Yazılarımı
okuyanlar, beni tanıyanlar oyun seyretmeden önce yaptığım hazırlıkları bilir.
Bazıları için seyretmenin tadını kaçıran bu hazırlıklar benim için keyifli bir
yolculuktur. Oyunu seyrederken önceden bildiğim ve altını çizdiğim hususların
sahneye nasıl yansıtıldığını keşfetmekten hoşlanıyorum. Bu öncelikle eleştiri
yazmak için olmazsa olmaz bir koşul. Metnin sınırlarını bilmeniz rejinin
başarısını ya da başarısızlığını daha çok ortaya koymanıza yardım eder. (Ben ne
diyorum? Jüri üyeleri ödül verdikleri oyunları okumuyor!) Öte yandan oyunu
seyredecek olanlar ya da seyrettikten sonra anlamını çözmek isteyenleri, merak
edenleri düşünürüm. Ön hazırlık yapmadan(çoğu seyirci öyledir) seyreden biri
oyunu nasıl görür? Eğer benim yazımı okumak kafalarındaki soruları aydınlatırsa
ne mutlu bana.
Bu, uzun bir
yazı olacak. Bana göre bunun en önemli nedeni seyrettiğiniz oyunu anlamlandırabilmek
için yazarının düşüncelerini anlamak gerektiği gerçeğidir. Yazar, basit bir
kurgu ve dialoglarla yazdığı oyun içinde derin metaforlar kullanmaktadır. Bazı
seyirci, basitliğine aldanarak oyunun hak ettiği değeri vermeyi kaçıracaktır.
Herkesin bir oyundan alabildiğinin seviyesi
kendi seviyesidir. Ön hazırlık, seviyeyi arttırır. Kırmızı Siyah ve Cahil,
ön hazırlık yapılması gerekli oyunlardandır. Ancak Bond’u tanımaya başladıktan
sonra anlarsınız ki ‘Kırmızı Siyah ve Cahil’ Bond’un bir fragmanı gibidir. Ben,
bana Bond’u tanıma şansı verdiği için Kırmızı Siyah ve Cahil’i bir fırsat
olarak gördüm. Bond’u tanırken içinde yaşadığım dünyayı daha çok tanıdım. Bundan
da çok memnunum.
Yazıyı alt
başlıklarla düzenledim. İsteyen istediğini okusun. Esas olarak Mitos Boyut’tan
çıkan Lear isimli kitabın Bond tarafından yazılan önsözünden yararlandım.
(Bitiyatro’nun kapısında bulduğum kitapçıkta da bu önsöz vardı.) Ulaştığım kaynakları da aşağıda verdim.
Edward Bond’un
Kariyeri, Ülkemizdeki Yeri
1934 doğumlu.
Oyun yazarı, yönetmeni, şair, senaryo yazarı, teorisyen. Bana sorarsanız bir
filozof. 50 oyun yazmış. Ayrıca opera, bale librettoları, senaryolar, teori
yazıları, mektuplar, makaleler. Hakkında yazılanlar onun yazdıklarının kat kat
üstünde. Çağımızın Shakespeare’i deniyor ona.
Oyunlarındaki şiddet, modern
sanat ve tiyatro hakkında ileri sürdüğü radikal düşünceleri, onu çok
tartışılan/konuşulan bir yazar haline getirmiş. Bond, ‘50li yıllardan itibaren
oyunlar yazmış ama onun tiyatro yazarlığı kariyerinin ikinci oyunu sayılan ‘Saved’(1965) İngiltere’de sansüre karşı
hareketin başlamasına sebep olmuş. (Wikipedia)
1983’de Thatcher yönetimi sırasında nükleer silahlar üzerine yoğun
tartışmalara dahil olmuş (Bir hatırlatma: ‘in-yr-face’ akımı da doğuşunu
Thatcher’a borçlu) ve bir Üçleme yazmış. Savaş Oyunları Üçlemesi olarak tanınan
bu üç oyun : Red Black and Ignorant (1983–84) The Tin Can People (1984) Great
Peace (1984–85)
Ülkemizde
bugüne kadar sadece bir oyunu sahnelenmiş. Dostlar Tiyatrosu 1984-85 sezonunda
yazarın, ‘Yaz’ isimli oyununu oynamış. Son yıllarda Lear isimli oyunu tercüme
edilip Mitos Boyut tarafından yayınlandı. Kadir Has Üniversitesi Lear’i
mezuniyet oyunu olarak sahnelemiş.
Ülkemizin bu
büyük yazar ile ilgili tecrübesi çok az. Bitiyatro’nun Kırmızı Siyah ve Cahil’i
sahnelemesini özellikle bu yüzden çok önemli buluyorum.
50 oyun pek
çok makale kitap yazmış bir yazarı, bir oyununa bakarak çözmek mümkün değil.
Ben hakkında yazılanları, onun yazdığı birkaç makaleyi ve Lear’i okudum,
onunla yapılan bir söyleşiyi dinledim, birkaç oyun videosu gördüm. Şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ki Kırmızı Siyah ve Çıplak’ın Bond’un en iyi oyunu olduğunu sanmıyorum. Zira
Bond hakkında yazılanları, yazdıklarını okuyunca anlıyorsunuz ki Bond, bu
oyundan çok daha büyüktür. Bond başlı başına bir üniversite. Bu üniversiteden
birkaç ders almak yeterli değil. Büyük çerçeve içinde algılamak, onun yaşadığı
toplumun geçirdiği aşamaları yaşamış olmak gerek. Büyük resmi hayâl etmek ile
yetineceğiz mecburen.
Mitos
Boyut’un sahibi Yılmaz Öğüt’ten öğrendiğime göre başka Bond oyunlarının
tercümeleri geliyormuş. Gençler için çok
sevindim. Bond’un kıymetini bilin. Kendisini tanıdığım(edebi anlamda) andan
itibaren tüm yazdıklarını okumak istiyorum. Okuduğum her şey beni yeni
araştırmalara yönlendiriyor.
Bond’u özel
yapan ne?
Bond’un
ikinci oyunu ‘Saved’ 1965 yılında sahnelenmiş. Oyunda canı sıkılmış bir grup
genç tarafından taşlanarak öldürülen bir bebek varmış. Bu olay olmuş tabii.
Oyun yasaklanmış. Toplumun ahlâki değerlerine saldırı olarak algılanmış. Bond’un
istediği de oymuş. ‘Toplumsal ahlâk ve oluşumu’ üzerine çok düşünmüş,yazmış. İngiliz
toplumunun aldırmazlığına saldırmak istiyormuş. Toplumdaki şeytanlıkları
somutlaştırmak istiyormuş. Yıllar içinde şiddeti odağına alan 50 oyun yazmış.
İngiliz toplumu onu sevmemiş o da İngiliz toplumunu. Fransa’yı mesken edinmiş.
(Bu oyun da Bitiyatro, İstanbul Institut Français ve L’alarme-à-l’œil -Paris ortak prodüksiyonu) Oyunun seyirci ile buluşmasını İKSV tarafından düzenlenen 19.İstanbul Tiyatro Festivali sağlamış.
Shakespeare’in
hayâli karakterlerinin sağlamlığı; Artaud, Brecht ve Beckett’ten alınmış
dramaturjik yöntemler; Çehov ve Pinter’in doğal dialogları Bond’da birleşmiş
sanki.
Bond sadece
bugünün değil geleceğin bilincini de nasıl ve niçin yaratmamız gerektiğini de
gösteriyor.
Sınıflı bir
toplumda çelişkileri ortaya koymak ve bunların bireylerin üzerindeki yıkıcı
etkilerini ortaya çıkarmak gerekir. Yazar, ‘Jane Austen töre ve gelenekler
üzerine nasıl doğallıkla yazıyorsa ben de şiddet üzerine öyle yazıyorum. Şiddet
ve takıntılar toplumu şekillendiriyor. Şiddeti önleyemezsek bizim için gelecek
yok’ diyor.
Bond, ‘Tiyatro
toplumu yargılayan ve değişmesine yardım yollarından biridir. Sanat dünyayı
yorumlamalı, sadece ayna olmak yetmez’ demiş. Oyunda da sadece göstermiyor, cevabı
kendi içinde olan sorular soruyor, açık açık hükümler veriyor.
Bond oyunda
karakterlere özel isimler vermemiş. Karakterlerin isimleri yok. Onlar toplumun
yapısının şekillendirdiği kişiler. Ama daha da önemli husus, bu kişiler
kendileri yok olmuş oldukları için isimleri de yok olmuş. İsimler insanlığın
bir gereği. O insanlara isim verebilmek için insanlığı yeniden yaratmalıyız.
Bond’un
Felsefesi
Çıkış
noktası ‘ Bizim türümüz kendi şiddetinin tehdidi altında mıdır?’ sorusu.
Vardığı nokta ise evet, insanlık, yarattığı kendi şiddetinin içinde boğulmaktadır.
Toplumsal Ahlâk, Saldırganlık ve Şiddet
Bond ‘toplumsal
ahlâk, saldırganlık ve şiddet’ üzerinde duruyor.
‘Tasarlanışımıza
uygun olmayan koşullarda yaşıyoruz(‘Daha saati okumasını bilmeyen çocukları
saate göre yaşamaya zorlarız ki bunun biyolojik açıdan hiçbir anlamı yoktur.’)
ve dolayısıyla her gün var oluşumuz
doğal işleyişimizle çakışıyor ve bu tehdide karşı doğal bir yanıt veriyoruz:
saldırganlık’
‘O
saldırganlık kendisini teknolojinin bütün olanaklarını ve kitle toplumunun
gücünü kullanarak gösterecektir. Fakat teknoloji ile toplumsal ahlâkın
birlikteliği bizi felakete sürükleyebilir. Hükümetler toplumsal ahlâkı kuvvetlendirmek
adına teknolojiyi kullanmaya başlayabilirler. Ve toplumlarına uyum sağlayacak
insanları yaratabilirler.’
Adalet
‘Âdil
yaşamalıyız. Adalet nedir? Adalet insanın evrenin ve tabiatının gerektirdiği
şekilde yaşamasına olanak veren şeydir.’
‘Toplum önce
kendisi temelde adaletsizdir ardından insanları doğal olmayan yaşamlara zorlar
ve bu ikisi nihayetinde toplumu oluşturan bireyleri doğal biyolojik ve saldırgan bir tepki vermek durumunda bırakır.’
‘Adaletsiz
bir toplum hem suça sebebiyet verir hem de suçu tanımlar ve akabinde
adaletsizliğe zemin olan ve toplumsal parçalanmaya sebep olan bu saldırgan
toplum yapısı, ‘yasa ve düzenin ‘koruyucusu kimliğine bürünerek kendini ahlâki
açıdan aklamış olur’
‘Reformlar
kolaylıkla toplumsal ahlâka uygun hale getirilebilir. Adaleti iktidara tabi
kılmak çok kolaydır. Fakat bunun gerçekleşmesi iktidarın saldırganlık ve diyalektiğine sahip
oması anlamına gelir.’
Ahlâk
‘Haksız
toplumsal imtiyazlar edinmiş insanlarda toplumsal ahlâkın korunmasına yönelik
bariz bir duygusal bağlılık görülür.Bu tavır onların imtiyazlarını idame
ettirmelerine ve bu uğurda atacakları her adımı aklayabilmelerine olanak
sağlar.Aynı tavır öte yandan sahip oldukları her şeyi hatta hayatlarını bile
ellerinden alabilmesi muhtemel bir muhalefetten duydukları korkuyu da
yansıtır.Toplumsal ahlâk öfkeli ve saldırgan bir kisveye bu şekilde bürünür’
Bu şekilde bir düşünce gelişir: ‘ İktidar sahiplerine karşı saldırgan fikirlere sahip
olmak tehlikelidir çünkü onlar sizi kolaylıkla cezalandırabilirler ,sizden daha
güçlü ve daha zekidirler ve onları yok edecek olursanız siz nasıl hayatta
kalabilirsiniz?( Yetişkinler şu savları üretir: Devrim olmasın çünkü otobüsler
çalışmaz ve işe geç kalırım.Ya da: Hitler baştayken trenler vaktinde
kalkıyordu)
‘Ahlâk
insanın istediği bir şey olmaktan çıkar yokluğunda onu dehşete sürükleyen bir
şey haline gelir. Dolayısıyla toplumsal ahlâk yozlaşmış bir masumiyet biçimidir
ve bu yolla ahlâka uygun hale getirilmiş olan insanların temeldeki arzularına
aykırıdır, bir tehdittir. En temel arzularına, adalete karşı kullanılan bir
silahtır onsuz asla mutlu olamayacaklar ve başkalarının mutlu olmasına müsaade
etmeyeceklerdir. Sansür ihtiyacı
bünyelerinde bir takıntı haline gelir ki bu röntgenciliklerinin yegane ahlâki
olumlamasıdır. Baktıkları her yerde ahlâksızlık ve günah görürler çünkü bunlar
aslında içlerindedir.
Ve ahlâk bekçisi yobazlar meydana gelir.Ahlâklarına
öfke sinmiştir. Hayatta kalabilmek için bu insanlar kendilerini her gün öldürmek
zorundadırlar. Toplumsal anlamda ahlâka uygun hale getirilmiş insanlar her türlü
serbest fikirciliğe, rahatlamaya ve cinsel özgürlüğe karşı kibirle be öfkeyle
tavır almak zorundadırlar çünkü bu insanlar kendi içlerinden bunlara karşı
savaş vermektedirler. Onlar için çıkış yolu yoktur hayvanı kafese kilitlemişler
anahtarı da ona zorla yutturmuşlardır.’
‘Saldırganlık
ahlâka uygun hale getirilmiştir ve ahlâk bir tür şiddete dönüşmüştür’
‘Bizleri
tehdit eden şeyleri kendi ellerimizle yarattık: hudutsuz askeri nüfuzumuzu
ahlaki isteklerimizi endüstriyel köleliğimizi ve ticari kültürün bütün o
çirkin saldırganlığını..’
‘Bizim
gelecek için bir plâna ihtiyacımız yok. Bizim bir değişim yöntemine ihtiyacımız
var. Zira insan kendisi için bir gelecek planı inşa edecek olursa etrafındaki
insanları bu sınırlara uyumlu hale getirmeye zorlar.’
Oyun
kişilerinin tümü bir anlamda toplumsal karakteri sergileyen bir tek roldür.
Bitiyatro’nun
Kırmızı Siyah ve Cahil’i
Oyunu Gülçin
Kaya Rocheman çevirmiş. Oyunun ilk tiradının İngilizcesi ile Türkçesini
karşılaştırdım. İngilizcedeki şiirselliği çeviride bulamadım. Oyunu, Edward
Bond ile daha önce çalışmış Fabien Aissa Busetta yönetmiş. Dramaturg,
Frédérique Plain. Öğrendiğime göre Bond,
oyunlarının yalın bir şekilde sahnelenmesini istermiş. Bu tercihi sahnede
görüyoruz. Oyun bu hâliyle bir ders gibi sanki. Oyunu seyrettikten sonra benim
görmek istediklerim o yalınlığı bozar mıydı bilmiyorum.
Tüm sahnenin
seyirciyi de içine alan ‘kara’sı aynı renk, bir kutu haline getirilmiş olmasını
isterdim. (Metinde yok ama Kadın’ın bir repliğinde sahnede var) Oyun sırasında oyuncular
sahnede olurdu, sahneden çıkış vermezdim. Oyun sahnelerini ‘black-out’larla
bölerdim. Oyunda da sahne bitimlerinde oyuncular rollerini bitirip sahneden
çıkınca karartma oluyor ama benim düşündüğüm son replikten sonra hemen yapılmasıdır. Sahne
isimlerini ışıkla yazar ve oyun boyunca yazılanları sahne duvarlarında
biriktirirdim. Canavar hariç tüm kostümleri özelliklerini bozmadan siyah beyaz
renklerden yapardım.
Canavar yüzünün
kapatılmasını, kostümünü ve özellikle girişindeki boğulur gibi hırıltılarını
abartılı buldum. Sanıyorum ‘canavar’ yazarın oyunundan gelen bir çeviri ama ben
‘canavar’ı canavar gibi görmedim. Yazar bir paradoks yaratmak istemiş
olabilir. Ancak isim ön yargı yaratıyor
kanısındayım. Bu tavır piyesle ilgili
tanıtım belgelerinde de kullanılıyor. Zira karakterlere seyircinin yükleyeceği
anlam daha önemli.
Işık oyunun
en zayıf halkası. Anlatımın bir parçası değil, oyuna katkısı yok, eksikliği ise oyunu azaltıyor. Kara kutu
içinde karakterlerin sığınacakları yalnızlıklarının anlamı olduğunu, bunun da
ışıkla sağlanabileceğini düşünüyorum.
Oyuncular(Laçin
Ceylan, Fatih Dokgöz, Fehmi Karaarslan) için iyi oynadılar demek onların
yaptıkları işi geçiştirmek olur. Bu oyun bilinçli bir hayat duruşu istiyor. Ben oyunculukta onu gördüm ve çok önemsedim.
Oyun dokuz
sahneden oluşuyor. Edwad Bond’un felsefesini oluşturan yukarıda bahsettiğim
hususların toplamını(yaratılışa aykırı
bir çevre içinde iktidarların keyfi adaleti ile yaratılan toplumsal ahlâkın şiddete
dönüşmesi) görmeniz mümkün. Bunun
ayrımına varmanız için çaba göstermeniz
gerekecek. Edward Bond basit gibi
söylüyor ama kanmayın. Oyun üzerinize ağır bir yük gibi çöküyor.
Bond diyor ki ‘ Bir saat kadar uzun
uzadıya içinize bakın. Sahnedeki karakterlerin içine düştükleri paradoksu
kendinizde bulamıyorsanız kendinize saygınız yoktur.’
Hadi
bakalım.
Melih Anık
Kaynak:
Kırmızı
Siyah ve Cahil (Edward Bond Çeviri: Gülçin Kaya Rocheman) Oyun metni
Lear (Edward
Bond Türkçesi: Ayberk Erkay) Mitos Boyut
A BRECHTIAN
ANALYSIS OF CARYL CHURCHILL’S MAD FOREST AND EDWARD BOND’S RED, BLACK AND IGNORANT by AYŞE YÖNKUL -METU
A Note in Support of Funding for Big Brum
Theatre-in-Education Company (8 3 20 14)
Edward Bond
Lyric
Hammersmith presents Edward Bond
‘Edward
Bond, a Distinctive Voice in Modern British Drama’ Lector dr. Diana PRESADĂ, Universitatea
Petrol-Gaze Ploieşti
ACROSS THE BORDERS OF MADNESS: THE „WASTE
LAND‟ OF EDWARD BOND IN GREAT PEACE
Susana Nicolas Roman, PhD University
of Almeria, Spain
Red, Black
and Ignorant – The Cock Tavern Theatre, London Posted by: The Public
Reviews in Drama 03/11/2010 Reviewer:
Vicky Bell
‘Saved’ film http://www.youtube.com/watch?v=4EGNLEgHyAM
The Count of
Monte Cristo/Red Black and Ignorant By Jack Helbig
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder