Oyunu görmemişler yazının 1.Bölüm’ünü atlasın. (Ben de çok
iyimserim. Sanki okuyan var da..)
1.Bölüm
Son zamanlarda sahnelediği oyun fotoğraflarını gördüğümde,
oyunu tanıtmak için hazırlanmış kısa videoları seyrettiğimde aynı duyguya
kapılıyorum, aynı “yüz boyama” aynı giysi”,
“gene aynı şeyler”. Bu nedenle Engin Alkan imzalı Küskün Müzikal’in
ismini duyduğumda seyretmek içimden gelmedi. Buna rağmen Alkan’ın “başucu
kitabı yaptığını” söylediği “daha önce
bir rock barda sahnelediği” müzikalin
üstüne kurulduğu kitabı, Küskün Kahvenin Türküsü’nü okumaktan kendimi alamadım.
Hikâye Carson McCullers(1917-1967) isimli bir Amerikalıya aitti, sevgi ve
sevginin değiştirdiği insanlardan bahsediyordu. Hem de bu insanlar dna’larının
ve yaşamın onlara reva gördüğü hayatların acımasızlığı ile kötü ruhlu olmuş, “kötülük üzerine koku gibi sinmiş”, “yüreği şeytanın boynuzları kadar sert”, görünüşleri ile sevgiden çok uzak oldukları
zannedilen, ”acaba yüreği var mı?”
denilen kişilerdi. Hikâye “sevgi değiştirir” diyordu. Hikâye imkânsızlıklar, umutsuzluklar
ortasında bile olsa “sevgi mümkün” diyordu.
Hikâyeyi okurken Carson McCullers’ın şu cümlelerinin altını
çizdim :
”Sevgi değiştirdi Marvin Macy’yi”
“Ona baktığı zaman kadının yüzünde aydınlık, tatlı bir bakış beliriyor,
adını söylediği zamansa sesi sevgiyle titriyordu”
“Yaşam bazen yalnızca sağ kalmak için gerekli şeyleri elde
etmek uğruna girişilen uzun ve bunaltıcı bir didinme olur çıkar”
“Yararlı bir şeyin bir
fiyatı vardır, yalnızca parayla satın alınabilir. Düzen bunun üzerine
kuruludur. Oysa insan yaşamına hiçbir değer biçilmemiştir. Bize bedava verilir,
geri alındığında da bir şey ödenmez. Peki nedir değeri?”
“Dünyaya gözlerini
açınca acımasızlıkla karşılaşan çocuğun yüreği de tuhaf bir değişime
uğrayabilir, incinmiş bir çocuğun yüreği büzüle büzüle ilerde bir şeftali
çekirdeği kadar sert ve pürüzlü olur.”
“Bu dünyada pek bir değer taşımama gibi acı bir duygudan
kurtulabiliyordu insan”
“Tanrıdan başka kim
bunu ya da başka birisinin sevgisini yargılayabilir?”
Daha o zaman Engin Alkan’ın oyun kitapçığına yazdığı yazıyı
okumamıştım.
Uzun süre direttim seyretmemek için. Oyun Emek Sahnesi’nin
bir yapımı idi. Başta Pınar Yıldırım ve Çağla Yıldırım olmak üzere topluluğa
özel sempatim var. Doğrusunu isterseniz bu bana daha bir korku veriyor. Zira ya beğenmezsem? Engin Alkan bu, ne
yaptığı belli olmaz. Onun yüzünden
sevdiğim insanları üzmeyeyim. Sonunda dayanmadım seyrettim.
Salona girmeden önce Engin Alkan’ın oyun kitapçığındaki
yazısını okudum:
“Bu çalışmada bir kısa
roman uyarlaması olarak çıktığım yolculuk öyküyü ve ana karakterleri tamamen
korumakla birlikte karakterlerin işleniş biçimleri, kurguyla eklenen yeni
karakterler, yeni açılan sahneler, dialoglar, şarkı sözleri ve oluşan yeni alt
izleklerle süreç içerisinde hedefin ötesinde bir yapıya doğru yol aldı.”
Doğrusu korkmaya başladım.
“Küskün Müzikal adını
verdiğim bu yeni çalışmayı artık uyarlama çalışmasından çok, özgün metin
üzerine kaleme alınmış çeşitleme olarak görmek daha doğru olacaktı. Bu bakımdan
ekibim ve ben bu çalışmaya ‘esinlenme’ nitelemesini daha yakın bulduk.”
Hele şu var ki beni tamamen “bitirdi”:
“… aklın akıl
dışılığı, kural dışılığı üzerine tuhaf bir müzikal izleyeceksiniz. İyi
seyirler!”
Al bakalım! Ben evden nasıl çıktım ne buldum? Engin Alkan
bana bunu hep yapıyor!
Daha oyunu seyretmeden , salondan oyuncuların terennüm
ettiği şarkıların sesleri gelirken düştüğüm şu duruma bak! Okuduğum her şeyi
silip Engin Alkan’ın beni sürgün ettiği
bir adaya gidiyormuşum gibi hissettim. Benim kafamdaki Küskün Kahvenin Türküsü
nerede Küskün Müzikal nerede?
Beni okuyanlar genellikle “sen de hiçbir şey beğenmiyorsun
canım” diyorlar. Ben ön hazırlık
yapıp gittiğim için bunlar başıma geliyor her halde. Ama bu oyunda, oyunu seyrettikten sonra ön
hazırlık da yetmedi, bambaşka bir şey çıktı karşıma.
Engin Alkan, Zakkum’a(hikâyede Miss Amelia) babasının onu
iğfal ettiği imasını yaptırmış. Kesik’e(hikâyedeki Marvin Macy) Zakkum’un
ırzına geçirtmiş. Kuzen(hikâyedeki Kuzen Lymon) ile Kesik arasındaki ilişkiyi
de erkeğin erkeğe aşkı gibi görmüş.
Hikâyeyi bir daha okudum. İngilizcesini de buldum okudum. Kelime tarattım. Küskün
Kahvenin Türküsü’nde ve The Ballad of the Sad Cafe’de bunlar yok. Engin Alkan
bunlara “ çeşitleme” demeyi tercih etmiş. Buna “çeşitleme”den başka bir isim bulunmalı
derim.
McCuller ”Sevgi değiştirdi Marvin Macy’yi” “Ona
baktığı zaman kadının yüzünde aydınlık, tatlı bir bakış beliriyor, adını
söylediği zamansa sesi sevgiyle titriyordu” “Her
şeyden önce sevgi iki kişi arasında
ortak bir yaşantıdır” diyor. Bence Mc Culler’in “love”ını kitabı Türkçeleştiren ve ben “sevgi” diye anlarken Engin Alkan “aşk” diye anlamış ve “aşkın
akıl ve kural dışılığı” olarak anlatmak istemiş. İlk gençlikte “sarsıcı etkisiyle ‘başucu kitabı’ yapılan
The Ballad of Sad Cafe”den bu “çeşitleme”
gibi “esinlenme” nasıl çıktı
anlamadım.
Diyeceksiniz ki yönetmen hikâyeye uymak zorunda mı?
İstediğini yapamaz mı? Zaten “Yazan: Engin Alkan” demiş kitapçıkta. Haklısınız,
Alkan istediği “çeşitleme”yi yapar.
Seyredenin de istediği gibi düşünme hakkı vardır değil mi? Ben oyunun kitaptan daha iyi olmadığını düşünüyorum. Alkan,
“çeşitlemesine” “esinlenme” diyor.
Kendi penceremden baktığımda bana “esin
veren” şey, dışarıya aynı şekilde
yansır. Esinlenme “öz”e uygun
olur. Kitapta McCuller diyor ki: “Seven, ruhunda sevgisini eşsiz bir duygu
gibi algılar” “Seven kişi erkek kadın
çocuk ya da yeryüzünde yaşayan herhangi biri olabilir” “Sevilen düzenbaz, saçı başı pislik içinde
hatta kötü alışkanlıklar edinmiş biri olabilir””Sevginin değerini özgürlüğünü yalnız seven belirler” Ben karşılık
beklenmeyen, insanı iyi yapan, insana uğruna ölümü göze aldıran, saf, temiz, Küskün
Kahvenin Türküsü’nün “sevgi”sinden esinlendim. Aşk bu SEVGİnin yanında ne
ki?
Hikâyenin tadını tatmışlar için Engin Alkan’ın Küskün
Müzikal’i “sabun köpüğü” gibi kalacak zihinlerde. (Gerçekten Küskün Müzikal
bana “soap opera” gibi geldi.) Oysa McCuller’in hikâyesi bıçak gibi saplanıyor
yüreğinize.
2.Bölüm
Küskün Müzikal’i sıkılmadan
seyrettim. Engin Alkan bir başladı mı duramıyor. Kısalsa iyi olur(du)
ama üç saatlik süre de bir sorun değil. Oyun, oyunculukla “seyredilir” oluyor. Oyunda rol alan sekiz oyuncu öylesine canlı, sempatik, samimi, yetenekli,
mâhir ki. Ekip olarak da mükemmel bir birliktelik içindeler. Benim yaşımda
olanlar için çizilen karakterlerdeki ayrıntılar -Zakkum dışında- çağrışımlar
yaptıracak türden. Buna farklı “tip”lerden toplanmış ayrıntılardan oluşan yeni
bir yorum ve yaratım denebilir. Zakkum bana bu oyuna özgü tek karakter gibi
geldi. Pınar Yıldırım’ın Zakkum’u gerçekten “zehir” gibiydi. Ondaki değişim
sonlara doğru abartılı(arabesk) da olsa belli oldu. Kuzen ve Kesik’in
değişimlerinin de daha belirgin olmasını bekledim.
“Yazan, yöneten, besteci, sahne tasarımcısı”
Engin Alkan’ın “yazan”lığı hakkında düşüncelerimi yukarıda açıkladım. Engin
Alkan’ın yönetimi için düşüncelerim : Grotesk makyaj gerekli mi? Besteleri ve sahne
tasarımını başkasına emanet etse daha iyi olmaz mıydı? Oyunculuklarda Türk
müzikalleri tarihinin, Ertem Eğilmez filmlerinin ve Sadık Şendil senaryo ve
piyeslerinin karakterleri gözlerimin önünden geçti. Kesik, oyuncu olarak değil
ama oyunda konumlandırıldığı yer olarak bana Keşanlı Ali’yi hatırlattı. Ben
bunları yönetmene mal ettim. Besteler Egemen Bostancı müzikallerinden bu yana yapılmış
müzikallerin resmi geçidi gibi geldi bana. Bu anlamda oyunu bir “kolaj”
seyreder gibi seyrettim. Oyunun Zakkum’un anlatısı ile başlamasını doğru
bulmadım. Zira oyunda kullanılan koronun dışındaki üç karakterden(diğerleri Kesik
ve Kuzen) biri Zakkum. Bana izole bir kasabaya uzaktan bir uçakla yaklaşıyoruz
ve o atmosfere giriyoruz duygusu daha doğru geldi. Bu nedenle baştan
itibaren hikâye koro tarafından anlatılsa bu his daha çok ortaya çıkardı diye
düşündüm. Başlangıçta Zakkum, Kesik ve
Kuzen de dahil tüm kadronun sahnede birlikte olması kaydıyla hikâyenin anlatımı ile koronun
şarkısının iç içe geçirilmesi de bir çözüm olur(du). Zaten oyun ilerledikçe
koro anlatıcılığı üstlendi. İkinci perde
başında Kesik’in kendini anlatması da koro ile paylaşılsa? Sahne tasarımında farklı
şekillerde kullanılan bir (altın) kafes “gördüm”. Hoş bir düşünce. Keşke
basamaklar daha geniş olsa(ydı). Seyrettiğim gece Zifir küçük bir kaza atlattı.
Salonun bu kullanımı daha iyi olmuş. Kesik’in evin altında oturtuluşu doğru.
Kostümler oyunun
“havasını” oluşturuyor, tamamlıyor. Oyunun
iyi özelliklerinden.
Son Söz
Eğlendirici bir gösteri. Kitabı ve yazımın 1.Bölümünü okumadan gidin ve eğlenin..
Melih Anık
Not:
Küskün Kahvenin Türküsü- Çeviren: İpek Babacan- İş Bankası
Kültür Yayınları
Kadro:
KÜSKÜN MÜZİKAL / Emek Sahnesi
Yazan-Yöneten-Müzik- Sahne Tasarımı : Engin Alkan
Yönetmen Yardımcısı : Seyhan Arman
Koreografi : Senem Oluz
Kostüm Tasarımı : Çağla
Yıldırım-Merve Arun
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Asistanlar: Figen Adıgüzel, Erkan Tosun, Beste Vural
Sahne Uygulama : Zeki İlyas Kızılışık
Işık Uygulama: Basil Abdunnur
Kostüm Uygulama : Gaye Kızılışık
Aksesuar: Gülşah Uçar, Gamze Bayraktaroğlu
Oyuncular:
Zakkum : Pınar Yıldırım
Kuzen : Edip Tepeli
Kesik : Mert Süleyman
Battal Sefa : Zeynep Çelik Küreş
Zifir : Hande Ağaoğlu Kaplan
Kıymık : İbrahim Ersoylu
Kurşet : Hasan Karakurt
Mıhbey : Caner Erdem
Orkestra Üyeleri
Orkestra Şefi – Keman : Hivda Zizan Alp
Kanun : Esra Karabaş
Perküsyon : Sidar Filiz
Klarnet : Merve Sarıkaş
Klavye: Uğur Büyükçınar
Bass-Elektro Gitar : Berkay Akçay
Kitabı merak ettim,okumak isterim.
YanıtlaSilEngin Alkan ın izlediğim oyunlarından aldığım keyif bu oyun için önkabul oluşturmuştu zaten bende. Sizin de tavsiyenize uyarak izlemek isterim. Ama yine tavsiyenize uymayarak kitabı da okumak isterim :)
Teşekkürler Hocam...
Yapılan yorumlara teşekkür ederim ama adsız olanları yayımlamıyorum.
YanıtlaSil