10 Ocak 2014 Cuma

Başarılı Bir Fars : Arapsaçı - Tiyatro Dünyası Oyuncuları

Oyunu geçen sene seyretmiştim. Oyunla ilgili yazımı yazmış yayımlayacaktım ki Sera Tokdemir’in kadrodan ayrıldığını okudum.  Onun oynadığı role Eylem Şenkal hazırlanıyordu. Baş rolde yapılan bu değişiklik benim yazımı da geçersiz kıldı. Yazımı yayımlamadım. Ben ekibe inanırım. Kadrodan bir oyuncuyu oynattığınızda  sahneleme için yeniden prova  yapmanız gerekir.  Haklı olduğumu oyunu ikinci sefer  yeni kadrodan seyrettiğimde anladım. Eylem Şenkal’in kadroya katılımı oyuna yeni bir soluk getirmiş. Bu arada kadronun diğer elemanları Ümmühan Kıldiş hariç oyunun türüne daha bir ısınmışlar. Ümmühan Kıldiş’i ayrı tuttum zira o, bu ekip içinde baştan beri  bu türü en iyi bilen ve  oynayan oyuncu bana göre. Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’ndaki tecrübesinin yabana atılamayacağını onu seyredince anlıyorsunuz.

Oyunun türü  “fars”. Yazarı ününü “fars yazarı” olarak yapmış. Arapsaçı  kadın-erkek ilişkisine dayanan, saçma durumları, kaba şakaları da kullanarak oynanan  bir oyun (“Move Over Mrs. Markham’’ 1969). Bu türün ustası sayılabilecek Ray Cooney tarafından yazılmış. Bu tür oyunlara “vodvil” demek,  “vodvil”in zaman içinde “fars”laşmasından kaynaklanıyor sanırım.

Derleme Tiyatro Sözlüğü( B.Turgut Erim - Mitos Boyut)’nden yaptığım alıntıyı aşağıda paylaştım:
“ ‘Fars’ halk komedisinin bir türü olup genellikle olanaksız durumlara kaba şakalara aşırı beden hareketlerine dayanır. Bununla birlikte insani hataları, yanlışlıkları gösterir. Çağdaş anlamıyla “fars” sözcüğü genellikle saçma bir duruma ve kadın-erkek ilişkisine dayanan uzun oyunlar için kullanılmaktadır. Bazılarına “yatak odası farsı” denilmektedir. (Latince farcire’den , sokuşturmak.Oyunların içine sokulan parçalar, pasajlar)
Vodvil sözcüğü Normandiya’daki Vire Vadisi’nin şarkıları anlamındaki (Vau/Val de Vire) ve ‘Kentlerin Ses’i diye çevrilebilecek olan (Voix Des Villes) tümcelerinden kaynaklanır.15. yy da. “Vodvil”,  İngiliz istilacılarını hicvetmek için yazılan hicivsel şiirleri belirtmekteydi. Daha sonra “Satirik balad”ları belirtmek için kullanılmış. Bir süre sonra aralarına şarkılar serpiştirilmiş satirik oyunlara “vodvil” denilmiş. Giderek kısa sahnelerden ve skeçlerden meydana gelen bir oyun türü halini almış, birahanelerde oynanan kaba güldürülere verilen isim olmuş. Akrobatik hareketler, şarkılar, danslar olan gösterilere” vodvil denmiş. Çağdaş dönemde ise ”vodvil”, tanıma yanılmalarına ve olayların tuhaflığına dayanan kaba çizgili bir güldürü türüdür.”

 Ray Cooney denilince Dormen Tiyatrosu akla gelir. “İkinin Biri”, “Kaç Baba Kaç”, “Karmakarışık” isimli oyunlarını  seyretmişim. Arşivimden oyun dergilerini çıkardığımda hatırladım.

O dergilerden birinde Martin Cinnamond “fars”ın tarih boyunca yüz karası sayıldığını yazmış. Hatta Daily Telegraph eleştirmeni E.L. Blanchard 1877’de şöyle demiş: “Böyle hammaddelerden oluşan teatral karışım Londralılara sunulmadan önce ‘kokularından’ arıtılma işlemine tabi tutulmalıydı

“Fars, Aristophanes ve diğer oyun yazarlarının uğraşlarıyla Yunan tiyatrosunda oluştu. Sövgülü açık seçikti ama inanılmayacak kadar çok tutuluyordu”

Ray Cooney oyun dergilerinden birinde şöyle demiş “Farsın komediden çok tragedya ile ortak yanları var. Komedi çoğunlukla tuhaf bir insanı günlük durumunda ele alır. Oysa fars(ve tragedya) genellikle sıradan insanların tuhaf durumlarla savaşımını işler. Bir adamın karısını çok iyi arkadaşıyla yakalaması fars ve tragedyada farklı bir şey değildir. Her iki biçimde de kocanın tepkisi aynı olmalı. Farklı olan seyircinin tepkisidir. Seyircinin tepkisini dinlemek gerek. Fars ekip oyunu ister. Tenis oyunundaki gibi karşındaki iyi top atarsa daha iyi oynarsın.”

Metin Serezli George Pigden rolünü oynadığı  “İkinin Biri” oyununun dergisinde: ”Ray Cooney ile çalışmak istiyorum. Bunu duyacak dostlarımın bunca büyük yazar dururken bu ne çılgınca bir arzu dediklerini duyar gibiyim. Ama Cooney’i inceleyince adamın korkunç sahne bilgisine, tekniğine, zekâsına ve inanılmaz espri gücüne şapka çıkartmamak,  önünde saygı ile eğilmemek mümkün değil” demiş. Metin Serezli “tiyatronun toplumsal yararına” gelerek “aydınlar her zaman kayıtsız şartsız tiyatronun eğitsel, öğretsel gücünü öne çıkarır, tiyatronun çözüm için insanlara yön vermesini isterler.” diye yazmış.  Bu görüşü benimsediğini ancak seyircinin eğlenmesini, hoşça vakit geçirmesini amaçlayan oyunların kınanmasının da yanlış olduğunu belirtmiş.

Bu satırları okumadan ben de aynı konu üzerinde düşünmüştüm. Dün akşam salonu dolduran seyircilerin oyun sırasındaki coşkulu kahkahasını  ve de oyun sonunda birbirlerine söylediklerini duyup, oyun sonunda  Şişli Kent Kültür Merkezi’nin vitrinlerinde asılı diğer oyun afişlerini inceleyerek seyredecekleri  yeni oyunu seçmelerine bakınca Arapsaçı’nın çok önemli bir yararı olduğunu anladım.  Seyircinin eğlendiği oyunlar seyirciye tiyatroya yeniden gelme arzusu veriyor. Buna “seyircinin yetiştirilmesi” diye de bakmak mümkün.

40 yıl öncesini,  Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’nun Beyazıt’taki kapısında biletler satışa çıktığı günkü uzun kuyrukları hatırladım. Kendi dönemlerinde hepsi “kapıda bekleten”,  Türk Tiyatrosu’nun birer abidesi olan Haldun Dormen ,  Toto Karaca, Muammer Karaca, Ulvi Uraz, Altan Erbulak, Metin Serezli, Nisa Serezli, Tolga Aşkıner, Nejat Uygur, Zeki Alasya,  Metin Akpınar,  Muzaffer Hepgüler, Tevfik Gelenbe’nin ve isimlerini sayamadığım onlarca “kahraman”ın yaptıkları tiyatronun, Türk Tiyatrosu’ndaki yerini yeniden düşündüm.  Elbette toplumcu mesajlarla tiyatro yapan topluluklar da çok önemli idi ama “halk tiyatrosu” anlamında o “eğlenceli tiyatroların” önemini hep hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.  Bugünün seyircisi ve tiyatrosu  üzerinde onların büyük hakkı vardır.  Yeni nesiller “kapılarda bilet kuyruklarında bekleyen” ebeveynlerinden gördükleri ile şimdinin seyircileri oldular farkında olmasalar da.

Bu çerçeveden bakınca Tiyatro Dünyası Oyuncuları önemli bir iş yapıyor; neredeyse “tek düzeliğe” doğru gitmekte olan tiyatromuzda farklı bir kulvarı  deniyor ve çıktığı yolda umut veriyor. Oyunu ilk defa seyrettiğimden bu yana geçen bir yıldan az sürede “fars”ın istediği oyunculuk yolunda sağlam yürüdüklerini görüyorum. Oyuncuların birbirleri ile iletişimleri çok daha iyi, iyi paslaşıyorlar. “Gag”ları yerinde kullanmaya , tempoyu hep yukarıda tutmaya çalışarak eğlenceli, komik bir oyun sergiliyorlar.   Seyirciyi dinliyor, günlük taşlamaları aralara sıkıştırıyorlar (Bu espriler çok da iyi alkış alıyor. Kim demiş “fars sadece güldürür” diye!)  Oyundaki rollerin isimleri yabancı ama seyirci “dağılmıyor”. Komşusunu seyrediyor gibi. Araya katılan şarkı sözleri, kelime oyunları çok başarılı.

 Bir iki husus belirtmeden geçmeyeyim. İlk defasında da seyrettiğimde de aynı  görüşteydim. Oyunun prova yaptığı sahneye göre Şişli Kent Kültür Merkezi sahnesi  fazla büyük(sanki). Yataydaki hareketlerde uzun zaman geçiyor. İkinci yarı başında tempoda kısa süreliğine bir düşüş var. Walter karakterinin karikatürleştirilmesi bilinçli bir seçim ama Eylem Şenkal’ın  Linda’sı  karşısında çok da inandırıcı değil. Bence  Bayan Smith düzeyinde “abartma” olması yeterli.

 Seçilen müzikler türün gerektirdiği tempoya uygun.  Seyircinin selamlanmasında da türün alışılmış havası başarıyla kullanılıyor.

 Türün gerektirdiği oyunculuktaki başarısı için Ümmühan Kıldiş’i(Johanna) özellikle övmek isterim.  Sahnedeki tempo ve heyecanı “ittirmesi”yle oyuna çok katkısı var. Eylem Şenkal’in(Linda) bu kadar başarılı olması tiyatro için bir kazanç ve umut. Mary tiplemesi uzun zaman unutulmaz güzellikte.  Dilerim, umarım tiyatroya devam eder. Berke Hürcan(Henry) ve İsmail Can Törtop’un(Philip) oyunculuklarındaki gelişmeyi çok beğendim. Özellikle karşılıklı yarattıkları “gag”ları çok başarılı buldum. Ferhat Balaban'ı(Alistair) da oyuna ısınmış, sahnede çok rahat gördüm, başarılı buldum. Hande Melek’in çizdiği karakter(Bayan Smith) bilinçli olarak abartılı çizilmiş. Melek, çizgisini başarıyla kontrol ediyor, oynuyor.  Hizmetçi Anna rolünde Serra Tankal yanlış yapmamak için heyecanlı görünüyor. Sahnede çok iyi duruyor. Bunu bilerek oynarsa daha iyi olacak. Walter rolünde Can Mutluca bence yorum kurbanı, zira ondan istenen böyle oynaması o da öyle oynuyor, isteneni veriyor. Yönetmen İsmail Can Törtop bence o rolün yorumunu yeniden düşünmeli.

Arapsaçı oyunu aynı zamanda türün istediği, lafı gediğine koyan, sahnesi rahat, ekip olabilen oyuncu yetiştirmek için de iyi bir oyun. Bu türün geçmişteki ustalarını özlemle hatırladığımda Arapsaçı gibi oyunların tiyatromuzda sahne üzerinde eğitim anlamına geldiğini düşünerek de mutlu oluyorum.

Tiyatromuzda farklı türlerin sahneye çıkarılması bana ayrı bir zenginlik gibi geliyor. Tiyatro Dünyası Oyuncuları’nın seçtikleri türde ısrarcı olmalarını diliyorum.   

Arapsaçı  seyirci ile çok sıcak ilişki kuran bir oyun. Seyirci memnun kalıyor. Yeni seyirci olacaklara ve  iyi oynanan eğlenceli bir oyun seyretmek isteyenlere duyururum.


Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder