Yedikule Bostanı’nda Vişne Bahçesi’nin sahnelendiğini kaç
kişi duydu acaba? Merak edip kaç kişi seyretti?
Sanat ile nispeten yakın olan Cumhuriyet Gazetesi’nde
konunun haber olması beni şaşırtmadı da sanatı Ertuğrul Özkök’ün gündemine
bağlayan ‘amiral gemisi’(?) Hürriyet’in konuyu tam sayfa haber yapması bana
ilginç geldi. Özkök de bahsetmemişti, hayret!
Yedikule Bostanı arazisinin yapılaşmaya açılması hususu başlı başına tiyatro olması gereken bir konu.Ne yazık ki konu Amerika’dan ele alınıyor hem akademik hem de tiyatral olarak. Bizim tiyatromuzun gündemine giremiyor. Erhan Yazıcıoğlu’nun konuya el atmasını bekliyorum. Törpüleyerek(artık konuyu mu yoksa sivri tiyatrocuları mı bilmem) konuyu bizim anlayacağımız(hazmedeceğimiz) yere getirir umudundayım. Neyse ben esas konuya döneyim.
Harvard Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları Merkezi var.
Siz Avrupalı falan deyin durun yerimiz Ortadoğu. Harvard söylüyor! Konu o
yüzden onların ilgi alanında. Merkezi’n başkanı Cemal Kafadar. Cemal Kafadar
birlikte hazırlık okuduğumuz yıllarda(o lise ben üniversite hazırlık) ortak
hazırlanan bir oyunda benim oğlumu oynamıştı. Yâni onun da tiyatroya bir
yakınlığı var. Şimdi çok değerli bir bilim adamı. Kafadar, Harvard Üniversitesi
‘Faculty of Fine Arts and Sciences’ içinde Ortadoğu ve Güney Doğu Avrupa ile
ilgilenen tarih profesörü. Onun başında olduğu ‘Turkish Studies’ bölümü Vehbi
Koç Vakfı’nın desteğiyle kurulmuş ve desteğiyle eğitimini sürdürüyor.
Harvard Üniversitesi’nde
Osmanlı tarihi üzerine doktora çalışması yapan Aleksandar Sopov Yedikule Bostanları ile ilgili konuyu ‘uyandıran’ bir çalışma yapıyor. Geçen
sene Türkiye’ye geliyor Zeytinburnu’nda
mekânları dolaşıyor, kahvelerde halk ile görüşüyor. Bostanların tarihi miras olduğu vurgulanıyor. Gezi olaylarını takip eden
günlerde bir grup eylemci bostanlarda toplantılar düzenlemek istiyor. Güvenlik
güçlerinin de müdahale ettiği eylemler oluyor. Bölgeden geldiği(ni) söylenen(ve
söyleyen) insanlar eylemcilere karşı
çıkıyor hatta bazısı ‘Burasını da Gezi olaylarına döndürmenize izin
vermeyeceğiz’ diyerek polisin arkasından yürüyor. Bu arada Belediye imar ile
ilgili çalışmaları sürdürüyor. Kararlar alınıyor.(Bunlarla ilgili internette
bulabileceğiniz videolar var) Surların
arka tarafında ‘kentsel dönüşüm’ işleri devam ediyor. Fiyatı milyon dolar olan
binalar yapılıyor. Surların caddeye bakan yüzünde henüz görünen bir yapılaşma
yok ama denildiğine göre bostanların üstü moloz toprağı ile kapatılmaya
başlanmış. İfade edilen amaç bu bölgeyi yeşil alan olarak korumak.. Bostancıları
da çıkmaya zorlamak için yüksek kira bedelleri(aylık 15ooo TL gibi) tahakkuk
ettirilmiş. Akademik çevreler de
belediyenin kararlarına karşı birleşmek için bir araya geliyor yapılması
gerekenlere ait atölye çalışmaları yapıyor.
Bostanların büyük bir bölümüne karşı gelen alanda İstanbul’un en büyük
mezarlıkları var. Bu nedenle benim tahminim
bu bölgede Eyüp Sultan çevresi gibi bir düzenlemenin ortaya çıkacağı ve
daha ziyade dini ağırlıkta bir kullanımın yapılaşacağı yolunda.
Doktora öğrencisi Sopov’un doktora çalışmasını belli bir
aşamaya getirmesiyle Kafadar’ın başında olduğu Harvard Üniversitesi Orta Doğu
Çalışmaları Merkezi bir fon çıkararak olayın kamuya mal edilmesini teminen bir
tiyatro oyunu hazırlanması çalışmalarına başlıyor. Bu nedenle New Brooklyn
Theatre bulunmuş. Tiyatro, ‘mission’ları arasında belirttiği ‘Staging theatre
wherever theatre is uniquely needed to move forward public conversations’ doğrultusunda Türkiye ile ilgilenmiş. (http://newbrooklyntheater.com/ )
Vişne Bahçesi Yaprak
Ünver tarafından çevrilmiş, Courtney Nelson, Elizabeth Stern, Jonathan Solari
tarafından kırk dakikalık kısa oyun hâline getirilmiş. Courtney Nelson çevre
düzenlemesini yapmış, Jonathan Solari oyunu yönetmiş. Yönetmen Solari oyunun
sahnelenmesinden yaklaşık iki ay önce Türkiye’ye gelmiş ve çalışmaya başlanmış.
Duyduğuma göre oyunda oynatacak Türk profesyonel oyuncu bulunamamış (‘yerliler kabul
etmemiş’) bu nedenle oyun, tiyatro tahsil etmekte ya da yeni mezun gençler
tarafından oynanmış. Amaçlardan biri de her gösteri sonrası bir uzmanın
katılacağı sohbet toplantısında topluluk elemanlarının da katılımı ile konuyu tartışmaya açmak.
Ben oyunu seyrettiğim gece sonundaki toplantıya da kaldım. O
gece dışarıdan gelen bir uzman yoktu. Oyunun yönetmeni dahil tüm topluluk ve
oyunun sahnelendiği bostanın sahibi soruları cevaplamak için karşımıza oturdu.
İlk soruyu ben sordum. Merak ettiğim husus yönetmenin konuyu nasıl gördüğü idi.
Yönetmen Solari ‘oyun kendisini anlatıyor’ dedi ve Yedikule Bostanları’ndaki
olayı nasıl gördüğünü söylemekten çekindi. ‘Benim işim tiyatro demek’ istedi
belki de, bulaşmak istemedi. Ancak oyunun sahnelenme süreci tam anlamıyla
politik. (Bana öyle geldi) Garip olan seyirciler arasından bir hanım, ‘buradaki
herkes konuyu biliyor sen bilmiyor musun?’ anlamına gelecek şekilde itiraz
etti. Ben de ona soruyu yönetmenin cevaplaması istediğimi söyledim ama
yerlilerin ‘kraldan çok kralcı tutumu’ nedeniyle oyunun Amerikalı kanadının düşüncesini
öğrenemedim.
Her şeyden önce Vişne Bahçesi ile Yedikule Bostanları
arasında ikisinin de tarım arazisi olmasından öte bir benzerlik olmadığı
kanısındayım. Kurulmaya çalışılan benzerliklerin de zorlama olduğu anlayışımı
hâlen muhafaza ediyorum. Öte yandan üç saatlik bir metnin kırk dakikaya
indirilmesi de Çehov tadından çok şey kaybettirmiş. Mum ışığı ve biraz ötedeki
kule aydınlatmasından yansıyan ışıkta,
loş bir ortamda oynanan oyunda seslerin de yeterince güçlü çıkmaması bazı
konuşmaların anlaşılmaması sonucunu doğurdu. Oyunu bilenler için sorun yoktu
ama seyretmesi beklenenler için epey bir sorun olduğu açıktı. O geceki seyirci
topluluğuna baktığımda tiyatronun o sâdık seyircisi dışında yeni yüzlere
rastlamadım. Bu oraya gelenleri şahsen tanıdığım anlamına gelmesin, onlar ‘tiyatroya
giden’ tiplerdi. Oysa oyun, bizlere ulaşmaktan daha çok o bölgede yaşayan
insanlar ulaşmalıydı. Onlar arasında tartışılmalıydı. Farklılar arasında tartışılmalıydı.
Bu hâliyle, medya yansımalarını da dikkate aldığımızda oyun politik muhalefet
amacına daha yatkın duruyordu. Doğrudan belediyeyi hedef alıyordu. Bu nedenle
de bölgede yaşayanların katılabileceği bir forum olma imkânından yoksundu. Bu
durumda da bir sonuç alabilmesi olasılığı yoktu. İşte bu noktada sanat eliyle
toplumların uyandırılması konusunu düşündüm yeniden.
Özellikle konunun taa Amerikalardan ele alınması karşısında
elbette yerel çalışmaları bir yana koymuyorum ama, ülkemizde tiyatronun neye
yaradığı sorusunu sorgulamama neden oldu. Tiyatrocularımızın tiyatroyu
kullanmakta daha derin düşünmelerini tavsiye ederim. Amerikalı, toplumu
ilgilendiren konularda tiyatronun kullanabilmesi üzerine deneyler yapıyor.
Bizim ülkemizde bilim ile sanat işbirliği yapamıyor.(Bizde sanat, aslında işbirliği
yapmayı bilmiyor.) Bilim tiyatroyu, tiyatro da bilimin farkında değil.
Konunun ikinci boyutu da kendi kendimizi alkışlama
hastalığımızdır. Kendin pişir kendin ye tiyatrosu.. Tiyatro toplumun farklı kesimlerine
ulaşmalı, onları samimiyetiyle inandırmalı, ortak bir dil kurabilmelidir. Kendi
düşüncemizde olmayan kişilerin de düşünceleri vardır ki biz onları beğenmeyiz,
küçümseriz ama günün sonunda onları dinlemezsek ne yapmamız gerektiğini de
bulamayız. Jakobenliğin bir türünün tiyatroda çok yaygın olduğunu görmekten
endişeliyim ve sıkıntılıyım. Türk Tiyatrosu gerek içerik gerek biçim olarak taklit etmeye devam etmekte
kendi çizgisini bir türlü bulamamaktadır. (‘70’lerin Türk Tiyatrosu hayatın ve
gündemin daha çok içindeydi.) Yedikule Bostanları’nda yaşanan bir olayın o
bostanlara komşular tarafından anlaşılmayışı acıdır ama yapılan tiyatronun dışlanması
da acıdır.
Bir konunun gündem olmasında ünlü isimlere ihtiyacınız
vardır. (Aklıma geldi, bir notum daha var Erhan Yazıcıoğlu’na: Ali Erdoğan’ı
davet et tiyatrona. Sana bir Haldun Taner oynasın. Mahzun’dan daha yararlı olur.) Türkiye’de yandaş olmak kolay muhalif olmak
zordur hatta tehlikelidir. Muhalif olmaktan partiye, kişilere muhalif olmayı
kastetmiyorum. Düşüncenin önemi kalmadı. Muhalif olduğunuz konunun taraftarları
kendilerine yönelik saldırı olduğunu zannediyor. Tiyatrocularımız meydanlarda toplu halde sert sloganları tekrarlamakta ama içinde
bulundukları oyunlarda ‘idare etmekte’; sloganı,
metaforlar arasına kat kat sarmalayarak ‘çeyiz bohçası’ yapıp kendilerinin
anlayacağı şekilde alçak sesle mırıldanmaktadır.
En politik görünen Genco Erkal, Ferhan Şensoy’dur, AST’tır ama onların da
bataryaları artık şarj tutmakta zorlanmaktadır. Asıl tiyatroda YENİ gerekiyor. Tiyatrocular
kendilerine dışarıdan bakamadıkları için yaptıklarının derinliğini de tayin
edememektedirler. Kendi kişisel kuyularını TEK karanlık sanmaktan
vazgeçmelidirler.
Amerikan fonunun bir Amerikalı tiyatro kumpanyasını
desteklemesi üzerinde durmamız gereken konudur. Parayı veren kuralları koyar.
Sadece kuralları değil aynı zamanda konunun nasıl sunulacağını da belirler.
Parayı alan ne yapacağını bilir elinde yazılı emir yoksa da. Zorluk hem parayı
almak hem de kendi dediğini söyleyebilmektir. Ülkemize konuk olan yabancı
toplulukları bu gözle seyretmek gerekir. Bu sadece bizim ülkemiz için geçerli
değildir, kapitalist sistem dünyanın her yerinde oyunu öyle oynar. Bu nedenle
özgürlük pahasına para almamak gerek.
Vişne Bahçesi üzerine gene de tiyatral bir şeyler söyleyerek
yazıyı sonlandırayım. Metni beğenmedim. Metnin uyarlanması da(Oyun künyesinde ‘uyarlama’
yazıyor ama değil) bir çözüm ama yeni metin yazmaktan daha zor olurdu diye
düşünüyorum. Firs rolünün gerçek bir bostancı(Ahmet Öztürk)tarafından oynanması
güzel bir düşünce ama oyunun tümü bu düşünceye göre kurgulanmış değil. Lubov
ile Lopahin arasındaki ilişkinin öne çıkarılmasına daha önem verilmeliydi.
Mekân düzenlemesini sevdim. Sebze sandıkları ile hazırlanmış
mekânda mum ışığı kullanılması güzel. Yere yatırılmış pencere ve kapı da evin
ve düzenin yıkılmış olduğunu göstermesi bakımından yerinde bir uygulama ama
bostanlar için ne anlama geldiği karışık.
Oyunculukları değil oyuncuların(Yaprak Ünver, Almira Seda
İnce, Özgecan Ayhan, Ferit Çelik, Canberk Doğalı) samimiyetini, proje içinde
aldıkları rolü ve bilinçli çabalarını alkışlıyorum. İçimde öyle bir his var
ki bu gençler projeyi yatağında tutmak
için ellerinden geleni yapmışlardır.
Tiyatrocularımız Pamuk Prenses’in cadısının aynası karşısında
vakit geçirmeseler de basit, yalın ama derinliği olan işler, projeler,oyunlar,
piyesler yapsalar.(Yapanlar istisnadır) Vişne Bahçesi gündemin ve tiyatronun da
‘kaptırılmaya’ müsait bir alan olduğunu gösterdi çünkü.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder