27 Eylül 2014 Cumartesi

Kumbaracı50 - Theater a.d.Ruhr Ortaklığından ‘Gecekondu’: Economania

Lafı döndürüp dolaştırmadan yazının hemen başında söyliyeyim: Bazı oyunlar için harcanan zamana, emeğe, paraya acıyorum. Economania işte öyle bir oyun. Ha bir de benim yâni seyircinin harcadığı zaman var. Seksen dakikalık oyun bana 270 dakikaya mal oldu. 15:30’daki oyun için evden (Şişli) 13:30’da çıktım eve 18:00’de döndüm. Bilete 25- 45 lira ödeyen seyircilerin durumu daha da acı. Para ve zaman kaybetmişsin, üstüne üstlük keçi boynuzu yemişsin. Hoşnutsuz bir durum. Onlar ‘deniyor’ sen para ödüyorsun. Hayatında ilk defa tiyatroya giden biri bu oyunu görse tiyatroya küser. 

Oyunun tanıtımı medyada çok yer buldu. Yazar, yönetmen ve dramaturg ile yapılan röportajlar çok cazip. Onları okuyan benim gibi biri (az çok tiyatro bilgim var) bile inanıyor, kanıyor. Büyük büyük laflar. O kadar da konuşmayın bari. Malzeme ortada. Aslında ne çıkacağını az çok tahmin ediyorum da gene de bir merak işte. Tiyatro sahnede tamamlanır ya o yüzden görmek istiyorum. Ama aramızda kalsın böyle giderse benim gibi tiyatro-manyak  bile tiyatrodan soğur. Bu nedenle twitter’da “Economania’yı ‘tiyatro-manyak’lar seyreder” dedim. Tiyatroya manyaklık derecesinde bağlı olmayan için durum işkence.

Oyunun adı ‘Economania’.. Türkiye’de prömiyer yapan bir oyunun adı yabancı.. Arada yabancı var, ortak proje ya o yüzden. Daha ismiyle ‘Size değil Almanlara yaptık’ der gibi. Belki ‘uluslararası arena’ beklentisi var. Dünyaya seslenecek umudu var.  Bence ‘Eco-mania’ olsa daha iyi olurdu. Yapmışken ‘Eco’ nun içine ‘ecology’ de girerdi oyun daha entelektüel olurdu.  Zaten oyuncular  çöp süsü verilmiş mitil içinde oturuyor, atık kemiriyorlar. Ortamda makineye benzer tek bir âlet var bir bisiklet. Çöpler o bisiklet ile işleniyor ve iplik(çöp) hâline geliyor sanırım.  Tavandan sarkan boru(ki bence oyunun en güzel yanı) bu insancıkların(yaratıkların?) o borudan düşen ‘atık’ları yediklerini gösteriyor. Bunlar ‘çöp öğütücü’, işleri çöp öğütmek. Fabrika gibi çalışıyorlar. Fabrika sireni ile işe(yemeye) başlıyor fabrika sireni ile uyuyorlar. Bunlar bir anlamda ‘işçi’ ama  kart basmıyorlar. Yukarıda ara sıra duyduğumuz seslere bakarsak, adımları dünyayı sarsan birileri var. Kim bunlar? Düzenin sahipleri, meselâ patronlar. Ama siz oyunun esin kaynağı Pirandello’nun Dağın Devleri isimli oyununu biliyorsanız bunların Hitler, Mussolini olduğunu da düşünebilirsiniz.(Pirandello öyle dememiş ama) Oyun bu konuda çok ketum(!), metaforlu yâni. Seyirci çıkarsın istemişler her halde. Ama oyundan bu çıkmıyor. Ancak röportajları okursanız bu hisse kapılmanız mümkün. O zaman “Gezi”ye kadar gidersiniz. Ama yok öyle bir şey.

Pirandello kendi oyununu bitirememiş, oğluna vasiyet etmiş. Stefano’nun anlattıkları da tatmin etmemiş camiayı. Sahnelendiğinde herkes kendine göre bir şeylere bağlayarak tamamlamış oyunu. Yiğit Sertdemir de ilk defa bir dramaturgla çalışmış ve  o oyundan yola çıkarak bu oyunu bulmuş. Bunca yılın tiyatrocusu Sertdemir’in dramaturg hakkında söyledikleri benim için bu oyundan daha önemli. ‘Dramaturgla çalışmak iyiymiş’ demeye getirmiş. Sertdemir dramaturgu keşfetmiş yâni. Neyse zaman bulursam onu da yazarım biz oyuna dönelim.

Pirandello’nun oyunu ‘Dağın Devleri’, mitolojik derinliği olan ve mitolojinin sanatı ya da sanatın mitolojisi denilen bir olgu üzerine yaklaşık beş yıl çalıştığı bir oyun. Oyunu yazarken oyunun içinden başka oyunlar çıkardığı için bu oyunu bir türlü tamamlayamamış.  Gerçek ile hayâlin birbirine karıştığı fantastik bir atmosfer kurgulamış. Kimsenin seyretmediği bir oyunu oynayan tiyatro topluluğunun yolu bir sihirbazın evine düşer. Oradaki halk ile bir araya gelen topluluk oyunu dağın devleri için oynamaya karar verir. Pirandello tiyatroyu kullanarak seyirci ile tiyatro sanatını irdelerken halk ile faşist yöneticiler arasındaki  ilişkiye bıçak saplıyor. Bu kadarla kalsa iyi. Pirandello’nun ne yapmak istediğini anlamak için Jerome Mazzora’nın makalesini okumak gerek. Pirandello’nun ne kadar karmaşık bir yapı kurduğunu ve yazarın aslında bir filozof olduğunu,  kendinden önceki fikirsel akımları, yapılanları ve çağdaş felsefeleri iyi bildiğini anlarsınız. Tabii ki yazarların içinde yaşadıkları bilimsel, felsefi atmosfer de onları derinleştirmektedir. Oyunda Maeterlink, Virgil, Plato, Yeats, Ruskin, Freud, Evid, Kleist, Collodi, Spengler, Bergson ve Shakespeare’e bağlanan dokunuşlar var.  Fırtına’daki Prospero ile Dağın Devleri’ndeki Cotrone sanki aynı kökten çıkmış. Oyun düş, gerçek, hayâl, vicdan, algı, hayalet, ruh, imgeden yola çıkarak tiyatronun ‘gerçeğini’ tartışmaya açıyor. (“Siz hayâllere vücud verirsiniz biz ise vücutlarımızdan hayâller çıkarırız” “Siz gerçeği mi icad ediyorsunuz?”) Pirandello, kuklalarla ‘kuklalaşmış işçiler’ arasında ve onların tiyatroya bakışı arasında öyle bir ilgi kuruyor ki usta işi.  Türkiye’de çok uzun yıllardan beri çok konuşulmasına rağmen dînin bile felsefesinin kavranamadığını görmekteyiz. Bilim zaten konuşulmuyor. Sloganlaşma ve tek düze ve sığ tartışmalar tiyatronun da gelişmesine engel. Tiyatro beslenemiyor.(Tiyatronun asıl sorunu bu sığlık. Yazar da onun için çıkmıyor zaten. Dünyadan birkaç oyun seyreden de taklit ile işi götürmeye çalışıyor.)   Bunun son örneği Economania. Pirandello’dan esinlendiği söylenen Economania’nın aslında esinlendiği kaynağı hiç anlamadığını,  onun çok başarısız(acınası) bir resmi olduğunu görüyorum. Buna cesaret edenlere de şaşırıyorum. (Hem de Alman tiyatrocular var içinde.)

Sertdemir ve dramaturg, çöp içinden Fransız soylularını(?) çıkartıp onlara Shakespeare’in  Bir Yaz Gecesi Rüya’sından tiyatroyu özetleyen Pyramus- Thisbe sahnesini  oynatıyor. (O sahneyi Propeller’dan seyrettim daha yeni. Bir ona bak bir de buna!) Demek ki oyunun içinde tiyatro olmasına niyet edilmiş.  Ama Shakespeare’in o muazzam sahnesi de harcanmış. Çöp öğütücüler seyirci koltuklarına oturup onlara tercüman oluyorlar. Gerçekten Almanca oynanan oyunu  Türkçeye tercüme ediyorlar. Neden ‘surtitle’ kullanılmamış, anlamış değilim. Tercümeler olmasa oyun yarı yarıya kısalır diye mi uzatmışlar anlamadım. Oyunda sempatik sempatik gülen bellek var Allah herkese öyle gülen bir bellek versin. O da sonradan yitip gitti. Neden vardı neden gitti, dramaturg bilir. Allahtan çöp içinde bulunan kaset çalardan yazarın ne demek istediğini anlıyoruz. O anlatmasa oyun daha da anlaşılmaz hâle gelecek. Ama çoğu seyirci oyunu seyrettikten sonra ortada ışıklı pano gibi dolaşan ve  plaklardan kolyesi olan  müzisyen (?) gibi hissedecek kendini.

Ben Yiğit Sertdemir’in kendi başına yaptığı oyunları beğenmiş biriyim. Ben bizzat kendisinin kaynak araştırması yapmadığını(yapsa bile dört dörtlük olmadığını) oyunu kendisine anlatılanların etkisi ile yazdığını sanıyorum. Oysa Pirandello’nun dehası ile Yiğit Sertdemir’in zekâsının bir araya gelmesi ile dünya çapında bir oyun çıkabilirdi. Sertdemir bu fırsatı kaçırmış, üzüldüm. Economania’yı yapmak için yabancı ortaklığa neden gereksinimi duydu anlamadım. (Almanya turnesi sağlıyor ve topluluğu dışa açıyor!) Kendisi yapsaydı bu kadar kötü olmazdı. Demek ki ortağı iyi seçmek gerek. Sertdemir’in yeterince konsantre olmadığını, sorumluluğunu taşıdığı müessese için bir şeyler yapmak çabası ve telaşı ile bu projeye kapıldığını düşünüyorum. Ama maalesef ortaya derme çatma gecekondu çıkmış.

Oyunu spoil etmeyeyim ve seyretme niyeti olan için sürprizi kaçırmayayım. Ama oyunun yaşlı bir masalcı baba edasıyla bitirilmesi bana çok zayıf geldi.

Gökten üç elma düştü. Üçü de çürük..

 Melih Anık  


Oyunun Künyesi:

Kaynak:
Dağın Devleri(oyun) Pirandello Tecüme: Muhittin Yılmaz

Pirandello’s I Giganti della Montagna and the Myth of Arts (Makale) Jerome Mazzaro

‘Acts of rough Magic’ Paul Taylor eleştirisi

Yazar, yönetmen ve dramaturg ile Sandra Höhne tarafından yapılan röportaj (Kapıda satılıyor)

Ve diğer röportajlar


Oyun metnini benimle paylaşan Antalya Sanat Tiyatrosu kurucusu İrfan Çetin'e teşekkür ederim. http://www.antalyasanattiyatrosu.com/sitebuilder/contact.aspx

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder