Turgut Özakman’ın Ocak, Necip Fazıl Kısakürek’in Para ve Nâzım
Hikmet’in Yolcu isimli oyunları bu yıl İBBŞT’nın repertuvarında bir arada. Ben
kısa aralıklarla üç oyunu da seyrettim. Seyrettiğim oyunları tek tek yazmak
yerine onları birleştiren özellikler üzerine düşüncelerimi paylaşmak istedim,
bu yazı ortaya çıktı.
Üç oyundan ikisinin(Ocak ve Yolcu) yönetmeni aynı, Yıldırım
Fikret Urağ. Para’nın yönetmeni Engin
Gürmen. Ocak, geçen sezondan kalan bir oyun,
diğerleri ise yeni sezonun repertuvarına dahil edilmiş. Bu sezon “bir Necip Fazıl oyunu
yanına bir Nâzım Hikmet oyunu konulması” (ya da tersi) yıllardır süren
dengeleme gayretini de gösteriyor sanırım. Ülkemizde küçük ayrıntılar vardır.
Bu cümleyi nasıl kurduğunuz da bir göstergedir.
Ocak 1961, Para 1941 Yolcu 1941 tarihli. Oyunlar bu nedenle
90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin de 70 yılının belgesi durumunda.
Para oyununda karakterlerin isimleri yok. O, Karısı, Oğlu, Kızı
gibi isimler kullanılmış. Bu oyunda anlatılan hikâye ile bir genelleme yapılmak istenmiş besbelli. İster istemez de bir koşullanmayı gösteriyor. “Para
ahlâksızlığı getirir”e doğru yelken açan bir ifade. Para oyunundan anladığımız
para ahlâkı bozuyor. “Buna para derler, para!
Şeref de bu, namus da bu, akıl da bu, hikmet de bu, sıhhat de bu, hayat da bu, ahret
de bu, parra!” Oysa toplumun ahlâklı
olması gerekir. Oyun “parasız ahlâk”ın nasıl olacağını söylemiyor. Para nedeniyle aile kavramı yok olmuş, dostluk
kalmamış. Hatta “Para olmasa cennete
giden yol bulunabilir mi?” Oyunda
herkes herkese “madik” atıyor. Başrol, “O”, hukuktan çekiniyor ama “Para sizde, kanun da emrinizde, artık size
hangi insan başkaldırabilir” de diyebiliyor. “Ahlâka dönüyorum” deyip döndüğü yer “esrar kahvesi”. Yönetmen, son
yâni 5. Perde’yi kestiği için 4. Perde’nin sonunda “ahlâka dönüyorum” ile bitiyor oyun. Oyun ahlâksızlığı
gösterip ahlâklı toplum özlemini dile getiriyor ama çözümü vermiyor. Sanki
yoksul olmak ahlâkı sağlayacak gibi bir durum da çıkıyor ortaya.
Yolcu oyununda ülkenin ücra bir köşesinde kalmış İstasyon
Şefi, Karısı ve Makasçı’yı anlatılıyor. Bu oyunda da karakterlerin ismi yok. Bu
üçlünün hayatına Atlı giriyor. Her ne kadar İstasyon Şefi Rübabı Şikeste
okuyorsa da trenden atılan gazeteleriı okumuyor, masanın üstüne örtü olarak
seriyor. Üstünde yemek yedikleri gazeteden ülkenin durumu hakkında bilgi almak
ihtiyacı içinde değiller. İstasyon Şefinin Karısı gazeteleri kocasından gizli
satıyor, karşılığında aldığı paraları da oradan kaçamak için kullanacak. Gazeteleri
alanlar da kâğıdı cigara sarmak için kullanıyor. Kimse haberlerle ilgili değil.
İstasyon Şefinin Karısı’nın, Makasçı ile “oynaştığı” anlaşılıyor. Olay 1921
yılında geçiyor, ülke bir kurtuluş savaşının içinde. Köydeki Mehmet Ağa’nın düşmanın
işbirlikçisi olduğunu dışarıdan gelen Atlı’dan öğreniyorlar. Zaten içlerine
gömmüş oldukları düşünceleri yeniden canlanmaya, görüşleri de değişmeye
başlıyor. (“Gönül çekecek zamanda mıyız?”)
O sırada Mehmet Ağa istasyonu sarınca birden havaya girip mücadele ediyorlar.
Sonrasını görecekler için anlatmayayım ama İstasyon Şefi’nin asker kaputunu
giymesi ve evin bacasından dumanın çıkması yönetmenin mesajını ortaya koyuyor. “Vatan
zordaysa gerisi teferruattır.” Metinden çıkmayan bu mesajın yönetmenin zorlama
yorumu olduğunu düşünüyorum.
Ocak isimli oyunda ise dağılma eğilimi gösteren bir ailenin
bir arada tutunarak yâni birlik ve beraberlik içinde kurtuluş umudunu
görmekteyiz. Toplumun en ufak çekirdeği düzelirse toplum düzelecek gibi bir
sonuç da çıkarılabilir. Yönetmen, hikâyeye Türkiye’nin AB’ye girme yolculuğunu
ekleyerek oyunu tarihsel bir zemine oturtmak istemiş. Kullanılan sesler ile de “siyah beyaz Türk
filmi” havası aranıyor gibi.
Metin olarak değerlendirdiğinizde Ocak, tiyatro normlarına
çok daha uygun ve diğerlerinden çok daha ilerde. Yolcu ve Para’nın yazarları
şairlikleri ile iz bırakmış kişiler. Siyasi düşüncelerini ifade etmede bir araç
olarak tiyatroyu kullanmışlar; tiyatroda başarılı oldukları söylenemez.
Oyunlarda ahlâk,
vatan ve aile kavramları ele alınmış. Bu kavramların işlenişinden dönemsel
bakışı anlamak mümkün. Ama bugüne baktığımızda bu kavramların zaman içindeki yıpranmışlığını
açıkça görüyoruz. Mesela ahlâkı bozan paranın kimde olduğu belli değil bugün.
Aile, zorlanıyor. Vatanın bugün içinde bulunduğu zorluk bambaşka.
Ben bu üç oyuna temaları açısından bakmak istedim. Zira yazıldıkları
dönemler açısından önemli olan temaların toplum içindeki ağırlıkları zaman
içinde değişime uğramış, anlamları değişmiş ve toplumsal yaşamda farklı
algılanmaya başlanmış. Ocak’da “aile”, Para’da “ahlâk ve tabii ki para”,
Yolcu’da “vatan sevgisi” kavramlarının bugünkü algıları oyunların yazıldığı
dönemden çok farklı. Sırayla bakarsak
kapalı bir toplumun yeni bir dünya algısı ile değişmesi; bireysel ahlâkın öne
çıkarılarak sağlıklı bir topluma kavuşulacağı inancı ve aile birliğinin
sağlanması ile toplumun daha güçlü olacağı fikirleri zaman içindeki toplumsal
arayışlardaki değişimleri göstermekte. İşte
kavramlardaki değişim 2014 yılında üç oyunu da nostaljik hale getiriyor.
Nostalji geçmişe
duyulan özlemdir. Eğer bir toplumda nostalji öne çıkmaya ve yaşamlarda “dominant”
olmaya başlıyorsa bu hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir huzursuzluğa
işarettir. Toplumun “aramakta olduğunu” gösterir demek iyimser bir ifade olur
sanırım.
“Tiyatro toplumun röntgenidir” demiş Stella Adler. Eğer öyleyse yukarıdaki piyes
metinleri toplumun 70 yıl önceki durumuna aittir. Eski röntgenler hastalığın
geçmişi üzerine kısıtlı bir bilgi verir o kadar. Bugün hastalığı teşhis ve tedavi
etmeye yetmez. Yeniden röntgen çekmek, durumu yeniden görmek gerekir. Eğer
çekmezseniz o eski oyunlar birer nostalji olarak kalmaya mahkûmdur. Öte yandan
tiyatro yaşanılan zamana seslenen bir sanattır. Yâni metin eski de olsa bugüne
dokunması gerekir. Bu “dokunma”yı oyunun
yönetmeninin bilmesi yetmez onun seyirciye geçirilmesi gerekir. Bence üç oyun
da nostaljik bohçalarının dışına çıkamamışlardır.
Metnin içeriğine dokunmadan güne ulaşmak mümkün müdür? Bu
metinlerle çok çaba harcamak lâzım. Ama
size bir örnek vermek isterim. Mitos-Boyut 1.Oyun Yazma Yarışması-2006’nın
Başarı Ödülleri’nden biri Ercan M.Erdem’in Lanet
isimli oyununa verilmiş. Lanet, Turgut Özakman’ın Ocak isimli oyununun bugüne
getirilmiş bir versiyonu. Ocak oyunundan esinlenerek kaleme alınmış. Aynı
karakterlerin bugün nasıl olacakları üzerine bir akıl yürütme, kurulan bir hayâl.
Ben metinlerle oynanmasını sevmiyorum. Önerebildiğim, oyunlara bir dış bakış
eklenmesi. İma ederek değil açık açık.
Gerçi bu üç oyunda ima da yok ya..
Aslında yıllardır aynı olan yâni bugüne ait olmamakla
beraber, günümüzün siyasi tartışmalarına da baktığımızda Türkiye’nin yarından
çok dün ile ilgili olduğunu görürüz. Geçmişle hesaplaşma çözülememekte bu nedenle yarın hayâli bir türlü
yazılamamaktadır. Türkiye dün ile uzlaşamamış, bugünü yaşayamayan yarınına ise bir
türlü sıranın gelmediği bir toplumdur. Kısaca Türkiye geçmişte yaşayan bir
toplumdur. Daha iyisi daha yenisi yaratılamadığı için birey ve toplum, geçmişe
sığınarak kendini koruma ya da (s)avunma hali içindedir. Bir ödenekli tiyatro,
repertuvarına bu üç oyunu alarak bilinçli olmasa da bu gerçeği ortaya
çıkarmıştır. Oyunların seçiminde kokusunu aldığım repertuvar oluşturmadaki siyasi
nedenleri ise hiç saymıyorum.
Üç oyunda da klâsik bir anlayışla hazırlanmış dekor ve
kostüm vardır. Dönemsel ayrıntılara dikkat etme titizliği açıkça görülmektedir.
Ama tiyatro insanla yapılan bir sanat olduğuna göre oyuncunun jest,
mimiklerini, doğaçlamalarını geriye
götürme olanağı yoktur. İnsan, dönemin ürünüdür. Örneğin Ocak’da Erkan Sever bugünün mimik ve jestleri
ile oynamakta. Her ne kadar oyunculuğun
esası taklit ise de kurgusu geçmişe yönelik kurulan bir oyunda o dönemleri yaşamamış oyuncular bir yerden
kendilerini ele vermektedir. Bu pek doğaldır ama oyunları geçmiş atmosferinde
kurma tercihi aslında her ayrıntısı ile birlikte başarılabilirse anlamlı olacak
bir çalışmadır. Oyuncunun o dönem dekorları ve kostümleri içinde örneğin
pantolonunun fermuarını çekmesi ayrıntıdır ama göze batar. Oyuncu sahnede
eleştirel duruyorsa sahnelemenin, dekor ve kostümün de bu algıya uygun olması
beklenir. Yönetmenlerin tutumu “nostalji” algılamasını arttırmaktadır ancak
ayrıntılarda istemeden de olsa bugün kendini göstermektedir. Bu üç oyunda da seyirciye geçirilmek istenen
duygu, metinlerin yazıldığı dönemlere aittir. Doğru mudur? Uygulanabilir midir?
Bu açıdan baktığımızda Cumhuriyet’in 70 yıllık tarihindeki farklı dönem
algılarını(kurtuluş reçeteleri) bir kurumun aynı dönemde bir arada vermesi de kurumun rüzgârın
önündeki yaprak olduğunu göstermektedir. Ödenekli bir kurum farklı oyunlarla repertuvar
oluşturur ama bu anlamda “yelpaze” hava vermek için sallanmaz, farklı
parçalardan bir bütün çıkarmak, bir
dünya görüşünü de seçmek gerekir. İBBŞT’nın böyle bir algısının olmadığını bu
üç oyun göstermiştir. Zira iki yönetmen üç oyun farklı tellerden çalmaktadır.
Oyunların kadrolarını aşağıda verdim. Ama benim gözüme
çarpanları kısaca anmak isterim.
Para
Oyun kadrosunun çoğunluğunun daha önce İBBŞT’da az görünen
oyunculardan oluşması yazarından mı
kaynaklanıyor? Oyunculuğuna lafım yok ama yönetmen Engin Gürmen yerine Noter
rolünde bir başkası bulunamaz mıydı? Son perdenin çıkarılmasını anlamadım. Yazarın
ifade etmek istediğini bozuyor. Bu yorumdan öte bir şey. Genel olarak bu oyunun
dekor, kostüm ile hiç değilse bugüne getirilmesini isterdim. Ayrıca dekor çok
eski ve basit görünüyor, metinde tarif edilen görkemden çok uzak. Bence
oyuncular için de boş bir çaba olmuştur.
Yolcu
Oyun, Barış Dinçel imzalı dekor içinde oynanıyor, ayrıntılı
bir dekor bu. Ama üstüne gazete kâğıdı serilmesi gereken masanın bu kadar temiz
olmasını anlamadım. Aynı şekilde dekor da çok şık ve temiz, sanki bir “Şişli’de
bir apartman dairesi”. Metinde olmayan dış mekân yaratılması iyi bir düşünce. Bence sahne çok karanlık. İstasyon Şefinin pantolonunda fermuar
olmamalı. Gün Koper çok iyi bir oyuncu. Bu yıl dikkat çekmeli(Ey Jüri!) Onun
sahneye girmesi ortamı çok renklendirdi.
Mehmet Avdan’ın İBBŞT’na dönmesine sevindim. Çok güzel türkü de söylüyormuş
meğerse. Yeni yöneteceği oyunları da görmek isterim. Benim için Bahtiyar Engin
ve Aslıhan Kandemir, seyretmekten bıkmayacağım iki şans.
Ocak
Birbirine uyumlu bir ekip oyunculuğu gördüm. Seyretmekten
sıkılmadım. Erkan Sever’in enerjisi ve okuduğu -metne eklenen- şiirleri çok
iyi.
Nostaljik oyunları kullanarak da çağ eleştirisi yapmak mümkündür. (Oyunları nostaljik hâle getiren biraz da yönetmenlerdir) Eğer
yapamazsanız oyunlar “içinizi ısıtan” “tavuk
suyuna çorba hikâyeleri” gibi olur ki bu da örneği çok görülmüş ve
insanlara kurtuluş reçeteleri gibi yutturulmaya çalışılan hikâyelere benzer.
Ben üç oyunun rejisine bakarak yönetmenlerin bu hususlarla ilgili özel bir
gayret içinde olduklarını görmedim. Unutulmamalı
ki tiyatro “aktarma istasyonu” değildir.
Melih Anık
YOLCU
Yazan : NAZIM HİKMET
Yöneten :
YILDIRIM FİKRET URAĞ
Dramaturgi :
HATİCE YURTDURU
Sahne Tasarımı : BARIŞ
DİNÇEL
Işık Tasarımı :
MUSTAFA TÜRKOĞLU
Kostüm Tasarımı :
DUYGU TÜRKEKUL
Efekt : HANEFİ
TOPRAKTEPE
Süre : 1 SAAT 30
DAKIKA
OYUNCULAR
ASLIHAN KANDEMIR, BAHTİYAR ENGİN, GÜN KOPER, MEHMET AVDAN
Bakkal Mehmet'in sesi: CENGİZ TANGÖR
PARA
Yazan : NECİP FAZIL
KISAKÜREK
Yöneten :
ENGİN GÜRMEN
Dramaturgi :
ÖZGE ÖKTEN
Sahne Tasarımı : AYSEL
DOĞAN
Işık Tasarımı :
KEMAL YİĞİTCAN
Kostüm Tasarımı :
EMRA ALBAYRAK ŞAHİN
Efekt : MUSTAFA
EMİN DUMAN
Yönetmen Yardımcısı :
DOĞAN ALTINEL
Süre : 1 SAAT 50
DAKIKA/2 PERDE
OYUNCULAR
ALEV ORALOĞLU, ALİ MERT YAVUZCAN, ASLI AYBARS, AZİZ SARVAN,
CEM URAS, DENİZ YEŞİL MAVİ, DOĞAN ALTINEL, ENGİN GÜRMEN, NURDAN GÜR, OĞUZBOY
VEDAT ŞAHIN, SEZA GÜNEŞ, ZEKİ YILDIRIM
Sesler: SAVAŞ BARUTÇU-ENES MAZAK
OCAK
Yazan : TURGUT
ÖZAKMAN
Yöneten :
YILDIRIM FİKRET URAĞ
Sahne Tasarımı : RIFKI
DEMİRELLİ
Işık Tasarımı :
ÖZCAN ÇELİK
Kostüm Tasarımı :
ZUHAL SOY
Efekt : YUSUF
TUNCER
Süre : 2 PERDE 2
SAAT 15 DAKİKA
OYUNCULAR
ASLI İÇÖZÜ, CENGIZ TANGÖR, ERKAN SEVER, HAKAN GÜNER, MAHPERİ
MERTOĞLU, MANA ALKOY, MEHMET SONER DİNÇ
1.Radyo Spikeri: ERTUĞRUL POSTOĞLU
2.Radyo Spikeri: DERYA YILDIRIM.
(Kadroları İBBŞT’nın portalinden aldım.)
Hocam , yine ben izlemeden yazmamanıza üzüldüm yorumlarınızı okurken. Yine baktığım ama görmediğim bir çok hususu yazılarınızda buldum. Ayrıca eleştirilerinizi çok naif buldum. Teşekkürler...
YanıtlaSil