Ege Küçükkiper'in yazısı okunmaya değer:
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2016/02/geleneksel-bir-oyun-fehim-pasa-konag.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder