Lafı döndürüp dolaştırmadan yazının hemen başında
söyliyeyim: Bazı oyunlar için harcanan zamana, emeğe, paraya acıyorum.
Economania işte öyle bir oyun. Ha bir de benim yâni seyircinin harcadığı zaman
var. Seksen dakikalık oyun bana 270 dakikaya mal oldu. 15:30’daki oyun için
evden (Şişli) 13:30’da çıktım eve 18:00’de döndüm. Bilete 25- 45 lira ödeyen
seyircilerin durumu daha da acı. Para ve zaman kaybetmişsin, üstüne üstlük keçi
boynuzu yemişsin. Hoşnutsuz bir durum. Onlar ‘deniyor’ sen para ödüyorsun.
Hayatında ilk defa tiyatroya giden biri bu oyunu görse tiyatroya küser.
Oyunun adı ‘Economania’.. Türkiye’de prömiyer yapan bir
oyunun adı yabancı.. Arada yabancı var, ortak proje ya o yüzden. Daha ismiyle
‘Size değil Almanlara yaptık’ der gibi. Belki ‘uluslararası arena’ beklentisi
var. Dünyaya seslenecek umudu var. Bence
‘Eco-mania’ olsa daha iyi olurdu. Yapmışken ‘Eco’ nun içine ‘ecology’ de
girerdi oyun daha entelektüel olurdu. Zaten oyuncular çöp süsü verilmiş mitil içinde oturuyor, atık
kemiriyorlar. Ortamda makineye benzer tek bir âlet var bir bisiklet. Çöpler o bisiklet
ile işleniyor ve iplik(çöp) hâline geliyor sanırım. Tavandan sarkan boru(ki bence oyunun en güzel
yanı) bu insancıkların(yaratıkların?) o borudan düşen ‘atık’ları yediklerini
gösteriyor. Bunlar ‘çöp öğütücü’, işleri çöp öğütmek. Fabrika gibi
çalışıyorlar. Fabrika sireni ile işe(yemeye) başlıyor fabrika sireni ile
uyuyorlar. Bunlar bir anlamda ‘işçi’ ama
kart basmıyorlar. Yukarıda ara sıra duyduğumuz seslere bakarsak,
adımları dünyayı sarsan birileri var. Kim bunlar? Düzenin sahipleri, meselâ
patronlar. Ama siz oyunun esin kaynağı Pirandello’nun Dağın Devleri isimli
oyununu biliyorsanız bunların Hitler, Mussolini olduğunu da düşünebilirsiniz.(Pirandello
öyle dememiş ama) Oyun bu konuda çok ketum(!), metaforlu yâni. Seyirci çıkarsın
istemişler her halde. Ama oyundan bu çıkmıyor. Ancak röportajları okursanız bu
hisse kapılmanız mümkün. O zaman “Gezi”ye kadar gidersiniz. Ama yok öyle bir
şey.
Pirandello kendi oyununu bitirememiş, oğluna vasiyet etmiş. Stefano’nun
anlattıkları da tatmin etmemiş camiayı. Sahnelendiğinde herkes kendine göre bir
şeylere bağlayarak tamamlamış oyunu. Yiğit Sertdemir de ilk defa bir dramaturgla çalışmış ve o oyundan yola çıkarak bu oyunu bulmuş. Bunca yılın
tiyatrocusu Sertdemir’in dramaturg hakkında söyledikleri benim için bu oyundan
daha önemli. ‘Dramaturgla çalışmak iyiymiş’ demeye getirmiş. Sertdemir dramaturgu
keşfetmiş yâni. Neyse zaman bulursam onu da yazarım biz oyuna dönelim.
Pirandello’nun oyunu ‘Dağın Devleri’, mitolojik derinliği
olan ve mitolojinin sanatı ya da sanatın mitolojisi denilen bir olgu üzerine
yaklaşık beş yıl çalıştığı bir oyun. Oyunu yazarken oyunun içinden başka
oyunlar çıkardığı için bu oyunu bir türlü tamamlayamamış. Gerçek ile hayâlin birbirine karıştığı
fantastik bir atmosfer kurgulamış. Kimsenin seyretmediği bir oyunu oynayan
tiyatro topluluğunun yolu bir sihirbazın evine düşer. Oradaki halk ile bir
araya gelen topluluk oyunu dağın devleri için oynamaya karar verir. Pirandello
tiyatroyu kullanarak seyirci ile tiyatro sanatını irdelerken halk ile faşist
yöneticiler arasındaki ilişkiye bıçak saplıyor.
Bu kadarla kalsa iyi. Pirandello’nun ne yapmak istediğini anlamak için Jerome
Mazzora’nın makalesini okumak gerek. Pirandello’nun ne kadar karmaşık bir yapı
kurduğunu ve yazarın aslında bir filozof olduğunu, kendinden önceki
fikirsel akımları, yapılanları ve çağdaş felsefeleri iyi bildiğini anlarsınız. Tabii
ki yazarların içinde yaşadıkları bilimsel, felsefi atmosfer de onları
derinleştirmektedir. Oyunda Maeterlink, Virgil, Plato, Yeats, Ruskin, Freud,
Evid, Kleist, Collodi, Spengler, Bergson ve Shakespeare’e bağlanan dokunuşlar
var. Fırtına’daki Prospero ile Dağın
Devleri’ndeki Cotrone sanki aynı kökten çıkmış. Oyun düş, gerçek, hayâl,
vicdan, algı, hayalet, ruh, imgeden yola çıkarak tiyatronun ‘gerçeğini’
tartışmaya açıyor. (“Siz hayâllere vücud verirsiniz biz ise vücutlarımızdan
hayâller çıkarırız” “Siz gerçeği mi icad ediyorsunuz?”) Pirandello, kuklalarla ‘kuklalaşmış
işçiler’ arasında ve onların tiyatroya bakışı arasında öyle bir ilgi kuruyor
ki usta işi. Türkiye’de çok uzun yıllardan beri
çok konuşulmasına rağmen dînin bile felsefesinin kavranamadığını görmekteyiz.
Bilim zaten konuşulmuyor. Sloganlaşma ve tek düze ve sığ tartışmalar tiyatronun
da gelişmesine engel. Tiyatro beslenemiyor.(Tiyatronun asıl sorunu bu sığlık.
Yazar da onun için çıkmıyor zaten. Dünyadan birkaç oyun seyreden de taklit ile
işi götürmeye çalışıyor.) Bunun son
örneği Economania. Pirandello’dan esinlendiği söylenen Economania’nın aslında
esinlendiği kaynağı hiç anlamadığını, onun
çok başarısız(acınası) bir resmi olduğunu görüyorum. Buna cesaret edenlere de
şaşırıyorum. (Hem de Alman tiyatrocular var içinde.)
Sertdemir ve dramaturg, çöp içinden Fransız soylularını(?)
çıkartıp onlara Shakespeare’in Bir Yaz
Gecesi Rüya’sından tiyatroyu özetleyen Pyramus- Thisbe sahnesini oynatıyor. (O sahneyi Propeller’dan seyrettim
daha yeni. Bir ona bak bir de buna!) Demek ki oyunun içinde tiyatro olmasına
niyet edilmiş. Ama Shakespeare’in o
muazzam sahnesi de harcanmış. Çöp öğütücüler seyirci koltuklarına oturup onlara
tercüman oluyorlar. Gerçekten Almanca oynanan oyunu Türkçeye tercüme ediyorlar. Neden ‘surtitle’
kullanılmamış, anlamış değilim. Tercümeler olmasa oyun yarı yarıya kısalır diye
mi uzatmışlar anlamadım. Oyunda sempatik sempatik gülen bellek var Allah
herkese öyle gülen bir bellek versin. O da sonradan yitip gitti. Neden vardı
neden gitti, dramaturg bilir. Allahtan çöp içinde bulunan kaset çalardan
yazarın ne demek istediğini anlıyoruz. O anlatmasa oyun daha da anlaşılmaz hâle
gelecek. Ama çoğu seyirci oyunu seyrettikten sonra ortada ışıklı pano gibi
dolaşan ve plaklardan kolyesi olan müzisyen (?) gibi hissedecek kendini.
Ben Yiğit Sertdemir’in kendi başına yaptığı oyunları
beğenmiş biriyim. Ben bizzat kendisinin kaynak araştırması yapmadığını(yapsa
bile dört dörtlük olmadığını) oyunu kendisine anlatılanların etkisi ile
yazdığını sanıyorum. Oysa Pirandello’nun dehası ile Yiğit Sertdemir’in
zekâsının bir araya gelmesi ile dünya çapında bir oyun çıkabilirdi. Sertdemir
bu fırsatı kaçırmış, üzüldüm. Economania’yı yapmak için yabancı ortaklığa neden
gereksinimi duydu anlamadım. (Almanya turnesi sağlıyor ve topluluğu dışa açıyor!) Kendisi yapsaydı bu kadar kötü olmazdı. Demek ki
ortağı iyi seçmek gerek. Sertdemir’in yeterince konsantre olmadığını,
sorumluluğunu taşıdığı müessese için bir şeyler yapmak çabası ve telaşı ile bu
projeye kapıldığını düşünüyorum. Ama maalesef ortaya derme çatma gecekondu
çıkmış.
Oyunu spoil etmeyeyim ve seyretme niyeti olan için sürprizi
kaçırmayayım. Ama oyunun yaşlı bir masalcı baba edasıyla bitirilmesi bana çok
zayıf geldi.
Gökten üç elma düştü. Üçü de çürük..
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
Kaynak:
Dağın Devleri(oyun) Pirandello Tecüme: Muhittin Yılmaz
Pirandello’s I Giganti della Montagna and the Myth of Arts
(Makale) Jerome Mazzaro
‘Acts of rough Magic’ Paul Taylor eleştirisi
Yazar, yönetmen ve dramaturg ile Sandra Höhne tarafından
yapılan röportaj (Kapıda satılıyor)
Ve diğer röportajlar
Oyun metnini benimle paylaşan Antalya Sanat Tiyatrosu kurucusu İrfan Çetin'e teşekkür ederim. http://www.antalyasanattiyatrosu.com/sitebuilder/contact.aspx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder